| 
 
38 
- 
ÜÇÜNCÜ CİLD - 52.MEKTÛB  
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektub, Mektûbâtın 
üçüncü cildini toplamış olan Muhammed Hâşim-i Keşmîye “rahmetullahi teâlâ aleyh” 
yazılmışdır. Kalbin ve nefsin fenâsını ve ilm-i husûlînin ve ilm-i huzûrînin yok 
olmalarını bildirmekdedir: 
(Fenâ), 
mâ-sivâyı unutmak demekdir.
(Mâ-sivâ), Allahü teâlâdan başka herşey demekdir. Mâ-sivâ, iki kısmdır:
(Âfâk), insanın dışında olan mahlûklardır. (Enfüs), insanda 
bulunan şeylerdir. Âfâkı unutmak, âfâkı tanıtan ilm-i husûlînin yok olmasıdır. 
Enfüsü unutmak, enfüsü tanıtan ilm-i huzûrînin yok olmasıdır. Çünki âfâk, ilm-i 
hüsûlî ile bilinir. Enfüs, ilm-i huzûrî ile bilinir. İlm-i husûlînin yok olması, 
zordur ve Evliyâya nasîb olur. İlm-i huzûrînin yok olması, dahâ çok zordur ve 
Evliyâ “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” içinden ancak çok yüksek olanlara 
nasîb olur. Yalnız akl ile iş görenlerin çoğu, buna inanmaz. Hattâ, böyle şeyi 
düşünmek bile imkânsızdır derler. İdrâk sâhibi bir kimsenin, kendini unutması, 
olacak şey değildir derler. Bir insanın kendini bilmesi lâzımdır. Bir insanın 
kendini bir an bile unutması olamaz, hele devâmlı, hep unutması hiç olamaz 
derler. 
İlm-i husûlînin yok olması,
(Fenâ-yı kalb) denilen makâmda hâsıl olur. İlm-i huzûrî yok olunca, 
(Fenâ-yı nefs) hâsıl olur ki, bu tam fenâdır ve hakîkî fenâdır. Fenâ-yı 
kalb, fenâ-yı nefsin sûreti gibidir, gölgesi gibidir. Çünki ilm-i husûlî, ilm-i 
huzûrînin gölgesidir, görünüşüdür. Bunun için, ilm-i husûlînin fenâsı, ya’nî yok 
olması, ilm-i huzûrînin fenâsının gölgesi, sûreti olur. İlm-i huzûrî fenâ 
bulunca, nefs itmînân makâmına gelir. Allahü teâlâdan râzı olur. Allahü teâlâ 
da, ondan râzı olur. Bekâdan ve geriye rücû’dan sonra, tâlibleri irşâd etmek ve 
kemâle ulaşdırmak vazîfesi, nefse verilir. Bedende bulunan ve her birinin istek 
ve meylleri birbirine ters olan ve özellikleri başka başka olan ve her biri 
başka şey istiyen (Anâsır-ı erbe’a)nın dördü ile de cihâd ve gazâ yapmak 
nefse nasîb ve müyesser olur. Bedende bulunan diğer dokuz parçadan hiçbiri, bu 
ni’mete kavuşamaz. İnsanda bulunan enerjinin artması, güçlenmesi, insanı şeytâna 
çevirir. (Benim gibi bir dahâ var mı?) dedirir. Mutmainne olmuş olan nefs, cihâd 
ederek, insanı bu belâdan kurtarır. İnsanda bulunan şehvet ve gadab ve başka 
kötü sıfatlar, başka hayvanlarda da vardır. Nefs, bunları da terbiye ederek iyi 
hâle çevirir. Sübhânallah! Pek şaşılacak şeydir ki, on latîfenin en kötüsü olan 
nefs, en iyisi oluyor ve kötülüklerle cihâd ediyor. Bir hadîs-i şerîfde, 
(Câhiliyye zemânında iyi olanlarınız, müslimân olup din bilgilerini öğrenince 
de, en iyiniz olur!) buyuruldu. 
Tenbîh: 
Kalbin mâ-sivâyı unutmasının 
alâmeti, mâ-sivâyı hiç düşünmemesidir. Mâ-sivâyı düşünmek için kendini zorlasa, 
kalbine hiçbir düşünce gelmez.[Akl, dünyâ işleri  ile meşgûl olduğu hâlde] kalb 
mâ-sivâ düşüncesini kabûl etmez. Nefsin ilm-i huzûrîsinin yok olduğunu bildiren 
alâmet, insanın yok olmasıdır. İnsan kendini ve sıfatlarını bilemez. Bu zemân 
ilm de, ma’lûm da yok olur. Çünki, ilm ve ma’lûm, insanın kendisidir. İnsanın 
kendisi yok olmadıkca, ilm ve ma’lûm yok olmazlar. Kalbin fenâsı, âfâkın 
fenâsıdır. Nefsin fenâsı, fenâ-yı enfüsdür ki, hakîkî fenâ budur. 
  
Gel ey gurbet diyârında, esîr olup kalan 
insan, 
gel ey dünyâ harâbında, yatıp gâfil olan 
insan! 
  
Gözün aç, etrâfa bir bak, nice beğler gelip 
geçdi, 
ne mecnûndur bu fânîye, gönül verip duran 
insan! 
  
Kafesde bülbüle şeker verirler, fekat hiç 
durmaz, 
aceb niçin karâr eder, bu zındâna giren 
insan! 
  
Aklını başına topla, elinde var iken fırsat, 
sonsuz azâb çekecekdir, (Adam sen de) diyen 
insan. 
                                                |