19 -
İSLÂMİYYETDE FÂİZ, BANKA
VE VAKF
Satışdaki ve ödünc
vermekdeki fâiz için,
Ömer Nesefînin
“rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Erba’în-i
Selmânî) kitâbındaki
otuzüç misâli aşağıya
yazıyoruz:
1 - Kile ile satılan
birşey, kendi cinsine
[meselâ buğdayı buğdaya]
peşin satılırken,
birinin hacmi ziyâde
olursa, fâiz olur.
2 - Hacmleri müsâvî,
fekat biri veresiye [ya’nî
söz kesilen yerden
ayrılıncıya kadar
te’ayyün etmez] ise,
yine fâiz olur.
3 - Dartarak satılan
birşey, kendi cinsine
[meselâ beşibiryerdeyi,
altın liralar karşılığı]
peşin satılırken,
verilen ile alınanın
ağırlığı müsâvî olmazsa,
fâiz olur.
4 - Veznleri müsâvî,
fekat biri veresiye ise,
fâiz olur. Vezn veyâ
hacmleri müsâvî olmıyan
peşin satışda, fâizden
kurtulmak için, vezni
veyâ hacmi az olan malın
yanına, aynı cinsden
olmıyan, başka az birşey
de ilâve edip, iki şey
bir arada iken, pazarlık
etmelidir. Böylece
fâizden kurtulunur ise
de, ilâve edilen şeyin
kıymeti az ise, harâma
yakın mekrûh olur. O
şeyi, pazarlıkdan sonra
ilâve ederse câiz olmaz.
5 - Kile ile satılan
şeylerden, aynı cinsden
olmıyanlar, birbiri ile
[meselâ, arpayı buğdaya]
satılırken, hacmleri
aynı olsa da, veresiye
satmak, ribâ [ya’nî
fâiz] olup, hacmleri
farklı olsa da, her
ikisi peşin câizdir.
6 - Dartılarak satılan
şeylerden aynı cinsden
olmıyanlar, birbiri ile
[altın, gümüş ile]
satılırken, ağırlıkları
eşit olsa da, biri
veresiye olunca fâiz
olur. Ağırlıkları farklı
olsa da, ikisi peşin
[eline teslîm etmek]
câiz olur. Altınlı ve
gümüşlü eşyâyı, birbiri
karşılığı veresiye
satmak fâiz olur.
7 - Vezn ile ve kile ile
ölçülen ve ölçülmeyen
herşey, kendi cinsi ile,
veresiye satılınca,
mikdârı aynı olsa da,
fâiz olur.
8 - Kile ile veyâ vezn
ile ölçülen birşeyi,
kendi cinsi karşılığı,
ölçmeden topdan satmak
fâiz olur. Mikdârları
müsâvî ise de, fâiz
olur. Çünki, böyle
şeylerin satışında, söz
kesilirken, ölçülerek,
mikdârlarının aynı
olduğunu bilmek, bey’in
sahîh olması için,
şartdır.
9 - Birkaç kimse
arasında müşterek olan,
kile veyâ vezn ile
ölçülen bir malı,
ölçmeden paylaşmak fâiz
olur. [Çünki, üçüncü
kısm, yirminci maddede
bildirildiği gibi
herbiri, kendi payında
bulunan diğerinin
mülkünü, diğerinde kalan
kendi mülkü ile
değişdirmiş olur. Ya’nî
bunları birbirlerine
ölçmeden satmış olurlar.
Herbiri diğerlerine bir
defter, ikincisi bir
mendil gibi şeyler de
verip halâllaşmalıdırlar.]
10 - Hacm ile veyâ vezn
ile ölçülen bir malı,
ölçmeden ödünc vermek ve
almak fâiz olur.
11 - Başakdaki buğdayı,
buğday ile, müsâvî
mikdârda dahî satmak
fâiz olur.
12 - Başakdaki buğdayı,
başakdaki buğdaya aynı
mikdârda dahî satmak
fâiz olur. Çünki,
buğdayları başaksız
ölçmek lâzımdır.
13 - Ağaçdaki meyveyi,
kopmuş aynı meyveye
satmak fâiz olur.
14 - Ağaçdaki meyveyi,
ağaçdaki aynı meyve ile
satmak fâiz olur.
15 - Buğdayı, buğday
ununa ve kavrulmuş
buğdaya, aynı hacmde
dahî satmak fâiz olur.
Çünki, buğdaydan, aynı
hacmde un hâsıl olmaz.
16 - Unu ve buğdayı,
ekmeğe satmak fâiz
olmaz. Çünki ekmek,
başka cinsden olmuşdur
ve sayı ile ölçülür.
17 - Menşe’leri veyâ
kullanış yerleri aynı
olmıyan veyâ insanlar
tarafından sıfatları
değişdirilen şeyler,
aynı cinsden değildir.
Meselâ hurma sirkesi ile
üzüm sirkesi ve koyun
eti ile sığır eti ve
sütleri ve koyun yünü
ile keçi kılı ve buğday
ile ekmek aynı cinsden
değildirler. Keçi ve
koyun eti ve sütleri,
fâiz bakımından aynı
cinsdendir.
18 - İmâm-ı Muhammede
göre, ekmeği aded ile ve
vezn ile ödünc vermek
fâiz olmaz. İmâm-ı Ebû
Yûsüfe göre yalnız dartı
ile fâiz olmaz.
19 - Susam, zeytin, cevz
gibi, yağ çıkarılan
cismler, kendi yağları
ile satıldığı zemân,
yağ, cismdeki yağ
mikdârından ziyâde ise
câizdir ve yağın aynı
mikdârı yağ karşılığı
olup, ziyâdesi posa
karşılığı olur. Ziyâde
değilse, az veyâ müsâvî
ise veyâ belli değilse
fâiz olur.
20 - Üzümü, şırası
karşılığı ve koyunu yünü
karşılığı ve meyveli
ağacı aynı meyve
karşılığı ve ekilmiş
toprağı, çıplak toprak
karşılığı ve başakda
yetişmiş buğdayı,
yetişmemiş buğday
karşılığı, taşlı küpeyi
taşsız küpe karşılığı,
altınlı kılıncı veyâ
kemeri altınsız aynı
kılınc ve kemer
karşılığı ve kabuklu
pirinci kabuksuz pirinc
ile satmak da, müsâvî
veyâ az ise fâiz olur.
21 - Bir malı, kendisi
veyâ vekîli, meselâ on
liraya satıp, müşterîye
teslîm etdikden sonra,
parayı teslîm almadan,
malı müşterîden, meselâ
dokuz liraya geri satın
almak fâiz olur. Parayı
temâm alınca, satın
alabilir. Bir malı
satdıkdan sonra,
parasının hepsini temâm
teslîm almadan, o mal
ile birlikde başka
birşeyi, aynı fiyâtla
geri satın almak fâiz
olur. Çünki, aynı
fiyâtın bir kısmı, o
başka şey için olup, o
malı dahâ ucuza almış
olur ve fâiz olur. O
başka şeyi alması ise
câizdir.
22 - Bir malı, meselâ
iki ay sonra teslîm
etmek üzere satdıkdan
sonra, noksân olarak,
dahâ önce vermeği
karârlaşdırmak fâiz
olur.
23 - İki kişi, birer
çuval buğdayı, hacmini
ölçmeden, karışdırıp un
yapdırdıkdan sonra, unu
ikiye taksîm etmeği
karârlaşdırmak fâiz
olur.
24 - Unları karışdırıp,
ekmek yaparak ekmeği
ikiye bölmek de fâiz
olur. Unların hacmini
önceden ölçmek lâzım
idi.
25 - Cevzleri veyâ
bâdemleri yâhud
zeytinleri ölçmeden
karışdırıp, yağ
çıkardıkdan sonra yağı
taksîm etmek de fâiz
olur.
26 - İki kişinin
müşterek bir ineği olsa,
sütü birgün senin,
birgün benim diye taksîm
etseler, fâiz olur.
27 - İki kişi, meselâ
bir öküz veyâ bir at
veyâ bir otomobil veyâ
bir dükkân veyâ
tarlalarını veyâ
tezgâhlarını, herbiri
kullanmak üzere,
mu’ayyen bir zemân için
değişseler fâiz olur.
28 - İçinde oturmak
şartı ile bir evi, ekmek
şartı ile tarlayı, kendi
kullanmak şartı ile bir
otomobili borcludan rehn
istemek fâiz olur. Çünki,
rehn alınırken, bunu
kullanmağı şart etmek,
rehnde fâiz olur.
29 - Birşeyi ucuz satın
almak veyâ ona pahâlı
satmak şartı ile ödünc
vermek fâiz olur.
30 - Mahsûlün yarıdan
fazlasına ortak olmak
şartı ile, köylüye para
veyâ tohm veyâ toprak
verip onu çalışdırmak
veyâ ona ödünc vererek
tarlasını alıp işletip,
mahsûlün yarıdan azını
ona bırakmak fâiz olur.
Çünki, kirâ mikdârının
belli olması ve ödünc
verilen malın aynı
mikdârda benzerinin
ödenmesi lâzımdır.
31 - Az ücretle
çalışdırmak, ondan
hediyye almak, ziyâfet
istemek üzere ödünc
vermek fâiz olur.
32 - Birşeyi, aldatarak
pahâlı satmak veyâ ucuz
almak da fâiz olur. [Gaben-i
fâhişe bakınız!].
33 - Satılan şeyin
aybını ve satın alınan
şeyin kıymetini
gizleyerek aldatmak fâiz
olur.
34 - Libya büyük müftîsi
şeyh Tâhir-uz-Zâvî,
fetvâsında diyor ki: (Hükûmet,
me’mûrlara ödünc mesken
parası vererek, yüzde
dört fazlası ile
aylıklarından kesiyor.
Bu, % 4 fazla aldığı,
fâiz olur. Harâm olur.
Müslimân olan hükûmetin
bunu alması,
vatandaşların da
vermeleri harâmdır. Bu
ödünc paranın, fâizsiz
olarak, Allah rızâsı
için verilmesi
lâzımdır). Bu fetvâ,
Libyada çıkan 1973 Nisan
târîhli (Hedy-ül-islâmî)
mecmû’ası sonunda
yazılıdır. Yâhud,
oturacak evi olmıyan,
mesken parası almak
için, bütün mu’âmeleleri
yapdıkdan sonra, parayı
alırken (Vekîliniz
olarak, bu para ile ev
yapdırmağı kabûl etdim)
demeli. Parayı veren
(Ben de kabûl etdim)
demeli. Tapuyu alırken
(Her ay ...... lira
ödemek üzere ......
liraya bu evi satın
aldım) demeli. Tapuyu
veren de (Bu evi sana
satdım) demelidir.
Böylece halâl olur.
(Dâr-ül-harb)de,
ya’nî ahkâm-ı
islâmiyyenin tatbîk
edilmediği İtalya,
Fransa gibi putlara
tapınılan yerlerde,
müslimânın, kâfirlere
ödünc vererek, onlardan
fâiz almasının câiz
olduğu bütün kitâblarda,
fâiz bahsinin sonunda
yazılıdır. Meselâ:
İbni Âbidîn diyor ki,
(Dâr-ül-harbde,
kâfirlerin mallarını
fâiz, kumar, fâsid bey’
ile almak halâldir. Bu
yollarla müslimânın
zarar etmesi halâl
değildir).
(Mültekâ)
kitâbında, (İmâm-ı a’zam
ile imâm-ı Muhammed
“rahmetullahi teâlâ
aleyhimâ” buyurdu ki,
Dâr-ül-harbde, müslimân
ile kâfir arasında fâiz
olmaz). (Mecmâ’ul-enhür)de
diyor ki, (Hadîs-i
şerîfde, (Dâr-ül-harbde,
müslimân ile kâfir
arasında fâiz yokdur)
buyuruldu. Orada,
onların malını almak
mubâhdır. Gönül rızâsı
ile, gadr yapmadan almak
câizdir. Diğer üç
mezhebde hiç câiz
değildir).
(Dürer ve Gurer)
kitâbında da bu hadîs-i
şerîf yazılarak, Dâr-ül-harbde
bir müslimânın fâiz ile
ve fâsid bey’ ile
[meselâ ikrâmiyyeli,
piyangolu satış yaparak]
kâfirden ve orada
müslimân olandan mal
çekmesi câizdir. Çünki,
onların malını rızâları
ile almak mubâhdır
diyor. Fekat, mallarına
saldırmak, zorla almak
câiz değildir diyor.
Şernblâlî, bunu
açıklarken, (Kumar ile
alması da câizdir)
diyor. (Kudûrî),
(Cevhere), (Vikâye), (Dürr-ül-muhtâr)
ve (Redd-ül-muhtâr)da
ve (Fetâvâyı Hindiyye)de
de böyle yazılıdır.
(Dâr-ül-harb)de
bulunan müslimânların
birbirleri ile ve zimmî
kâfir ile yapdıkları
sözleşmelerin ahkâm-ı
islâmiyyeye uygun olması
lâzımdır.
Kâdîzâde, (Feth-ul-kadîr)
tekmilesinde
yukarıdaki hadîs-i
şerîfi açıklarken diyor
ki: (Hicretden önce
Kureyş müşrikleri, ehl-i
kitâb olan rumların acem
kâfirlerine
yenilmelerine
sevinmişlerdi. Rum
sûresi nâzil olup,
acemlerin az zemân sonra
yenilecekleri
bildirilince, Ebû Bekr-i
Sıddîk, Kureyş kâfirleri
ile sözleşme yapdı.
Acemler yenildi. Ebû
Bekr-i Sıddîk da
sözleşilen develeri
Kureyş kâfirlerinden
aldı. Bu sözleşme kumar
idi. Mekke şehri de,
müşrik memleketi idi.
Resûlullah, bu kumar
sözleşmesine ve şart
edilen develerin
kâfirlerden alınmasına
izn verdi).
Bütün bunlardan
anlaşılıyor ki, Dâr-ül-harbde
ya’nî Avrupada,
Amerikada, kâfirlerin
kurduğu ve yalnız
kâfirlerden fâiz alan
bir bankaya para yatıran
bir mü’minin, bu paranın
fâizini bankadan alarak
ihtiyâclarına harc
etmesi halâldir. Bankaya
para yatıran bir kimse,
banka ile ortaklaşa,
parasını fâiz ile
işletmeğe vermiş oluyor.
Bu bankadan ödünc para
alıp fâiz verenlerin
hepsi müslimân veyâ
zimmî ise, bankaya
yatırılan paranın
fâizini almak harâm
olur. Bankadan para alıp
fâiz verenler, müslimân
ve harbî kâfir karışık
ise, o bankadan alınan
fâiz ve hizmet karşılığı
alınan ma’âş mekrûh
olur. Müslimân veyâ
zimmî müşterîsi çok ise,
harâma yakın, harbî
kâfir müşterîsi çok ise,
halâle yakın mekrûh
olur. Meşîhat-i
islâmiyyenin İstanbulda
çıkardığı (Ceride-i
ilmiyye) kitâbının
29 Şubat 1336 ve 9
Cemâzil-uhrâ 1338 târîh
ve ellibeşinci sayısının
binyediyüzkırkdördüncü
sahîfesinde yazılı
fetvâda da, (Dâr-ül-harbde
kâfir bankasına para
yatırıp, bankadan fâiz
almak, şer’an halâl
olur) buyurulmuşdur.
Bankada çalışarak ma’âş
almak da, böyledir.
Hiçbir memleketde,
hiçbir kimseden ve
bankadan ve
kooperatifden, zarûret
olmadıkca, hiçbir sebeb
ile ödünc para alıp fâiz
ödemek câiz değildir.
Zarûret başkadır,
ihtiyâc başkadır.
Zarûret, kendinin veyâ
nafakası lâzım olanların
aç, susuz, çıplak veyâ
sokakda kalarak hasta
olması demekdir. Zarûret
olunca, ya’nî ölümden
veyâ hastalıkla, bir
uzvun yok olmasından
korku olunca, halâl
yollardan, fâizsiz
olarak, zarûretin
giderilmesine çalışılır.
Halâl yol bulunamazsa,
fâizle ödünc alınıp,
bununla zarûret
giderilir ise de, sonra,
ihtiyâcdan fazla birşeye
para sarf etmeyip,
borcunu bir ân önce
ödiyerek fâizden
kurtulması farzdır. Kirâ
ile ev tutmak varken, ev
satın almak zarûret
değildir. Ticâret,
san’at için sermâye
bulmak da zarûret
değildir. Zarûret
hâlinde olana da fâiz
ile ödünc vermek
harâmdır [Eşbâh].
Harâmdan kurtulmak için,
buna mu’âmele ve îne
yolları ile ödünc
verilir, denilmişdir.
Böyle, farzı yapmamakdan
veyâ harâm işlemekden
kurtuluş yolu aramağa
(Hîle-i şer’ıyye)
denir.
Din câhilleri, gençleri
aldatmak için, burada da
yalan söylüyorlar.
İslâmiyyetde fâiz vermek
olmadığı için,
müslimânlar,
ecnebîlerden fâizle para
alıp, millî servetimiz
yabancılara gidiyordu
diyorlar. Hâlbuki,
müslimânlar, kimseden,
fâizle ödünc almazdı.
Bunun, zinâdan dahâ
kötü, büyük günâh
olduğunu bilirdi.
Müslimânlar,
birbirlerine, fâizsiz
ödünc verirlerdi.
Böylece, büyük şirketler
ve fabrikalar kurulurdu.
Kimse fâizle para almağa
mecbûr kalmaz ve
hâtırından bile
geçirmezdi. |