| 
 
55 
- 
ÖLÜM, ÖLÜME HÂZIRLANMAK 
Aşağıdaki bilgiler, 
seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ efendi “rahmetullahi aleyh”in (Sefer-i âhıret) 
risâlesinden alınmışdır. Bu risâle basılmamışdır: 
Îmânı olan ve aklı olan ve 
bâliğ olan erkek ve kadınlara, (Mükellef) denir. Mükellef olanların, 
ölümü çok hâtırlaması sünnetdir. Çünki, ölümü çok hâtırlamak, emrlere sarılmağa 
ve günâhlardan sakınmağa sebeb olur. Harâm işlemeğe cesâreti azaltır. 
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Lezzetleri yıkan, 
eğlencelere son veren ölümü çok hâtırlayınız!). Tesavvufculardan ba’zıları, 
hergün bir kerre hâtırlamağı âdet edinmişdi. Muhammed Behâeddîn-i Buhârî 
“kuddise sirruh” hergün yirmi kerre, kendini ölmüş, mezâra konmuş düşünürdü. 
Ölmek, yok olmak değildir. 
Varlığı bozmıyan bir işdir. Mevt, rûhun bedene olan bağlılığının sona ermesidir. 
Rûhun, bedenden ayrılmasıdır. Mevt, insanın bir hâlden başka bir hâle 
dönmesidir. Bir evden, bir eve göç etmekdir. Ömer bin Abdül’azîz “rahmetullahi 
aleyh” buyurdu ki, (Sizler, ancak ebediyyet, sonsuzluk için yaratıldınız! Lâkin 
bir evden, bir eve göç edersiniz!). Mevt, mü’mine hediyyedir, ni’metdir. Günâhı 
olanlara musîbetdir. Fakîrlere râhat, zenginlere azâbdır. Akl, Allahü teâlânın 
hediyyesidir. Cehâlet, doğru yoldan çıkmağa sebebdir. Zulm, insanın 
çirkinliğidir. İbâdet, gözün nûru olan, sevinc ve neş’edir. Allah korkusundan 
ağlamak, kalbin cilâsıdır. Kahkaha ile gülmek, kalbin zehridir. İnsan, ölümü 
istemez. Hâlbuki mevt, fitneden hayrlıdır. İnsan yaşamağı sever. Hâlbuki mevt, 
ona hayrlıdır. Sâlih olan mü’min, mevt ile, dünyânın eziyyet ve yorgunluğundan 
kurtulur. Zâlimlerin ölümü ile, memleketler ve kullar râhata kavuşur. Din 
düşmanlarından bir zâlimin ölümünde, hâtıra gelen eski bir beyti buraya yazmak 
uygundur. Beyt: 
  
Ne kendi etdi râhat, ne âleme verdi huzûr, 
yıkıldı gitdi cihândan, dayansın ehl-i 
kubûr. 
  
Mü’minin 
rûhunun bedenden ayrılması, esîrin habsden kurtulması gibidir. Mü’min öldükden 
sonra, bu dünyâya geri gelmek istemez. Yalnız şehîdler, dünyâya geri gelip, bir 
dahâ şehîd olmak ister. Dünyânın iyiliği gitdi. Kederleri kaldı. Bundan dolayı 
ölüm, her müslimân için hediyyedir. Bir adamın dînini, ancak kabri korur. 
Mü’minlere yapılacak ikrâmlardan birincisi, ölümdeki sevincdir. Mü’mini 
râhatlandıran, ancak Allahü teâlâya kavuşmakdır. Her mü’mine mevt, hayâtından 
dahâ iyidir. Kâfirlere de mevt fâidelidir. 
Çabuk tükenen şeyin peşinde 
koşuyorsunuz. Sonsuz kalacak şeye bakmıyor, ondan kaçıyorsunuz! Bir kimsenin 
ölümünde hayr yok ise, hayâtında da hayr yokdur. Allahü teâlâya kavuşdurduğu 
için, mevt sevilir. Sevdiğim adamın kalmasını da severim. Ölmesini de severim. 
Dost dosta kavuşmak istemez mi? Azrâîl “aleyhisselâm”, İbrâhîm aleyhisselâmdan 
rûhunu almak için izn istedikde, (Dost, dostun cânını alır mı?) dedi. Allahü 
teâlâ, Azrâîl “aleyhisselâm” ile haber gönderip, (Dost dosta kavuşmakdan kaçınır 
mı?) buyurunca, (Yâ Rabbî! Rûhumu hemen al!) diye düâ eyledi. 
Allahü 
teâlânın emrlerine uyan bir mü’mine, ölümden dahâ sevincli birşey olmaz. Allahü 
teâlâya kavuşmağı seven mü’min, mevti ister. Mevt, dostu dosta kavuşduran bir 
köprüdür. Kavuşmak şevkı, büyük ve yüksek derecedir. Bu dereceye yükselen mü’min, 
mevtin gecikmesini istemez. Rabbine iştiyâkından dolayı, Ona kavuşmağı, Onu 
görmeği sever. Cenneti seven ve ona hâzırlanan insan mevti sever. Çünki, mevt 
olmayınca, Cennete girilmez. 
Bir kimsenin îmân ile 
öleceği son nefesde belli olur. Bir insan, bu devlete kavuşunca, Allahü teâlânın 
ihsânları başlar. Bu ânda, elbette sevinir. Se’âdet sâhibi ol kimsedir ki, 
Azrâîl “aleyhisselâm” gelip, (Korkma, Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asl 
vatanına kavuşuyorsun. Büyük devlete erişiyorsun!) der. Böyle kimseye, 
bundan dahâ şerefli bir gün yokdur. Bu dünyâ, bir konakdır. O cihâna bakınca 
zindândır. Bu geçici varlık, bir görünüşdür. Gölge gibi, yavaş yavaş çekilmekde, 
geçip gitmekdedir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (İnsanlar uykudadır, ölünce 
uyanırlar). Dünyâ hayâtı, rü’yâ gibidir. Mevt uyandırıp, rü’yâ bitecek, 
hakîkî hayât başlıyacakdır. Müslimânın ölümü, hayâtdır. Hem de, sonsuz hayât! 
Bir köylüye sen öleceksin 
demişler. O da, ölünce nereye giderim diye sormuş. Allahü teâlâya! cevâbını 
alınca, hayrı ancak kendisinde bulduğumuz Rabbime kavuşduracak olan ölümden 
korkum kalmamışdır der. 
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî 
“kuddise sirruh”, Azrâîl aleyhisselâmı görünce: (Çabuk gel, cânım çabuk gel. 
Beni Rabbime çabuk kavuşdur!) demişdir. 
Cân vermek acısı, dünyâ 
acılarının hepsinden dahâ acıdır. Fekat, âhıret azâblarının hepsinden dahâ 
hafîfdir. Mü’min, rûhunu teslîm edeceği vakt, rahmet meleklerini, Cennet 
hûrilerini görüp, onların zevkı ile, cân verme acısını duymaz. Rûhu, 
tereyağından kıl çeker gibi, kolay çıkar. Ni’metlere kavuşur. 
Her müslimânın, ölüme 
hâzırlanması lâzımdır. Bunun için de, tevbe etmelidir. Kul hakkı altında 
kalmamağa dikkat etmelidir. Ya’nî, hakları sâhiblerine verip halâllaşmalıdır. 
Allahü teâlânın haklarını da ödemek lâzımdır. Bu hakların en mühimmi, islâmın 
beş şartını yerine getirmekdir. Nemâz kılmıyan bir kimse, müslimânların hakkını 
da vermemiş oluyor. Çünki, her nemâzda oturunca, (Ve alâ ibâdillahissâlihîn) 
diyerek mü’minlere düâ etmek vazîfemizdir. Nemâz kılmıyanlar, mü’minleri bu 
düâdan mahrûm bırakıyor. Hakları olan bu düâyı yapmıyor. 
Borcları 
ödiyerek, emânetleri sâhiblerine vererek, ölüme hâzırlanmak ve vasıyyet yazmak 
vâcibdir. 816. cı ve 1028. ci sahîfelere bakınız! 
Ölüm, bir ânda 
gelebileceğinden, afvı kabûl olmıyan ve kabûl olabilir ise de, henüz afv 
edilmemiş olan (Had) ve (Ta’zîr) cezâlarının yapılmasına imkân 
bırakmak vâcibdir. Ya’nî, meydâna çıkmış olan günâhlarının dünyâdaki cezâlarının 
yerine getirilmesini te’mîn etmelidir. Afvı kabûl olmıyan suç, Server-i âlemi 
“sallallahü aleyhi ve sellem” sövmekdir. Afvı kabûl olan hadler, ya’nî cezâlar, 
zinâ, sirkat, iftirâ, içki içmek gibi suçların dünyâdaki cezâlarıdır. 
Hasta olanların, bu 
vâcibleri dahâ çabuk yerine getirmesi lâzımdır. 
Hastanın yatağı, çarşafı ve 
çamaşırları temiz olmalıdır. Sık sık değişdirmelidir. Çünki, temizliğin kalbe ve 
rûha büyük te’sîri vardır. Ölüm zemânında ise, kalbin ve rûhun temiz olması, 
başka zemânlardan dahâ mühimdir. Tedâvî câizdir. Fekat, şifâyı halk eden, devâda 
te’sîri yaratan Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, isterse, kullanılan ilâcda te’sîr 
halk etmez. Eğer öyle olmasaydı, her tedâvî edilen hasta, iyi olurdu. 
Ağır hastalara iğne yaparak 
tesellî ilâcları vermemelidir. Hastaya eziyyetdir. Câiz değildir. Ağır hastaları 
hastahâneye kaldırmamalıdır. Evde, âilesinin, sâlih kimselerin yanında, Kur’ân-ı 
kerîm okuyarak ve Kelime-i şehâdet telkîn ederek, cân vermesine çok 
uğraşmalıdır. 
Hastalıkda, 
îmân, i’tikâd bilgileri çok konuşulmalıdır. Gelen ziyâretciler, bunlardan 
konuşmalı, kimse gelmezse, hasta kendisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından 
âhıret bilgilerini okumalıdır. Kitâbdan okuyamazsa, düşünmelidir. Cenâb-ı Hakkın 
rahmetinin bol olduğunu gösteren hikâyeler söylenmeli, günâhların, Allahü 
teâlânın merhameti yanında hiç oldukları hâtırlatılmalıdır. Afv ve magfiret 
ümmîdi çok olmalıdır. 
Hasta, nemâzlarını 
geçirmemeğe, her zemândan dahâ çok dikkat etmelidir. Kalbini Allahü teâlânın 
sevgisi ile doldurmalı, Kelime-i tevhîdi çok söylemelidir. İslâmiyyetin 
emrlerini yapmağa dikkat etmelidir. Vasıyyet etmeli veyâ yazmalıdır. 
Hastaya, imâm-ı Alînin 
“radıyallahü anh” ve çocuklarının sevgisi pek lâzımdır. Çünki, Ehl-i beyti 
sevmek, son nefesde îmân ile gitmeğe sebeb olacağını, Ehl-i sünnet âlimleri 
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sözbirliği ile söylemekdedir. 
Ölüm hastası, İhlâs sûresini 
[ya’nî Kulhüvallahü ehad] çok okumalıdır. Yatağı karşısında (Kelime-i tevhîd)
yazılı levha asılı olmalıdır. 
Karyola ve yatak yerini ve 
odayı değişdirmek, hastaya ferahlık verir. Kâbil ise hasta, abdestli olmalıdır. 
Hizmetci, aşçı, hemşîre kadınlar, mahrem olmadıklarından, çok büyük mahzûrdur. 
Hastaların, ihtiyârların kızı, âile yerini tutamaz. Mahrem hizmetleri yapamaz. 
İhtiyârların, hastaların harâmdan kurtulmak için, hizmet eden kadını nikâh 
etmeleri lâzımdır. Dedikoduya ehemmiyyet vermemeli, genç de olsa, hizmet edecek 
nikâhlı âile edinmelidir. 
Ziyâretciler, 
hasta yanında çok oturmamalıdır. Sevdiği insanlar olsa da, çabuk kalkmalıdır. 
Hasta teklîf ederse, biraz dahâ oturup, kalkmağa teşebbüs etmeli, tekrâr teklîf 
etmezse gitmelidir. Ağır hastanın yanına kimseyi sokmamak doğru değildir. Hasta 
istemese de, sâlih insanlar, gidip, bir İhlâs okuyacak kadar oturmalıdır. 
Doktor, kimse görüşmesin, konuşmasın dedi diyerek, hastayı mahrûm etmemelidir. 
Yanına sulehâ girip, Yasîn-i şerîf okumalıdır. Gizli okumak da fâidelidir. 
Hasta yanında, hastalığı 
artdıracak, merâklı sözler söylememeli, gazetelerden, hikâyelerden, mâl, 
ticâret, siyâset ve hükûmetden lâf açmamalıdır. 
Ölüm hastası halâlden ve 
mümkin olduğu kadar abdestli ve kalbi uyanık kimselerin Besmele ve düâ ile 
hâzırladığı şeyleri yimelidir. 
Hasta yanında, Velîlerin, 
âlimlerin ve sâlihlerin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hikâyeleri ve 
sözleri konuşulmalı, bunlara sevgisi artdırılmalıdır. Evliyâ-yı kirâmın 
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” söylenmesi, rahmete sebeb olur. 
Ölüm alâmetleri görülünce, 
yanında, çocuk, cünüb, özrlü kadın bulundurulmamalıdır. Odada ve hattâ evde resm 
bulunmamasına çok dikkat etmelidir. Yanında âlim, sâlih birkaç kimse bulunup, 
zorlamamak üzere, Kelime-i tevhîd söylemesi te’mîn edilmelidir. Söylemesi için 
sıkışdırmamalıdır. Yanındakiler söyleyip ona duyurmalı, usandırmamalıdır. Bir 
kerre söyler ise, bir dahâ söyletmemeli, başka şey söyler ise, Kelime-i tevhîdi 
bir dahâ söylemesi hâtırlatılmalıdır. Ya’nî, son sözü, Kelime-i tevhîd 
olmalıdır. Zorlamadan, bir kerre, (Lâ ilâhe illallah) demek, yanındakilere 
sünnetdir. Kelime-i tevhîdi hâtırlatanların, hastanın düşmanı, vârisi olmaması 
uygundur. Kimse yok ise, vâris hâtırlatır. 
Hasta yanında (Yasîn) 
sûre-i şerîfesini okumak mühim sünnetdir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, 
(Yanında Yasîn-i şerîf okunan hasta, suya doymuş olarak vefât eder ve doymuş 
olarak kabre girer). Ya’nî, cân vermenin hâsıl edeceği susuzluğu duymaz. 
Yasîn sûre-i şerîfesi, kıyâmetde olan şeyleri, dünyânın geçici olduğunu, Cennet 
ni’metlerini ve Cehennemdeki azâbları bildirdiğinden, hasta yanında okununca, 
îmân ile gitmeğe sebeb olan şeyleri işitmiş olur. (Ra’d) sûresini okumak, 
rûhun çıkmasını kolaylaşdırır. İnsan ölünce, Hanefîde necs olur. Kur’ân-ı kerîm, 
yanında değil, karşısında ve sessiz okunabilir. Diğer üç mezhebe göre necs 
olmaz. 
Kur’ân-ı 
kerîmi, ölüler de işitir ve fâidelenir. Cenâze taşıyanların, kabr ziyâret 
edenlerin, maddî bir karşılık düşünmiyerek, Kur’ân-ı kerîmden bir parçayı, Allah 
rızâsı için okuyarak, sevâbını meyyitin rûhuna hediyye etmeleri sünnetdir. 
Ölüm hâlinde su içirmek 
sünnetdir. İhtiyâcı görülürse vâcib olur. İçince ferahladığı görülürse vâcibliği 
artar. O ânda şeytân, sâf su gösterip, senden başka ma’bûdüm yokdur dersen, sana 
içiririm dediği, hadîs-i şerîflerde bildirilmişdir. Yasîn sûre-i şerîfesini 
okumanın on fâidesi vardır: 
1 - Aç olan, tok olur. Ya’nî, 
ummadığı yerden rızk gelir. 
2 - Susuz olan, kanıncıya 
dek su bulur. 
3 - Elbisesi olmıyan, elbise 
bulur. 
4 - Eceli gelmiyen hasta 
şifâ bulur. 
5 - Eceli gelen hasta ölüm 
acısı duymaz. 
6 - Ölürken, Cennet 
melekleri gelip, görünür. 
7 - İnsan korkduğundan emîn 
olur. 
8 - Müsâfir ve garîb 
yardımcı bulur. 
9 - Bekârların evlenmesi 
kolay olur. 
10 - Gayb olan şey bulunur. 
Fekat 
bunlara niyyet ederek ve inanarak okumak lâzımdır. 
Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ölüm hastası yanında, bir sûre 
okununca, her harfi için bir melek gelip, rûhun kolay çıkmasına düâ eder. 
Yıkanırken yanında bulunurlar. Cenâzesi ile birlikde giderler. Nemâzında 
bulunurlar. Gömülürken bulunurlar. Hep düâ ederler). Bir hadîs-i şerîfde 
buyuruldu ki, (Müslimân bir hasta 
yanında Yasîn-i şerîf okunursa, Rıdvân ismindeki melek Cennet şerbeti getirir. 
Suya doymuş olarak rûh teslîm eder. Doymuş olarak kabre girer. Suya ihtiyâcı 
olmaz.) 
Hasta, Allahü teâlânın 
afvına, merhametine güvenmeli, Rabbim beni magfiret eder demelidir. Allahü teâlâ, 
hadîs-i kudsîde buyuruyor ki, (Kulum, beni nasıl umarsa, onu öyle karşılarım. 
Öyle ise, benden hep iyilik bekleyiniz!). Server-i âlem “sallallahü aleyhi 
ve sellem”, vefâtından üç gün önce buyurdu ki, (Allahü teâlâdan iyilik umarak 
cân veriniz!). Hasta yanındakilerin, iyilik ümmîdini artdıracak şeyler 
söylemesi, Rabbimizin rahmetini umduğumuzu hâtırlatmaları sünnetdir. Ölüm hâli 
görülünce, rahmet ümmîdini artdıracak şeyler söylemek vâcib olur. Kılmamış 
nemâzları varsa, tevbe etmesine teşvîk eylemek sünnetdir. 
Ölür ölmez, borclarını bir 
ân önce ödemelidir. Borcları ödenmedikce, rûhu, iyiler derecesine kavuşamaz. 
Zevcesine, vaktîle ödemediği (Mehr), ya’nî nikâh parası da, borcudur. 
Verilmemiş, birikmiş zekât, fıtra da borcdur. Hırsızlık etmesi, zor ile alması 
da borcudur. Kabre koymadan, borclarını ödemek mümkin olmaz ise, meyyitin 
velîlerinden [ya’nî yakın akrabâsından] biri, borcu (Havâle üsûlü) ile, 
kendi üzerine alır. Ya’nî borclar bunun olur. Böylece, hak sâhiblerinin kabûl 
etmesi ile, meyyit borcdan kurtulmuş olur. Borclar, velî üzerinde kalır. Bu yol, 
havâle üsûlüne tam uymuyor ise de, meyyitin ihtiyâcı çok olduğu için, islâmiyyet 
izn vermişdir. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” borclu olan birinin 
nemâzını kılmak istemedi. Ebû Katâde-i Ensârî “radıyallahü anh” ismindeki bir 
sahâbî, borcunu, bu üsûl ile, kendi üzerine alarak kabûl edince, cenâze nemâzını 
kılmağı kabûl buyurdu. Bu meyyitin borcu iki dînâr, ya’nî iki miskâl [4,8 
gramlık sikkeli, ya’nî kesilmiş, ölçülü iki altın] olup, Resûlullah “sallallahü 
aleyhi ve sellem”, Ebû Katâdeye, (Bu iki altın borc, senin üzerine oldu mu ve 
meyyit borcdan kurtuldu mu?) buyurdu. Ebû Katâde (Evet) deyince, Resûlullah 
“sallallahü aleyhi ve sellem”, cenâzenin nemâzını kıldı. Görülüyor ki, yabancı 
bir kimse de borcu kendi üzerine alırsa, meyyit borcdan kurtulmakdadır. Borcu 
üzerine alan kimsenin alacaklıya (Meyyiti halâl et!) dimesi uygun olur. Böyle 
halâllaşma ile, meyyit borcdan temâmen kurtulur. 
Gerek böylece, gerekse, 
islâmiyyetin gösterdiği başka yollar ile, meyyit, haklardan kurtarıldıkdan 
sonra, vasıyyeti yerine getirmek lâzımdır. Günâh olan birşeyi yapmak için 
vasıyyet etmek sahîh olmaz. Böyle vasıyyetler yerine getirilmez. Böylece, 
meyyit, vasıyyetden hâsıl olan sevâbdan ve düâdan mahrûm bırakılmamış olur. 
Hastalıkdan 
ve dünyâ sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek câiz değildir. Dinde 
sıkıntı ve fitnelerden korkarak, Allahü teâlâdan ölümü istemek sünnetdir. Allah 
yolunda şehîd olmağı istemek de böyledir. Mekke-i mükerremede ve Medîne-i 
münevverede olduğu zemânda ve Evliyâ-yı kirâm “kaddesallahü teâlâ 
esrârehümül’azîz” türbelerinin yanında ölümü istemek de câizdir. 
Allahü 
teâlâya kavuşmağı sevdiği için ölümü istemek müstehabdır. Hadîs-i şerîfde 
buyuruldu ki, (Bir kimse, Allahü teâlâya 
kavuşmağı severse, Allahü teâlâ da ona kavuşmağı sever). 
Tedâvî, ya’nî 
doktora gitmek, ilâc kullanmak sünnetdir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, 
(Hastalığınızı tedâvî ediniz! Çünki, Allahü 
teâlâ, ölümden başka her hastalık için, devâ, ilâc yaratmışdır). 
(Mevâhib-i ledünniyye)
ikinci cildde 
diyor ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” üç dürlü ilâc kullanırdı: 
Kur’ân-ı kerîm veyâ düâ okurdu. Fen ile bulunan ilâcları kullanırdı. Her ikisini 
karışık kullanırdı. (Kur’ân-ı kerîmden şifâ beklemiyene şifâ nasîb olmaz) 
buyururdu. (Fâtiha) sûresini okumanın, hastalıklara şifâ olduğunu 
bildiren hadîs-i şerîfler (Beydâvî) ve (Çerhî) tefsîrlerinde ve 
Senâullah-ı Dehlevî “rahmetullahi aleyh”nin yazdığı (Tefsîr-i Mazherî)de 
yazılıdır. İmâm-ı Kuşeyrî “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, Kur’ân-ı kerîmdeki 
altı şifâ âyetini bir tabağa yazıp, su koyarak eritilir. Hasta içerse Allahü 
teâlâ şifâ ihsân eder. Âyet-i kerîme ve düâ elbette şifâ verir. Fekat şartların 
gözetilmesi de lâzımdır. Okuyanın veyâ yazanın ve hastanın buna inanması şartdır. 
Hastanın, zararlı olan gıdâlardan, şübheli ilâclardan perhîz etmesi, soğukdan 
sakınması, lüzûmlu şeyleri yapması, harâmdan, zulmden sakınması lâzımdır. 
Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâyı unutarak, gafletle edilen düâ kabûl olmaz)
buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz hasta olunca,
(Kul e’ûzü)leri okuyup, kendi üzerine üflerdi. 
(Şifâ âyetleri) 
şunlardır: Tevbe sûresi, 
ondördüncü âyetinin sonu, Yûnüs sûresi, elliyedinci âyetinin ortası, Nahl 
sûresi, altmışdokuzuncu âyetinin orta kısmı, İsrâ sûresi, seksenikinci âyetinin 
baş tarafı, Şü’ârâ sûresinin sekseninci âyeti, Fussilet sûresi, kırkdördüncü 
âyetinin orta yeridir. Bunlar, safranlı su gibi, renkli bir sıvı ile bir çanağa 
yazılıp, yağmur suyunda eritilir. Zevceden mehr parasından hediyye isteyip, bu 
para ile bal alınır. Balı bu su ile karışdırıp içmelidir. Şifâ âyetlerini, 
abdestli olarak, bir kâğıda yazıp, bu kâğıdı, bir kapdaki suya koymak da olur. 
(Tuhfe) 
kitâbının sonlarında, şî’îlerin onüçüncü te’assublarını anlatırken buyuruyor ki, 
imâm-ı Alî Rızâ hazretleri Nîşâpûra gelince, Ehl-i sünnetden yirmibinden çok 
âlim ve talebe, kendisini karşıladı. Dedelerinden gelen bir hadîs-i şerîf 
okuması için yalvardılar. İmâm hazretleri, bütün dedelerinin ismlerini sayarak, 
şu kudsî hadîsi okudu: (Lâ ilâhe illallah kal’amdır. Bunu okuyan, kal’ama 
girmiş olur. Kal’ama giren de, azâbımdan kurtulur). İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel 
hazretleri buyurdu ki, bu hadîs-i şerîf, bildirenlerin ismleri ile berâber, 
deliye okunursa, aklı başına gelir. Hastaya okunursa, şifâ bulur. Böyle 
olduğunu, İbni Esîr “rahmetullahi teâlâ aleyh” de, (Kâmil) kitâbında 
bildiriyor. Bu hadîs-i şerîfin hastaya nasıl okunacağı (Hak Sözün Vesîkaları)
kitâbının (Birleşelim-Sevişelim) kısmında bildirilmişdir. 
Yirmibeş 
kerre (Estagfirullah) denir. Sonuncusunda (ve etûbü ileyh)e kadar 
okunur. Sonra, onbir (İhlâs) ve yedi kerre (Fâtiha-i şerîfe) ve 
otuzüç kerre (Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli 
seyyidinâ Muhammed) okuyup sevâbını Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve 
sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” ve Evliyânın 
“rahmetullahi aleyhim ecma’în” rûhlarına ve sonra büyük âlimlerin ismlerini 
söyleyip, bu büyüklerin rûhlarına hediyye edilir. Bu büyükler hurmetine şifâ 
vermesi için Allahü teâlâya düâ edilir. Hergün sabâh ve akşam böyle düâ edilir 
ve gerekli ilâc alınıp, perhîz yapılır. Büyük âlim Abdüllah-i Dehlevî, (Mekâtîb) 
kitâbının yirmisekizinci mektûbunda buyuruyor ki, (Düâ istiyorsunuz. 
Büyüklerimizin ismlerini gönderiyorum. Birincisindeki ismlerin rûhlarına, başka 
zemânda da, ikincisindeki büyüklerin rûhlarına Fâtiha okur, bunların vâsıtası 
ile Allahü teâlâya düâ edersiniz!). Yüzonyedinci mektûbda buyuruyor ki, (Her 
işiniz için, büyüklerin temiz rûhlarını vesîle ederek, Allahü teâlâya 
yalvarınız! Ona sığınınız! Allahü teâlâ sevdiklerinin vâsıtası ile yapılan 
düâları kabûl ederek, din ve dünyâ ihtiyâclarınızı ihsân eder). Yâ, doğruca şifâ 
ihsân eder, yahûd, şifâ için sebeb yapdığı tabîbi, ilâcı karşınıza çıkarıp, onun 
vâsıtası ile şifâ verir. Çünki, sebebler vâsıtası ile yaratmak âdetidir. Bunun 
için, sebeblere yapışmak sünnetdir. (Silsile-i aliyye), ya’nî büyük 
âlimlerin ismleri, üçüncü kısm, elliüçüncü madde sonunda yazılıdır. Şifâ için 
(Kasîde-i Bürde) okumanın çok fâideli olduğu, (Kıyâmet ve Âhıret) 
126.cı sahîfesinde uzun yazılıdır. 
(Tefsîr-i Azîzî) 
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, kırk gün sabâh nemâzının sünneti ile 
farzı arasında kırkbir kerre Fâtiha okunur. Besmelenin sonundaki Mîmi Fâtihanın 
Lam harfi ile birlikde okunur. [Ya’nî (Rahîm-ilhamdü) denir.] Sonra yapılan düâ 
kabûl olur. Suya üfleyip hasta veyâ büyülenmiş kimseye içirilirse, [eceli 
gelmemiş olan hasta] şifâ bulur ve büyü çözülür. Baş, diş, mi’de ve her ağrı 
için, yedi Fâtiha okuyup, üflemelidir. Bir Fâtiha okuyup edilen düâ kabûl olur. 
(Tefsîr-i Mazherî) 
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Talâk) sûresinin üçüncü âyetinin 
tefsîrinde buyuruyor ki, (İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, din ve 
dünyâ zararlarından kurtulmak için, hergün beşyüz kerre (Lâ havle velâ 
kuvvete illâ billah) okurdu. Buna (Kelime-i temcîd) denir. [İkinci 
kısm, onbirinci maddeye bakınız!] Okumağa başlarken ve okudukdan sonra da yüzer 
kerre (Salevât) okurdu. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlânın bir ni’met 
vermesini ve bunun devâmlı olmasını isteyen, Lâ havle velâ kuvvete illâ billah 
çok okusun!) buyuruldu. (Sahîhayn)daki hadîs-i şerîfde, (Bu, 
Cennet hazînelerinden bir hazînedir!) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde de, 
(Lâ havle velâ kuvvete okumak, doksandokuz derde devâdır. Bunların en hafîfi, 
hemmdir) buyuruldu. Hemm, gam, hüzn, sıkıntı demekdir. 
(Fevâid-i Osmâniyye)
sâhibi 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Fâtiha), (Âyet-el-kürsî) ve 
(Dört Kul) yedişer kerre okunup hastaya üflenirse, bütün âfetler, derdler 
için ve sihr, nazar için ve hayvân sokması ve ısırması için iyi gelir. Tuz 
üzerine okunup, suda eritip içirmek ve ısırılan yere sürmek de tecribe 
edilmişdir. Dört Kul, Kâfirûn, İhlâs ve Mu’avvizeteyn sûreleridir. Süleymâniyye 
kütübhânesi Lâleli kısmında, 3653 sayılı risâlenin 211.ci sahîfesinde diyor ki, 
(Cum’a günü seher vaktinde sağ elinin avucuna şu âyet yazılıp, sonra dili ile 
yalayıp yutulur. Kırk senelik sihr dahî olursa, def’ olur. Zâil olur. Nisâ 
sûresi 99.cu âyeti (ve men yahruc)den (rahîmâ)ya kadardır.) 
(Bostân-ül-Ârifin) 
sonunda diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Osmân bin Ebil’âsı 
“radıyallahü teâlâ anh” ziyârete geldi. Hasta idi. Çok ağrısı ve sancısı vardı.
(Ağıran yeri sağ elin ile yedi kerre mesh eyle! Her def’asında E’ûzü 
bi’izzetillahi ve kudretihi min şerri mâ-ecidü ve ühâzirü oku!) buyurdu. 
Osmân diyor ki, buyurduğu gibi yapdım. Hastalığım hiç kalmadı. Abdüllah ibni 
Mes’ûd buyurdu ki: Bir kimse sabâh ve akşâm, Bekara sûresinin başından dört âyet 
ve Âyet-el-kürsî ile sonraki iki âyeti ve bu sûrenin sonundaki üç âyeti okursa, 
evine şeytân girmez. Mecnûn üzerine okunursa, iyi olur. Sıkıntısı olan kimse, 
çok (istigfâr) okusun! 
(Hazînet-ül-esrâr)da 
diyor ki: Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, Resûlullah “sallallahü 
teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yağmur suyunu toplayıp, üzerine, 
Fâtiha-i şerîfe, Âyet-el-kürsi, İhlâs-ı şerîf ve Kul-e’ûzü sûreleri yetmişer 
kerre okunur. Bu sudan aralıksız yedi sabâh içenlerin hastalıkları, ağrıları 
zâil olur.). [Beş, on sâlih müslimân toplanıp, okuyup, suya üflemelidirler.] 
İmâm-ı Ahmed ve Tirmüzî ve Nesâî ve Hâkim ve Beyhekî bildirdiler ki, Sa’d ibni 
Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve 
sellem” buyurdu ki: (Yûnüs aleyhisselâm balığın karnında, Enbiyâ sûresinin 
87. ci âyetini söyliyerek düâ etdi. [Düâsını kabûl eyledi ve kıyâmete kadar 
bunu okuyan mü’minlerin düâlarını kabûl edeceğini bildirdi.] Bir müslimân, bu 
âyet-i kerîmeyi okuyup düâ edince, Allahü teâlâ düâsını muhakkak kabûl eder).
Kırk kerre okumalıdır. 1249.cu sahîfeye bakınız!i  
                                                |