Hakîkat Ltd.Şti.Yayınları

   
     

TAM İLMİHÂL

     
   

 SE'ÂDET-İ EBEDİYYE

   
 

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks

 
 

ÜÇÜNCÜ KISM

 
     

19 - İSLÂMİYYETDE FÂİZ, BANKA VE VAKF

VAKF - Bir vakf mescid harâb olup ta’mîr eden bulunmaz ise veyâ etrâfında, ev, insan kalmayıp, kullanılmaz ise de, Tarafeyne göre yine vakf olarak kalır. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hâkimin izni ile satılıp, parası, aynı cinsden olan başka bir vakfa sarf edilir. Bir kimsenin başka başka vakflarının gelirleri [paraları] birbirlerine sarf edilemez.

Binâ, tarla, kuyu gibi nakl edilmiyen şeyler sözbirliği ile vakf olunur. Nakl edilmiyen şey ile birlikde buna lâzım olan nakl olunan şey de İmâmeyne [Ebû Yûsüf ve Muhammede] göre vakf olunur. Vakf edilmesi âdet olan nakl edilebilir şeyler, imâm-ı Muhammede göre, yalnız olarak da vakf olunur. Bu imâma göre, altın, gümüş [ya’nî para] da vakf olunur. Hacm ile ve vezn ile ölçülen herşey de böyledir. Tabut, teneşir, tabut örtüsü, Kur’ân-ı kerîm ve başka kitâblar gibi âdet olan vakflar da böyledir. Hacm ile, vezn ile ölçülen eşyâ satılıp, bedelleri ve vakf paraları fakîrlere ödünc verilir ve mudârebe yolu ile sermâye olarak tüccâra verilerek kâra ortak olunur. Vakfın hissesine düşen kârları, fukarâya sadaka olarak dağıtılır. Vakf olunan paranın misli, hep vakfın emrinde kalması lâzımdır. Bununla birşey satın alınamaz ve bir borc ödenemez. Buğdaylar, fakîr olan köylüye tohumluk ödünc verilip, yeni mahsûlden ödenmek şartı ile vakf olunur. Sütü fakîrlere verilmek üzere inek vakf olunur. Ev eşyâsı gibi vakfı âdet olmıyan şeyleri vakf câiz değildir. Vakfın gelirinden, önce ta’mîr, sonra hizmet edenlerin ve nâzırın ücretleri ödenir.

İbni Âbidîn diyor ki, (Vakf, mükellef kimsenin, kendi mülkü olan ma’lûm mütekavvim malının menfe’atini, bir şarta bağlamadan, müslim veyâ zimmî, bütün veyâ belli fakîrlere terk etmesidir. İmâmeyne göre, vakf edilen mal, vakf edenin mülkünden çıkar. Vakf, ibâdet değil, kurbetdir. Sevâb kazanmak niyyeti ile yapılan mubâhlara (Kurbet) denir. Vakf edilen maldan yalnız veyâ en sonra bir mescidin veyâ fakîrlerin fâidelenmesini bildirmek şartdır. Âdete göre zenginler de istifâde edebilir. Malını vakf eden kimse, bunu hâkime tescîl etdirdikden yâhud mütevellîye teslîm etdikden sonra, vazgeçemez. Öldükden sonra vakf olmasını söyleyince, bırakacağı malın üçde birinden verilmesini vasıyyet etmiş olup vazgeçmesi câiz olur. Vakf binâların ta’mîrleri, içinde parasız oturmağa hakkı olanların malları ile yapılır. Yapamazlarsa, hâkim bunları çıkarıp, kirâya verip, ücretleri ile ta’mîr etdirip, sonra bunlara teslîm eder. Kirâcı bulunmazsa, hâkim tarafından (İstibdâl) olunur. Ya’nî, harâb binâyı satıp, semeni ile başkasını alıp, mütevellîye teslîm eder. Başkasını satın alamazsa, semenini fukarâya dağıtır. Mürted, müslimân olunca, mürted iken yapdığı vakf sahîh olur. Müslimân, mürted olunca, önce yapmış olduğu vakf bâtıl olup vârislerinin olur. Zimmîlerin de, müslimân veyâ zimmî fakîrler için vakf yapması câizdir. Kilise için ve harbî fakîrler için, zimmînin de vakf yapması câiz değildir. Vakf eden kimse, bir (Mütevellî) ta’yîn edip, malı buna teslîm eder. Vakf ebedî olmak lâzımdır. Bir dahâ geri alamaz. Osmânlı türklerinde altın, gümüş para vakfı âdet olduğu için, câiz olmakdadır. Birçok işlerde âdet, nass gibidir). Görülüyor ki, bir işin nasıl yapılacağı nass ile bildirilmemiş ise, müctehidlerin ictihâdları ile yapılır. Bir iş üzerinde çeşidli ictihâdlar varsa, müftî efendi, bunlar arasında, zemâna ve âdete uygun ve elverişli olanını seçer. Zemâna, âdete uymak, bu demekdir. Yoksa, zındıkların söyledikleri gibi, islâmiyyetin emrlerini değişdirmek, ibâdetleri bırakarak, harâmları işlemek demek değildir.

(Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki, (Vakfın nâzırı veyâ herhangi vazîfelisi, suç işlemedikce azl olunamazlar. Vakfı kirâya vermek, mütevellînin vazîfesidir. Hâkim, vâlî karışamaz. Bir vakfın, bir nâzırı ve bir mütevellîsi olsa, mütevellî nâzırın haberi olmadan birşey yapamaz. Kayyım, mütevellî ve nâzır aynı hakka mâlikdirler. Bir kimse bir çadırı veyâ vagonu mescid yapsa, muhtelif yerlere götürülüp, içinde nemâz kılınsa, böyle mescid olmaz. Mescidin yeri değişdirilemez. Nakl olunan şeyin vakfı, âdet olmadıkca câiz değildir. Fekat bunu yapana sevâb vardır. Mâni’ olmamalıdır. Vâkıfın ta’yîn etdiği kimse nâzır ve mütevellî olur. Nâzır ve mütevellî vâkıfdan sonra ölürse, bunların vasıyyet etdiği olur. Bunlar yoksa, kâdî, ya’nî hâkim bir mütevellî ta’yîn eder. Bu ta’yînde, vâkıfın evlâd ve yakınlarından ehl olanların tercîh hakları vardır. Vakfın mütevellîsi emr eder, idâre eder. Akd yapar. Alışveriş yapar. Kâtib de, bunları yazar. Deftere geçirir. Mütevellî, yapacağını kâtibe sormaz. Yapdıklarını bildirir. Harâb olup istifâde edilemiyen bir vakfı, bundan dahâ fâideli olan başka bir mal ile veyâ altın, gümüş ile değişdirmek câizdir ve bunu ancak kâdî yapar. Hâkim-i şer’in, islâmiyyete uygun hükmü değişdirilemez. Çeşidli ictihâd yapılmış olan şeylerde, kâdînin ya’nî hâkimin hükmü, ihtilâfları ortadan kaldırır).

(Behcet-ül fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Gelirinin sarf edileceği cihetleri belli olan vakf paradan hâsıl olan gelirin bir kısmı bu cihetlere verilip, bir kısmı da mütevellîde kalsa, bu para, aynı vâkıfın olsa bile, başka bir vakf câmi’in ihtiyâclarına sarf edilemez).

(Fetâvâ-i Feyziyye)de diyor ki, (Bir kimse, sıhhatde iken evini vakf ve zevcesinin oturmasını, o vefât edince, kirâsının Medîne-i münevvere fukarâsına verilmesini şart etse, mütevellîye teslîm edip mahkemede tescîl etdirdikden sonra ölse, vârisleri bu vakfı bozamazlar. Bir kimse evini vakf edip, bunun satılarak parasının fakîrlere dağıtılmasını şart etse, böyle vakf câiz olmaz, bâtıl olur. Çünki, vakf malı satmak sahîh değildir. Mülkümü vakf etdim diyen kimse, tescîl etdirmeden önce vazgeçebilir. Tescîl etdirdikden sonra vazgeçemez. Bir kimse, birisinde olan alacağını bir cihete, [ya’nî bir yere] vakf etse, parayı alamadan önce ölse, vârisleri bu vakfı bozabilirler. Bir kimse, evini vakf edip kirâya verilmesini ve kirâsının, oğullarından yalnız Ahmede verilmesini şart etse, diğer çocuklarına birşey verilmez. Bir kimse, mütevellîsi bulunduğu vakf paranın bir kısmını tüccâra, esnâfa mudârebe ve sermâye olarak verip, birkaç sene bunlardan yalnız kârları alıp vakfın masraflarına harc etse, sonra yerine başkası mütevellî olsa, tüccârlar iflâs veyâ firâr etseler, yeni mütevellî, eskisine sermâyeleri tazmîn etdiremez. Vakf paranın mütevellîsi, bunları tüccârlara mu’âmele ile ödünc verse, sonra azl olsa, yeni gelen mütevellî bu paraları geri isteyince, buna vermeğe mecbûrdurlar. Rehn alarak mu’âmele ile ödünc vermesi şart edilmiş olan vakf parayı, mütevellîsi, rehnsiz ödünc verip, ödünc alan, iflâs ederek ölse, para geri alınmasa, bunu mütevellî öder. Bunun gibi, vekîl sâhibinin bildirdiği şarta uymıyarak zarara sebeb olursa, bu zararı tazmîn eder. Mütevellî, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, vakf sâhibinin vekîlidir. İmâm-ı Muhammede göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, fakîrlerin vekîlidir. Belli bir yerde saklanması şart edilmiş olmıyan vakf para, mütevellînin evinde yangında zâyı’ olsa, mütevellî ödemez. Bir vakf dükkânı, mütevellî, ecr-i misli ile kirâya verirken, kirâcıdan câize olarak, ya’nî hava parası da alsa, kirâcı bu câize parayı geri alabilir. Vakf parayı, eşkıyâ, mütevellîden zor ile alsa, mütevellî tazmîn etmez. Vedî’a olan eşyâ da böyledir. Mütevellî, vakfın kirâsını almak için birini vekîl etse, vekîl aldığı kirâyı kendi ihtiyâclarına sarf etse, bunu mütevellî değil, bu vekîl tazmîn eder. Kâdî, vakfda şart edilmiş olmıyan bir vazîfe ihdâs edemez. Meselâ, vakf câmi’de bir müezzin varken, ikinci müezzin berâtı veremez. Zeyd, bir vakfa birkaç sene mütevellî olup, kâdî o senelerin hesâblarını tedkîk ile kabûl ve tasdîk eylese, câiz olur. Şübhe eden olursa, cevâb taleb eder. Bir vakfın nâzırı, bunun tevliyetini de kendi üzerine alamaz. Vakf sâhibinin ta’yîn etdiği mütevellî, nâzırın bilgisi altında, vakfı idâre eder).

(İbni Âbidîn)de diyor ki: (Şart-ı vâkıf, nass-ı şâri’ gibidir sözü meşhûrdur. Bu söz, kâdî, vâkıfın şartlarına uymıyan hükm veremez, herkesin bu şartlara uyması lâzımdır demekdir. Yalnız, yedi şart müstesnâdır. Bu yedi şartı kâdî değişdirebilir. Meselâ, hiyânet eden mütevellîyi ve nâzırı azl etmesi vâcib olur).

(Dürr-üs-sukûk)de diyor ki, (Selânikde Abdürrahmân beğ, meclis-i şer’ı şerîfde, beşyüz kuruş vakf edip, bunu mütevellî ta’yîn etdiği Muhammed ağaya teslîm etdi. Şöyle şart ile ki, bu para her sene, onu onbirbuçuk kuruş olarak mütevellî tarafından muâmele yolu ile ödünc verilerek üretilecek, her sene hâsıl olan gelirden her gün onbeş akça sebîlciye verilip su dağıtılacak, her gün iki akça verilerek sebîlin su yolları ta’mîr edilecek. Mütevellîye hergün iki akça verilecek. Selânik müftîsi Mustafâ efendi, bu vakfa nâzır olup, her gün kendisine bir akça verilecek. Bu vakfın her sene teftîş olunacak muhâsebesini tutmak için, bir akça yevmiye ile muhâsebeci tutulacak. Muhammed ağa vefât edince, Selânik müftîleri tarafından seçilen dindâr, sâlih ve bu işe muktedir bir mütevellî bu vakfı idâre edecekdir. Yıllardan sonra bu şartlar yapılamazsa, vakf paranın hepsi fukarâya dağıtılacakdır. Mütevellî Muhammed ağa, tevliyeti kabûl ve beşyüz kuruşu teslîm alınca, vakf sâhibi, para vakfının üç imâma göre câiz olmadığını, vakfın red edilmesini istedi. Mütevellî ise, para vakfının, âdet olan yerlerde, imâm-ı Muhammede ve Züfere göre câiz olduğunu bildirerek, parayı vermek istemedi. Kâdî, vakfın sıhhatine ve tescîl edilmesine karâr verdi. Mahkeme hükmü ile, bu vakf sahîh oldu.

Kayserinin Kermir köyünde, Devlet-i aliyye tebe’asının rum milletinden ve tüccârdan Aleksan, meclis-i şer’ı şerîfde der ki, Kayserîli merhûm hazînedâr Alî ağa vakfının berât ile mütevellîsi Ahmed efendi, bu vakf paradan bana beşbin kuruş ödünc verdi. Ben de bu parayı teslîm alıp kullandım. Bu beşbin kuruş ve bu vakfın malı olup Ahmed efendiden bir sene sonra ödemek üzere satın aldığım bir ceb sâatinin semeni olan yediyüzelli kuruş ki, cem’an beşbinyediyüzelli kuruş, bu vakf için Ahmed efendiye borcumdur dedikde, mütevellî Ahmed efendi ve aşağıda ismleri yazılı şâhidler ikrâr etdiler ve kefîller mal ile kefîl ve zâmin olup, birbirlerinin zimmetine kefîl olduklarını bildirdiler. Tasdîk ve tescîl olundu).

Vakf hakkında buraya kadar bildirilenler gösteriyor ki, fâiz ile çalışan zararlı bankalar yerine, para, mal, mülk vakfları kurmak mümkindir. Böylece, din ve dünyâ zararları önlenebilecek, millete ve devlete çok fâideli olacakdır.

Bankalar ba’zan milyonlarca lira ikrâmiyye dağıtıyorlar. Bunu bankaya fâiz ile para yatıranlar arasında kur’a çekerek, kazananlara veriyorlar. Hâlbuki, yılda yüzde onbeşe kadar mu’âmele ile ödünc vermenin câiz olduğunu onikinci maddede bildirmişdik. Bunun için, bankalar fâiz ödemeyip ve ikrâmiyye vermeyip, bu paralar ile, para yatıranlardan ucuz olan bir malı, yüksek fiyât ile satın alarak, bunlara fâiz yerine bu malın bedelini ödeseler ve bankadan ödünc para alanlara ucuz malı, meselâ verdikleri makbûzu, satarak, bunlardan fâiz yerine bu malın bedelini alsalar, böylece fâiz adı ile alıp verdikleri paraları, bu malların semenleri olarak alıp verseler, hem kendilerini, hem de milleti fâiz ve kumar günâhlarından kurtarırlar.

Ticâretde ve bilhâssa sanâyı’de, nakl vâsıtalarında kullanılan büyük sermâyelere, oralarda veyâ başka yerlerde çalışan herkes ortak edilirse, böylece kâra ortak olurlarsa, herkes parasını şirketlere yatırır. Bankalar fâizle para alamaz olur. Milleti sömüremez olur. İslâmiyyetin emr etdiği gibi çalışmağa mecbûr olurlar. Köylüyü, altından kalkılmaz fâiz borclarına, felâkete, tenbelliğe sürükliyen ve birkaç kişinin menfe’ati için kurulmuş olan bir bankayı, Allahü teâlânın emrlerine uygun, tüccârlara, san’at adamlarına, fabrikalara sermâye vererek ortak olan, binâ, te’sîsler yapıp satan, her cihetden verimli, fâideli islâm bankası şekline sokmak, pek mümkin ve çok kolaydır. Bankaların, böylece, milletlerin refâh ve se’âdetine, memleketlerin kalkınmasına çok hizmet edeceği muhakkakdır.

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks