| 
 
42 
- 
ÜÇÜNCÜ CİLD - 92.MEKTÛB  
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektûb, yine Muhammed 
Hâşim-i Keşmîye “kuddise sirruh” yazılmış olup, tesavvuf büyüklerinin Allahü 
teâlâ ile konuşmalarını bildirmekdedir: 
Bismillâhirrahmânirrahîm. 
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği kullarına selâm olsun! 
Süâl: 
Ba’zı Ârifler “kaddesallahü 
teâlâ esrârehümül’azîz” diyor ki, Allahü teâlânın kelâmını işitiyoruz veyâ Hak 
teâlâya söylüyoruz. Meselâ, imâm-ı hümâm Ca’fer-i Sâdık “radıyallahü anh” 
buyurmuş ki, (Her âyet-i kerîmeyi sâhibinden [söyleyicisinden] işitdim). Bunun 
gibi, Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruhül’azîz, (Risâle-i gavsiyye)sinde 
böyle buyurmakdadır. Bunların ma’nâsı ne demekdir? 
Cevâb: 
Hak teâlânın kelâmı, Zâtı 
gibi ve diğer sıfatları gibi bîçûn ve bîçigûnedir. [Ya’nî hiçbirşeye benzemez, 
nasıl oldukları anlaşılamaz.] Bu bîçûn olan sözlerin işitilmesi de, bîçûn olur. 
Çünki, çûn olan [anlaşılabilen], bîçûnu bilemez. O hâlde, o sözü işitmek, kulak 
ile, [hava dalgaları, sinir sistemi ile] olmaz. Çünki, [bunların hepsi] çûndur. 
İnsan, bu sözü işitirse, ancak rûhunun alması ile işitir. Çünki, rûh, oldukca 
bîçûndur. Harf ve kelimeler olmaksızın duyulur. İnsanın Ona söylemesi de, rûh 
iledir ve harfsiz ve kelimesizdir. Bu sözler de, oldukca bîçûndur. Çünki, bîçûn 
olan işitmekdedir. 
Allahü teâlâ, insanların [ve 
her mahlûkun sözünü ve] sesini, bîçûn olarak işitmekdedir. Harf ve kelime 
olmaksızın ve önce, sonra sıralanmış olmaksızın duyar. Çünki, Allahü teâlâ 
üzerinden zemân geçmez. [Zemân yok iken O vardı. Zemânı sonradan yaratdı.] 
İnsan, o kelâmı işitiyorsa, her zerresi ile bütün varlığı ile duyar. Eğer 
söyliyorsa, bütün varlığı söyleyicidir. Herşeyi kulakdır. Herşeyi ağızdır. Mîsâk 
günü, çıkarılan zerreler, (Elestü bi-rabbi-küm?) süâlini, arada [hava, 
kulak zarı, sinirler gibi] hiçbirşey olmadan, bütün varlıkları ile duydular. 
Bütün varlıkları ile (Belâ) [Evet] dediler. Bütün kulak idiler. Bütün 
ağız idiler. Çünki, kulak, ağızdan ayrı olsaydı, işitmek ve söylemek, bîçûn 
olmazdı. Bîçûn ile konuşulmuş olmazdı. Mısrâ’: 
Sultânın eşyâsını, ancak kendi hayvânları 
taşır. 
Rûh ile alınan ma’nâ, 
insanın hayâlinde, harfler ve kelimeler şekline girer. İnsanın hayâli, Âlem-i 
kebîrdeki, Âlem-i misâle benzer. Burada, harf ve kelime şekline girince, kulak 
ile işitilmiş gibi olur. Çünki, her ma’nânın, o âlemde bir sûreti, görünüşü 
vardır. Ma’nâ bîçûn olsa bile, sûreti vardır. Fekat, orada çûn sûretinde 
görünerek anlaşılabilir. 
Sâlik, hayâlinde, sıraya 
dizilmiş harfleri ve kelimeleri bulunca, bu harfler ve kelimeler, asldan geldi 
sanır. Bunları oradan işitdim der. Bu harflerin ve kelimelerin, rûhun aldığı 
ma’nâların hayâldeki sûretleri olduğunu ve işitmenin ve işitilen Kelâm-ı 
lafzînin, bîçûn olan işitmenin ve bîçûn olan kelâmın timsâli [sûreti] olduğunu 
anlıyamaz. Ma’rifeti tam olan bir ârif, her mertebenin hükmünü birbirinden 
ayırır. Birbiri ile karışdırmaz. Görülüyor ki, bîçûn olan mertebenin kelâmı ve 
bunun işitilmesi, rûha bildirilmesi ve rûhun alması demekdir. Rûha gelen 
ma’nâları gösteren kelimeler ve harfler ise, bu ma’nâların, Âlem-i misâl gibi 
olan hayâldeki sûretleridir. Ba’zıları, harfleri ve kelimeleri, Allahü teâlâdan 
işitiyoruz sandı. Böyle zan edenler, iki dürlüdür: Birincileri, bu harfler ve 
kelimeler, hâdis [mahlûk] olup, ebedî olan Kelâm-ı nefsîyi bildiriyor diyorlar. 
İkincileri, doğrudan doğruya, Kelâm-ı ilâhîyi işitiyoruz diyorlar ve sıralı, 
dizili olan bu harfleri, kelimeleri, Kelâm-ı Hak sanıyorlar ve Allahü teâlâya 
lâyık olan [yakışan] ile lâyık olmıyanı ayırd edemiyorlar. Bunlardan birincileri 
dahâ iyidir. İkincileri ise, câhil, bozuk kimselerdir. Allahü teâlâ, insanların 
en iyisine ve Onun temiz olan Âline ve Eshâbına selâmet versin! Âmîn. 
                                                |