21 -
KİRÂ, ÜCRET
İcâre, bir malın,
kendini değil de,
menfe’atini ya’nî
kullanılmasını satmak
olup, kirâya vermek
demekdir. Îcâb ve kabûl
ile yapılır. Bu satışın
semenine (Kirâ,
ücret) denir. Mal
sâhibine (Âcir)
veyâ (Mûcir),
kirâcıya ve işverene,
ya’nî ücreti ödeyene,
(Müste’cir), kendi
kuvvetini veyâ san’atini
kirâya verene, ya’nî
çalışan kimseye
(Ecîr) denir.
Müste’cir, mûcirin
malından, ecîrin de
kuvvetinden veyâ
san’atinden fâidelenip,
buna karşı ücret ödeyen
kimsedir.
(Dürr-ül-muhtâr)da
ve (Redd-ül-muhtâr)da
diyor ki, bir mal,
şer’an ve aklen nerede
kullanılabilirse, o
maksadla kullanmak için
kirâya verilir. Kumaşı,
ev ve mutbah eşyâsını,
süs, gösteriş olarak
bulundurmak için; evi,
oturmayıp, köleyi,
altını, gümüşü ve
otomobili kullanmayıp,
başkalarına gösteriş
yapmak için kirâ ile
almak fâsid olur. Ücret
vermesi lâzım gelmez.
Çünki, bu mallar, îcâb
eden yerlerde kullanmak
için kirâya
verilmemişdir. Bunlar
yersiz kullanılsa bile,
kirâ vermek lâzım olmaz.
Koklamak için çiçeği,
kokan şeyi ve okumak
için kitâbı kirâya
vermek câiz değildir.
Ücreti ve zemânı
söylenerek âriyet
vermekle de kirâya
verilmiş olur. Fekat
ücreti söylemeden kirâya
vermek âriyet olmaz.
Fâsid icâre olur.
İcârenin sahîh olması
için, ücretin ve
menfe’atin bildirilmesi
şartdır. Mekânın ve
tarlanın menfe’ati,
zemân bildirmekle belli
olur. San’at
sâhiblerinin, menfe’ati,
zemânı ve işi birlikde
söylemekle, nakl
vâsıtalarında ise, bu
ikiden herhangi birini
söylemekle belli olur.
Vakfın, yetîmin, Beyt-ül-mâlın
olan tarla, üç seneden,
ev, dükkân ise, bir
seneden fazla kirâya
verilemez. Uzun zemân
kirâya verilmeleri için,
Hanbelî mezhebi taklîd
edilmelidir. Fekat, kirâ
şartlarının hepsinin
Hanbelî mezhebine uygun
olması lâzım olur. Kirâ
süresi içinde bozulup
telef olan veyâ
kullanırken helâk olan
şeyleri kirâya vermek
câiz değildir. Meselâ
para kirâya verilmez.
Çünki, kullanırken elden
gider. Sütü için
hayvânı, meyvesi için
ağacı veyâ asmayı, koyun
otlatmak için tarlayı,
yünü için hayvânı kirâya
vermek câiz değildir,
fâsiddir. Altından ve
gümüşden zînet eşyâsı
süs olarak kullanmak
için ve elbise, kumaş,
giymek için kirâya
verilir. Kadınlar yalnız
zevclerine karşı
süslenebilirler.
(Fetâvâ-yı Feyziyye)de
diyor ki, (Bey’de olduğu
gibi, icâre de, lâzım
olmıyan şart ile fâsid
olur. Meselâ, değeri
ma’lûm olan malını gemi
ile belli iskeleye
götürmesi için, belli
ücret ile sözleşirken,
gemicinin malın
gümrüğünü kendi malından
vermesini şart etmek
fâsid olur. Fâsid
icârelerde, sözleşilen
ücret değil, ecr-i misl
verilir. Bey’de olduğu
gibi, icâreyi de ikâle
ve fesh etmek câizdir).
Müslimânın [Dâr-ül-islâmda]
kâfire ücret ile hizmet
etmesi mekrûhdur. İbni
Âbidîn beşinci cild,
ikiyüzellibirinci
sahîfede diyor ki,
(Ücret ile kâfirin
şerâbını taşımak, kilise
ta’mîr etmek ve
hıristiyana zünnâr gibi
küfr alâmetlerini satmak
İmâm-ı a’zama göre
câizdir. Müslimân
müşterîye mecûsî mesti
yapmak veyâ fâsık
elbisesi dikmek
mekrûhdur. Çünki,
mecûsîye ve fâsıklara
benzemeğe sebeb olmakdır).
Kâfir kadının müslimân
çocuğa ve müslimân
kadının kâfir çocuğa süt
anne tutulması câizdir.
[Buradan anlaşılıyor ki,
ölümden kurtarabilmek
için, müslimâna kâfir
kanı da vermek câiz
olur.] Bir menfe’ati,
başka cins menfe’at
karşılığı kirâya vermek
câizdir. Meselâ evin
kirâsı karşılığı olarak
tarlayı kirâlamak
câizdir. Fekat, elbiseyi
kirâya verip, kirâ
olarak başka elbise
almak câiz olmaz. Bir
yeri, nemâz kılmak için
kirâya vermek câiz
değildir. Bunun kirâsını
almak harâm olur.
Burasını bir iş yapmak
için kirâlamalı ve nemâz
da kılmalıdır.
Tahtâvî “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, (Dürr-ül-muhtâr)
hâşiyesi, son cildin
sonunda diyor ki, (Zâlim
sultânların uşr olarak
milletden alıp
kullandıkları malları,
uşr denilse dahî, uşr
olmaz. Divândan
Câmekiyyelerini almış
olurlar, ya’nî, millete
hizmet edenlere,
devletin vereceği
ücretleri, milletden
toplamış olurlar. Bu
aldıklarını, hizmet
edenlere vermeleri
lâzımdır. Tüccârdan
aldıkları vergiler de
böyledir.)
Bir san’at sâhibine
malzeme vererek birşey
yapdırmak da, onu kirâ
ile tutmak demekdir.
Kirâ, deyn de, ayn da
olabilir. Bey’de olduğu
gibi, icâre de şart ile
fâsid olur.
(Mecmû’a-i Cedîde)
sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” diyor ki, (Vakf
dükkânın kirâcısı,
mütevellînin izni ile
dükkânı başkasına ferâğ
[devr] ederken,
dükkândan ölünceye kadar
çıkarmamağı şart eylese,
bu ferâğ câiz olmaz.
Dükkânı geri alabilir).
Burada da, üç dürlü
muhayyerlik vardır:
İcâre de ikâle
olunabilir. Söz
kesilince, ücret vermek
lâzım olmaz. Ya’nî, âcir
ücrete mâlik olmaz.
Fekat, kendiliğinden
peşin verir ise veyâ
sözleşirken peşin
verilmesi şart edilmeyip
de, ayrılmadan önce,
peşin olması şart
edilirse, ücret mûcirin
mülkü olur. Kirâyı
vermezse, malı teslîm
etmez. Etmiş ise,
kirâcıyı habs
etdirebilir. Mukâveleyi
fesh edebilir. Fekat,
malını geri teslîm
almadan satamaz. Söz
kesilirken şart etmekle,
kirâ peşin olmaz. Peşin
olan ücret verilmezse,
âcir malı vermekden,
ecîr de işi görmekden
vazgeçebilir. Ücretin,
müddet bitince verilmesi
de şart olunabilir. Mal
sâhibi veyâ başkası,
malı kirâcıdan zorla
alırsa, kirâcı
kullanamadığı zemânın
kirâsını vermez.
Mal sâhibi, kirâyı peşin
alıp, malı teslîm
etmezse, geçen zemânın
ücretleri mülkünden
çıkar. Kirâcıya geri
vermesi lâzım olur.
Peşin verilmiş böyle
paranın zekâtını
hangisinin vereceğini,
(Fetâvâ-i hindiyye)
şöyle anlatıyor:
Kirâladığı evin on
senelik kirâsı olarak
bin lira peşin veriyor.
Ev kendine teslîm
edilmiyor. Âcir, bir
sene sonra, elindeki bin
liradan dokuzyüz
lirasının zekâtını
verir. İki sene sonra
sekizyüz liranın verir.
Her sene yüz lira
noksânının ve ödediği
zekât noksânının
zekâtını verir.
Müste’cir, bir ve iki
sene sonra zekât vermez.
Çünki, kendine geri
verilecek para, nisâb
mikdârını aşmaz. Üç sene
sonra, üçyüz liranın,
her sene, yüz lira
fazladan, vermiş olduğu
zekâtları düşerek
kalanların zekâtlarını
verir. Kirâ olarak, bin
lira kıymetinde bir
câriye vermiş olsaydı,
âcir hiç zekât vermezdi.
Çünki, aldığı câriye
ticâret malı değildir.
Müste’cir ise, eskisi
gibi zekâtını verir.
Ücret olarak hacm ile
veyâ vezn ile ölçülen
mal vermiş olsaydı, mal
deyn ise, para gibidir.
Ayn ise, câriye gibi
olurdu. Âcir evi teslîm
etmiş, parayı peşin
almamış ise, zekât
vermeleri aksine döner.
Ya’nî âcir, müste’cir
için yazdığımız gibi,
müste’cir de, âcir gibi
zekât verirler.
Mal sâhibi, günlük
kirâyı, her akşam
istiyebilir. San’at
sâhibleri, işçilik
ücretini eşyânın
sâhibinden alıncıya
kadar, eşyâyı
vermiyebilir. Eşyâ helâk
olup, teslîm edemezse
ücret alamaz. Kendisinin
yapması şart edildi ise,
başkasını çalışdıramaz.
İşçiliği olmıyan
hizmetlerde, meselâ
hammâl, kayıkcı, şoför,
ücret almadığı için
eşyâyı habs edemez. Eşyâ
helâk olursa ücretini
alır.
Ev ve dükkân kirâya
verilirken içinde ne
yapılacağı söylenmez
ise, binâya zarâr
vermiyecek her iş
yapılabilir. Kirâcı evi
ve dükkânı teslîm
almadan önce, başkasına
da kirâya verebilir.
Taşınabilen şeyleri
veremez. Kirâya verilmiş
malı, başka bir kimse
kullansa, gasb etmiş
olur. Kirâcı kirâ
vermez.
Velîsinin izni olmadan,
çocuğa iş yapdıran,
ücret vermeğe mecbûrdur.
Kirâya verilen mal,
kirâcıya teslîm edilince
emânet olup, kirâcının
elinde kasdsız telef
olunca ödemez. Âdet
hâricinde kullanmak kasd
sayılır. Tarla kirâya
verilirken, ne ekileceği
bildirilmeli veyâ herşey
ekilebilir demelidir.
Tarla, binâ yapmak, ağaç
dikmek üzere de
kirâlanabilir. Müddet
bitince, bunları
kaldırmak veyâ tarla
sâhibinin bunları satın
alması lâzımdır. Yonca
da ağac gibidir. Ekin
yetişmeden kirâ müddeti
biterse, oluncıya kadar
müddet uzatılır. Hayvân,
binmek ve yük taşımak
için, elbise, giymek
için kirâlanır. Şarta
uymayıp, hayvân, ev ve
elbise zarâr görürse,
kirâcı tazmîn eder.
Zarâr vermiyen şeyleri
şart ederse, yapmak
lâzım olmaz. Meselâ,
evde iki kişi oturacak
denirse, üç, beş de
oturabilir. Hayvâna,
kamyona konacak eşyânın
cinsi değil, ağırlık
şart edilir. Fekat,
zarârlı şey yüklenmez.
Hayvânı çekerek veyâ
döğerek sakat ederse
öder. Hammâl, kamyon,
şart edilen yoldan
gitmeyip, eşyâ telef
olsa, gitdiği yol işlek
değilse veyâ ârızalı ise
öder. Böyle değilse
ödemez. Mektûblaşma ile
de kirâlamak câizdir.
Kirâlamada cevâb
vermemek, kabûl demekdir.
Kirâcı, tarlaya buğday
ekeceğim deyip de yonca
ekerse, sâhibi kirâyı
artdırabilir. Terzi,
caket yerine pantalon
dikse, kumaş sâhibi,
isterse pantalonu alır,
isterse kumaşı ödetir.
Mal sâhibi, dahâ fazla
kirâ veren bulunca,
müddet bitmeden,
mukâveleyi bozamaz.
Kirâda bulunan malı
satın alan başka kimse,
kontratı bitmeden
kirâcıyı çıkaramaz.
Müşterî, kontrat
bitinciye kadar bekler
veyâ bey’i mahkeme ile
fesh etdirir. Senelik
kirâsı söylenip, müddet
söylenmez ise, müddet
bir sene olur. Müddet,
söz kesildiği gün
başlar. Ücret ise, malı
teslîm aldığı gün
başlar.
Bir dükkânı kirâlayıp
teslîm alan kimse, bir
müddet iş yapmayıp,
dükkân kapalı kalsa,
kirâyı tam vermesi
lâzımdır. Bir senelik
olmak üzere, her aylığı
şu kadar liraya olarak
câiz olduğu gibi,
senelik toptan söylemek
de câizdir. Kirâcı,
san’atını değişdirirse,
iflâs ederse, başka
şehre yerleşirse kirâ
fesh olur.
Bir evin, bir odası
yâhud bir dıvârı
yıkılsa, kirâcı
çıkabilir veyâ tam ücret
ile başka odasında
oturur.
Kirâdaki binânın ve
eşyânın ta’mîri ve
zemânla tıkanmış
boruların ta’mîri ev
sâhibine âiddir. Ta’mîr
etmezse, kirâcı evden
çıkabilir. Fekat,
yapdırmağa ev sâhibini
cebr edemez. Ev
sâhibinin izni ile kendi
yaparsa, parasını
kesebilir. Kendiliğinden
yaparsa, kesemez.
Kullanmağa lâzım
şeylerin [meselâ hamur
ocağı] ta’mîr parasını
kirâdan kesemez.
Kirâcı, mala zarar
verirse, mal sâhibi
çıkaramaz. Fekat,
mahkemeye verir.
Habshâne ve gardıyan
ücretini (Beyt-ül-mâl)
öder. Beyt-ül-mâl yoksa,
alacaklı öder. Mahkeme
masraflarını, da’vâcı
öder. Kirâ müddeti
hitâmında, ev sâhibi
gâib ise, kirâ müddeti,
kendiliğinden bir misli
uzar. Kirâcı gâib olunca
da böyledir. Ya’nî, mal
sâhibi, kirâcının çoluk
çocuğunu evinden
çıkaramaz. Fekat müddet
bitmeden önce, başkasına
kirâya vermiş ise,
müddet sonunda, birinci
akd biter. İkincisi
başlar. Birinci
kirâcının çoluk çocuğunu
evden çıkarabilir.
Müddet hitâmında, iki
taraf da, icâreyi fesh
edebilir. Fekat, akd
yapılmış olanın yanında
fesh edilmesi lâzımdır.
Kirâ müddeti bitince,
mal sâhibi uzatmaz ise,
kirâcı çıkar. Malı,
olduğu gibi teslîm
etmesi lâzımdır. Teslîm
etmezse, gasb etmiş
olur. Fekat, kullanma
sebebi ile, herkes için
hâsıl olması âdet olan
harâblık, kabâhat
sayılmaz.
Bir mahalden, bir
mahalle gitmek üzere
mu’ayyen bir hayvân,
araba, motor, kamyon
kirâlandığı gibi,
mu’ayyen insanın veyâ
eşyânın götürülmesi de
sözleşilebilir. Vâsıta,
yolda kalırsa, birinci
şekldeki kirâlamada,
müşterî muhayyer olup,
dilerse, ta’mîr oluncıya
kadar bekler, dilerse,
vazgeçip oraya kadar
olan parayı verir.
İkinci sözleşme hâlinde
ise, vâsıta sâhibi,
başka vâsıta ile hemen
götürmeğe mecbûrdur.
Vâsıtadan eşyâyı
indirmek de ona âid
olur. Yol tehlükeli olup
geri dönülürse, hiç
ücret verilmez.
Hamâm ve hacâmat parası
almak câizdir. Erkek
hayvânın dişiye aşması
ücreti alınmaz,
harâmdır. [Dişi, erkeğin
köyüne götürülürse,
aygırın sâhibine gıdâ ve
hizmet masrafı ödenir.]
Ustanın, yapdığı şeyi
belli zemân için garanti
etmesi, sahîh değildir.
Bu zemân içinde
bozulursa, ta’mîr etmez.
(Hülâsa)da
diyor ki, (Dinlemek için
hâfızı ve okumak için
kitâbı kirâlamak câiz
değildir). Kur’ân-ı
kerîm öğreten hocaya
hediyye vermek lâzımdır.
Ezân, imâmlık, Kur’ân-ı
kerîm ve mevlid okumak,
din bilgisi öğretmek
için ücret almak câiz
değil ise de, imâmlık,
müezzinlik ve ilm
öğretmek için almağa izn
verilmişdir. Harâm işler
için ücret almak câiz
değildir.
Her dürlü kirâyı, ücreti
vermiyen habs olunur.
[Her çeşid nakl
vâsıtalarının ücretini
vermek, hiyle yapmamak
lâzımdır. Umûmî
hizmetlerde, emniyyet ve
sıhhat işlerinde çalışan
memûrların, işçilerin,
idârecilerin ücretlerini
hükûmetler, belediyeler
vermekde ve her dürlü
masraflarını
karşılamakdadırlar. Bu
ödemeleri, milletin
vekîlleri olarak
yapıyorlar. Bu paralara
kaynak olmak için,
milletden vergi
alıyorlar. Bu vergileri
ödememek veyâ hiyle
yapmak, günâh olur. İbni
Âbidîn “rahmetullahi
teâlâ aleyh” (Redd-ül-muhtâr)ın
uşr bahsi sonunda ve
(Bahr-ür-râık)
sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” Şurb
fasllarında diyor ki,
(Kimsenin mülkü olmıyan
umûmî nehrin
temizlenmesi masrafı,
Beyt-ül-mâlın cizye ve
harâc kısmından verilir.
Zekât ve uşr kısmından
verilmez. Çünki zekât
paraları, yalnız fakîr
olan müslimânlara
verilir. Beyt-ül-mâlın
bu kısmının geliri
yoksa, oradaki insanlar
temizler.
Temizlemezlerse,
fakîrler zor ile
çalışdırılır.
Zenginlerden de, para
alınıp, masraflar
karşılanır).
(Mecelle)nin 1321.
ci maddesinde de böyle
yazılıdır. Uşr bahsi
sonunda ve Beyt-ül-mâlı
anlatırken bildirilen
umûmî hizmetlerin
masrafları da, hep böyle
karşılanır. Görülüyor
ki, hükûmetin ve
belediyelerin,
yapdıkları hizmetlerin
masraflarını milletden
istemeğe, hattâ zor ile
almağa hakları vardır.]
(Dürr-ül-muhtâr)
sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” beşinci
cildde, icâreyi
anlatırken, otuzdördüncü
sahîfede diyor ki: Günâh
işliyenleri, meselâ
şarkı söyliyenleri, ölü
için medhiyye söyleyip
ağlıyanları ve
çalgıcıları kirâ ile
tutmak sahîh değildir.
Oyun için davul çalmak
da böyledir. Askerler
için, düğün için davul
çalmak câizdir.
Şarkıcının, çalgıcının
kazandığı parayı,
sâhiblerine geri vermesi
lâzımdır. Sâhibleri
bilinmezse, fakîrlere
sadaka vermelidir.
Bunlar, kirâ ile
tutulmayıp, önceden şart
etmeyip, hediyye olarak
verilirse, alması halâl
olur. Fekat, yine tayyib,
iyi para değildir. Çünki,
âdet hâline gelen
hediyyeler, şart edilen
ücret gibidir.
İbâdet yapmak için de
adam kirâlamak ve nemâz
kılmak için ev
kirâlamak, Hanefî ve
Hanbelî mezheblerinde
sahîh değildir. Meselâ,
ücret ile ezân okutmak,
hacca göndermek, imâm
tutmak, Kur’ân-ı kerîm
öğretmek, din dersi
öğretmek câiz değildir.
Şâfi’î ve Mâlikî
mezheblerinde, kabr
başında ve sâhibinin
yanında ücret ile Kur’ân-ı
kerîm okutmak câizdir.
Fekat, bu mezheblerde,
beden ile yapılan
ibâdetlerin sevâbları,
başkalarının rûhuna
gönderilemez. Sonradan
gelen din âlimleri [din
düşmanları değil],
Kur’ân-ı kerîm ve din
dersi öğretmek ve ezân,
imâmlık için para ile
adam tutmak câiz olur
dedi. Bunlara,
sözleşilen ücretin
verilmesi lâzım olur.
Vermiyen habs olunur.
İbni Âbidîn bu satırları
açıklarken buyuruyor ki:
Aslında, ücret ile
ibâdet yapdırmak câiz
değildir. Çünki, hadîs-i
şerîfde, (Kur’ân-ı
kerîm okuyunuz. Fekat,
bunu geçim vâsıtası
yapmayınız!)
buyuruldu. Bir hadîs-i
şerîfde, (Ezân
okuyun. Ezân için ücret
almayın!) buyuruldu.
Son zemânlarda, dinde
gevşeklik olduğundan,
Kur’ân-ı kerîmin ve din
bilgilerinin
unutulmaması ve
imâmlığın, müezzinliğin
yapılabilmesi için ücret
ile yapdırılması zarûret
hâline gelmişdir. Fekat
bu fetvâ, bütün
ibâdetlerin ücret ile
yapılabileceğini
göstermez. Yalnız
saydıklarımız zarûret
olup, mezhebin aslından
dışarıda bırakılmakdadır.
Hâfızlara ücret ile
Kur’ân-ı kerîm okutmak
zarûret olmadığı için,
muhakkak câiz değildir.
Tâc-üş-şerî’a, (Hidâye)
şerhınde diyor ki,
(Ücret ile okunan Kur’ân-ı
kerîmden, ne ölüye, ne
de okuyana sevâb hâsıl
olmaz.) Aynî, (Hidâye)
şerhınde diyor ki,
(Hâfızlar, para için,
mal için okumamalıdır.
Hâfız da, parayı veren
de günâha girer.)
(Cevhere) kitâbında,
(Ücret ile, belli bir
zemân Kur’ân-ı kerîm
okutmak câiz değil
diyenler olduğu gibi,
câiz diyenler de oldu.
Doğrusu da budur) diyor.
Burada, (Kur’ân-ı kerîm
öğretmek) yerine,
yanlışlıkla (Kur’ân-ı
kerîm okutmak) yazıldığı
hâtıra gelmekdedir.
Nitekim (Cevhere)nin
[1301] yılı İstanbul
baskısında, (Câiz
değildir diyenler
haklıdır) diyor. Kur’ân-ı
kerîm öğretmek ile
Kur’ân-ı kerîm okumağı
karışdırmamak lâzım
olduğunu, şeyh-ul-islâm
Hayreddîn-i Remlî
açıklamakda ve (Kur’ân-ı
kerîmi ücret ile okumak,
bâtıldır, bid’atdir.
Dört halîfe zemânında,
hiç kimse bunu işlemedi.
Kur’ân-ı kerîm öğretmeğe
zarûret vardır. Mezâr
başında, ücret ile
Kur’ân-ı kerîm okutmak
için ise zarûret yokdur)
buyurmakdadır. Câiz olup
olmamak şübhesi, Kur’ân-ı
kerîm öğretmek için
alınan paradadır. Kur’ân-ı
kerîm ve mevlid okumak
için ücret almağa câiz
diyen olmamışdır. Din
kardeşinin kabrini
ziyâret edip, rûhuna
Kur’ân-ı kerîm okumak
iyidir. Fekat, ölürken
bunu vasıyyet etmek câiz
değildir. Okuyana yardım
niyyeti ile de câiz
olmaz. Para vererek
Kur’ân-ı kerîmden Rukye
[muska] yazdırmak câiz
buyurmuşlar ise de, bu,
tedâvî ücretidir [ve
kâğıd, mürekkeb
ücretidir]. İbâdet
ücreti değildir. İbni
Âbidînden terceme temâm
oldu.
Hamza efendi
“rahmetullahi teâlâ
aleyh”, (Bey’ ve Şirâ)
risâlesinde diyor ki,
(Para ile Kur’ân-ı kerîm
ve başka şeyler [Mevlid]
okutmak harâmdır. Bu
parayı fakîrlere sadaka
verip, sevâbını ölüye
bağışlamalıdır. Ücret
ile yalnız Kur’ân-ı
kerîm, din dersi
öğretmek, imâmlık,
müezzinlik câiz
görülmüşdür).
[(Hadîka) ve (Berîka)
son sahîfelerinde diyor
ki, (Hâfız pazarlık
etmeden, Allah rızâsı
için hatm, cüz’ veyâ
mevlid okursa, okutanın
hediyye etdiğini alması
câiz olur. İ’tirâz
ederse, aldığı harâm
olur). Okutanın da az
vermesi câiz değildir.
İmâm-ı Zâhidî
“rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Hâvî)
kitâbında, (Hatm okutmak
için, hâfıza, kırkbeş
dirhem [gümüş veyâ
dörtbuçuk miskal, ya’nî
bir liralık üç altın]den
az hediyye vermek câiz
değildir) buyuruyor. Ne
kadar çok verirse,
sevâbı o kadar çok olur.
İbni Âbidîn, beşinci
cild,
ikiyüzkırkdokuzuncu
sahîfede buyuruyor ki:
(Hâkimlik gibi
ibâdetleri, ücret şart
etmeden kabûl edip işe
başlamalı, sonra iş
veren ne verirse
almalıdır. Bu kadar para
verirsen yaparım,
vermezsen yapmam demek
bâtıl olur, ücreti
alması harâm olur).
Hâfız, okumak için, çok
veren ile az vereni
ayırd etmemelidir. Ayırd
ederse, para kazanmak
için hâfız olmuş
demekdir. Bu ise,
harâmdır. Hâfızlar,
Kur’ân-ı kerîm ve mevlid
okumakla geçinmemeli.
Bunları, para
düşünmeden, Allah rızâsı
için okumalıdır.
İmâmlıkla, san’atle veyâ
ticâretle
geçinmelidirler. Kur’ân-ı
kerîmi basdırıp
satanlar, bunu
kitâbcılık ticâretine
âlet edenler, Kur’ân-ı
kerîm öğretilmesine,
okunmasına sebeb olmak
niyyeti ile olursa, câiz
ve sevâb olur. Aldığı
satış parası halâl olur.
Fekat, böyle niyyetin
alâmeti vardır ki, mal
oluş fiyâtına yakın, az
bir kârla satmalıdır.
Geçimi başka kitâblardan
sağlanıyorsa, Kur’ân-ı
kerîmi kârsız
satmalıdır. (Şir’â)da
diyor ki, (Mu’âz bin
Cebel “radıyallahü teâlâ
anh” hazretlerine,
falanca, Kur’ân-ı kerîm
yazıp satıyor
dediklerinde, bu, Kur’ân-ı
kerîm satmak değildir.
Kâğıd ve işçilik ücreti
istemekdir. Kur’ân-ı
kerîmi satmak demek, onu
para ile, ücret ile
öğretmekdir buyurdu).
Kur’ân-ı kerîmi,
okuyarak geçim vâsıtası
yapmak için ezberliyen
hâfızlar ve tecvîd ile
okumayıp, tegannî ile
okuyan hâfızlar,
gerçekden hamele-i
Kur’ân değildir. (Çok
hâfızlar vardır ki,
Kur’ân-ı kerîm, bunlara
la’net eder) hadîs-i
şerîfinde
bildirilenlerden
olurlar].
Kirâya verdiği malı
teslîm etmezse, teslîm
edinciye kadar habs
olunur.
Müşterek olan mal, ancak
ortağa kirâya verilir.
İmâmeyn başkasına da
verilebilir buyurdu. Bir
evi, birkaç kişiye
kirâya vermek câizdir.
Ma’lûm ücret ile süt ana
tutmak câizdir. Çocuğu
ve bezlerini yıkamak,
yidirmek de ona âid
olur. Erkek, âilesini
süt analığa
göndermiyebilir.
Fâsid icâre:
İpliğin bir kısmını,
dokumacıya kirâ olarak
bırakmak üzere dokutmak,
eşyâdan bir kısmını,
kirâ olarak vermek üzere
taşıtmak için hayvân
kirâlamak, unun bir
kısmını, kirâ vermek
üzere, buğday öğütmek
fâsiddir. Bir kimse,
birinin malını, iznsiz
kullansa, ücret vermez.
Ecîr-i müşterek:
Serbest işçi demekdir.
Ya’nî herkese işler.
Yâhud, yalnız bir
kişiye, zemân belli
olmadan işler. Ancak
işini bitirince, ücreti
verilir. Eşyâ, elinde,
emânet olup, helâk
olursa ödemez. Fekat,
helâk olmasına kendi
sebeb olursa, kasd
bulunmasa dahî öder.
Doktor, dişci, eczâcı,
fen hâricinde, yanlış iş
yapıp, hasta zarâr
görürse öderler.
Ecîr-i hâs:
Belli zemânda, belli işi
yapmak için husûsî
tutulan işçidir.
Elindeki mal, kasdsız
helâk olursa, ödemez.
İşçiye farklı ücret ile
iki veyâ üç iş
gösterilip, hangisini
yaparsa onun ücretini
vermek câizdir. Dört iş
göstermek olmaz.
Sözleşilen zemân iyi
bilinmezse de, ücreti
verilir. Ücret
söylenmedi ise, tutulan
kimse, işçi veyâ san’at
sâhibi olarak çalışan
biri ise, o memleketdeki
ücret üzerinden hakkı
verilir. Eğer böyle biri
değilse, yardıma gelmiş
olacağından birşey
verilmez. Çağırmadan
gelene de ücret
verilmez.
Bir işçi, kendi
çalışması şart ise,
yerine başkasını
çalışdıramaz.
Hammâl, yükü eve sokar.
Fekat, yerine koyması
lâzım değildir.
Dellâl ve simsâr, işçi
gibidir. Fekat, bunlar
iş karşılığı değil,
elindeki malı satarsa
ücret alır. Ücreti
alacağına karşı tutmak
üzere, borclusunu ücret
ile çalışdırmak câiz
değildir. [(Dürr-ül-muhtâr)da
vakf kısmı sonu.]
Terziye kumaş verip, bir
haftada dikersen yüz
lira, iki haftada
dikersen elli lira
veririm demek, İmâmeyne
göre câizdir. Dükkânda
terzilik yaparsan,
kirâsı yüz lira,
demircilik yaparsan
ikiyüz lira demek
câizdir.
Boyacıya kumaş veren
kimse, kırmızı
istemişdim, sen mavi
boyamışsın dese, boyacı
da, mâvi istemişdin
dese, kumaş sâhibinin
sözü kabûl olunur.
Terzinin caket yerine
pantalon dikmesi de
böyledir. Bunların
ücreti verilmez. Kumaşı
da öderler veyâ sâhibi
isterse yapılan şeyi
alıp piyasaya göre
işçilikden keser.
Malın kullanılacak hâli
kalmazsa, icâre fesh
olur. Kirâcının özrü ile
de fesh olur. Meselâ diş
tabîbi ile pazarlık
etdikden sonra, ağrının
kesilmesi veyâ ticâret
için dükkân kirâladıkdan
sonra, sermâyesinin
helâk olması veyâ borcu
çıkıp ödeyecek başka
malı bulunmaması gibi
veyâ sefere gitmek için
kamyon tutmuş iken, bir
sebeble seferden
vazgeçmesi gibi. Fekat,
şoför seferden
vazgeçerse, mukâveleyi
bozamaz ise de, şoförün
hastalanması özr olur.
Bir tüccâr, san’atkâr
iflâs ederse, çırağı ile
mukavelesi bozulur.
Başkasına çalışan
san’atkâr böyle
değildir. Kirâya verilen
şeyin satılması da özr
değildir. Ya’nî mukâvele
bozulmaz. Kirâladığı
dükkânda yapdığı san’atı
bırakıp, başka san’ata
başlamak özr olur. Bir
ev kirâladıkdan sonra,
sefere çıkmak da özr
olur. İki tarafdan
birinin ölmesi de özrdür.
Bir kirâcı, kirâladığı
şeyi, dahâ yüksek ücret
ile kirâya vermesi câiz
ise de, kirâ farkını
sadaka vermesi lâzımdır.
Müşterek bir malı,
ortaklar, müşterek
kirâya verebilir. Ayrı
ayrı verirlerse fâsid,
biri hissesini kirâya
verirse, bâtıl olur. |