03 -
İSLÂMİYYETDE KESB VE TİCÂRET
Aşağıdaki yazı, (Rıyâd-un-nâsıhîn)den
terceme edildi:
Kesb,
halâl mal kazanmak demekdir. Bütün ibâdetlerin kabûl olması, halâl lokmaya
bağlıdır. Hadîs âlimi Ahmed bin Abdüllah İsfehânî, (Hilyet-ül-evliyâ)
kitâbında diyor ki, (Büyüklerden çoğu buyurdu ki, ibâdetler on kısmdır: Dokuz
kısmı halâl kazanmakdır. Bir kısmı da bildiğimiz bütün ibâdetlerdir). O hâlde,
mü’minler halâl kazanmağa çalışmalıdır. Harâmdan ve şübhelilerden kaçınmalıdır.
Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” buyuruyor ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve
sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Allahü teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan
ibâdetleri kabûl eder. Allahü teâlâ, Peygamberlerine emr etdiğini, mü’minlere de
emr etdi ve buyurdu ki, ey Peygamberlerim! Halâl yiyiniz ve sâlih, iyi işler
yapınız! Mü’minlere de emr etdi ki, ey îmân edenler! Sizlere verdiğim rızklardan
halâl olanları yiyiniz!). Resûl “aleyhisselâm” sözüne devâm ederek buyurdu
ki, (Uzak yoldan gelmiş, saçı sakalı dağılmış, yüzü gözü toz içinde bir
kimse, ellerini göke doğru uzatıp düâ ediyor. “Yâ Rabbî!” diye yalvarıyor.
Hâlbuki yidiği harâm, içdiği harâm, gıdâsı hep harâm. Bunun düâsı nasıl kabûl
olur?). Ya’nî harâm yiyenin düâsı kabûl olmaz buyurdu. İşte harâmı, halâli,
şübhelileri ve fâizi bilmiyen, bunları birbirinden ayıramıyan, harâmdan
kurtulamayıp, ibâdetleri boşuna gider.
En üstün kesb yolu, silâhla
ve kalemle cihâddır. İkinci derecede ticâret, üçüncüsü zirâ’at, dördüncüsü
san’atdir. Demek ki, kıymetli kazanç yolu, bu dördüdür.
[Cihâd, insanların
islâmiyyeti işitmelerine ve müslimân olmalarına mâni’ olan zâlimleri,
sömürücüleri ortadan kaldırarak, insanların müslimân olmakla şereflenmeleri için
yâhud müslimânlara saldıran kâfir, zâlim ordularına karşı müslimânların
mallarını, canlarını ve ırzlarını, nâmûslarını korumak için, can ile, mal ile,
propaganda ile harb etmek, savaşmak demekdir. Cihâdı hükûmet yapar. Milleti sulh
zemânında cihâda hâzırlamak, yetişdirmek, hükûmetin vazîfesidir. Müslimânların
cihâd yapması, cihâd sevâbına kavuşması, hükûmetin cihâd yapmak veyâ cihâda
hâzırlanmak için yapdığı da’vete, çağrıya ve kumandanların emrlerine itâ’at
etmesi, askerlik vazîfesini yapması demekdir. Hükûmetin izni ve kumandanının
emri olmadan, herkesin başkasına saldırması, cihâd olmaz. Çapulculuk, eşkıyâlık
olur. Büyük günâh olur. İbni Âbidîn diyor ki, (Hükûmetin harb etmesi, bunun için
de, zemânın en mükemmel silâhlarını yapması, milletin de, hükûmete yardım,
itâ’at etmesi vâcibdir. Hükûmetin, askerce ve silâhca dahâ üstün olan düşmana
harb i’lân etmesi, câiz değildir. Düşman hücûm edince, herkesin cihâd etmeleri
farz olur ise de, arzû edip de, hükûmet ve ordu, harb etmediği için veyâ men’
olunduğu için cihâd edememek günâh olmaz. Harb edince, boş yere ölecekleri,
etmezlerse esîr olacakları biliniyorsa, harb etmeleri lâzım olmaz. Müslimânların
herhangi sûret ile helâk olmalarından korkulursa, kâfirlere mal vererek sulh
olunur). [Buradan anlaşılıyor ki, zulmden, fitneden kurtulmak için, mal vermek
câiz olmakdadır.] Kâfirler istîlâ ederse, Dâr-ül-islâma hicret edilir. Hicret
edemezse ve gelen kâfir hükûmet zulm ederse, zulm yapmıyan kâfir memleketine
hicret edilir.
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de
diyor ki, (Müslimânların adedi, kâfirlerin yarısından az değil ise ve silâhları
var ise, kaçmaları halâl olmaz. Silâhları yok ise, silâhlı olan düşmandan
kaçmaları câiz olur. [Meselâ füzesi yok ise, füzesi olan düşmandan kaçması câiz
olur.] Bunun gibi, bir kişinin üç kişiden kaçması câiz olur. Adedleri oniki bin
olan ordunun, katkat fazla olan düşmandan kaçması halâl olmaz. Düşmanın silâh
ateşi ile hedef aldığı yerden kaçmak câizdir).
Cihâd
hakkında, fıkh kitâblarında uzun bilgi verilmekdedir. Bilhâssa imâm-ı Muhammed
Şeybânînin (Siyer-i kebîr) kitâbını, allâme, şems-ül-eimme Serahsî şerh
etmiş ve bunu, Ayntablı Muhammed Münîb efendi türkceye terceme etmiş ve [1241]
de basılmış olup, cihâda âid ince bilgileri hâvî büyük bir kitâbdır.
Kesbin beşinci yolu,
hizmetdir. Yûsüf “aleyhisselâm”, Enbiyâ-i ülil-emr-i vel-ebsârdan olduğu hâlde,
kulların sıkıntıda olduğunu görüp, hükûmet reîsi kâfir olduğu hâlde, ona giderek
vazîfe istedi. Böylece, insanlara hizmet etdi. O hâlde, kullara hizmet edeceğini
bilen ve bunu kendinden başka yapacak kimsenin bulunmadığını gören, bu vazîfeye
bir zâlimin geçmesini önlemek ve müslimânlara hizmet etmek için, kâfir olan
âmirden bile vazîfe istemelidir. Münhal imâmlığı, müftîliği, vâ’ızlığı,
öğretmenliği, polisliği istid’â, ya’nî taleb etmelidir. Bir iyilik yapamasa da,
hiç olmazsa, müslimânların zararına çalışmağı önlemek de ibâdet olur. Vazîfeden
isti’fâ etmek de, bunun için, câiz değildir.
Kesb,
malı artdırır. Fekat, rızkı artdırmaz. Rızk, mukadderdir. İnsanlar
(Müşevveş-üz-zihn) yaratıldığı için, kesb etmek emr olundu. Rızk, ma’âşa,
mala, çalışmağa bağlı değildir. Böyle olmakla berâber, çalışmak lâzımdır. Çünki,
ef’âl-i ilâhiyye, sebebler altında tecellî eder. Âdet-i ilâhiyye böyledir. Fekat,
ba’zan, denenilen sebeb elde edilir de, fi’l hâsıl olmıyabilir. Yâhud, sebebsiz
de, hâsıl olabilir].
Abdüllah
bin Mes’ûd “radıyallahü anh” buyuruyor ki, alış veriş, ya’nî ticâret ilmini
bilmiyen fâiz yir. İmâm-ı Begavî, (Mesâbîh) kitâbında bildiriyor ki,
gasîl-ül-melâike adı ile şereflenmiş olan Hanzalanın oğlu Abdüllah “radıyallahü
anhümâ” dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Bile bile bir dirhem gümüş değerinde fâiz yimek,
otuz zinâdan dahâ çok günâhdır).
Mal mü’minin yardımcısıdır.
Çalışınız, halâl kazanınız! Öyle bir zemânda bulunuyorsunuz ki, muhtâc
olursanız, dîninizi verip alırsınız. Dîni verip de yimemek için, alın teri ile
yimelidir. Hadîs-i şerîfde, (Elinin emeği, alnının teri ile yi, dînini satıp
yime!) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde, (Halâle, harâma dikkat ederek
çalışıp kazanan kimseyi, Allahü teâlâ çok sever). Bir hadîs-i şerîfde,
(Bir dirhem gümüş kıymetinde harâm alan kimseyi, yirmibeşbin sene Cehennemde
bırakacaklardır) buyuruldu. (Muhît) kitâbında diyor ki, (Açlıkdan
ölmek üzere olan kimse, ölmüş köpek ile başkasına âid koyun eti bulsa, ikisi de
harâm ise de, başkasının malını yimeyip, köpeği yimesi lâzımdır. Köpek yok ise,
başkasının malını, ölmiyecek kadar yiyebilir). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki,
(Bir zemân gelecek ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünüp,
halâlini, harâmını düşünmiyecekler). O hâlde, bir müslimân, her aldığını,
halâl mi, harâm mı düşünmeli, harâm ise almamalıdır. Aldığı şeyde hakkı olanlara
vermeği, fakîrlere, garîblere yardım etmeği düşünmelidir. Çünki, insanların
iyisi, insanlara iyilik edendir. İnsanların kötüsü, insanlara kötülük edendir.
İnsan, kazandığına kanâ’at etmeli, Allahü teâlânın taksîmine râzı olmalıdır.
(Kanâ’at eden doyar) buyuruldu. Allahü teâlâ, beş şeyi, beş şey içine
koymuşdur. Bu beş şeyi alan, içindekine kavuşur: İzzeti, şerefi, ibâdete;
zilleti, sefâleti, günâha; ilmi, hikmeti, çok yimemeğe; heybeti, i’tibârı, gece
nemâz kılmağa; zenginliği, kimseye muhtâc olmamağı da, kanâ’ate tâbi’ kılmışdır.
(Buhârî)deki
bir hadîs-i şerîfde buyuruluyor ki,
(İnsanın yidiklerinin en hayrlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yidiğidir. Allahü
teâlânın Peygamberi Dâvüd “aleyhisselâm” elinin emeği ile kazanıp yirdi).
Fârisî (Tezkiret-ül-Evliyâ)
kitâbında diyor ki, İbrâhîm Edhem “kuddise sirruh” hazretlerine, falanca yerde
bir genç var. Gece gündüz ibâdet ediyor. Vecde gelip kendinden geçiyor, dediler.
Gencin yanına gidip, üç gün müsâfir kaldı. Dikkat etdi, söylediklerinden dahâ
çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, hâlsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve
gayretli hâline şaşıp kaldı. Genci, şeytân aldatmış mıdır, yoksa hâlis ve doğru
mudur anlamak istiyordu. Yidiğine dikkat etdi. Lokması halâlden değildi. (Allahü
ekber, bu hâlleri hep şeytândandır) deyip, genci evine da’vet etdi. Kendi
lokmalarından bir dâne yidirince, gencin hâli değişip, o aşkı, o arzûsu, o
gayreti kalmadı. Genç, İbrâhîme sorup, (Bana ne yapdın?) deyince, (Lokmaların
halâlden değildi. Yemek yirken, şeytân da mi’dene giriyordu. O hâller, şeytândan
oluyordu. Halâl yiyince şeytân giremedi. Asl, doğru hâlin meydâna çıkdı) dedi.
Harâm yimek, kalbi karartır, hasta eder. Aynı kitâbda Zünnûn-i Mısrî
“kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyuruyor ki: Kalbin kararmasının dört
alâmeti vardır: 1- İbâdetin tadını duymaz. 2- Allah korkusu, hâtırına gelmez. 3-
Gördüklerinden ibret almaz. 4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlamaz, kavrıyamaz.
Ebû
Süleymân-ı Dârânî “kuddise sirruh” buyurdu ki, halâlden bir lokma az yimeği,
akşamdan sabâha kadar nemâz kılmakdan dahâ çok severim. Çünki, mi’de dolu
olunca, kalbe gaflet basar. İnsan Rabbini unutur. Halâlin fazlası böyle yaparsa,
mi’deyi harâm ile dolduranların hâli acabâ nasıl olur? Sehl bin Abdüllah-i
Tüsterî “kuddise sirruh” buyuruyor ki, yolumuzun esâsı üç şeydir: Halâl yimek,
ahlâk ve amelde Resûl aleyhisselâma tâbi’ olmak ve (ihlâs) ya’nî her işi,
yalnız Allah rızâsı için yapmakdır. (Risâle-i kuşeyriyye)de buyuruyor ki,
İbrâhîm Edhem “kuddise sirruhümâ” buyurdu ki: Temiz ve halâl yi de, ister sabâha
kadar ibâdet et, ister uyu ve ister, hergün oruc tut, ister tutma!
(Kimyâ-i se’âdet)
kitâbı, üçüncü aslında
buyuruyor ki: Bu dünyâ, âhıret yolcularının bir konak yeridir. İnsana burada
yiyecek ve giyecek lâzımdır. Bunlar ise çalışmadan ele geçmez. Her ân mal
kazanmak için uğraşan aldanmışdır. Hem âhıret için hâzırlanmalı, hem de dünyâ
ihtiyâclarını kazanmalıdır. Fekat, bunları da, âhıret yolculuğunda lâzım
olduğunu düşünerek kazanmalıdır.
Kendinin ve çoluk çocuğunun
ihtiyâclarını halâlden kazanmak, kimseye muhtâc kalmamak, cihâd etmekdir. Birçok
ibâdetlerden dahâ sevâbdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir sabâh,
Eshâbı ile konuşurken, kuvvetli bir genç, erkenden dükkânına doğru geçdi.
Ba’zıları, erkenden dünyâlık kazanmağa gideceğine, buraya gelip birkaç şey
öğrenseydi iyi olurdu, deyince, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtâc olmamak ve ana, baba, çoluk çocuğunu da
muhtâc etmemek için gidiyorsa, her adımı ibâdetdir. Eğer, herkese öğünmek, keyf
sürmek niyyetinde ise, şeytânla berâberdir) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde,
(Bir müslimân, halâl kazanıp, kimseye muhtâc olmaz ve komşularına, akrabâsına
yardım ederse, kıyâmet günü, ayın ondördü gibi parlak, nûrlu olacakdır). Bir
hadîs-i şerîfde, (Doğru olan tüccâr, kıyâmetde sıddîklarla ve şehîdlerle
berâber olacakdır). Bir hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, san’at sâhibi
mü’mini sever). Bir hadîs-i şerîfde, (En halâl şey, san’at sâhibinin
kazandığıdır). Bir hadîs-i şerîfde, (Ticâret yapınız! Rızkın onda dokuzu
ticâretdedir). Bir hadîs-i şerîfde, (Kendini başkasından sadaka istiyecek
hâle düşüreni, Allahü teâlâ yetmiş şeye muhtâc eder) buyurdu.
[Bu hadîs-i şerîfler
karşısında, din düşmanları utansın! İslâmiyyet ticârete, san’ate, ferdin
istihsâl kapasitesinin genişlemesine, ekonomik sâhada ilerlememize mâni’ olmuş
diye gençleri aldatmakdan vaz geçsinler!]
Îsâ “aleyhisselâm” birine,
(Ne iş yapıyorsun?) dedi. İbâdetle vakt geçiriyorum deyince, (Nerden yiyip
geçiniyorsun?) buyurdu. Herşeyimi kardeşim veriyor, deyince, (O hâlde, kardeşin
senden dahâ kıymetli ibâdet yapmakdadır) buyurdu.
Ömer
“radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Çalışınız, kazanınız, Allahü teâlâ rızkımı
çalışmadan gönderir, demeyiniz! Allahü teâlâ, gökden para yağdırmaz). Lokman
hakîm, oğluna nasîhat verirken, (Çalış, kazan! Çalışmayıp, herkese muhtâc
kalanların dîni ve aklı noksân olur ve iyilik etmekden mahrûm kalır ve herkesden
hakâret görür) buyurdu. Büyüklerden birine sordular ki, özü sözü doğru olan
tüccâr mı, yoksa geceleri nemâz kılan, gündüzleri oruc tutan âbid mi yüksekdir?
(Emîn olan tüccâr dahâ kıymetlidir. Çünki, şeytânla her sâat cihâd etmekdedir.
Şeytân, alışda, verişde, dartmada onu aldatmağa uğraşmakda, o ise Allahü
teâlânın emrini, rızâsını gözetmekdedir) dedi. Ömer “radıyallahü anh” buyuruyor
ki, (Alış veriş ederken, halâl kazanırken cân vermeği, başka şeklde ölmekden
dahâ çok severim). İmâm-ı Ahmed ibni Hanbelden “rahmetullahi aleyh” sordular ki,
hergün sabâhdan akşama kadar câmi’de ibâdet edip Allahü teâlâ, benim rızkımı
nerden olsa gönderir diyen bir kimse nasıl bir adamdır? Cevâbında buyurdu ki,
(Bu kimse câhildir. İslâmiyyetden haberi yokdur. Çünki, Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâ benim rızkımı, süngümün ucuna
koymuşdur). Ya’nî rızkım, islâm dînine ve müslimânlara saldıran kâfirlerle
harb etmekle gelmekdedir). Görülüyor ki, harbde düşmandan alınan ganîmet ve
sulhde, harbe hâzırlananların aldıkları ücret halâl rızkdır. İmâm-ı Evzâî,
İbrâhîm Edhemi “rahmetullahi aleyhimâ” gördü ki, sırtında bir yığın odun
götürüyor. Niçin bu kadar sıkıntı çekiyorsun? Kardeşlerin, seni hiçbirşeye
muhtâc bırakmıyor dedi. İbrâhîm Edhem “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyurdu
ki, öyle söyleme, hadîs-i şerîfde buyuruldu ki,
(Halâl kazanmak için sıkıntı çekenlere Cennet
vâcib olur).
Süâl:
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bana, tüccâr ol, mal
topla diye emr olunmadı. Fekat, Rabbini tesbîh et ve ona secde et. Rabbine
ölünciye kadar ibâdet et! diye emr olundu). Bu hadîs-i şerîf, ibâdetin, mal
kazanmakdan dahâ iyi olduğunu göstermiyor mu?
Cevâb: Kendinin
ve çoluk çocuğunun ihtiyâclarına mâlik olan zengin bir kimsenin, vaktlerini
ibâdetle geçirmesi, para kazanmakdan dahâ sevâbdır. İhtiyâcı olmıyanların mal
kazanmak için uğraşması sevâb değildir. Hattâ kalbini dünyâya bağlamak olur.
Dünyâya bağlamak ise, bütün günâhların başıdır. Malı olmıyan, fekat, vazîfe
görüp ma’âş alanların da, mal kazanmak için ayrıca uğraşmaması dahâ iyidir.
Meselâ ilm adamlarının, millete ilm öğretmesi, ya’nî din âlimlerinin, tabîblik,
hâkimlik, subaylık ve her dürlü fâideli ilmleri bilenlerin ve tesavvuf
büyüklerinin, ya’nî kalb gözü açılmış olanların ihtiyâcları, hükûmetce veyâ hayr
müesseseleri ve hayr sâhibleri tarafından istenmeden veriliyorsa, bunların halkı
irşâd etmeleri, onlara yardım etmeleri, mal kazanmakdan dahâ sevâbdır. Fekat,
zemân değişir, bunlara, istemeden, boyun bükmeden birşey verilmez olursa,
bunların da çalışarak kazanması dahâ iyi olur. Çünki, istemek harâmdır. Ancak
zarûret hâlinde mubâh olabilir. Mal kazanırken halâle, harâma dikkat edenin,
ya’nî Allahü teâlâyı unutmıyanın, kesb etmesi dahâ iyidir. Çünki bütün
ibâdetlerin rûhu, özü, Allahü teâlâyı hâtırlamakdır. (Kimyâ-i se’âdet)den
terceme burada temâm oldu.
(Hadîka)da,
amelde iktisâd faslında diyor ki, (Kesb, yaşamak için lâzım olan malları
halâlden kazanmağa çalışmak demekdir. Kendine, evlâdına ve ıyâline ve borclarını
ödemeğe lâzım olanları kesb etmek farzdır. Bunun için çalışan sevâb kazanır.
Özrsüz terk edene azâb yapılacakdır. Kendilerine nafaka verilmesi vâcib olanlara
(Iyâl) denir. Borc ödemek farzdır. Ödeyemeden vefât edenin, ödemek
niyyeti varsa, günâhlı olmaz. Hadîs-i şerîfde, (Beş vakt nemâzı kıldıkdan
sonra, çalışıp halâl kazanmak, her müslimâna farzdır) buyuruldu.
Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” hepsi, çalışıp kazanmışlardır. Çalışmayıp,
câmi’de oturarak, Allaha tevekkül ediyorum diyene inanmamalıdır. Bu, çalışmağı
terk etdiği için, günâh işlemekdedir. Sâlih değil, fâsıkdır. Bunun kalbi, Allahü
teâlâya değil, kulların mallarına bağlıdır. Önce sebebe yapışmak, sonra bu
sebebin te’sîrini Allahü teâlâdan beklemek emr olundu. Muhtâc olduğu malı
kazandıkdan sonra, fazla çalışmayıp, ibâdet etmek câizdir. Bunun için,
çalışmayıp ibâdet edene sû-i zan ve tecessüs etmemelidir. İkisi de harâmdır.
İhtiyâcdan fazla çalışıp, kazandıklarını, senelerce saklamak mubâhdır.
Saklamayıp hayra, hasenâta sarf etmek müstehabdır. Nâfile ibâdetlerden dahâ
sevâbdır. Hadîs-i şerîfde, (İnsanların iyisi, insanlara fâidesi olanlardır)
buyuruldu. Öğünmek için, kibrlenmek için, ihtiyâcdan fazla kazanmak
harâmdır). Görülüyor ki, ehlinin ve ıyâlinin nafakalarını ve borçlarını ödemek
için çalışıp, halâl kazanmak, nâfile ibâdetleri yapmakdan katkat dahâ sevâbdır.
(Râmûz-ül-ehâdîs) s. 105 deki hadîs-i şerîfde, (Eshâbım için fakîrlik
se’âdetdir. Âhır zemândaki ümmetim için, zenginlik se’âdetdir) buyuruldu.
Hakîkî islâm âlimi, büyük
Velî Abdüllah Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh” seksensekizinci mektûbunda
buyuruyor ki, (Çoluk çocuğunun ihtiyâclarını te’min için ve fukarâya yardım ve
İslâmiyyete hizmet için, çalışıp halâl mal kazanmak, çok iyidir. Süleymân
aleyhisselâm ve emîr-ül-mü’minîn Osmân ve Abdürrahmân bin Avf ve Eshâb-ı
kirâmdan ba’zıları çok zengin idiler. Bu zenginlikleri, Allahü teâlâ indindeki
derecelerinin azalmasına sebeb olmadı. Fukarâ-yı sâbirîn ve agniyâyı şâkirînden
hangisinin efdal olduğu ihtilâflıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
fakîrliği ihtiyâr etmişdi. (Rabbim, beni doyuruyor, içiriyor) buyururdu.
Fakîrlik, ibâdete ve hizmete mâni’ olursa, tâ’at yapmağa kuvvet hâsıl etmek
için, zengin olmak efdaldir. Böyle zenginlik büyük ni’metdir. Allahü teâlâ, bu
ni’meti dilediğine ihsân eder).
[Müslimân, dünyâyı sevdiği,
dünyâya düşkün olduğu için değil, Allahü teâlâ, çalışmağı emr etdiği için
çalışıp kazanır. Nefsinin kötü arzûlarına, zevklerine kavuşmak için çalışıp para
kazanmak ve çalışırken halâli harâmdan ayırmamak, başkalarının haklarına
saldırmak, onlara olan borçlarını ödememek, kanûnlara karşı gelmek, vergilerini
vermemek, dünyâya düşkün olmağı gösterir. Dünyâya düşkün olmak, büyük günâhdır.
Allahü teâlâ emr etdiği için çok çalışıp, çok kazanmak ve Onun emr etdiği gibi
çalışıp, kazandığını, Onun emr etdiği yerlere sarf etmek, ibâdet yapmak olur.
Çok sevâb olur.]
(Hadîka),
ikinci cild,
ikiyüzaltmışyedinci [267] sahîfede diyor ki, (Zarûret olmadan birşey istemek
harâm olduğu gibi, ücretsiz olarak başkasına iş gördürmek de harâmdır.
Başkasının çocuğuna, kölesine iş gördürmek ise, dahâ büyük günâhdır. (Müslim)de
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” diyor ki, çocuklarla oynuyordum.
Ansızın Resûlullah geldi. Kapı arkasına saklandım. Yanıma gelip, avucu ile
sırtımı okşadı. (Git bana Mu’âviyeyi çağır) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfe
göre, çocukların, harâm olmıyan oyunları oynaması ve çocuğa birisini çağırmak
için güvenilmesi ve ufak işlerin yapdırılması câizdir. Kendi küçük oğlunu ve
kızını ve torunlarını bir işde kullanmak, fakîr olana veyâ çocuğu yetişdirmek
için olursa câizdir. Çocuğun, babasına hizmet etmesi vâcibdir).
Başkasından sadaka istemesi
harâm olan kimsenin, zekât istemesi de harâm olur. Başkasında olan alacağını
istemek, söz birliği ile câizdir. Zenginin fakîrdeki alacağını istemesi de
böyledir. Fekat fakîrin, ödiyebilecek güce gelmesini beklemesi vâcibdir. Afv
etmesi dahâ sevâbdır. Din adamlarının, hâfızların ve din düşmanları ile beden,
söz ve kalemle cihâd edenlerin, müslimânların mallarını, cânlarını ve haklarını
koruyan müslimân hükûmet adamlarının ve hâkimlerin, Beyt-ül-mâldan, geçinecek
kadar para veyâ mal almak hakları vardır. Bu haklarını istemeleri câizdir.
Kadının ev işlerini yapması,
zevcine teberru’ ve ihsândır. Çok sevâbdır. Yapmazsa, günâha girmez. Zevc,
bunları zevcesine zorla yapdıramaz. Kadın tutup yapdırması lâzımdır. Kadın,
zevcine karşı bu ihsânını esirgememeli, erkek de, zevcesine nafakadan fazla
ihsânlarda bulunmalıdır. Allahü teâlâ ihsân edenleri çok sever. Resûlullah
efendimizin zemânından bugüne kadar, müslimân kadınları zevclerine bu ihsânı
yapmışlardır. Kadının vazîfesi ikidir: Kendini zevcine teslîm etmesi ve evden
iznsiz ve örtüsüz sokağa çıkmamasıdır. Görülüyor ki, islâmiyyetde kadın, ev
içinde de, evin dışında da çalışmağa, para kazanmağa mecbûr değildir. Evli ise
kocası, evli değil ise babası, babası yoksa veyâ fakîr ise, zengin olan yakın
akrabâsı çalışıp, kadına lâzım olan herşeyi getirmeğe mecbûrdur. Kimsesi olmıyan
kadına, (Beyt-ül-mâl) denilen, devletin yardım sandığı bakar.
İslâmiyyetde, karı koca arasında, hayât mücâdelesi, ya’nî para kazanmak,
müşterek değildir. Erkek kadını tarlada, fabrikada, vel-hâsıl hiçbir yerde
çalışmağa zorlıyamaz. Kadın isterse ve erkeği izn verirse, yabancı erkekler
arasına karışmadan, kadın işi olan yerlerde çalışabilir. Fekat, kazandığı
kadının olur. Erkek, ondan zorla birşey alamaz. Kadının kendi ihtiyâclarını
kendisinin alması için de, onu zorlıyamaz. İslâmiyyetin kadına böyle hak
tanıması ve onu erkeklerin elinde esîr, oyuncak olmakdan koruması, Allahü
teâlânın kadına çok kıymet verdiğini göstermekdedir.
Kadın da, erkek de, para
kazanmak için harâm işlememelidir ve hiçbir nemâzı kaçırmamalıdır. Ezelde
ayrılmış olan rızk değişmez. Aynı rızk, halâlden istiyene halâl yoldan gelir.
Harâm işliyerek istiyene de, harâm yoldan gelir. Câhillerin, (Bu zemânda kızım
okumazsa aç kalır. Oğlum fâiz almazsa, işi bozulur) demeleri doğru değildir.
Harâm işliyerek kazanmamalı demek, boş oturmalı, çalışmamalı demek değildir.
Halâl yoldan çalışıp kazanmalı demekdir. Harâm yoldan kazanan, hem büyük
günâhları işlemiş olur, hem de kazandıklarının hayrını görmez. Kazandıkları,
hekîme, hâkime ve düşmanlarına gider ve günâh işlemekde kullanılır, insanı
felâkete sürükler. Kazançları şübheli olan, hediyyeleşmeli ve ödünc almalı,
aldıklarını kullanmalıdır. Hediyye ve ödünc gelen şeyler halâldir.
(Bey’ ve şirâ risâlesi)
sonunda diyor ki, (Yetîm oğlana ücretsiz olarak, yalnız annesi iş yapdırabilir.
Velîsi, akllı çocuğu, hocaya veyâ ustaya verip, buna öğret! Bu da sana hizmet
etsin dese, bunlar çocuğa hafîf iş yapdırabilir. [İlm ve edeb öğreten velîsi de,
hocası gibidir.] Fekat, yapdıracakları işin ve sokakdaki çeşmeden getireceği
suyun, piyasaya göre ücretinin, öğretmek ücretinden fazla olmaması ve hizmet
etmeği, velînin söylemiş olması lâzımdır. Âkıl, bâlig kimsenin kendisi gelip,
bana öğret, ben de sana hizmet edeyim demesi de böyledir. Üçüncü kısmda,
yirmialtıncı maddeye bakınız! Çocuğun kendisi ve malı için velîsi, ya’nî babası,
baba yoksa babanın vasîsi, vasî yoksa dedesi, dedesi de yoksa, bunun vasîsi, bu
da yoksa hâkim, ücret ile, hafîf işlerde çalışdırabilir. Ücret, yalnız çocuk
için sarf edilir). Kadın, velî olamaz.
Cânân elinden gelmişim, fânî mekânı
neylerim,
Ol mülke meylim salmışım, ben bu cihânı
neylerim.
Hep i’tibârım atmışım, âşıklığa el katmışım,
Ben nefsi dosta satmışım, bu düşmanı
neylerim.
Aşkı tabîbim kılmışım, derdinde derman
bulmuşum,
Abdülhakîmi görmüşüm, yünâniyânı neylerim.
Ma’rifet tadın almışım, fenâ tahtına
varmışım,
Mahfice sultân olmuşum, dünyâ varlığı
neylerim.
Herne gelirse yahşîdir, zirâ o dostun
bahşıdır,
Çün cümle onun işidir, ben bed gümânı
neylerim.
Gerçi zemân devran ile, pîr etdi cismim şân
ile,
Gönlüm civândır can ile, pir-ü civânı
neylerim.
Yâri bana bes görmüşüm, ağyârı dilden
sürmüşüm,
Ünsile tenhâ durmuşum, ben ins-ü cânı
neylerim.
Dilden dile bin tercüman, varken ne söyler
bu lisan,
Çün cân-ü dildir hem zebân, nutk-u beyânı
neylerim.
Şimdi! cemî’i halkdan, müstağniyim billâhi
ben,
Hallâk-ı âlem var iken, halk-ı zemânı
neylerim?
Allahümme yâ muhavvilel havli vel-ahvâl
havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl!
Ey! herkesin hâllerini değişdiren Allahım!
bize iyi hâller ihsân eyle!
|