| 
 
31 
- 
İKİNCİ CİLD - 39.MEKTÛB  
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektûb, seyyid 
Abdülbâkî Sârenkpûrîye yazılmış olup, Eshâb-ı yemîn ve Eshâb-ı şimâli ve 
Sâbıkları bildirmekdedir: 
Allahü 
teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği kullara selâm olsun. Allahü teâlâ, sana doğru 
yolda ilerlemek nasîb eylesin! 
Zulmânî, 
karanlık perdeler arkasında kalanlara, (Eshâb-ı şimâl) denir. Bu 
perdeleri aşıp, nûrdan perdeler gerisinde bulunanlara (Eshâb-ı yemîn) 
denir. Nûrdan perdeleri de aşanlar (Sâbikûn)dur. Bunlar, mahlûkât 
perdelerini ve vücûb perdelerini aşarak asl’a varmışlardır. Zât-ı ilâhîden 
başka, ismleri, sıfatları, şü’ûn ve i’tibârları [ya’nî düşünülen şeyleri] 
istemezler. Eshâb-ı şimâl, kâfirler ve şakîlerdir. Eshâb-ı yemîn, müslimânlar ve 
Evliyâdır. Sâbikûn ise, Peygamberlerdir “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Bu 
büyüklerin izinde gidenlerden ba’zılarını da bu devletle şereflendirirler. 
Ümmetlerin böyle şereflileri, dahâ ziyâde, Eshâbın büyükleridir. Eshâbdan 
başkalarından pek azı da, şereflenmişdir. Bunlar da, Eshâb-ı kirâm arasında 
sayılır ve Peygamberlerin kemâlâtına kavuşmuşdur. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ 
âlihissalâtü vesselâm”, belki de bunun için (Önce gelenleri mi dahâ hayrlıdır? 
Yoksa sonra gelenleri mi? Belli değil) buyurdu. Evet bir hadîs-i şerîfde, 
(Zemânların en hayrlısı benim zemânımdır) buyurmuşdur. Fekat, bunu, asrlar, 
zemânlar için, birincisini ise, şahslar için buyurdu. Ehl-i sünnet âlimleri, söz 
birliği ile diyor ki, (Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sonra, 
Ebû Bekr ile Ömerden dahâ üstün kimse yokdur ve Ebû Bekrden üstün kimse yokdur. 
Bu ümmetin üstünlerinin en üstünü odur). Ömer “radıyallahü anh”, Ebû Bekr-i 
Sıddîkın izinde gitdiği için üstün olmuş ve ona uyduğu için, başkalarını 
geçmişdir. Bunun için, Ömer-ül-Fârûka (Halîfe-i Sıddîk) denildi. 
Hutbelerde ismi (Halîfe-i halîfe-i Resûlillah) diye okundu. Bu yolda ilerliyen 
süvârî, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Hazret-i Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü 
anhümâ” onun seyisi ve redîfidir. Ne güzel seyisdir ki, süvârîye tam uymuş, 
bütün üstünlüklerde Ona ortak olmuşdur. 
Yine sözümüze dönelim! 
Sâbıklar, Eshâb-ı yemîne ve Eshâb-ı şimâle benzemez. Zulmetli ve nûrlu olan 
işlerin dışındadır. Bunların kitâbları [ya’nî amel defterleri] da, onların 
kitâbları gibi değildir. Kıyâmetdeki hesâbları da, onların hesâblarına benzemez. 
Bunlara husûsî mu’âmele yapılır. Kendilerine ayrıca iltifât ve ikrâm olunur. 
Çünki, Eshâb-ı yemîn de, Eshâb-ı şimâl gibi, bunların kemâlâtından çok uzakdır. 
Evliyâ da “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz”, diğer mü’minler gibi, bunların 
sırlarını anlıyamaz. Kur’ân-ı kerîmde ayrı harflerle gösterilen işâretler, 
bunlara mahsûs sırlardır. Kur’ân-ı kerîmin müteşâbihleri, onların erişdiği 
dereceleri bildiren hazînelerdir. Asl’a kavuşarak, zıllerden, hayâllerden 
kurtulmuşlardır. Zıllere yetişenlerin, bunlara mahsûs olan makâmlardan haberi 
yokdur. Mukarrebler, asl’a yakın olanlar bunlardır. Râhat ve rahmet, bunlar 
içindir. Kıyâmet gününün korkusundan emîn olanlar bunlardır. Kıyâmetin 
dehşetinden, başkaları gibi ürkmezler. 
Ey büyük Allahımız! Bizi 
onları sevenlerden eyle! Çünki, o gün herkes, sevdiği ile berâber olacakdır. 
Peygamberlerin efendisinin sadakası olarak, düâmızı kabûl eyle “aleyhi ve alâ 
âlihi ve aleyhim ve alâ âli küllin essalâtü vet-teslimâtü vet-tehıyyâtü vel-berekât”! 
Âmîn. 
                                                |