21 -
KİRÂ, ÜCRET
SİGORTA:
İbni Âbidîn
“rahmetullahi aleyh”,
(Redd-ül-muhtâr)
kitâbında, kâfirin emân
ile, ya’nî izn verilerek
islâm memleketine
gelmesini anlatırken
diyor ki, başka bir
memlekete, onların izni
ile giren kâfire (Müste’min
kâfir) denir. Dâr-ül-islâma
müste’min olarak gelen
bir kâfir, burada
yaşamakda olan bir zimmî
gibi, ya’nî bir gayr-i
müslim vatandaş gibi
korkusuz yaşar. Onun
haklarına mâlik olur.
Bunun malını da, fâsid
sözleşme ile almamız
câiz olmaz. Bu
müste’mine veyâ zimmîye
olan borcunu ödemiyen
müslimân habs olunur. Şu
kadar var ki, müste’mini
öldürene kısâs yapılmaz.
Yalnız, (Diyet)
denilen para cezâsı
alınır. İbni Âbidîn,
(İstîlâd)ı
anlatırken buyuruyor ki,
(Kıyâmetde, zimmînin ve
hayvânların hakları
altından kurtulmak,
müslimânın hakkından
kurtulmakdan dahâ gücdür.
Zimmînin malını gasb
eden veyâ çalan bir
müslimân, kıyâmetde
bunun azâbını çekecekdir).
Dâr-ül-harbde bulunan
bir (Müste’min
müslimân), meselâ,
Türkiyeden Fransaya,
ticâret için gitmiş olan
bir müslimân, kâfirlerin
malını, fâsid akd ile
alabilir. Çünki, Dâr-ül-harbde
bulunan müste’minin,
kâfirlerin mallarını,
onların rızâsı ile
alması câizdir. Meselâ,
onlara para verip fâiz
alması, kumar oynayıp
alması câiz olur. Çünki,
onların malı, bizlere
halâldir. Fekat, gadr,
ya’nî sözümüzde
durmamak, hıyânet etmek,
her yerde harâmdır.
Gönül rızâsı ile malını
almak, gadr değildir.
Malına, cânına,
kadınına, kızına
saldırmak gadr olur.
Harâm olur. Fekat,
müslimân memleketinde
bulunan müste’min
kâfirin malını, gönül
rızâsı ile olsa bile,
câiz olmıyacak yol ile
almak, gadr olur. Çünki,
islâm memleketinde,
islâmiyyetin emrlerine
uygun hareket edilir.
İslâm memleketinde,
müste’min ile de,
müslimânlar ile
yapılması câiz olan
sözleşmeler yapılır.
Alması islâmiyyetde
lâzım olmıyan malları
alınamaz. Âdet olsa da,
alması yine câiz olmaz.
Meselâ Meryem anayı
ziyâret için Kudüse
gelenlerden ve
turistlerden ayakbasdı
parası veyâ başka
ismlerle birşey almak
câiz olmaz. Müslimân
hâcıdan ayakbasdı parası
almak da harâmdır.
Dâr-ül-harbde bulunan
müslimân esîrin, onların
malına, cânına
saldırması câizdir.
Esîri serbest
bıraksalar, râhat
dolaşsa, çalışıp kazansa
da, saldırması câiz
olur. Çünki, onlara söz
vermiş, müste’min olmuş
değildir. Fekat, esîrin
de, onların kadınlarına,
kızlarına tecâvüz etmesi
câiz değildir. Çünki,
nikâhlı âileden ve satın
alınan câriyeden başka
bir kadını vaty etmek,
hiçbir yerde câiz
değildir. Bu ikisinden
başka kadını vaty
ederse, zinâ olur.
Mükâteb ve iki kişi
arasında müşterek olan
ve başkasına nikâhlı
olan câriyesini ve
başkasının câriyesini
vaty etmek câiz
değildir. (Câriye),
harbde düşmandan
esîr alınıp, Dâr-ül-islâma
getirilmiş olan kâfir
kadını demekdir. Ganîmet
malları gibi, gâzîlere
taksîm olunurlar. Harbde
esîr alınmıyan bir
insanı satmak ve satın
almak câiz değildir.
Dâr-ül-harbde, meselâ
bir hıristiyan ülkesinde
bulunan müslimân
müste’mine, onların
hükûmeti gadr ederse,
meselâ, kanûnsuz olarak,
malını alırsa veyâ habs
ederse, bu da, esîr gibi
olur. Bu müslimânın da
onlara gadr etmesi câiz
olur.
Sigorta parası almak da
böyledir. Meselâ,
müslimân tüccâr, malını
bir harbînin, ya’nî Dâr-ül-harbde
bulunan ecnebî, yabancı
kâfirin gemisi ile
gönderiyor. Gemi sâhibi
olan kâfire, navlun,
ya’nî yol kirâsı
veriyor. Ayrıca, Dâr-ül-harbde
meselâ Londrada bulunan
bir harbîye, (Sikürte)
ya’nî sigorta parası
denilen, belli bir ücret
de veriyor. Gemi yanar
veyâ batar veyâ
soyulursa veyâ başka
şeklde, gemideki mal
elden giderse, o harbî,
bu malın bütün değerini,
sigorta parası karşılığı
olarak, müslimân tüccâra
ödüyor. Bu câizdir.
Fekat, harbînin,
sultânın izni ile islâm
memleketinde oturan
müste’min bir vekîli de
vardır. Tüccâr sigorta
sözleşmesini bu vekîli
ile yapıyor. Sigorta
parasını, tüccârdan, bu
vekîl olan kâfir alıyor.
Denizde, tüccârın
malından bir parça yok
olursa, bu parçanın
değerini temâmen, bu
vekîl ödüyor.
Anladığımıza göre,
müslimân tüccârın, yok
olan malının değerini bu
vekîlden alması halâl
olmaz. Çünki, bu para,
dâr-ül-islâmda yapılan
sözleşme ile
islâmiyyetin izn
vermediği bir alacakdır.
[Kumar parası gibidir.] |