| 
                                                         
                                                        
                                                        19 - 
                                                        
                                                        İSLÂMİYYETDE FÂİZ, BANKA 
                                                        VE VAKF 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        VAKF - 
                                                        
                                                        Bir vakf mescid harâb 
                                                        olup ta’mîr eden 
                                                        bulunmaz ise veyâ 
                                                        etrâfında, ev, insan 
                                                        kalmayıp, kullanılmaz 
                                                        ise de, Tarafeyne göre 
                                                        yine vakf olarak kalır. 
                                                        İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre 
                                                        “rahmetullahi teâlâ 
                                                        aleyh”, hâkimin izni ile 
                                                        satılıp, parası, aynı 
                                                        cinsden olan başka bir 
                                                        vakfa sarf edilir. Bir 
                                                        kimsenin başka başka 
                                                        vakflarının gelirleri 
                                                        [paraları] birbirlerine 
                                                        sarf edilemez. 
                                                        
                                                        
                                                        Binâ, tarla, kuyu gibi 
                                                        nakl edilmiyen şeyler 
                                                        sözbirliği ile vakf 
                                                        olunur. Nakl edilmiyen 
                                                        şey ile birlikde buna 
                                                        lâzım olan nakl olunan 
                                                        şey de İmâmeyne [Ebû 
                                                        Yûsüf ve Muhammede] göre 
                                                        vakf olunur. Vakf 
                                                        edilmesi âdet olan nakl 
                                                        edilebilir şeyler, 
                                                        imâm-ı Muhammede göre, 
                                                        yalnız olarak da vakf 
                                                        olunur. Bu imâma göre, 
                                                        altın, gümüş [ya’nî 
                                                        para] da vakf olunur. 
                                                        Hacm ile ve vezn ile 
                                                        ölçülen herşey de 
                                                        böyledir. Tabut, 
                                                        teneşir, tabut örtüsü, 
                                                        Kur’ân-ı kerîm ve başka 
                                                        kitâblar gibi âdet olan 
                                                        vakflar da böyledir. 
                                                        Hacm ile, vezn ile 
                                                        ölçülen eşyâ satılıp, 
                                                        bedelleri ve vakf 
                                                        paraları fakîrlere ödünc 
                                                        verilir ve mudârebe yolu 
                                                        ile sermâye olarak 
                                                        tüccâra verilerek kâra 
                                                        ortak olunur. Vakfın 
                                                        hissesine düşen kârları, 
                                                        fukarâya sadaka olarak 
                                                        dağıtılır. Vakf olunan 
                                                        paranın misli, hep 
                                                        vakfın emrinde kalması 
                                                        lâzımdır. Bununla birşey 
                                                        satın alınamaz ve bir 
                                                        borc ödenemez. 
                                                        Buğdaylar, fakîr olan 
                                                        köylüye tohumluk ödünc 
                                                        verilip, yeni mahsûlden 
                                                        ödenmek şartı ile vakf 
                                                        olunur. Sütü fakîrlere 
                                                        verilmek üzere inek vakf 
                                                        olunur. Ev eşyâsı gibi 
                                                        vakfı âdet olmıyan 
                                                        şeyleri vakf câiz 
                                                        değildir. Vakfın 
                                                        gelirinden, önce ta’mîr, 
                                                        sonra hizmet edenlerin 
                                                        ve nâzırın ücretleri 
                                                        ödenir. 
                                                        
                                                        
                                                        İbni Âbidîn diyor ki, (Vakf, 
                                                        mükellef kimsenin, kendi 
                                                        mülkü olan ma’lûm 
                                                        mütekavvim malının 
                                                        menfe’atini, bir şarta 
                                                        bağlamadan, müslim veyâ 
                                                        zimmî, bütün veyâ belli 
                                                        fakîrlere terk 
                                                        etmesidir. İmâmeyne 
                                                        göre, vakf edilen mal, 
                                                        vakf edenin mülkünden 
                                                        çıkar. Vakf, ibâdet 
                                                        değil, kurbetdir. Sevâb 
                                                        kazanmak niyyeti ile 
                                                        yapılan mubâhlara (Kurbet) 
                                                        denir. Vakf edilen 
                                                        maldan yalnız veyâ en 
                                                        sonra bir mescidin veyâ 
                                                        fakîrlerin 
                                                        fâidelenmesini bildirmek 
                                                        şartdır. Âdete göre 
                                                        zenginler de istifâde 
                                                        edebilir. Malını vakf 
                                                        eden kimse, bunu hâkime 
                                                        tescîl etdirdikden yâhud 
                                                        mütevellîye teslîm 
                                                        etdikden sonra, 
                                                        vazgeçemez. Öldükden 
                                                        sonra vakf olmasını 
                                                        söyleyince, bırakacağı 
                                                        malın üçde birinden 
                                                        verilmesini vasıyyet 
                                                        etmiş olup vazgeçmesi 
                                                        câiz olur. Vakf 
                                                        binâların ta’mîrleri, 
                                                        içinde parasız oturmağa 
                                                        hakkı olanların malları 
                                                        ile yapılır. 
                                                        Yapamazlarsa, hâkim 
                                                        bunları çıkarıp, kirâya 
                                                        verip, ücretleri ile 
                                                        ta’mîr etdirip, sonra 
                                                        bunlara teslîm eder. 
                                                        Kirâcı bulunmazsa, hâkim 
                                                        tarafından (İstibdâl) 
                                                        olunur. Ya’nî, harâb 
                                                        binâyı satıp, semeni ile 
                                                        başkasını alıp, 
                                                        mütevellîye teslîm eder. 
                                                        Başkasını satın 
                                                        alamazsa, semenini 
                                                        fukarâya dağıtır. Mürted, 
                                                        müslimân olunca, mürted 
                                                        iken yapdığı vakf sahîh 
                                                        olur. Müslimân, mürted 
                                                        olunca, önce yapmış 
                                                        olduğu vakf bâtıl olup 
                                                        vârislerinin olur. 
                                                        Zimmîlerin de, müslimân 
                                                        veyâ zimmî fakîrler için 
                                                        vakf yapması câizdir. 
                                                        Kilise için ve harbî 
                                                        fakîrler için, zimmînin 
                                                        de vakf yapması câiz 
                                                        değildir. Vakf eden 
                                                        kimse, bir 
                                                        (Mütevellî) ta’yîn 
                                                        edip, malı buna teslîm 
                                                        eder. Vakf ebedî olmak 
                                                        lâzımdır. Bir dahâ geri 
                                                        alamaz. Osmânlı 
                                                        türklerinde altın, gümüş 
                                                        para vakfı âdet olduğu 
                                                        için, câiz olmakdadır. 
                                                        Birçok işlerde âdet, 
                                                        nass gibidir). Görülüyor 
                                                        ki, bir işin nasıl 
                                                        yapılacağı nass ile 
                                                        bildirilmemiş ise, 
                                                        müctehidlerin 
                                                        ictihâdları ile yapılır. 
                                                        Bir iş üzerinde çeşidli 
                                                        ictihâdlar varsa, müftî 
                                                        efendi, bunlar arasında, 
                                                        zemâna ve âdete uygun ve 
                                                        elverişli olanını seçer. 
                                                        Zemâna, âdete uymak, bu 
                                                        demekdir. Yoksa, 
                                                        zındıkların söyledikleri 
                                                        gibi, islâmiyyetin 
                                                        emrlerini değişdirmek, 
                                                        ibâdetleri bırakarak, 
                                                        harâmları işlemek demek 
                                                        değildir. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (Fetâvâ-i Hayriyye)de 
                                                        diyor ki, (Vakfın nâzırı 
                                                        veyâ herhangi 
                                                        vazîfelisi, suç 
                                                        işlemedikce azl 
                                                        olunamazlar. Vakfı 
                                                        kirâya vermek, 
                                                        mütevellînin 
                                                        vazîfesidir. Hâkim, vâlî 
                                                        karışamaz. Bir vakfın, 
                                                        bir nâzırı ve bir 
                                                        mütevellîsi olsa, 
                                                        mütevellî nâzırın haberi 
                                                        olmadan birşey yapamaz. 
                                                        Kayyım, mütevellî ve 
                                                        nâzır aynı hakka 
                                                        mâlikdirler. Bir kimse 
                                                        bir çadırı veyâ vagonu 
                                                        mescid yapsa, muhtelif 
                                                        yerlere götürülüp, 
                                                        içinde nemâz kılınsa, 
                                                        böyle mescid olmaz. 
                                                        Mescidin yeri 
                                                        değişdirilemez. Nakl 
                                                        olunan şeyin vakfı, âdet 
                                                        olmadıkca câiz değildir. 
                                                        Fekat bunu yapana sevâb 
                                                        vardır. Mâni’ 
                                                        olmamalıdır. Vâkıfın 
                                                        ta’yîn etdiği kimse 
                                                        nâzır ve mütevellî olur. 
                                                        Nâzır ve mütevellî 
                                                        vâkıfdan sonra ölürse, 
                                                        bunların vasıyyet etdiği 
                                                        olur. Bunlar yoksa, kâdî, 
                                                        ya’nî hâkim bir 
                                                        mütevellî ta’yîn eder. 
                                                        Bu ta’yînde, vâkıfın 
                                                        evlâd ve yakınlarından 
                                                        ehl olanların tercîh 
                                                        hakları vardır. Vakfın 
                                                        mütevellîsi emr eder, 
                                                        idâre eder. Akd yapar. 
                                                        Alışveriş yapar. Kâtib 
                                                        de, bunları yazar. 
                                                        Deftere geçirir. 
                                                        Mütevellî, yapacağını 
                                                        kâtibe sormaz. 
                                                        Yapdıklarını bildirir. 
                                                        Harâb olup istifâde 
                                                        edilemiyen bir vakfı, 
                                                        bundan dahâ fâideli olan 
                                                        başka bir mal ile veyâ 
                                                        altın, gümüş ile 
                                                        değişdirmek câizdir ve 
                                                        bunu ancak kâdî yapar. 
                                                        Hâkim-i şer’in, 
                                                        islâmiyyete uygun hükmü 
                                                        değişdirilemez. Çeşidli 
                                                        ictihâd yapılmış olan 
                                                        şeylerde, kâdînin ya’nî 
                                                        hâkimin hükmü, 
                                                        ihtilâfları ortadan 
                                                        kaldırır). 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (Behcet-ül fetâvâ) 
                                                        sâhibi “rahmetullahi 
                                                        teâlâ aleyh” diyor ki, 
                                                        (Gelirinin sarf 
                                                        edileceği cihetleri 
                                                        belli olan vakf paradan 
                                                        hâsıl olan gelirin bir 
                                                        kısmı bu cihetlere 
                                                        verilip, bir kısmı da 
                                                        mütevellîde kalsa, bu 
                                                        para, aynı vâkıfın olsa 
                                                        bile, başka bir vakf 
                                                        câmi’in ihtiyâclarına 
                                                        sarf edilemez). 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (Fetâvâ-i Feyziyye)de 
                                                        diyor ki, (Bir kimse, 
                                                        sıhhatde iken evini vakf 
                                                        ve zevcesinin 
                                                        oturmasını, o vefât 
                                                        edince, kirâsının 
                                                        Medîne-i münevvere 
                                                        fukarâsına verilmesini 
                                                        şart etse, mütevellîye 
                                                        teslîm edip mahkemede 
                                                        tescîl etdirdikden sonra 
                                                        ölse, vârisleri bu vakfı 
                                                        bozamazlar. Bir kimse 
                                                        evini vakf edip, bunun 
                                                        satılarak parasının 
                                                        fakîrlere dağıtılmasını 
                                                        şart etse, böyle vakf 
                                                        câiz olmaz, bâtıl olur. 
                                                        Çünki, vakf malı satmak 
                                                        sahîh değildir. Mülkümü 
                                                        vakf etdim diyen kimse, 
                                                        tescîl etdirmeden önce 
                                                        vazgeçebilir. Tescîl 
                                                        etdirdikden sonra 
                                                        vazgeçemez. Bir kimse, 
                                                        birisinde olan alacağını 
                                                        bir cihete, [ya’nî bir 
                                                        yere] vakf etse, parayı 
                                                        alamadan önce ölse, 
                                                        vârisleri bu vakfı 
                                                        bozabilirler. Bir kimse, 
                                                        evini vakf edip kirâya 
                                                        verilmesini ve 
                                                        kirâsının, oğullarından 
                                                        yalnız Ahmede 
                                                        verilmesini şart etse, 
                                                        diğer çocuklarına birşey 
                                                        verilmez. Bir kimse, 
                                                        mütevellîsi bulunduğu 
                                                        vakf paranın bir kısmını 
                                                        tüccâra, esnâfa mudârebe 
                                                        ve sermâye olarak verip, 
                                                        birkaç sene bunlardan 
                                                        yalnız kârları alıp 
                                                        vakfın masraflarına harc 
                                                        etse, sonra yerine 
                                                        başkası mütevellî olsa, 
                                                        tüccârlar iflâs veyâ 
                                                        firâr etseler, yeni 
                                                        mütevellî, eskisine 
                                                        sermâyeleri tazmîn 
                                                        etdiremez. Vakf paranın 
                                                        mütevellîsi, bunları 
                                                        tüccârlara mu’âmele ile 
                                                        ödünc verse, sonra azl 
                                                        olsa, yeni gelen 
                                                        mütevellî bu paraları 
                                                        geri isteyince, buna 
                                                        vermeğe mecbûrdurlar. 
                                                        Rehn alarak mu’âmele ile 
                                                        ödünc vermesi şart 
                                                        edilmiş olan vakf 
                                                        parayı, mütevellîsi, 
                                                        rehnsiz ödünc verip, 
                                                        ödünc alan, iflâs ederek 
                                                        ölse, para geri 
                                                        alınmasa, bunu mütevellî 
                                                        öder. Bunun gibi, vekîl 
                                                        sâhibinin bildirdiği 
                                                        şarta uymıyarak zarara 
                                                        sebeb olursa, bu zararı 
                                                        tazmîn eder. Mütevellî, 
                                                        imâm-ı Ebû Yûsüfe göre 
                                                        “rahmetullahi teâlâ 
                                                        aleyh”, vakf sâhibinin 
                                                        vekîlidir. İmâm-ı 
                                                        Muhammede göre 
                                                        “rahmetullahi teâlâ 
                                                        aleyh”, fakîrlerin 
                                                        vekîlidir. Belli bir 
                                                        yerde saklanması şart 
                                                        edilmiş olmıyan vakf 
                                                        para, mütevellînin 
                                                        evinde yangında zâyı’ 
                                                        olsa, mütevellî ödemez. 
                                                        Bir vakf dükkânı, 
                                                        mütevellî, ecr-i misli 
                                                        ile kirâya verirken, 
                                                        kirâcıdan câize olarak, 
                                                        ya’nî hava parası da 
                                                        alsa, kirâcı bu câize 
                                                        parayı geri alabilir. 
                                                        Vakf parayı, eşkıyâ, 
                                                        mütevellîden zor ile 
                                                        alsa, mütevellî tazmîn 
                                                        etmez. Vedî’a olan eşyâ 
                                                        da böyledir. Mütevellî, 
                                                        vakfın kirâsını almak 
                                                        için birini vekîl etse, 
                                                        vekîl aldığı kirâyı 
                                                        kendi ihtiyâclarına sarf 
                                                        etse, bunu mütevellî 
                                                        değil, bu vekîl tazmîn 
                                                        eder. Kâdî, vakfda şart 
                                                        edilmiş olmıyan bir 
                                                        vazîfe ihdâs edemez. 
                                                        Meselâ, vakf câmi’de bir 
                                                        müezzin varken, ikinci 
                                                        müezzin berâtı veremez. 
                                                        Zeyd, bir vakfa birkaç 
                                                        sene mütevellî olup, 
                                                        kâdî o senelerin 
                                                        hesâblarını tedkîk ile 
                                                        kabûl ve tasdîk eylese, 
                                                        câiz olur. Şübhe eden 
                                                        olursa, cevâb taleb 
                                                        eder. Bir vakfın nâzırı, 
                                                        bunun tevliyetini de 
                                                        kendi üzerine alamaz. 
                                                        Vakf sâhibinin ta’yîn 
                                                        etdiği mütevellî, 
                                                        nâzırın bilgisi altında, 
                                                        vakfı idâre eder). 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (İbni Âbidîn)de 
                                                        diyor ki: (Şart-ı vâkıf, 
                                                        nass-ı şâri’ gibidir 
                                                        sözü meşhûrdur. Bu söz, 
                                                        kâdî, vâkıfın şartlarına 
                                                        uymıyan hükm veremez, 
                                                        herkesin bu şartlara 
                                                        uyması lâzımdır demekdir. 
                                                        Yalnız, yedi şart 
                                                        müstesnâdır. Bu yedi 
                                                        şartı kâdî 
                                                        değişdirebilir. Meselâ, 
                                                        hiyânet eden mütevellîyi 
                                                        ve nâzırı azl etmesi 
                                                        vâcib olur). 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (Dürr-üs-sukûk)de 
                                                        diyor ki, (Selânikde 
                                                        Abdürrahmân beğ, 
                                                        meclis-i şer’ı şerîfde, 
                                                        beşyüz kuruş vakf edip, 
                                                        bunu mütevellî ta’yîn 
                                                        etdiği Muhammed ağaya 
                                                        teslîm etdi. Şöyle şart 
                                                        ile ki, bu para her 
                                                        sene, onu onbirbuçuk 
                                                        kuruş olarak mütevellî 
                                                        tarafından muâmele yolu 
                                                        ile ödünc verilerek 
                                                        üretilecek, her sene 
                                                        hâsıl olan gelirden her 
                                                        gün onbeş akça sebîlciye 
                                                        verilip su dağıtılacak, 
                                                        her gün iki akça 
                                                        verilerek sebîlin su 
                                                        yolları ta’mîr edilecek. 
                                                        Mütevellîye hergün iki 
                                                        akça verilecek. Selânik 
                                                        müftîsi Mustafâ efendi, 
                                                        bu vakfa nâzır olup, her 
                                                        gün kendisine bir akça 
                                                        verilecek. Bu vakfın her 
                                                        sene teftîş olunacak 
                                                        muhâsebesini tutmak 
                                                        için, bir akça yevmiye 
                                                        ile muhâsebeci 
                                                        tutulacak. Muhammed ağa 
                                                        vefât edince, Selânik 
                                                        müftîleri tarafından 
                                                        seçilen dindâr, sâlih ve 
                                                        bu işe muktedir bir 
                                                        mütevellî bu vakfı idâre 
                                                        edecekdir. Yıllardan 
                                                        sonra bu şartlar 
                                                        yapılamazsa, vakf 
                                                        paranın hepsi fukarâya 
                                                        dağıtılacakdır. 
                                                        Mütevellî Muhammed ağa, 
                                                        tevliyeti kabûl ve 
                                                        beşyüz kuruşu teslîm 
                                                        alınca, vakf sâhibi, 
                                                        para vakfının üç imâma 
                                                        göre câiz olmadığını, 
                                                        vakfın red edilmesini 
                                                        istedi. Mütevellî ise, 
                                                        para vakfının, âdet olan 
                                                        yerlerde, imâm-ı 
                                                        Muhammede ve Züfere göre 
                                                        câiz olduğunu 
                                                        bildirerek, parayı 
                                                        vermek istemedi. Kâdî, 
                                                        vakfın sıhhatine ve 
                                                        tescîl edilmesine karâr 
                                                        verdi. Mahkeme hükmü 
                                                        ile, bu vakf sahîh oldu. 
                                                        
                                                        
                                                        Kayserinin Kermir 
                                                        köyünde, Devlet-i aliyye 
                                                        tebe’asının rum 
                                                        milletinden ve tüccârdan 
                                                        Aleksan, meclis-i şer’ı 
                                                        şerîfde der ki, 
                                                        Kayserîli merhûm 
                                                        hazînedâr Alî ağa 
                                                        vakfının berât ile 
                                                        mütevellîsi Ahmed 
                                                        efendi, bu vakf paradan 
                                                        bana beşbin kuruş ödünc 
                                                        verdi. Ben de bu parayı 
                                                        teslîm alıp kullandım. 
                                                        Bu beşbin kuruş ve bu 
                                                        vakfın malı olup Ahmed 
                                                        efendiden bir sene sonra 
                                                        ödemek üzere satın 
                                                        aldığım bir ceb sâatinin 
                                                        semeni olan yediyüzelli 
                                                        kuruş ki, cem’an 
                                                        beşbinyediyüzelli kuruş, 
                                                        bu vakf için Ahmed 
                                                        efendiye borcumdur 
                                                        dedikde, mütevellî Ahmed 
                                                        efendi ve aşağıda 
                                                        ismleri yazılı şâhidler 
                                                        ikrâr etdiler ve 
                                                        kefîller mal ile kefîl 
                                                        ve zâmin olup, 
                                                        birbirlerinin zimmetine 
                                                        kefîl olduklarını 
                                                        bildirdiler. Tasdîk ve 
                                                        tescîl olundu). 
                                                        
                                                        
                                                        Vakf hakkında buraya 
                                                        kadar bildirilenler 
                                                        gösteriyor ki, fâiz ile 
                                                        çalışan zararlı bankalar 
                                                        yerine, para, mal, mülk 
                                                        vakfları kurmak 
                                                        mümkindir. Böylece, din 
                                                        ve dünyâ zararları 
                                                        önlenebilecek, millete 
                                                        ve devlete çok fâideli 
                                                        olacakdır. 
                                                        
                                                        
                                                        Bankalar ba’zan 
                                                        milyonlarca lira 
                                                        ikrâmiyye dağıtıyorlar. 
                                                        Bunu bankaya fâiz ile 
                                                        para yatıranlar arasında 
                                                        kur’a çekerek, 
                                                        kazananlara veriyorlar. 
                                                        Hâlbuki, yılda yüzde 
                                                        onbeşe kadar mu’âmele 
                                                        ile ödünc vermenin câiz 
                                                        olduğunu onikinci 
                                                        maddede bildirmişdik. 
                                                        Bunun için, bankalar 
                                                        fâiz ödemeyip ve 
                                                        ikrâmiyye vermeyip, bu 
                                                        paralar ile, para 
                                                        yatıranlardan ucuz olan 
                                                        bir malı, yüksek fiyât 
                                                        ile satın alarak, 
                                                        bunlara fâiz yerine bu 
                                                        malın bedelini ödeseler 
                                                        ve bankadan ödünc para 
                                                        alanlara ucuz malı, 
                                                        meselâ verdikleri 
                                                        makbûzu, satarak, 
                                                        bunlardan fâiz yerine bu 
                                                        malın bedelini alsalar, 
                                                        böylece fâiz adı ile 
                                                        alıp verdikleri 
                                                        paraları, bu malların 
                                                        semenleri olarak alıp 
                                                        verseler, hem 
                                                        kendilerini, hem de 
                                                        milleti fâiz ve kumar 
                                                        günâhlarından 
                                                        kurtarırlar. 
                                                        
                                                        
                                                        Ticâretde ve bilhâssa 
                                                        sanâyı’de, nakl 
                                                        vâsıtalarında kullanılan 
                                                        büyük sermâyelere, 
                                                        oralarda veyâ başka 
                                                        yerlerde çalışan herkes 
                                                        ortak edilirse, böylece 
                                                        kâra ortak olurlarsa, 
                                                        herkes parasını 
                                                        şirketlere yatırır. 
                                                        Bankalar fâizle para 
                                                        alamaz olur. Milleti 
                                                        sömüremez olur. 
                                                        İslâmiyyetin emr etdiği 
                                                        gibi çalışmağa mecbûr 
                                                        olurlar. Köylüyü, 
                                                        altından kalkılmaz fâiz 
                                                        borclarına, felâkete, 
                                                        tenbelliğe sürükliyen ve 
                                                        birkaç kişinin menfe’ati 
                                                        için kurulmuş olan bir 
                                                        bankayı, Allahü teâlânın 
                                                        emrlerine uygun, 
                                                        tüccârlara, san’at 
                                                        adamlarına, fabrikalara 
                                                        sermâye vererek ortak 
                                                        olan, binâ, te’sîsler 
                                                        yapıp satan, her 
                                                        cihetden verimli, 
                                                        fâideli islâm bankası 
                                                        şekline sokmak, pek 
                                                        mümkin ve çok kolaydır. 
                                                        Bankaların, böylece, 
                                                        milletlerin refâh ve 
                                                        se’âdetine, 
                                                        memleketlerin 
                                                        kalkınmasına çok hizmet 
                                                        edeceği muhakkakdır.  |