32
-
ÜÇÜNCÜ CİLD - 45.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb, sultân
Serhendîye yazılmışdır. Mü’minin kalbinin kıymetini bildirmekde, kalbi
incitmekden men’ etmekdedir. Bu mektûb arabî olarak yazılmışdır:
Âlemlerin rabbi olan Allahü
teâlâya hamd olsun ve Onun resûlü Muhammed aleyhisselâma ve bütün âline ve
Eshâbına salât ve selâm olsun! Kalb, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya
kalbin yakın olduğu kadar hiçbirşey yakın değildir. Mü’min olsun, âsî olsun,
hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Çünki, âsî olan komşuyu da korumak
lâzımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmakdan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en
ziyâde inciten küfrden sonra, kalb kırmak gibi büyük günâh yokdur. Çünki, Allahü
teâlâya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir. İnsanların hepsi, Allahü
teâlânın köleleridir. Herhangi bir kimsenin kölesi döğülür, incitilirse, onun
efendisi elbette gücenir. Herşeyin biricik mâliki, sâhibi olan efendinin şânını,
büyüklüğünü düşünmelidir. Onun mahlûkları, ancak izn verdiği, emr eylediği kadar
kullanılabilir. İzni ile kullanmak, onları incitmek olmaz. Hattâ, onun emrini
yapmak olur. Zinâ eden bâkire kıza yüz sopa vurmağı emr etmişdir. Buna bir sopa
fazla vuran, zulm etmiş olur. Onu incitmiş olur.
Kalb,
ya’nî gönül, mahlûkların en üstünü, en şereflisidir. İnsan, (Âlem-i kebîr)de,
ya’nî insanın dışında bulunan herşeyi kendinde topladığı için, mahlûkların en
kıymetlisi olduğu gibi, kalb de, (Âlem-i sagîr)deki, ya’nî insanda
bulunan herşeyi kendinde topladığı için ve çok basît ve hulâsa olduğu için çok
kıymetlidir. Kendinde çok şey bulunan, Allahü teâlâya herşeyden dahâ yakındır.
İnsanda bulunan şeylerin bir kısmı, (Âlem-i halk)dandır. Bir kısmı da,
(Âlem-i emr)dendir. [Âlem-i halk, madde ve ölçü bulunan mahlûklardır. Âlem-i
emr, madde olmıyan ve ölçülemiyen şeylerdir.] Kalb, bu iki âlem arasında
(berzah)dır, vâsıtadır. İnsan tesavvuf yolunda ilerlerken, önce insanda
bulunan latîfeler, (Âlem-i kebîr)deki asllarına yükselir. Meselâ, insan
önce, kendindeki suyun aslına yükselir. Sonra, havanın aslına, sonra harâretin
aslına, bundan sonra, (Âlem-i emr)in latîfelerinin asllarına, sonra
kendinin rabbi olan [ya’nî terbiye edicisi, yetişdiricisi olan] bir ismin bir
kısmına, sonra Allahü teâlânın bu isminin bütününe, sonra Allahü teâlânın
dilediği derecelere yükselir. Kalb böyle değildir. Bunun yükseleceği, ulaşacağı
bir aslı yokdur. O, doğruca zât-ı ilâhiye yükselir. Onun yükselmesi, bilinmeyen,
anlaşılamıyan zâta olur. Fekat, yukarıda bildirilen yükselmeler olmaksızın,
yalnız kalb yolundan yükselmek güçdür. Her yükselmeyi ayrı ayrı geçdikden sonra,
kalb yolundan, doğruca ulaşmak kolay olur. Çünki, kalbin herşeyi kendinde
bulundurması ve geniş olması da, o derecelere yükselmesinden sonra olur. Burada
kalb dediğimiz, herşeyi kendinde toplıyan, herşeyden geniş olan latîfedir.
Herkesin anladığı et parçası değildir.
Hakâyık bahrinin ey cân, dürri yektâsıdır
Ârif,
meârif gülistânının, gülü ra’nâsıdır Ârif.
Fesâhatde, belâgatde, letâfetde mükemmeldir,
gizli olan ma’nâların, geniş deryâsıdır
Ârif.
Nefse köle olanlara, bunlar tekellüm
eylemez,
kalb ve rûh bilgilerinin, fekat üstâdıdır
Ârif.
Tesavvufdan eğerçi dem, vuran çokdur her
tarafda,
dîni, îmânı da bilmez, yalnız esmâsıdır
Ârif.
Ârif olmak için zîrâ, hayât-ı câvidân ister,
karanlıklarda nûr salan, Hakkın mâhtâbıdır
Ârif!
|