Hakîkat Ltd.Şti.Yayınları

   
     

TAM İLMİHÂL

     
   

 SE'ÂDET-İ EBEDİYYE

   
 

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks

 
 

ÜÇÜNCÜ KISM

 
     

21 - KİRÂ, ÜCRET

İcâre, bir malın, kendini değil de, menfe’atini ya’nî kullanılmasını satmak olup, kirâya vermek demekdir. Îcâb ve kabûl ile yapılır. Bu satışın semenine (Kirâ, ücret) denir. Mal sâhibine (Âcir) veyâ (Mûcir), kirâcıya ve işverene, ya’nî ücreti ödeyene, (Müste’cir), kendi kuvvetini veyâ san’atini kirâya verene, ya’nî çalışan kimseye (Ecîr) denir. Müste’cir, mûcirin malından, ecîrin de kuvvetinden veyâ san’atinden fâidelenip, buna karşı ücret ödeyen kimsedir.

(Dürr-ül-muhtâr)da ve (Redd-ül-muhtâr)da diyor ki, bir mal, şer’an ve aklen nerede kullanılabilirse, o maksadla kullanmak için kirâya verilir. Kumaşı, ev ve mutbah eşyâsını, süs, gösteriş olarak bulundurmak için; evi, oturmayıp, köleyi, altını, gümüşü ve otomobili kullanmayıp, başkalarına gösteriş yapmak için kirâ ile almak fâsid olur. Ücret vermesi lâzım gelmez. Çünki, bu mallar, îcâb eden yerlerde kullanmak için kirâya verilmemişdir. Bunlar yersiz kullanılsa bile, kirâ vermek lâzım olmaz. Koklamak için çiçeği, kokan şeyi ve okumak için kitâbı kirâya vermek câiz değildir. Ücreti ve zemânı söylenerek âriyet vermekle de kirâya verilmiş olur. Fekat ücreti söylemeden kirâya vermek âriyet olmaz. Fâsid icâre olur.

İcârenin sahîh olması için, ücretin ve menfe’atin bildirilmesi şartdır. Mekânın ve tarlanın menfe’ati, zemân bildirmekle belli olur. San’at sâhiblerinin, menfe’ati, zemânı ve işi birlikde söylemekle, nakl vâsıtalarında ise, bu ikiden herhangi birini söylemekle belli olur. Vakfın, yetîmin, Beyt-ül-mâlın olan tarla, üç seneden, ev, dükkân ise, bir seneden fazla kirâya verilemez. Uzun zemân kirâya verilmeleri için, Hanbelî mezhebi taklîd edilmelidir. Fekat, kirâ şartlarının hepsinin Hanbelî mezhebine uygun olması lâzım olur. Kirâ süresi içinde bozulup telef olan veyâ kullanırken helâk olan şeyleri kirâya vermek câiz değildir. Meselâ para kirâya verilmez. Çünki, kullanırken elden gider. Sütü için hayvânı, meyvesi için ağacı veyâ asmayı, koyun otlatmak için tarlayı, yünü için hayvânı kirâya vermek câiz değildir, fâsiddir. Altından ve gümüşden zînet eşyâsı süs olarak kullanmak için ve elbise, kumaş, giymek için kirâya verilir. Kadınlar yalnız zevclerine karşı süslenebilirler.

(Fetâvâ-yı Feyziyye)de diyor ki, (Bey’de olduğu gibi, icâre de, lâzım olmıyan şart ile fâsid olur. Meselâ, değeri ma’lûm olan malını gemi ile belli iskeleye götürmesi için, belli ücret ile sözleşirken, gemicinin malın gümrüğünü kendi malından vermesini şart etmek fâsid olur. Fâsid icârelerde, sözleşilen ücret değil, ecr-i misl verilir. Bey’de olduğu gibi, icâreyi de ikâle ve fesh etmek câizdir).

Müslimânın [Dâr-ül-islâmda] kâfire ücret ile hizmet etmesi mekrûhdur. İbni Âbidîn beşinci cild, ikiyüzellibirinci sahîfede diyor ki, (Ücret ile kâfirin şerâbını taşımak, kilise ta’mîr etmek ve hıristiyana zünnâr gibi küfr alâmetlerini satmak İmâm-ı a’zama göre câizdir. Müslimân müşterîye mecûsî mesti yapmak veyâ fâsık elbisesi dikmek mekrûhdur. Çünki, mecûsîye ve fâsıklara benzemeğe sebeb olmakdır). Kâfir kadının müslimân çocuğa ve müslimân kadının kâfir çocuğa süt anne tutulması câizdir. [Buradan anlaşılıyor ki, ölümden kurtarabilmek için, müslimâna kâfir kanı da vermek câiz olur.] Bir menfe’ati, başka cins menfe’at karşılığı kirâya vermek câizdir. Meselâ evin kirâsı karşılığı olarak tarlayı kirâlamak câizdir. Fekat, elbiseyi kirâya verip, kirâ olarak başka elbise almak câiz olmaz. Bir yeri, nemâz kılmak için kirâya vermek câiz değildir. Bunun kirâsını almak harâm olur. Burasını bir iş yapmak için kirâlamalı ve nemâz da kılmalıdır.

Tahtâvî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesi, son cildin sonunda diyor ki, (Zâlim sultânların uşr olarak milletden alıp kullandıkları malları, uşr denilse dahî, uşr olmaz. Divândan Câmekiyyelerini almış olurlar, ya’nî, millete hizmet edenlere, devletin vereceği ücretleri, milletden toplamış olurlar. Bu aldıklarını, hizmet edenlere vermeleri lâzımdır. Tüccârdan aldıkları vergiler de böyledir.)

Bir san’at sâhibine malzeme vererek birşey yapdırmak da, onu kirâ ile tutmak demekdir. Kirâ, deyn de, ayn da olabilir. Bey’de olduğu gibi, icâre de şart ile fâsid olur. (Mecmû’a-i Cedîde) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Vakf dükkânın kirâcısı, mütevellînin izni ile dükkânı başkasına ferâğ [devr] ederken, dükkândan ölünceye kadar çıkarmamağı şart eylese, bu ferâğ câiz olmaz. Dükkânı geri alabilir). Burada da, üç dürlü muhayyerlik vardır: İcâre de ikâle olunabilir. Söz kesilince, ücret vermek lâzım olmaz. Ya’nî, âcir ücrete mâlik olmaz. Fekat, kendiliğinden peşin verir ise veyâ sözleşirken peşin verilmesi şart edilmeyip de, ayrılmadan önce, peşin olması şart edilirse, ücret mûcirin mülkü olur. Kirâyı vermezse, malı teslîm etmez. Etmiş ise, kirâcıyı habs etdirebilir. Mukâveleyi fesh edebilir. Fekat, malını geri teslîm almadan satamaz. Söz kesilirken şart etmekle, kirâ peşin olmaz. Peşin olan ücret verilmezse, âcir malı vermekden, ecîr de işi görmekden vazgeçebilir. Ücretin, müddet bitince verilmesi de şart olunabilir. Mal sâhibi veyâ başkası, malı kirâcıdan zorla alırsa, kirâcı kullanamadığı zemânın kirâsını vermez.

Mal sâhibi, kirâyı peşin alıp, malı teslîm etmezse, geçen zemânın ücretleri mülkünden çıkar. Kirâcıya geri vermesi lâzım olur. Peşin verilmiş böyle paranın zekâtını hangisinin vereceğini, (Fetâvâ-i hindiyye) şöyle anlatıyor: Kirâladığı evin on senelik kirâsı olarak bin lira peşin veriyor. Ev kendine teslîm edilmiyor. Âcir, bir sene sonra, elindeki bin liradan dokuzyüz lirasının zekâtını verir. İki sene sonra sekizyüz liranın verir. Her sene yüz lira noksânının ve ödediği zekât noksânının zekâtını verir. Müste’cir, bir ve iki sene sonra zekât vermez. Çünki, kendine geri verilecek para, nisâb mikdârını aşmaz. Üç sene sonra, üçyüz liranın, her sene, yüz lira fazladan, vermiş olduğu zekâtları düşerek kalanların zekâtlarını verir. Kirâ olarak, bin lira kıymetinde bir câriye vermiş olsaydı, âcir hiç zekât vermezdi. Çünki, aldığı câriye ticâret malı değildir. Müste’cir ise, eskisi gibi zekâtını verir. Ücret olarak hacm ile veyâ vezn ile ölçülen mal vermiş olsaydı, mal deyn ise, para gibidir. Ayn ise, câriye gibi olurdu. Âcir evi teslîm etmiş, parayı peşin almamış ise, zekât vermeleri aksine döner. Ya’nî âcir, müste’cir için yazdığımız gibi, müste’cir de, âcir gibi zekât verirler.

Mal sâhibi, günlük kirâyı, her akşam istiyebilir. San’at sâhibleri, işçilik ücretini eşyânın sâhibinden alıncıya kadar, eşyâyı vermiyebilir. Eşyâ helâk olup, teslîm edemezse ücret alamaz. Kendisinin yapması şart edildi ise, başkasını çalışdıramaz. İşçiliği olmıyan hizmetlerde, meselâ hammâl, kayıkcı, şoför, ücret almadığı için eşyâyı habs edemez. Eşyâ helâk olursa ücretini alır.

Ev ve dükkân kirâya verilirken içinde ne yapılacağı söylenmez ise, binâya zarâr vermiyecek her iş yapılabilir. Kirâcı evi ve dükkânı teslîm almadan önce, başkasına da kirâya verebilir. Taşınabilen şeyleri veremez. Kirâya verilmiş malı, başka bir kimse kullansa, gasb etmiş olur. Kirâcı kirâ vermez.

Velîsinin izni olmadan, çocuğa iş yapdıran, ücret vermeğe mecbûrdur.

Kirâya verilen mal, kirâcıya teslîm edilince emânet olup, kirâcının elinde kasdsız telef olunca ödemez. Âdet hâricinde kullanmak kasd sayılır. Tarla kirâya verilirken, ne ekileceği bildirilmeli veyâ herşey ekilebilir demelidir. Tarla, binâ yapmak, ağaç dikmek üzere de kirâlanabilir. Müddet bitince, bunları kaldırmak veyâ tarla sâhibinin bunları satın alması lâzımdır. Yonca da ağac gibidir. Ekin yetişmeden kirâ müddeti biterse, oluncıya kadar müddet uzatılır. Hayvân, binmek ve yük taşımak için, elbise, giymek için kirâlanır. Şarta uymayıp, hayvân, ev ve elbise zarâr görürse, kirâcı tazmîn eder. Zarâr vermiyen şeyleri şart ederse, yapmak lâzım olmaz. Meselâ, evde iki kişi oturacak denirse, üç, beş de oturabilir. Hayvâna, kamyona konacak eşyânın cinsi değil, ağırlık şart edilir. Fekat, zarârlı şey yüklenmez. Hayvânı çekerek veyâ döğerek sakat ederse öder. Hammâl, kamyon, şart edilen yoldan gitmeyip, eşyâ telef olsa, gitdiği yol işlek değilse veyâ ârızalı ise öder. Böyle değilse ödemez. Mektûblaşma ile de kirâlamak câizdir. Kirâlamada cevâb vermemek, kabûl demekdir. Kirâcı, tarlaya buğday ekeceğim deyip de yonca ekerse, sâhibi kirâyı artdırabilir. Terzi, caket yerine pantalon dikse, kumaş sâhibi, isterse pantalonu alır, isterse kumaşı ödetir. Mal sâhibi, dahâ fazla kirâ veren bulunca, müddet bitmeden, mukâveleyi bozamaz. Kirâda bulunan malı satın alan başka kimse, kontratı bitmeden kirâcıyı çıkaramaz. Müşterî, kontrat bitinciye kadar bekler veyâ bey’i mahkeme ile fesh etdirir. Senelik kirâsı söylenip, müddet söylenmez ise, müddet bir sene olur. Müddet, söz kesildiği gün başlar. Ücret ise, malı teslîm aldığı gün başlar.

Bir dükkânı kirâlayıp teslîm alan kimse, bir müddet iş yapmayıp, dükkân kapalı kalsa, kirâyı tam vermesi lâzımdır. Bir senelik olmak üzere, her aylığı şu kadar liraya olarak câiz olduğu gibi, senelik toptan söylemek de câizdir. Kirâcı, san’atını değişdirirse, iflâs ederse, başka şehre yerleşirse kirâ fesh olur.

Bir evin, bir odası yâhud bir dıvârı yıkılsa, kirâcı çıkabilir veyâ tam ücret ile başka odasında oturur.

Kirâdaki binânın ve eşyânın ta’mîri ve zemânla tıkanmış boruların ta’mîri ev sâhibine âiddir. Ta’mîr etmezse, kirâcı evden çıkabilir. Fekat, yapdırmağa ev sâhibini cebr edemez. Ev sâhibinin izni ile kendi yaparsa, parasını kesebilir. Kendiliğinden yaparsa, kesemez. Kullanmağa lâzım şeylerin [meselâ hamur ocağı] ta’mîr parasını kirâdan kesemez.

Kirâcı, mala zarar verirse, mal sâhibi çıkaramaz. Fekat, mahkemeye verir.

Habshâne ve gardıyan ücretini (Beyt-ül-mâl) öder. Beyt-ül-mâl yoksa, alacaklı öder. Mahkeme masraflarını, da’vâcı öder. Kirâ müddeti hitâmında, ev sâhibi gâib ise, kirâ müddeti, kendiliğinden bir misli uzar. Kirâcı gâib olunca da böyledir. Ya’nî, mal sâhibi, kirâcının çoluk çocuğunu evinden çıkaramaz. Fekat müddet bitmeden önce, başkasına kirâya vermiş ise, müddet sonunda, birinci akd biter. İkincisi başlar. Birinci kirâcının çoluk çocuğunu evden çıkarabilir. Müddet hitâmında, iki taraf da, icâreyi fesh edebilir. Fekat, akd yapılmış olanın yanında fesh edilmesi lâzımdır.

Kirâ müddeti bitince, mal sâhibi uzatmaz ise, kirâcı çıkar. Malı, olduğu gibi teslîm etmesi lâzımdır. Teslîm etmezse, gasb etmiş olur. Fekat, kullanma sebebi ile, herkes için hâsıl olması âdet olan harâblık, kabâhat sayılmaz.

Bir mahalden, bir mahalle gitmek üzere mu’ayyen bir hayvân, araba, motor, kamyon kirâlandığı gibi, mu’ayyen insanın veyâ eşyânın götürülmesi de sözleşilebilir. Vâsıta, yolda kalırsa, birinci şekldeki kirâlamada, müşterî muhayyer olup, dilerse, ta’mîr oluncıya kadar bekler, dilerse, vazgeçip oraya kadar olan parayı verir. İkinci sözleşme hâlinde ise, vâsıta sâhibi, başka vâsıta ile hemen götürmeğe mecbûrdur. Vâsıtadan eşyâyı indirmek de ona âid olur. Yol tehlükeli olup geri dönülürse, hiç ücret verilmez.

Hamâm ve hacâmat parası almak câizdir. Erkek hayvânın dişiye aşması ücreti alınmaz, harâmdır. [Dişi, erkeğin köyüne götürülürse, aygırın sâhibine gıdâ ve hizmet masrafı ödenir.] Ustanın, yapdığı şeyi belli zemân için garanti etmesi, sahîh değildir. Bu zemân içinde bozulursa, ta’mîr etmez.

(Hülâsa)da diyor ki, (Dinlemek için hâfızı ve okumak için kitâbı kirâlamak câiz değildir). Kur’ân-ı kerîm öğreten hocaya hediyye vermek lâzımdır.

Ezân, imâmlık, Kur’ân-ı kerîm ve mevlid okumak, din bilgisi öğretmek için ücret almak câiz değil ise de, imâmlık, müezzinlik ve ilm öğretmek için almağa izn verilmişdir. Harâm işler için ücret almak câiz değildir.

Her dürlü kirâyı, ücreti vermiyen habs olunur. [Her çeşid nakl vâsıtalarının ücretini vermek, hiyle yapmamak lâzımdır. Umûmî hizmetlerde, emniyyet ve sıhhat işlerinde çalışan memûrların, işçilerin, idârecilerin ücretlerini hükûmetler, belediyeler vermekde ve her dürlü masraflarını karşılamakdadırlar. Bu ödemeleri, milletin vekîlleri olarak yapıyorlar. Bu paralara kaynak olmak için, milletden vergi alıyorlar. Bu vergileri ödememek veyâ hiyle yapmak, günâh olur. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Redd-ül-muhtâr)ın uşr bahsi sonunda ve (Bahr-ür-râık) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” Şurb fasllarında diyor ki, (Kimsenin mülkü olmıyan umûmî nehrin temizlenmesi masrafı, Beyt-ül-mâlın cizye ve harâc kısmından verilir. Zekât ve uşr kısmından verilmez. Çünki zekât paraları, yalnız fakîr olan müslimânlara verilir. Beyt-ül-mâlın bu kısmının geliri yoksa, oradaki insanlar temizler. Temizlemezlerse, fakîrler zor ile çalışdırılır. Zenginlerden de, para alınıp, masraflar karşılanır). (Mecelle)nin 1321. ci maddesinde de böyle yazılıdır. Uşr bahsi sonunda ve Beyt-ül-mâlı anlatırken bildirilen umûmî hizmetlerin masrafları da, hep böyle karşılanır. Görülüyor ki, hükûmetin ve belediyelerin, yapdıkları hizmetlerin masraflarını milletden istemeğe, hattâ zor ile almağa hakları vardır.]

(Dürr-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” beşinci cildde, icâreyi anlatırken, otuzdördüncü sahîfede diyor ki: Günâh işliyenleri, meselâ şarkı söyliyenleri, ölü için medhiyye söyleyip ağlıyanları ve çalgıcıları kirâ ile tutmak sahîh değildir. Oyun için davul çalmak da böyledir. Askerler için, düğün için davul çalmak câizdir. Şarkıcının, çalgıcının kazandığı parayı, sâhiblerine geri vermesi lâzımdır. Sâhibleri bilinmezse, fakîrlere sadaka vermelidir. Bunlar, kirâ ile tutulmayıp, önceden şart etmeyip, hediyye olarak verilirse, alması halâl olur. Fekat, yine tayyib, iyi para değildir. Çünki, âdet hâline gelen hediyyeler, şart edilen ücret gibidir.

İbâdet yapmak için de adam kirâlamak ve nemâz kılmak için ev kirâlamak, Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde sahîh değildir. Meselâ, ücret ile ezân okutmak, hacca göndermek, imâm tutmak, Kur’ân-ı kerîm öğretmek, din dersi öğretmek câiz değildir. Şâfi’î ve Mâlikî mezheblerinde, kabr başında ve sâhibinin yanında ücret ile Kur’ân-ı kerîm okutmak câizdir. Fekat, bu mezheblerde, beden ile yapılan ibâdetlerin sevâbları, başkalarının rûhuna gönderilemez. Sonradan gelen din âlimleri [din düşmanları değil], Kur’ân-ı kerîm ve din dersi öğretmek ve ezân, imâmlık için para ile adam tutmak câiz olur dedi. Bunlara, sözleşilen ücretin verilmesi lâzım olur. Vermiyen habs olunur. İbni Âbidîn bu satırları açıklarken buyuruyor ki: Aslında, ücret ile ibâdet yapdırmak câiz değildir. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîm okuyunuz. Fekat, bunu geçim vâsıtası yapmayınız!) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Ezân okuyun. Ezân için ücret almayın!) buyuruldu. Son zemânlarda, dinde gevşeklik olduğundan, Kur’ân-ı kerîmin ve din bilgilerinin unutulmaması ve imâmlığın, müezzinliğin yapılabilmesi için ücret ile yapdırılması zarûret hâline gelmişdir. Fekat bu fetvâ, bütün ibâdetlerin ücret ile yapılabileceğini göstermez. Yalnız saydıklarımız zarûret olup, mezhebin aslından dışarıda bırakılmakdadır. Hâfızlara ücret ile Kur’ân-ı kerîm okutmak zarûret olmadığı için, muhakkak câiz değildir. Tâc-üş-şerî’a, (Hidâye) şerhınde diyor ki, (Ücret ile okunan Kur’ân-ı kerîmden, ne ölüye, ne de okuyana sevâb hâsıl olmaz.) Aynî, (Hidâye) şerhınde diyor ki, (Hâfızlar, para için, mal için okumamalıdır. Hâfız da, parayı veren de günâha girer.) (Cevhere) kitâbında, (Ücret ile, belli bir zemân Kur’ân-ı kerîm okutmak câiz değil diyenler olduğu gibi, câiz diyenler de oldu. Doğrusu da budur) diyor. Burada, (Kur’ân-ı kerîm öğretmek) yerine, yanlışlıkla (Kur’ân-ı kerîm okutmak) yazıldığı hâtıra gelmekdedir. Nitekim (Cevhere)nin [1301] yılı İstanbul baskısında, (Câiz değildir diyenler haklıdır) diyor. Kur’ân-ı kerîm öğretmek ile Kur’ân-ı kerîm okumağı karışdırmamak lâzım olduğunu, şeyh-ul-islâm Hayreddîn-i Remlî açıklamakda ve (Kur’ân-ı kerîmi ücret ile okumak, bâtıldır, bid’atdir. Dört halîfe zemânında, hiç kimse bunu işlemedi. Kur’ân-ı kerîm öğretmeğe zarûret vardır. Mezâr başında, ücret ile Kur’ân-ı kerîm okutmak için ise zarûret yokdur) buyurmakdadır. Câiz olup olmamak şübhesi, Kur’ân-ı kerîm öğretmek için alınan paradadır. Kur’ân-ı kerîm ve mevlid okumak için ücret almağa câiz diyen olmamışdır. Din kardeşinin kabrini ziyâret edip, rûhuna Kur’ân-ı kerîm okumak iyidir. Fekat, ölürken bunu vasıyyet etmek câiz değildir. Okuyana yardım niyyeti ile de câiz olmaz. Para vererek Kur’ân-ı kerîmden Rukye [muska] yazdırmak câiz buyurmuşlar ise de, bu, tedâvî ücretidir [ve kâğıd, mürekkeb ücretidir]. İbâdet ücreti değildir. İbni Âbidînden terceme temâm oldu.

Hamza efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Bey’ ve Şirâ) risâlesinde diyor ki, (Para ile Kur’ân-ı kerîm ve başka şeyler [Mevlid] okutmak harâmdır. Bu parayı fakîrlere sadaka verip, sevâbını ölüye bağışlamalıdır. Ücret ile yalnız Kur’ân-ı kerîm, din dersi öğretmek, imâmlık, müezzinlik câiz görülmüşdür).

[(Hadîka) ve (Berîka) son sahîfelerinde diyor ki, (Hâfız pazarlık etmeden, Allah rızâsı için hatm, cüz’ veyâ mevlid okursa, okutanın hediyye etdiğini alması câiz olur. İ’tirâz ederse, aldığı harâm olur). Okutanın da az vermesi câiz değildir. İmâm-ı Zâhidî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Hâvî) kitâbında, (Hatm okutmak için, hâfıza, kırkbeş dirhem [gümüş veyâ dörtbuçuk miskal, ya’nî bir liralık üç altın]den az hediyye vermek câiz değildir) buyuruyor. Ne kadar çok verirse, sevâbı o kadar çok olur. İbni Âbidîn, beşinci cild, ikiyüzkırkdokuzuncu sahîfede buyuruyor ki: (Hâkimlik gibi ibâdetleri, ücret şart etmeden kabûl edip işe başlamalı, sonra iş veren ne verirse almalıdır. Bu kadar para verirsen yaparım, vermezsen yapmam demek bâtıl olur, ücreti alması harâm olur). Hâfız, okumak için, çok veren ile az vereni ayırd etmemelidir. Ayırd ederse, para kazanmak için hâfız olmuş demekdir. Bu ise, harâmdır. Hâfızlar, Kur’ân-ı kerîm ve mevlid okumakla geçinmemeli. Bunları, para düşünmeden, Allah rızâsı için okumalıdır. İmâmlıkla, san’atle veyâ ticâretle geçinmelidirler. Kur’ân-ı kerîmi basdırıp satanlar, bunu kitâbcılık ticâretine âlet edenler, Kur’ân-ı kerîm öğretilmesine, okunmasına sebeb olmak niyyeti ile olursa, câiz ve sevâb olur. Aldığı satış parası halâl olur. Fekat, böyle niyyetin alâmeti vardır ki, mal oluş fiyâtına yakın, az bir kârla satmalıdır. Geçimi başka kitâblardan sağlanıyorsa, Kur’ân-ı kerîmi kârsız satmalıdır. (Şir’â)da diyor ki, (Mu’âz bin Cebel “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine, falanca, Kur’ân-ı kerîm yazıp satıyor dediklerinde, bu, Kur’ân-ı kerîm satmak değildir. Kâğıd ve işçilik ücreti istemekdir. Kur’ân-ı kerîmi satmak demek, onu para ile, ücret ile öğretmekdir buyurdu). Kur’ân-ı kerîmi, okuyarak geçim vâsıtası yapmak için ezberliyen hâfızlar ve tecvîd ile okumayıp, tegannî ile okuyan hâfızlar, gerçekden hamele-i Kur’ân değildir. (Çok hâfızlar vardır ki, Kur’ân-ı kerîm, bunlara la’net eder) hadîs-i şerîfinde bildirilenlerden olurlar].

Kirâya verdiği malı teslîm etmezse, teslîm edinciye kadar habs olunur.

Müşterek olan mal, ancak ortağa kirâya verilir. İmâmeyn başkasına da verilebilir buyurdu. Bir evi, birkaç kişiye kirâya vermek câizdir. Ma’lûm ücret ile süt ana tutmak câizdir. Çocuğu ve bezlerini yıkamak, yidirmek de ona âid olur. Erkek, âilesini süt analığa göndermiyebilir.

Fâsid icâre: İpliğin bir kısmını, dokumacıya kirâ olarak bırakmak üzere dokutmak, eşyâdan bir kısmını, kirâ olarak vermek üzere taşıtmak için hayvân kirâlamak, unun bir kısmını, kirâ vermek üzere, buğday öğütmek fâsiddir. Bir kimse, birinin malını, iznsiz kullansa, ücret vermez.

Ecîr-i müşterek: Serbest işçi demekdir. Ya’nî herkese işler. Yâhud, yalnız bir kişiye, zemân belli olmadan işler. Ancak işini bitirince, ücreti verilir. Eşyâ, elinde, emânet olup, helâk olursa ödemez. Fekat, helâk olmasına kendi sebeb olursa, kasd bulunmasa dahî öder. Doktor, dişci, eczâcı, fen hâricinde, yanlış iş yapıp, hasta zarâr görürse öderler.

Ecîr-i hâs: Belli zemânda, belli işi yapmak için husûsî tutulan işçidir. Elindeki mal, kasdsız helâk olursa, ödemez. İşçiye farklı ücret ile iki veyâ üç iş gösterilip, hangisini yaparsa onun ücretini vermek câizdir. Dört iş göstermek olmaz. Sözleşilen zemân iyi bilinmezse de, ücreti verilir. Ücret söylenmedi ise, tutulan kimse, işçi veyâ san’at sâhibi olarak çalışan biri ise, o memleketdeki ücret üzerinden hakkı verilir. Eğer böyle biri değilse, yardıma gelmiş olacağından birşey verilmez. Çağırmadan gelene de ücret verilmez.

Bir işçi, kendi çalışması şart ise, yerine başkasını çalışdıramaz.

Hammâl, yükü eve sokar. Fekat, yerine koyması lâzım değildir.

Dellâl ve simsâr, işçi gibidir. Fekat, bunlar iş karşılığı değil, elindeki malı satarsa ücret alır. Ücreti alacağına karşı tutmak üzere, borclusunu ücret ile çalışdırmak câiz değildir. [(Dürr-ül-muhtâr)da vakf kısmı sonu.]

Terziye kumaş verip, bir haftada dikersen yüz lira, iki haftada dikersen elli lira veririm demek, İmâmeyne göre câizdir. Dükkânda terzilik yaparsan, kirâsı yüz lira, demircilik yaparsan ikiyüz lira demek câizdir.

Boyacıya kumaş veren kimse, kırmızı istemişdim, sen mavi boyamışsın dese, boyacı da, mâvi istemişdin dese, kumaş sâhibinin sözü kabûl olunur. Terzinin caket yerine pantalon dikmesi de böyledir. Bunların ücreti verilmez. Kumaşı da öderler veyâ sâhibi isterse yapılan şeyi alıp piyasaya göre işçilikden keser.

Malın kullanılacak hâli kalmazsa, icâre fesh olur. Kirâcının özrü ile de fesh olur. Meselâ diş tabîbi ile pazarlık etdikden sonra, ağrının kesilmesi veyâ ticâret için dükkân kirâladıkdan sonra, sermâyesinin helâk olması veyâ borcu çıkıp ödeyecek başka malı bulunmaması gibi veyâ sefere gitmek için kamyon tutmuş iken, bir sebeble seferden vazgeçmesi gibi. Fekat, şoför seferden vazgeçerse, mukâveleyi bozamaz ise de, şoförün hastalanması özr olur. Bir tüccâr, san’atkâr iflâs ederse, çırağı ile mukavelesi bozulur. Başkasına çalışan san’atkâr böyle değildir. Kirâya verilen şeyin satılması da özr değildir. Ya’nî mukâvele bozulmaz. Kirâladığı dükkânda yapdığı san’atı bırakıp, başka san’ata başlamak özr olur. Bir ev kirâladıkdan sonra, sefere çıkmak da özr olur. İki tarafdan birinin ölmesi de özrdür. Bir kirâcı, kirâladığı şeyi, dahâ yüksek ücret ile kirâya vermesi câiz ise de, kirâ farkını sadaka vermesi lâzımdır. Müşterek bir malı, ortaklar, müşterek kirâya verebilir. Ayrı ayrı verirlerse fâsid, biri hissesini kirâya verirse, bâtıl olur.

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks