| 
 
36 
- 
ÜÇÜNCÜ CİLD - 123.MEKTÛB  
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektûb, Nûr Muhammed 
Tehârî için yazılmışdır. Allahü teâlâya kavuşduran yolların iki olduğunu 
bildirmekdedir: 
Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya 
hamd olsun ve Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! İnsanı Allahü teâlâya 
kavuşduran yollar ikidir: Birincisi peygamberlerin yakınlığı gibi olan 
(Nübüvvet yolu) olup, insanı aslın aslına ulaşdırır. Peygamberler 
“aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve bunların sahâbîleri bu yoldan kavuşmuşlardır. 
Ümmetlerinden sahâbî olmıyanlar arasından dilediklerini de bu yoldan kavuşmakla 
şereflendirirler. Fekat bunlar pek azdır. Bu yolda vâsıta, aracı yokdur. Ya’nî 
vâsıl oldukdan sonra, doğrudan doğruya asldan feyz alırlar. Hiçbiri, ötekine 
vâsıta olmaz, perde olmaz. İkinci yol, (Vilâyet yolu)dur. Kutblar, evtâd, 
büdelâ ve nücebâ ve bütün Evliyâ hep bu yoldan kavuşmuşlardır. Bu yol, (Sülûk) 
yoludur. Evliyânın cezbeleri de, bu yolun cezbeleridir. Bu yoldan kavuşanlar, 
birbirlerine vâsıta ve perde olurlar. Bu yoldan vâsıl olanların önderi ve en 
üstünleri ve ötekilere vâsıta olanı, hazret-i Alî Mürtedâ “kerremallahü teâlâ 
vecheh-ül-kerîm”dir. Bu yolda gelen feyzlerin kaynağı odur. Resûlullahdan 
“aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” gelen feyzler, ma’rifetler hep onun 
vâsıtası ile gelir. Fâtımat-üz-Zehrâ ve hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn 
“radıyallahü teâlâ anhüm”, bu makâmda, hazret-i Alî ile ortakdırlar. Öyle 
sanıyorum ki, hazret-i Alî, dünyâya gelmeden önce de, bu makâmda idi. Vefât 
etdikden sonra da, bu yolda her Velîye gelen feyzler, hidâyetler, yine onun 
vâsıtası ile gelmekdedir. Çünki kendisi, bu yolun en yüksek noktasında 
bulunuyor. Bu makâmın sâhibi Odur. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” vefât 
edince, ondan yayılan feyzler, hazret-i Hasen ve sonra hazret-i Hüseyn vâsıtası 
ile geldi. Dahâ sonra oniki imâmdan, sağ olanları da vâsıta oldular. Bunlardan 
sonra gelen Evliyâya feyzler, bu oniki imâm vâsıtası ile geldi. Kutblara, 
nücebâya da, hep bunlardan geldi. Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh”, Velî 
oluncaya kadar hep böyle idi. Sonra, bu da bu vazîfeye kavuşdu. Ondan sonraki 
kutblara ve nücebâya ve bütün Evliyâya oniki imâmdan “kaddesallahü teâlâ 
esrârehümül’azîz” gelen feyzler, bunun vâsıtası ile geldi. Başka hiçbir Velî bu 
makâma kavuşamadı. Bunun içindir ki, (Önceki Velîlerin güneşleri batdı. Bizim 
güneşimiz üfk üzerinde sonsuz kalacakdır) buyurmuşdur. Hidâyet, irşâd feyzinin 
akmasını güneş ışıklarının yayılmasına benzetmişdir. Feyzin kesilmesine, güneşin 
batması demişdir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine oniki imâmın vazîfeleri 
verilmişdir. Rüşd ve hidâyete vâsıta olmuşdur. Kıyâmete kadar, her Velîye 
feyzler onun vâsıtası ile gelecekdir. 
Süâl: Müceddid-i 
elf-i sânî denilen, hicretin bin senesindeki büyük Velînin gelmesi ile, 
Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin bu vazîfesi bitmez mi? Çünki, Mektûbâtın 
ikinci cildinin dördüncü mektûbunda, Müceddid-i elf-i sânî anlatılırken, ikinci 
bin senelerinde ümmetlere gelen her feyz, kutblara ve evtâda ve büdelâya ve 
nücebâya da olsa, hep müceddid vâsıtası ile gelir deniliyor? 
Cevâb: Müceddid-i 
elf-i sânî bu vazîfeyi Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin vekîli olarak 
yapmakdadır. Kamer, güneşden aldığı ışıkları saçdığı gibi olmakdadır. 
Süâl: Müceddid 
için böyle nasıl söylenebilir? Çünki, hazret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve 
aleyhissalâtü vesselâm” gökden inecek ve müceddid olacakdır. Hazret-i Mehdî de “aleyhirrıdvân”, 
çıkacak ve müceddid olacakdır. Bunların, verecekleri feyzleri başkasından 
almaları düşünülebilir mi? 
Cevâb: Feyz için 
vâsıta olmak, yukarıda bildirdiğimiz iki yoldan yalnız ikincisindedir. Birinci 
yolda, ya’nî (Kurb-i nübüvvet) denilen yolda, feyz ve hidâyet, vâsıta ile 
gelmez. Bu yolda yükselen, arada vâsıta ve perde olmadan vâsıl olur. Kendisine 
hiçbir kimse vâsıta ve perde olmaksızın feyzlere ve bereketlere kavuşur. Vâsıta 
olmak ve perde olmak, (Kurb-i vilâyet) denilen yoldadır. Bu iki yolu 
birbirine karışdırmamalıdır. Hazret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü 
vesselâm” ve hazret-i Mehdî “aleyhirrıdvân”, nübüvvet yolu ile vâsıl olurlar. 
Şeyhayn, ya’nî hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” 
da, nübüvvet yolu ile kavuşmuşlardır. Resûlullahın “aleyhi ve alâ âlihissalâtü 
vesselâm” himâyesi altındadırlar. Şânları çok yüksekdir. 
Tenbîh: Bir 
Velînin (Kurb-i vilâyet) yolundan ilerliyerek (Kurb-i nübüvvet) 
yoluna kavuşması, böylece her iki yoldan da feyz alması câizdir. Böyle olan 
Velîyi, Peygamberlerin ni’metlerinin artıklarına kavuşdururlar. Nübüvvet 
yolundan ulaşdırırlar. Onu, başkalarına feyz vermeğe vâsıta kılarlar. Her iki 
yolda da talebeyi yetişdirmek nasîb ederler. Fârisî mısra’ tercemesi: 
Bir kulunu herkesin yetişmesine sebeb kılar. 
Bu, Allahü teâlânın öyle bir 
ni’metidir ki, dilediğine ihsân eder. Allahü teâlânın ihsânı pek çokdur. [İmâm-ı 
Rabbânî “kuddise sirruh” böyle Velîlerdendir. Nübüvvet yolu ile kemâle gelmişdir. 
Vilâyet yolu ile de feyz vermekdedir.] 
  
Bu hâllerin, 
zevklerin, tercümânı Mektûbât, 
kitâbıdır ki, ondan 
neşr oluyor füyûzât. 
  
İlâhî nûrlar ondan 
yayılıyor cihâna, 
her ne müşkilin varsa, 
yalnız sen başvur ona. 
  
Onu çok oku dostum, 
bak nûrla dolacaksın, 
bizzat musannifinden, 
feyizyâb olacaksın. 
  
öyle kitâbdır ki o, 
misli islâmiyyetde, 
ne mâzîde yazılmış, ne 
yazılır âtîde. 
  
Kur’ândan, 
hadîslerden sonra gelir bu kitâb, 
herkese var içinde, 
kendine göre hitâb. 
  
İlm, 
ihlâs menba’ı, hârikalar diyârı, 
onda bulur arayan, eşi 
olmıyan yârı. 
  
Kayyûm-i âlem diyor, 
her mektûbu babamın, 
bir deryâ-yı muhîtdir, 
sonu görünmez ânın. 
  
Tarîkat ve islâmiyyet, 
vasl olmuşdur burada, 
Se’âdet 
menbaıdır, dünyâda ve ukbâda. 
  
Budur Tabîb-i hâzık, 
budur her derde devâ, 
budur kalblere şifâ, 
budur rûhlara gıdâ. 
  
Budur Hakkın sevdiği, 
sevgililerin sözü, 
budur islâmın aslı, 
hem de irfânın özü. 
  
Budur Evliyâların, 
çeşid çeşid lisânı, 
Ehl-i 
sünnet yolunun, gâyet açık beyânı! 
  
Aşkla yanan tâlibe, en 
iyi haber budur, 
bilinmiyen yollarda, sâlike rehber budur. 
  
Gece gündüz dâimâ, oku 
bu Mektûbâtı, 
gayret et duymak için, 
o lezzeti, o tadı. 
  
Oku, gülen gözlerin 
yaş doluncaya kadar, 
oku, hakîkî aşka, 
kavuşuncaya kadar. 
  
Oku, elbet o güzel, 
birgün rû-nümâ olur, 
muhabbetle okuyan 
mâsivâdan kurtulur. 
  
Sâatlerce, günlerce, 
hep onunla meşgûl ol, 
bu sözler te’sîriyle, 
açılır kalbe bir yol. 
  
Bir kalb ki, meşgûl 
olur, bu ma’nâyla her zemân, 
elbet imdâda gelir, 
birgün bunları yazan. 
                                                |