| 
 
04 -  
BEY’ VE ŞİRÂ 
Yukarıda yazılı dört çeşid 
bey’den herbiri altı dürlü olabilir: 
(1) - (Sahîh olan bey’):
Aslı ve sıfatı islâmiyyete uygun olan bey’ [satış]dir. 
(2) - (Bâtıl olan bey’):
Aslı da, sıfatı da islâmiyyete uygun olmıyan bey’dir. 
(3) - (Fâsid olan bey’):
Aslı islâmiyyete uygun, fekat sıfatı uygun değildir. 
(4) - (Mekrûh olan bey’):
Aslı ve sıfatı islâmiyyete uygun ise de, kendisine,  islâmiyyetin yasak 
etmiş olduğu birşey karışmış olan şatışdır. 
(5) - (Mevkûf bey’): 
Aslı ve sıfatı sahîh ise de, başkasının hakkı karışan bey’dir. 
(6) - (Vefâ ile satış):
Alıcı ve satıcının, satışdan vazgeçmek hakkı bulunan bey’dir. 
Bu satışları ayrı ayrı 
açıklıyalım: 
(1) - Sahîh bey’: Her 
çeşid bey’in sahîh olması için, alıcı ve satıcının aynı kimse olmaması, ya’nî 
bir kimsenin hem satıcıya, hem alıcıya vekîl olarak kendi kendine satış 
yapmaması, akllı olmaları, (Akd) yapılması, ya’nî birinin (Îcâb), 
ya’nî teklîf edip, karşısındakinin, onu, ayrılmadan önce (Kabûl) etmesi, 
ya’nî söz kesilmesi, mebî’in ve semenin mal olmaları ve mütekavvim olmaları 
lâzımdır. Mebî’in, bir felsin i’tibârî kıymetinden aşağı olmaması da lâzım 
olduğu, (Bahr-ür-râ’ık)da ve (Dürr-ül-muhtâr)da (Sarf)dan 
önce yazılıdır. 
Mutlak bey’in sahîh olması 
için, bu şartlardan başka, mebî’in dâimâ, semenin ise fâiz olduğu hâllerde 
ta’yîn edilmesi, pazarlık ederken hâzır olmayıp gösterilmiyen mebî’in ve semenin 
mikdârlarının söylenmesi, mebî’in mevcûd ve satanın mülkü ve müşterîye teslîmi 
mümkin olması ve semenin cinsinin belli olması lâzımdır. Her çeşid satışda, 
alıcı ve satıcının bâlig ve hür olmaları ve müslimân olmaları şart değildir. 
Semenin mevcûd olması ve mebî’in söz kesilen yerde hâzır olması şart değildir. 
Mebî’in ayn olması ve semenin ayn olmaması lâzımdır. Tarlanın sınırlarını 
bildirmek, mikdârı, ölçüsü demekdir. Bunlardan biri noksân olunca, bey’ sahîh 
olmaz ve harâm olur. 
Bey’ sahîh olunca, akd 
yapıldığı vakt, semen bâyı’in mülkü olur. Mebî’ de müşterînin mülkü olur. Mebî’ 
sözleşme zemânında bâyı’in mülkünde değilse, sonra satın alarak teslîm etse de, 
bey’ sahîh olmaz. Mülkünde bulunmayıp da, sonra teslîm edeceği mebî’i satmak 
için, (Selem) satışı yapmalı, yâhud sözleşme yapmayıp, semeni emânet 
almalı, satacağı mal eline geçince, pazarlık ve sözleşme yapmalıdır. 
(Berâât satışı) 
ve imâm ve hoca 
efendilerin evkâfdan alacakları malın satışı ve (Câmekiyye) satışı câiz 
değildir. (Berâât), zekât toplıyan âmillerin köylüden alacakları zekât ve 
uşr cinsini ve mikdârını gösteren senedlerdir. Bunlarda yazılı mal, mevcûd 
değildir. İmâm ve hoca efendiler, evkâfda mevcûd haklarını teslîm almadıkca, 
mâlik olmazlar. Ganîmet, Dâr-i islâma nakl edildikden sonra askerin hakkı olursa 
da, taksîm edilmeden önce mülk olmaz ve askerin bu hakkını, mülk olmadan önce 
satması câiz olmaz. Câmekiyye, hizmet karşılığı alacağı ücretin, ma’âşın çeki, 
bonosudur. Bunları teslîm almadan önce satmak, câiz değildir. Ücret, hak edilmiş 
ise de, kabz edilmemiş, mülk olmamışdır. [Hem mülk değildir. Hem de deyndir.] 
Deyni peşin olarak, borcludan başkasına satmak câiz değildir. Veresiye olarak, 
borcluya da satılamaz. 
İbni 
Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Görülmiyen mebî’de muhayyerlik)de diyor ki: 
(Söz kesilirken veyâ dahâ önce görülmiyen mebî’in satılması sahîh olur. 
Görülmiyen mebî’ bir cins ise ve hepsi bir yerde bulunuyorsa, [bunu ta’yîn 
etmekle, ya’nî] yerini bildirmekle bey’ câiz olur. Böylece mebî’in çok 
özellikleri tanınmış olur. Anlaşılamıyan ufak tefek yerleri de, (Muhayyer 
olmak)la düzeltilmekdedir). (Keşf-ü rümûz-i Gurer)de diyor ki: 
(Bey’in câiz olması için, mebî’in [ta’yîn edilmesi, ya’nî] kendisine veyâ 
bulunduğu yere işâret edilmesi lâzımdır. Mebî’in kendisine veyâ bulunduğu yere 
işâret edilmezse, bey’ sözbirliği ile câiz olmaz. O yerde, aynı ismde başka bir 
malın mebî’ ile birlikde bulunmaması lâzımdır). (Cevhere)de diyor ki: 
(Mutlak bey’de söz kesilirken, semenin cins ve mikdârının bildirilmesi ve 
mebî’in ta’yîn edilmesi lâzımdır. Bu ikisi yapılmazsa, yalnız îcâb ve kabûl ile 
bey’ sahîh olmaz). Şernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Dürer) 
hâşiyesinde, muhayyerliği anlatırken diyor ki: (Hâzır ise de, kapalı olduğu için 
veyâ hâzır olmadığı için görülmiyen mebî’ler, işâret edilerek tanıtılmazsa, 
sözbirliği ile bey’ câiz olmaz). 
[Altından ve gümüşden başka 
ma’denlerden basılmış paralara, (Fülûs) denir. Eskiden, yalnız bakırdan, 
çeşidli ağırlıklarda fülûsler kullanılırdı. Fülûs, felsler demekdir. Bir felse, 
türkçede mangır, fârisîde (pul) denir. Bugünkü pul başkadır. Bir felsin 
ağırlığının bir santigramdan az olduğu, sekizyüzellidördüncü sahîfedeki yazıdan 
anlaşılmakdadır. Semen olarak kullanılan fülûsların i’tibârî kıymetleri, ya’nî 
râyic değerleri, şimdi kullanılan kâğıd paralarda olduğu gibi, kendi 
değerlerinden katkat fazladır ve hep değişmekdedir. Evvelce yüz felsin, 
ortalama, bir dirhem gümüş kıymetinde olduğu, İbni Âbidînin “rahmetullahi teâlâ 
aleyh” fâiz kısmında, (Bezzâziyye)den alarak yazılıdır. Ahkâm-ı 
islâmiyyede yirmi miskal altın veyâ ikiyüz dirhem gümüş, fakîrlik ile zenginliği 
ayıran mal mikdârını gösterdiği için, bir miskal ağırlığındaki altın kıymetinin 
on dirhem ağırlığındaki gümüş kıymetine müsâvî olduğu ve bir altın liranın, bir 
buçuk miskal ağırlığında olduğu zekât bahsinde bildirilmişdi. On dirhemin 
ağırlığı, yedi miskalin ağırlığı kadar olduğu için, bir miskal altının kıymeti, 
ahkâm-ı islâmiyyede yedi miskal gümüşün kıymeti kadardır. Bir felsin i’tibârî 
kıymeti, şimdi bir altın liranın kıymeti olan kâğıd lira adedinin onbeşde biri 
kadar kuruş olmakdadır. Meselâ, en ucuz altın liranın kıymeti 30.000 kâğıd lira 
ise, bu fülûsün i’tibârî kıymeti 2000 kuruş olur. Buna göre 20 liradan aşağı 
olan bir malın satılması câiz olmamakdadır. Bu kadar ucuz malın, bir fels 
değerinde olacak fazla mikdârı için veyâ başka cins mallar ile birlikde tek bir 
sözleşme yaparak topdan satmak câiz olur]. 
Bey’in sahîh olması için, 
alıcı ve satıcının yalnız akllı olması şartdır dedik. Bâlig olan akllı insanın 
bey’i her zemân sahîhdir. Bâlig olmıyan akllı çocuğun bey’i, velîsinin izn 
vermesi ile sahîh olur. Hamza efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Bey’ ve 
şirâ risâlesi şerhi) otuzdördüncü [34] sahîfede diyor ki: (Yirmiüçüncüsü 
budur ki, akllı olmuş bir çocuk, şeker, meyve gibi kendine yarar şey isterse, 
ona satmak câiz değildir. Çünki, velîsi izn vermemiş demekdir. Eğer tuz, pirinç 
gibi şey isterse, satmak sahîh olur. Çünki, velîsinin izn verdiği anlaşılır. 
Bunun izn ile alış veriş etmesi câizdir. Çocuk akllı olmamış ise, velîsinin izni 
olsa da, alış veriş etmesi sahîh olmaz. Velî, babasıdır. Baba olmaz ise, babanın 
vasî etdiğidir. Bu da olmaz ise, babanın babasıdır. Bu da yok ise bunun vasî 
etdiğidir. Bu da olmaz ise, kâdîdir veyâ kâdînin [ya’nî hâkimin] vasî ta’yîn 
etdiği kimsedir. Ana ve kardeş ve amca velî olmaz. Ancak, kâdî veyâ velîlerden 
biri bunları vasî yaparsa olabilirler. Çocuk, yedi yaşında akllı olur. Oniki 
yaşında olan oğlan ve dokuz yaşında olan kız, bâlig olduğunu söyleyince kabûl 
edilir. Onbeş yaşını doldurunca hayz ve menî olmasa da, bâlig sayılırlar. Yedi 
ile onbeş arasında iken, akllı çocuk denir). 
Mebî’, 
ya’nî satılık mal yedi dürlü olur: 
1 - Hâzır ve ayn olur. 
Satması sahîhdir. 
2 - Hâzır değildir. Fekat 
ayndır. Ya’nî ta’yîn edilmişdir ve teslîmi mümkindir. Hudûdü bildirilen arsa 
gibi. Satması sahîhdir. 
3 - Mülkdür. Fekat teslîmi 
mümkin olmaz. Firârî hayvânı, gayb olan eşyâyı satmak bâtıldır. 
4 - Teslîmi mümkin, fekat 
ayn değildir. Müşterî tanımaz. Fâsiddir. Bir sürüden bir koyun satmak gibi. 
Teslîmi mümkin, fekat zararlı olursa yine fâsiddir. Evin bir direğini satmak 
gibi. 
5 - Bir kimseye ödünc 
verilmişdir. Yalnız ona ve peşin satmak câiz olup, başkasına satmak fâsiddir. 
6 - Bir kimseye emânet, 
âriyet, yâhud kirâ veyâ rehn, yâhud sermâye olarak verilmişdir. O kimseye satmak 
câiz ise de, alıp, tekrâr teslîm etmek lâzımdır. 
7 - Mebî, gasb veyâ sirkat 
yâhut hıyânet sûreti ile müşterîde bulunur. Bu müşterîye satılabilir. İkinci 
teslîme ihtiyâc yokdur. 
Semen olan para veyâ mal 
sekiz dürlüdür: 
1 - Külçe hâlinde veyâ 
işlenmiş eşyâ hâlinde veyâ para olarak kesilmiş altın veyâ altın yerine 
kullanılan ma’den ve kâğıd paralar. Bunlar dâimâ semendirler. Bunlarla, herhangi 
bir mal satın alınırken, hiçbir zemân, fâiz olmaz. Bey’ fâsid olabilir. O hâlde, 
para ile yapılan alış verişde, harâmdan sakınmak için bey’in fâsid olmamasına 
dikkat etmelidir. 
2 - Külçe hâlinde veyâ 
işlenmiş eşyâ hâlinde veyâ para olarak kesilmiş gümüş veyâ gümüş yerine 
kullanılan ma’den ve kâğıd paralar, dâimâ semendirler. 
3 - Ölçek ile hacmi ölçülen 
şeyler. Cinsi, mikdârı ve sıfâtı bildirilmek şartı ile bunlarla peşin ve 
veresiye mal satın almak câizdir. 
4 - Dartılarak vezni ölçülen 
şeyler. Hacmi ölçülenler gibidir. 
5 - Uzunluğu ölçülen şeyler. 
Bunlardan tarla, arsa ve mislî olmıyan kumaş ile yalnız peşin olarak mal satın 
alınır. Mislî olan kumaş ile veresiye de alınır. 
6 - Sayılabilen şeylerin 
birbirine benziyenleri [mislî mal], hacmi ölçülenler gibidir. 
7 - Hayvândır. Hayvân ile 
yalnız peşin almak câizdir. Hayvân, binâ, tarla, köle gibi kıyemî mallar hiç 
deyn olamaz. Semen ayn olunca, bey’, Mukâyada satışı olur. Meselâ mu’ayyen bir 
atı, mu’ayyen bir at ile veyâ mu’ayyen bir halı ile değişdirmek gibi. Her iki 
mal, mebî’ olur. Satış, (Mukâyada) olur. Hayvânın selemde de semen 
olacağı, Alî Haydar beğin Mecelle şerhi, yüzellibeşinci maddesinde yazılıdır. 
8 - Binâdır. Binâ ile yalnız 
peşin olarak satın alınabilir. Satış, (Mukâyada) olur. 
Bey’, îcâb ya’nî teklîf ve 
teklîf olunan yerden ayrılmadan önce yapılan kabûl ile ya’nî sözleşme ile temâm 
olur. Sözleşme temâm olunca, mebî’ müşterînin mülkü olur. Semenin hepsi veyâ bir 
kısmı veresiye olduğu zemân, ileride verilecek taksîdleri de, söz kesildiği anda 
bâyı’in mülkü olur. Bunlar, müşterînin bâyı’a borcu olur. Bunların hepsi, 
bâyı’in zekâtının nisâbına katılır. 
(Îcâb), 
karşısındakinin anlıyacağı 
bir lisân ile, satdım, verdim, hediyye etdim gibi, (Kabûl)de, aldım, 
aynen kabûl etdim, râzı oldum gibi, mâdî, ya’nî geçmiş zemânı bildirecek şeklde 
söylenmelidir. Îcâb ve kabûlün ikisi de, o yerde âdet olan kelimelerle ve mâdî 
şeklinde olunca, niyyet etmeleri lâzım değildir. Biri mâdî, ikincisi hâl 
şeklinde söylenirse, mâdî şeklinde söylenende yine niyyete lüzûm olmaz ve bey’ 
sahîh olur. Hâl şeklinde söyliyenin niyyet etmesi lâzım olur. Teklîf eden, 
kabûlden önce vaz geçebilir veyâ teklîfi değişdirebilir. Bâyı’ al dese, müşterî, 
aynen aldım veyâ kabûl etdim dese, câiz olur. Kabûl edilen şeyin, îcâb, ya’nî 
teklîf olunanın aynı olması ve mebî’in ve semenin temâmının kabûl edilmesi 
lâzımdır. Kabûl îcâba benzemezse, yeni bir îcâb olur. Diğeri bunu kabûl ederse, 
ikinci bir sözleşme yapılmış olur. 
Yalnız bir tarafdan veyâ her 
iki tarafdan (Te’âtî) ya’nî teslîm etmek ile de akd yapılmış olur. Bâyı’, 
bu malı bin liraya sana satdım dese, müşterî dahî birşey söylemiyerek alsa, câiz 
olur. Ya’nî bey’ temâm olur. Bâyı’ malı verse, müşterî parasını verse, hiçbirşey 
söylemeden câiz olur. 
Bir kimse, bakkala, otuz 
liradan üç kilo patates dart dese, bakkal da, bir şey söylemiyerek dartsa, akd 
yapılmış olur. Ya’nî bey’ temâm olur. 
Müşterî bâyı’a beş lira 
verip, bu buğdayı kaça satıyorsun diyip, o da kilesi bir liraya dese, yâhud önce 
fiyâtını öğrenip, beş lirayı sonra verse, bundan sonra, bana beş kile ver dese, 
bâyı’ yarın veririm dese, bey’ akd edilmiş olur. Ertesi gün, fiyâtı değişse, beş 
lira için yine beş kile vermesi lâzım olur. Bu koyunun şurasından, bana şu kadar 
liralık dart dese veyâ hepsini dart dese, kassâb da dartsa, akd yapılmış olur. 
Parasını vermesi lâzım olur. Fekat, bu koyundan, şu kadar kilo dart dese, o da 
dartsa, müşterî kabz etmedikçe veyâ uzatdığı kaba koydurmadıkca, akd yapılmış 
olmaz. Çünki etin her yeri aynı değildir. Müşterî muhayyer olur. Bu hayvan 
üzerindeki odun yükü kaçadır dese, on liradır dedikde, evime sür dese, odun eve 
boşaltılıp semen verilmedikce, bey’ akd edilmiş olmaz. Çünki, îcâb ve kabûl 
sözleşmesi olmadığı gibi, te’âtî, ya’nî teslîm de yokdur. 
Bir kimse, yanında 
bulunmıyan birine malımı satdım dese, işitenlerden biri gidip ona söylese, câiz 
olmaz. Fekat satan ona birini gönderip, o da kabûl etse, bey’ sahîh olur. 
Gönderilen adama (Resûl) veyâ (Haberci) denir. 
Bey’de ciddî söylemek 
şartdır. Şaka ile söylenirse câiz olmaz. 
Süâl 
şeklinde teklîf câiz olmaz. Şu malı bana şu kadar liraya satar mısın diyene, 
bâyı’ satdım dese, bey’, sahîh olmaz. Müşterî kabûl etdim dese, sahîh olur. 
Alırım, alıyorum ve satarım, satıyorum gibi mudâri’ ve hâl şeklinde ve emr 
şeklinde söylemekle de, bey’ sahîh olursa da, söylerken, şimdi diye niyyet 
etmeleri lâzımdır. 
Îcâb 
ile kabûl, söz ile olduğu gibi, bir tarafdan veyâ iki tarafdan mektûblaşma ile 
de veyâ adam göndermekle de olur. Meselâ, bir kimse, mu’ayyen bir malını, şu 
kadar liraya satdığını birisine mektûbla bildirse, o da, mektûbu okuyunca, kabûl 
etdim dese veyâ kabûl etdiğini mektûbla bildirse bey’ sahîh olur. Bey’de, 
kirâda, hediyye vermekde ve nikâhda mektûb, söz gibidir. Bir kimse, mu’ayyen 
malı, şu kadar liraya satın aldığını, birisine yazsa, o da okuyunca satdım dese 
veyâ mektûbla bildirse sahîh olur. Mektûb gitmeden veyâ gidip de kabûl edilmeden 
önce, birinci yazan vaz geçerse, bey’ bozulur. 
Bir kimse birisine, falan 
malını bana şu kadar liraya sat diye yazıp, o da, o malı satdım diye cevâb 
yazsa, bey’ olmaz. Birincisinin kabûl etdim diye tekrâr yazması lâzımdır. Bâyı’ 
teklîf edince, müşterî, bir kısmını kabûl etse, sahîh olmaz. Bâyı’in tekrâr, o 
kısmı verdim demesi veyâ önceden, o kısmın semenini, ya’nî bedelini ayrıca 
söylemiş olması lâzımdır. Ekmek, gazete gibi kıymeti ma’lûm birşeyi, bâyı’ 
verse, müşteri alsa, birşey söylemeseler, bey’ sahîh olur. 
Dellâl 
ya’nî komisyoncu, mal sâhibinin izni ile malı kendi satdığı zemân, komisyon 
ücretini bâyı’dan alır. Müşterîden birşey istiyemez. Çünki, hakîkatda malı satan 
kendisidir. Burada, tüccârlar arasındaki âdete bakılmaz. Eğer komisyoncu, bâyı’ 
ile müşterî arasında aracılık yapıp, malı bâyı’ satarsa, komisyon ücretini, 
âdete göre bâyı’ veyâ müşterî yâhud her ikisi ortaklaşa verirler. 
Satışı teklîf eden, öteki 
kabûl etmeden önce vaz geçerse veyâ cevâb verilmeden, ikisinden biri kalkıp 
giderse veyâ bâyı’ vefât etse, îcâb bâtıl olur. Bir adam, hem bâyı’e, hem de 
müşterîye vekîl olup da, kendi kendine bey’ yapamaz. Bey’ ve şirâ, her lisân ile 
söylenebilir. Müşterî, (Filân malını şu fiyâta, bana satdın mı?) dese, bâyı’ de, 
(Evet) dese, bey’ sahîh olur ise de, evet yerine, işâret etse, meselâ başını 
ileri eğse, müşterî de aldım dese câiz olmaz. Alırım, satarım gibi mudâri’ fi’l 
söylenince hâl, ya’nî şimdi ma’nâsı düşünülürse câiz olup, istikbâl ma’nâsı 
düşünülür veyâ ma’nâ düşünülmezse câiz olmaz. Alacağım, satacağım gibi söz ile, 
bey’ olmaz. 
Müteaddid 
malların fiyâtlarını ayrı ayrı bildirip veyâ bildirmeksizin fiyâtların toplamı 
söylenerek, hepsini satdım demek sahîh ve müşterînin hepsini alması lâzım olur. 
Bey’ akd edilince, bâyı’ ve 
müşterîden biri, satışdan vaz geçemez. Fekat, ikisi birlikde fesh edebilirler. 
Söz kesildikden sonra, orada veyâ dahâ sonra, başka bir söz kesseler, ikincisi 
kabûl edilir. 
Sahîh bey’de müşterînin 
mebî’e mâlik olması için, teslîm alması şart değildir. Bir kimse, başka şehrde 
bulunan ma’lûm eşyâsını, ma’lûm semen ile birisine satdıkdan sonra pişmân olsa, 
müşterîye teslîm etmediği için bey’i bozamaz. 
Mutlak bey’ peşin ve mebî’ 
hâzır ve müşterî muhayyer değil olsalar bile, mebî’i ve te’cîli câiz olan 
semeni, söz keserken, kabz şart değildir. Akdden sonra, önce müşterî, peşin olan 
semeni bâyı’a teslîm etmeğe, sonra bâyı’ mebî’i müşterîye teslîm etmeğe, öteki 
de teslîm almağa mecbûr olur. Çünki, söz kesildiği zemân, mebî’ müşterînin mülkü 
olur. Müşterînin izni olmadıkca, başka kimseye teslîm edemez. Müşterî peşin 
parayı temâm teslîm edinciye kadar, bâyı’ malı vermiyebilir. Peşin satışda, 
önce, mebî’in teslîm edilmesi şart edilirse, bey’ fâsid olur. Mebî’ hâzır 
değilse bâyı’ mebî’i hâzırlayıncaya kadar, müşterî semeni vermiyebilir. Hattâ, 
başka şehrdeki bir evi satın alan müşterî, semeni hemen vermeğe mecbûr olmaz. 
Bâyı’ veyâ vekîli oraya gidip, evin teslîme hâzır olduğunu müşterîye veyâ 
müşterînin vekîline gösterir. Semeni sonra alabilir. 
Bâyı’ üç şeyi yapınca, 
mebî’i müşterîye teslîm etmiş olur: 
1 - Bâyı’in veyâ vekîlinin, 
söz kesildikden sonra (Teslîm etdim) veyâ (Teslîm al) demesi. 
2 - Mebî’ müşterînin önünde 
olup, kolay tesellümüne mâni’ bulunmamak. 
3 - Başka maldan ayrı ve 
başkasının hakkı ile meşgûl edilmemiş olmak. 
Bu şartlar bulundukdan 
sonra, müşterî mebî’i teslîm almağa mecbûr olur. Almazsa telef olursa, bâyı’ 
ödemez. Çabuk bozulan şeyleri söz kesilirken teslîm etmek lâzımdır. Hemen teslîm 
edilmezse, bey’ fâsid olur. 
Müşterî semeni vermeden önce 
gayb olursa, bâyı’ iki şâhidle isbât edince, hâkim menkûl olan mebî’i satarak, 
bâyı’a semeni verir. Müşterînin yeri ma’lûm ise, veyâ mebî’i teslîm almış ise 
yâhud mebî’ menkûl değil ise, mebî’ satılamaz. Mebî’ durmakla bozulacak şey ise, 
bunu bâyı’ da başkasına satabilir. Peşin satışda, müşterî semeni vermeden, 
bâyı’dan iznsiz mebî’i alırsa, bâyı’ geri alabilir. İzn ile almış ise veyâ 
vedî’a, âriyet olarak müşterîde bulunuyorsa, bâyı’ semeni alıncıya kadar 
saklamak üzere, mebî’i müşterîden alamaz. Semeni hemen ister. Mebî’ telef 
olunca, müşterî teslîm almadan önce telef oldu, bâyı’ ise, teslîmden sonra telef 
oldu derlerse, müşterînin sözü kabûl edilir. İkisi de şâhid gösterirse, bâyı’ın 
şâhidleri kabûl edilir. 
(Sevm-ı şirâ), bâyı’ın ve 
müşterînin, mebî’a fiyât koymaları demekdir. Fiyâtda uyuşup, götür, beğenirsen 
al deyip, müşteri de, beğenirsem alırım diyerek, götürürken, mebî’ telef ve zâyı’ 
olsa, kıymetini veyâ mislini öder. Müşterî birşey söylemeden veyâ bu hayvanı 
beğenirsem, bin liraya alırım deyip, bâyı’ın cevâb vermeden hayvanı teslîm 
etmesi ile de olur. Teslîm ederken, müşteri tazmîn etmiyecekdir denilse bile, 
tazmîn eder. Müşterî vekîl ise, sâhibi kabûl etmeyip geri götürürken telef olsa, 
vekîl tazmîn eder. Sâhibinin emri ile oldu ise, sonra sâhibinden ister. Çünki, 
şirâ için olan emr, sevm-ı şirâ için emr olmaz. Mebî’ telef olmayıp, müşterî 
helâk etmiş ise, semenini verir. Semende uyuşmamışlar ise, bâyı’ın dediği semeni 
öder. Semen hiç söylenmemiş veyâ yalnız bâyı’ söyleyip müşterî, satın almak için 
değil de, incelemek veyâ başkasına göstermek için bâyı’in izni ile götürmüş ise, 
mebî’ müşterîde emânet olur. 
Veresiye olduğu söylenilen 
satışda, önce mebî’ teslîm edilir. 
Satışda 
söz kesilirken, mebî’in teslîm yerini söylemek şart değildir ve söylemedi ise, 
söz kesilirken mebî’ nerede ise orada teslîm edilir. Semen taşınacak birşey ise 
semenin teslîm yerini bildirmek şart olur. Mebî’in bulunduğu yer söylenince, 
müşterî sonradan, başka şehrde olduğunu duyunca, satışdan vaz geçebilir. Mebî’i 
teslîm yerinden kaldırmak müşterîye âiddir. 
Bey’, peşin 
semen ile câiz olduğu gibi, semenin te’cîli, ya’nî veresiye olması ile de 
câizdir. Te’cîl, ancak semen ile mebî’ aynı cinsden olmadıkları ve ikisi hacm 
ile veyâ dartarak ölçülmedikleri ve semen ayn olmayıp, deyn olduğu zemân ve 
mu’ayyen bir vakte kadar olmak şartı ile, câiz olur. Ayn olan semen te’cîl 
edilirse, bey’ fâsid olur. Meselâ, şu keçimi, şu beş kile buğday karşılığı, bir 
ay veresiye satdım demek fâsid olur. Mebî’ dâimâ ayn olduğu için, mebî’in 
te’cîli olamaz. Meselâ, mebî’in bir ay sonra verilmesi şart edilirse, bey’ fâsid 
olur. Taksîtle bey’in sahîh olması için, taksît adedinin ve her  taksît ödeme 
târîhlerinin ve her taksîtde ödenecek semen mikdârlarının belli olmaları 
lâzımdır. (Dürer-ül-hükkâm). 
Semen ile mebî’in ikisi de 
hacm ile ölçüldükleri zemân veyâ ikisi de dartı ile ölçüldükleri zemân yâhud 
ikisi de aynı cins mal oldukları zemân, satışda fâiz bulunur. Fâiz bulunan 
satışlar veresiye olamaz, ya’nî semen de te’cil edilemez. Sözleşmede semenin de 
peşin olması lâzım olur. Deyn olan semenin peşin olması, kabz edilmesi ile olur. 
Ayn olan semen ise, zâten peşin demekdir. Aynın kabz edilmesi lâzım olmaz. Çünki, 
aynın te’cîli olmaz. Mebî’ ta’yîn edilmezse, ya’nî deyn olursa, bey’ fâsid olur. 
Yalnız selem satışı müstesnâdır. Selemde mebî’ deyn olduğu hâlde, selem câizdir. 
Fekat, selem şartlarına uymak lâzımdır. Semenin ve mebî’in ağırlıkla 
ölçüldükleri zemân, semenin te’cîli câiz olmaz ise de, altın veyâ gümüşün semen 
olması müstesnâ edilmişdir. Bunun için, para ile yapılan mal satışlarında fâiz 
olmaz. Peşin satış yapıp, semeni sonra te’cîl etmesi de câizdir. Falan zemâna 
te’cîl etdim demesi lâzımdır. Falan zemânda ver şeklinde emr etmekle te’cîl 
olmaz. Satışdaki te’cîl müddetini, bâyı’ ve müşterînin bilmesi şartdır. Ödeme 
müddeti, mebî’i teslîm târîhinden başlar. Hâcılar geldiği, yağmur yağdığı, gibi 
iyi belli olmıyan zemânlara te’cîl câiz değildir, fâsiddir. Meselâ, semenin 
yarısını peşin, yarısını da, yolcusu geldiği zemân vermek şartı ile satın almak 
fâsid olur. Yolcunun geleceği günü bildirirse sahîh olur. Peşin satışdan sonra 
yapılan borcun te’cîli zemânının iyi belli olması şart değildir. Veresiye 
satışda bâyı’ vakt gelmeden parayı istiyemez. Bunun için müşterînin bir sened 
veyâ bono yazıp bâyı’a vermesi iyi olur. Semen belli günlerde taksîdle olup, 
taksîdlerin biri vaktinde ödenmezse, sonrakilerin hepsi peşin olması şartı ile 
bey’ câizdir. (Bey’ ve şirâda fâiz)in sahîfe sonuna bakınız! 
Kirâ karşılığı ve mal telef 
etmek karşılığı olan borclar da, iyi belli zemâna te’cîl olunabilir ise de, 
ödünc verme ile olan borc veyâ sarf satışı bedeli ve ölünün borcu te’cîl 
olunamaz. Çünki borcun te’cîli, aynı cins malın, belli zemânda, veresiye bey’i 
olup, fâiz olur. Müşterî vefât ederse, te’cîl zemânı beklenmeden mîrâsından 
borcu hemen ödenir. Bâyı’ ölünce, vârisleri te’cîl zemânını beklemeğe mecbûrdur. 
Veresiye pazarlık edip, zemân bildirilmez ise, te’cîl bir ay sayılır. Nitekim 
selemde ve yemînde de bir ay kabûl olunur. Veresiye veyâ peşin olmasında, 
sonradan uyuşulmazsa, bâyı’in sözü kabûl edilir. Ya’nî peşin olduğu kabûl 
edilir. Te’cîl zemânında uyuşulmazsa, müşterînin sözü kabûl olunur. İstanbulda 
mal satın alıp, parasını Bursaya gidince gönderirim dese, ödeme günü belli 
olmadığı için câiz olmaz. 
Semenin cinsi söylenmedi 
ise, söz kesilirken orada kullanılan semen anlaşılır. Burada, piyasadaki 
paraların mâliyyeti, ya’nî hakîkî kıymeti ve revâcı, ya’nî geçer kıymeti müsâvî 
ise, bey’ sahîh olur. Müşterî hangi parayı isterse verebilir. Geçer kıymetleri 
farklı ise, en yükseğini verir. Geçer kıymetleri aynı olup, mâliyyetleri farklı 
ise, cinsi, sıfatı söylenemezse, bey’ fâsid olur. 
Söz kesilirken, şu kadar 
lira denildi ise, piyasada kullanılan yüzlük veyâ elliliklerden dilediğini 
verir. Fekat semenin cinsi söylendi ise, cinsi değişdirilemez. Meselâ Hamîd, 
Reşâd, İngiliz, Cumhûriyyet altını veyâ kâğıd lira denildi ise, o cinsi vermek 
lâzım olur. Değeri değişince, adedini değişdiremez. Ödünc ödemek de ve kirâ 
bedeli de böyle olup aynı cinsden ödemek lâzımdır. Ya’nî semenin kendi ta’yîn 
edilince, te’ayyün etmez ise de, cinsi, mikdârı ve vasfı ta’yîn edilince, bunlar 
te’ayyün ederler. Ma’den ve kâğıd paralar (Kesâd) olursa, ya’nî kıymetden 
düşerse, ya’nî geçmez olursa, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre pazarlıkdaki, imâm-ı 
Muhammede göre, revâcdan kalkdığı zemândaki kıymeti verilir. İmâm-ı Ebû Yûsüf 
kavli ile hareket olunur. Bâyı’, geçer akçadan o kadar parayı almağa mecbûrdur. 
(Hadîka) 
sonunda diyor ki, (Bey’ ve şirâda ve icârede ve ödünc vermekde ve nikâhda altın 
ve gümüş mikdârını ağırlık olarak bildirmek lâzımdır. Semen sözleşme zemânında 
hâzır ise, göstermek yetişir. Mikdârını bildirmeğe lüzûm kalmaz. Altının, 
gümüşün mikdârları ağırlık olarak bildirilmezse, sözleşmeleri sahîh olmaz. Fâsid 
olur. Sayı ile bildirilince de sahîh olacağı imâm-ı Ebû Yûsüfden haber verildi 
ise de, bu haber za’îfdir. Buna uymak câiz olmaz. Tarafeyne göre, [ya’nî İmâm-ı 
a’zama ve imâm-ı Muhammede göre] nass olan yerde urf mu’teber değildir. Lâkin 
hükûmetler tarafından basılmış olan altınların ve gümüşlerin ağırlıkları 
bellidir. Söz kesilirken sayıları söylenince, belli olan ağırlıkları kasd 
olunmakdadır. Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în, sözleşmelerinde yalnız sayı söylerlerdi. 
Sayı söylemek, ağırlık söylemek yerine geçerdi. Bunun için, bugün de, söz 
kesilirken gösterilmiyen altın ve gümüş paralar sayı ile söylenince, ağırlıkları 
düşünülmelidir. Böyle düşünülerek yapılan sözleşmeler sahîh olur. [Bir altının, 
bir gümüşün kaç gram olduğunu bilmek ve ağırlığın mikdârını düşünmek şart 
değildir.] Yeryüzünde, altın ve gümüşden ilk para basan Âdem aleyhisselâmdır. 
İslâmiyyetde ilk para basan hazret-i Ömerdir. Hicretin onsekizinci senesinde, 
acem paralarının şeklini ve yazısını aynen basdırdı. Hazret-i Muâviyenin 
basdırdığı altınlar üzerinde, elinde kılınç bulunan resm vardı. İlk olarak 
yuvarlak gümüş parayı, Mekkede Abdüllah bin Zübeyr basdırdı. Ondan evvelki 
paralar, kısa ve kalın parçalar hâlinde idi. [(Hadîka)da, Makrîzîden 
alarak, islâmiyyetde ilk basılan paralar hakkında geniş bilgi vardır. Ahmed bin 
Alî Makrîzî, islâm âlimi olmayıp, târîhci ve şî’î görüşlü olduğundan bu yazıları 
almak uygun görülmedi.] İslâmiyyetden evvel Mekkede, altın ve gümüş para vardı. 
Ağırlıkları, müslimân parasının iki misli idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve 
sellem” ve hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, bu paraları da 
kullandılar). 
(Uyûn-ül-besâir)de, 
zekât nisâbını anlatırken diyor ki: (Önceleri üç çeşid dirhem vardı. Bir dirhem 
gümüş yirmi kırât veyâ oniki kırât yâhud on kırât ağırlığında idi. Bunlara, 
onluk, altılık, beşlik dirhemler denir. Hazret-i Ömer, bu üç dirhemin 
kırâtlarını toplayıp kırkiki oldu. Bunu üçe bölüp ondört kırât ağırlığında 
ortalama bir dirhem yapdı. Buna yedilik dirhem denir. Çünki, on dirhemin 
ağırlığı, yedi miskalin ağırlığı kadar olmakdadır. [Bir miskal, yirmi kırât 
ağırlığındadır.] Dirhemler, önceleri çekirdek şeklinde idi. Bildiğimiz yuvarlak 
şeklde ilk baskı yapan, hazret-i Ömerdir sözü meşhûrdur. (Fetâvâ-i Zahîriyye)de 
de böyle yazılıdır). (Mir’ât-ül-haremeyn)in Mekke kısmında diyor ki, 
(Belli ağırlıkda basılmış olan altın ve gümüş paralara, (Meskûkât) denir. 
Altın paralara (Dînâr), gümüş paralara (Dirhem) denir. 
Târîhcilerin bulduğu en eski meskûkât, eski yûnânlılar zemânında basılandır. 
Eshâb-ı kirâm zemânında, eski arab meskûkâtı kullanıldığı gibi, basılmamış altın 
ve gümüş parçaları da, dartarak kullanılırdı. O zemân, ağırlıkları başka üç 
dürlü dirhem vardı. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, ortalama ağırlıkda başka 
tek bir dirhem kabûl etdi. Kırâtın ağırlığını da değişdirip, dirhemin 
ağırlığının ondörtde birine bir kırât dedi. Yirmi kırâta bir miskâl dedi. 
Hazret-i Osmân, hicretin yirmisekizinci senesinde Taberistânda (Hertek) 
şehrinde, bu hesâb üzere altın ve gümüş basdı. 
İslâm devletlerinin çoğu, 
kendi zemânlarında çeşidli paralar basdılar. Osmânlılarda ilk zemânlarda 
Selçuklu sultânlarının paraları kullanıldı. Sultân Orhân hân 729 [m. 1329] 
senesinde ilk Osmânlı parasını basdırmışdır. Dahâ sonra çeşidli paralar basılmış 
ve bu işi düzene koyan çeşidli kanûnlar yapılmışdır). Miskâl ve dirhem 
ağırlıkları, Hanefî ve Şâfi’î mezheblerinde başka başkadır. 
1333 hicrî şemsî senesinde 
Tahranda basılmış olan (Ferheng-i fârisî)de, (Çav) kelimesini 
anlatırken diyor ki, (Çince bir kelimedir. Çok eskiden Çinde kullanılan kâğıd 
paradır. Îrân şâhlarından Keyhâtun, 693 hicrî kamerî senesinde Îrânda, 
Çinlilerin çav paraları gibi kâğıd para basdırıp, altın ve gümüş yerine 
kullanılmasını emr etdi ise de, halk kullanmadı. Terk edildi). (Burhân-ı 
kâtı’) tercemesinde diyor ki, (Çav ve çad denilen dikdörtgen şeklindeki 
mukavva parçaları, Cengizden sonraki Mogol sultânlarından biri tarafından ve 
sonra Azerbaycan sultânı İzzeddîn Muzaffer tarafından para olarak kullanıldı. 
Halk kabûl etmeyip, İzzeddîni öldürdüler). Osmânlı devletinde ilk kâğıd paranın 
1256 hicrî senesinde kullanıldığı, sonra terk edildiği, birinci kısmda, zekât 
bahsinde bildirilmişdi. [İslâm devletleri ma’denî para kullanmağı tercîh 
etmişlerdir. Bunun bir sebebi de tesarruf idi. 29 Mart 1986 târîhli Türkiye 
gazetesinde diyor ki, (Türkiyede tedâvülde bin ton kâğıd lira vardır. Bunlar, 
büyük masraf ile yapılmakdadır. Bunları, kullanırken harâb oldukları için, her 
sene dörtyüz ton tekrâr basılmakdadır. Bu büyük masrafdan kurtulabilmek için, 
hiç olmazsa bir kısmı yerine ma’denî liralıklar basılması için çalışılmakdadır.)] 
Semen, para olmayıp mal ise, 
hattâ altın veyâ gümüşden işlenmiş eşyâ ise, pazarlıkda ta’yîn edilince, mebî’ 
gibi te’ayyün eder. Satış da, (Mukâyada) olur. Ya’nî, onu aynen vermek 
îcâb eder. Meselâ müşterî, bir gümüş kaşığı gösterip, şu kaşık ile, bu horozu 
satın aldım dese, kaşığı vermesi lâzım olup, aynı ağırlıkda ve şeklde ve aynı 
kıymetde başka gümüş kaşık veremez. Nakd ve râyic olan diğer paralar da, 
emânetde ve şirketde ve vekâletde ve kirâ bedelinde ve hibede, ya’nî hediyye 
vermekde ve zekât, sadaka ve satın almak için vekîl olmakda ve gasbda ta’yîn 
edilince, te’ayyün ederler. Ya’nî, emânetci, emânet bırakılan parayı aynen geri 
verir. Telef oldu ise, benzerini veremez, kıymetini öder. Satın alma vekîli, 
sâhibinin verdiği parayı kendi için kullanamaz. Kullanırsa, vekîlliği bozulur. 
Bir altın lira gasb eden, bunu, aynen öder. Bu yok ise, benzerini veremez. 
Kıymetini öder. 
Pazarlıkda 
peşin veyâ veresiye denilmezse, peşin demekdir. Fekat bu semen, âdete göre, 
gelecek hafta veyâ ay başında da verilebilir. 
Bâyı’in, 
sözleşme yerindeki malı veyâ adamı göstererek, bunu rehn veyâ kefîl isterim 
demesi câizdir. Müşterî kabûl etmezse, bey’ sahîh olmaz. 
Semenin teslîmi ve satış 
senedleri masrafları, müşterîye âiddir. Topdan olmıyan satışlarda, mebî’in 
ölçülmesi ve teslîmi masrafları bâyı’a âid ise de, topdan satışda mebî’in teslîm 
masrafları da müşterîye âiddir. Meselâ, bir mavna buğday veyâ odun satıldıkda, 
bunları mavnadan boşaltmak ve taşımak müşterîye âiddir. 
Mebî’in 
mikdârının bilinmesi bakımından, dört nev’ satış vardır: 
1 - Hacm ile, vezn ile, 
metre ile ve sayarak ölçülen mislî malın ölçü biriminin fiyâtı ile mebî’in 
mikdârı bildirilir. Âdet olan satışlar hep böyledir. 
2 - Mebî’ ile semen aynı 
cinsden değilseler, ölçmeden (Götürü) olarak, (Topdan) gösterilip 
verilebilir. Paket, kutu içinde, ölçmeden alınan şeyler, mikdârı yazılı olsa 
bile, söylenmedikce topdan satış demekdir. Hacm ve vezn, belli olmıyan herhangi 
bir ölçek veyâ taşla ölçülebilir. Selemde semeni böyle ölçmek câiz olmaz. 
3 - Bir teneke zeytinyağının 
bir litresinin fiyâtı söylenip, kaç litre olduğu söylenmezse, İmâm-ı a’zama 
göre, yalnız bir litresi satılmış olur. Sözleşme yerinde söylemekle veyâ 
ölçmekle mikdârı anlaşılırsa, hepsi satılmış olur. İmameyne göre, hiç ölçmeden 
sahîh olur. Fetvâ da böyledir. Koyun sürüsünde ise, sürü de ve bir koyun da 
satılmış olmaz. Çünki koyunlar birbirine benzemez. Kumaşda da olmaz. Karpuz gibi 
sayı ile satılan ve birbirinden farklı kıyemî şeyler de böyledir. (İmâmeyn)
[ya’nî imâm-ı Ebû Yûsüf ile imâm-ı Muhammedin ikisi], bunlar da zeytinyağı 
gibidir buyurdular. Fetvâ da böyledir. Bağ, arsa, tarla satışları da böyledir. 
4 - Ölçü birimi kadar 
mikdârının fiyâtı bildirilmeyip temâmının mikdârı ve fiyâtı bildirilince, temâmı 
satılmış olur. Ölçülmesi lâzım olmaz. Birinci ve dördüncü nev’ satışlarda 
müşterî, mebî’i teslîm alınca ölçüp, noksân bulursa, dilerse fesh eder. Dilerse 
semenin farkını geri alır. Mebî’in farkını istiyemez. Çok fazla çıkarsa, farkını 
bâyı’a geri verir. Çünki, dâimâ söz kesilirken söylenen mikdâr mu’teber olur. 
Fark, binde beş dirhem gümüş veyâ bir habbe altın kıymetinden az ise, geri 
vermez. Dördüncü nev’ satışda vezn ile satılan ma’mûl eşyânın, meselâ bakır 
tencerenin ve uzunluk ile ölçülen şeylerin, meselâ kumaşın, arsanın farkı 
ayrılamıyacağı için, noksân çıkınca, müşterî muhayyer olup, dilerse fesh eder. 
Dilerse söz kesilen fiyât ile kabûl eder. Fazla çıkarsa bey’ lâzım olup, fazlası 
müşterînin olur. Birinci nev’ satışda, fazla çıkınca da müşterî muhayyer olur. 
Kıyemî mal dördüncü nev’ üzere satışında fazla veya noksan çıkarsa bey’ fâsid 
olur. Bu satış birinci nev’ üzere olsaydı, noksan olunca, müşterî muhayyer olup, 
dilerse bey’i fesh eder. Dilerse, noksanın kıymetini, bâyı’den geri alır. Fazla 
çıkarsa, bey’ fâsid olur. Yüz kile buğday yüz liraya satılsa câizdir. Fekat, 
müşterî ölçünce noksân çıksa, isterse noksân fiyâtı ile alır. İsterse hepsinden 
vaz geçebilir. Fazla çıkarsa, fazlası satanın olur. Vezn ile ve sayı ile ölçülen 
misilli şeyler ve ucuz kumaşlar da böyledir. Kıymetli kumaşda noksân çıkarsa, 
isterse fiyâtdan düşmeden alır. İsterse vaz geçer. Fazla çıkarsa müşterînin olur 
ve bâyı’ vaz geçemez. Kumaşın her metresinin değeri de söylendi ise, müşterî, 
noksân çıkarsa da, fazla çıkarsa da isterse fiyât farkı ile alır. İsterse vaz 
geçer. Tarla da böyledir. Yüz hisseli bir arsanın meselâ on hissesi satılabilir. 
Müşterî istediği tarafdan alır. Yüz dönüm arsanın, meselâ on dönümünü satmak 
câiz değildir. İmâmeyn ise, câiz olur buyurdu. Mislî olmayan şeyin adedi 
söylenerek topdan satılsa, meselâ, bir denk elbise, on elbise olarak hepsi bin 
liraya satılsa, noksân veyâ fazla çıksa, bey’ fâsid olur. Çünki mislî olmıyan 
şeyler birbirine benzemediği için, satılan şeyin herbiri başka değerde olur. 
Bir arsa satılınca, içindeki 
binâlar, anahtarlar da satılmış olur. Bir bağçe satılınca, içindeki ağaclar da 
satılmış olur. Tarla satılınca, içindeki ekini, ağac satılınca meyvesi, ev 
satılınca eşyâsı satılmış olmaz. Bâyı’ ekini ve meyveyi, eşyâyı toplayıp tahliye 
etmeğe mecbûr olur. Ekini ile, meyvesi ile derse, böylece satılmış olur. Bir 
ağacın tâm belirmiş meyvesini yiyecek hâlde olmasa bile satmak câizdir. Müşterî 
hemen toplar. Ağacda kalmasını isterse, bey’ fâsid olur. Müşterî istemez, fekat 
bâyı’ izn verirse, iyi olur. Meyveyi satın aldıkdan sonra, toplamayıp ağacı 
kirâlasa, kirâlamak fâsid olup meyvenin büyümesi halâl olur. Satın aldığı ekini 
biçmemek için tarlayı kirâlamak da fâsid olur. Bu ekinin büyümesi, müşterîye iyi 
olmaz. Meyvesi satılan ağac meyve toplamadan, yeniden meyve verse, bey’ fâsid 
olur. Eğer topladıkdan sonra verirse, yeni meyvede, bâyı’ ile müşterî ortak 
olur. Yalnız başına satılması câiz olan birşeyi, mebî’den ayırıp satmamak veyâ 
bu şeyi kendine bırakıp, geri kalanı satmak câizdir. Yalnız başına satılamıyan 
şey, mebî’den ayrılamaz. Ağacda olan veyâ toplanmış olan meyvenin belli bir 
mikdârını bâyı’a bırakıp, geri kalanı topdan satmak câizdir. Buğdayı başağında 
iken, başka birşey karşılığı satmak câizdir. Bakla, pirinc ve susamı da, 
böylece, ya’nî başka şey karşılığı satmak câizdir. Bâdemi, fıstığı, cevizi, iç 
kabuğu ile satmak da böyledir. Kovandaki arıyı, ipek böceğini ve tohmunu, 
sülüğü, av köpeğini, avcı kediyi, kuşu, fili ve fâidesi olan her hayvânı satmak 
sahîhdir. (Hisse-i şâyı’a) ortağından izn almadan satılabilir. 
Mikdârı 
ile bir ölçüsünün fiyâtı bildirilerek satın alınan, kile ile veyâ vezn ederek 
veyâ sayarak ölçülen birşeyi [satın alırken veyâ sonra] ölçmeden yimek veyâ 
satmak câiz değildir. Pazarlıkdan sonra, satıcının, müşterî önünde ölçmesi 
kâfîdir. [Çocukla veyâ telefonla haber göndererek, bakkaldan ba’zı şeyler ve 
kassâbdan et istenip, çırak eve getirdiği zemân bunları evde dartmak güç olursa, 
her paketin üstünde fiyâtı yazılmış olmalı, her paketin ağırlığı düşünülmeyip, 
her biri götürü satın alınmalıdır. Böylece, ikinci bir akd, ya’nî sözleşme 
yapılmış, birinci akd fesh edilmiş olur. Evde dartmadan yimesi câiz olur.] 
Ağırlıkla ölçülen şeyleri, dara ile dartınca, daranın ağırlığını düşmek 
lâzımdır. Bunun için, darayı doldurmadan önce veyâ boşalınca dartmalıdır. Üçüncü 
kısm, altıncı maddeye bakınız! Kese kâğıdı ve benzerleri ile dartılan şeyden, 
kâğıdın darasını anlayıp düşmek güç olduğundan, harâm yimemek için, dartmadan 
önce sözleşme, ya’nî îcâb ve kabûl yapmamalıdır. Dartdıkdan sonra, (Buna ne 
vereceğim?) veyâ (Bu, kaç liradır?) deyip, o parayı verip topdan ya’nî götürü 
olarak satın almalıdır. Yâhud, fiyâtını sormadan, meselâ, (Şu kadar liralık 
peynir ver) demeli. Dartınca parasını verip almalıdır. Metre ile ölçülen şeyler 
böyle değildir. Müşterî bunları ölçmeden kullanabilir ve satabilir. Peşin veyâ 
veresiye satılan herhangi bir malı teslîm etdikden sonra, semeni almadan önce, 
bu malı bu müşterîden, dahâ ucuz veyâ dahâ uzun müddetle veresiye olarak, aynı 
cins semenle satın almak fâsiddir. Bu müşterî bu malı başkasına satmış veyâ 
hediyye etmiş ise, ondan satın almak câiz olur. Bâyı’ semenin hepsini aldıkdan 
sonra veyâ satdığı fiyâta veyâ başka cins semenle farklı fiyâtla satın alması da 
câizdir. 
Nakl 
edilebilen birşey satın alındığı zemân, müşterînin veyâ vekîlinin bunu teslîm 
almadan önce, hiç kimseye, ya’nî ne bâyı’a, ne de başkasına satması câiz 
değildir. Fekat hediyye, sadaka veyâ ödünc vermesi câizdir. Bununla borc 
ödenmez. Peşin olan semeni ödenen binâyı teslîm almadan önce, ancak başkasına 
hediyye etmesi, satması câizdir. Fekat kirâya veremez. Her dürlü alacak, teslîm 
almadan, kimseye, veresiye satılamaz. Ya’nî deyn, deyn karşılığı satılamaz. 
Bâyı’, mislî olan her çeşid 
semeni, teslîm almadan ve ölçmeden evvel, semen ayn ise, dilediğine peşin 
satabilir, hediyye, vasıyyet edebilir. Kirâya verebilir. Deyn ise, yalnız 
müşterîye veyâ vekîline peşin olarak satabilir. Ya’nî müşterîden semen yerine 
başka mal peşin alabilir. Ona hediyye ve sadaka verebilir veyâ evini 
kirâlıyabilir. Yâhud semeni bir mikdâr azaltabilir ve müşterî kabûl ederse 
artdırabilir. Bâyı’ın semenden bir mikdârını müşterîye hibe etmesi şartı ile 
bey’ fâsiddir. Semen deyn ise, bâyı’ dilediği alacaklısını müşterîye havâle ve 
müşterîdeki alacağını vasıyyet edebilir. Satın alınan mebî’den ve sarf ve 
selemden başka, herhangi bir alacak, ayn ise, borcluya veyâ başkasına peşin 
olarak satılabilir. Deyn ise, teslîm almadan önce, peşin olarak, yalnız borcluya 
satabilir. Veyâ bununla borclusundan birşey satın alabilir. Başkasına satılamaz 
ve semen olarak verilemez. Deyni veresiye, ya’nî deyn karşılığı olarak borcluya 
da satmak bâtıldır. Ya’nî, alacağı yerine başka birşeyi ileride alması bâtıldır. 
Senedler, bonolar, alınacak deyni gösterdikleri için, para gibi kullanılmaz. 
Bunlarla, senedi verenden başka kimseden peşin dahî birşey satın alınamaz. Bu 
bonoyu bankaya kırdırmak da, deyni başkasına satmakdır. Yalnız havâle 
edilebilirler. Üçüncü kısmda, altıncı, onikinci ve ondördüncü maddelere bakınız! 
Alış verişde şâhid bulunması 
veyâ sened yazılması lâzım değildir. Fekat her ikisi de câizdir ve iyi olur. 
Sened ücreti müşterîye âiddir. 
Birisi, bir kimseye, bu 
malını bana bin liraya sat deyip, o da binyediyüz liradan aşağıya satmam dese, 
bir başkası da o kimseye, bin liraya ona sat, semeninden yediyüz lirasını ben 
veririm dese, satarsa, yediyüz lirayı, o başkasından alır. 
Allahü 
teâlâ, her insanın ve her hayvânın rızkını ezelde takdîr etmiş, ayırmışdır. 
İnsanların ve hayvânların ecelleri ve nefeslerinin sayısı belli olduğu gibi, her 
insanın bedeninin ve rûhunun rızkları da bellidir. Rızk hiç değişmez. Azalmaz ve 
çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Kimse kendi rızkını yimeden, 
bitirmeden ölmez. Bir kimse, Allahü teâlâ emr etdiği için çalışır, rızkını halâl 
yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızk, ona bereketli olur. 
Bu çalışmaları için de sevâb kazanır. Eğer, rızkını Allahü teâlânın yasak etdiği 
yerlerde ararsa, yine ezelde ayrılmış olan o belli rızka kavuşur. Fekat, bu rızk 
ona hayrsız, bereketsiz olur. Rızkına kavuşmak için kazandığı günâhlar da, onu 
felâketlere sürükler. 
Şimdi, zemâna, modaya 
uymadan olmuyor diyerek, çocuklarını ve hele kızlarını, para kazanmak için harâm 
yerlere gönderenler çoğalmakdadır. Aç kalmalarından korkarak, onlara dinlerini 
öğretmiyor, Kur’ân-ı kerîm okutmuyor, yavrularını câhillerin ellerine 
bırakıyorlar. Çocukları dinsiz, îmânsız yetişiyor. İstikbâllerini kazansınlar 
diyerek, nâmûsları, hayâları yok edilmesine hangi vicdan râzı olur? Sıkıntılar 
çekerek, ezelde ayrılmış olan rızklarına kavuşuyorlar. (Nemâz karın doyurmuyor, 
kızların ev işlerini öğrenmesi, ekmek parası getirmiyor. Zemâna uymazsak, dîne 
bağlı kalırsak sürünürüz) gibi çılgınca konuşanlar da oluyor. Hâlbuki, 
oğullarına, küçük iken dinleri, îmânları öğretilir. Kur’ân-ı kerîm okutulur. 
Bundan sonra da, Allahü teâlânın emrlerine uygun olarak para kazanmağa 
çalışdırılırsa, yine aynı rızka, hem de kolayca, râhatca kavuşurlar. Anaları, 
babaları ve çocuklar hem sevâb kazanır, hem de kazanclarının hayrını görürler. 
Dünyâda ve âhıretde mes’ûd olurlar. Aklımızı başımıza toplıyalım! Rızklarımızı 
halâl yoldan arıyalım! 
  
Biz Allahı severiz, her emrini dinleriz, 
Beş vakt nemâz kılar, Ona ısyân etmeyiz. 
  
Mü’min iyi huyludur, herkes ondan memnûndur. 
Kimseye zulm eylemez, kendi de huzûrludur. 
                                                |