| 
 
02 -  
ÜÇÜNCÜ CİLD 
- 41.MEKTÛB  
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektûb, bir sâliha 
hânıma “rahmetullahi teâlâ aleyhâ” yazılmış olup, kadınlara lâzım olan 
nasîhatleri bildirmekdedir: 
Kadınların, Resûlullaha 
“sallallahü aleyhi ve sellem” söz verdiklerini bildiren Mümtehine sûresindeki 
âyet-i kerîme, Mekke şehrinin alındığı gün inmişdir. Peygamberimiz “sallallahü 
aleyhi ve sellem” erkeklerle sözleşdikden sonra, kadınlarla sözleşmeğe başladı. 
Kadınlarla yalnız söz ile olup, mubârek eli, kadınların ellerine dokunmadı. Kötü 
huylar, kadınlarda, erkeklerden dahâ çok olduğundan, kadınlarla sözleşirken, 
erkeklerden dahâ fazla şart, araya kondu. Allahü teâlânın emrlerini yapmış olmak 
için, bunlardan kaçınmak lâzım geldiği bildirildi. 
Birinci şart: 
Allahü teâlâdan başka, 
hiçbirşeye ibâdet etmemekdir. Bir kimse, başkaları görmek için ibâdet eder veyâ 
Allahü teâlâ için eder ammâ, başkasının görmesi de hoşuna giderse veyâ 
ibâdetinde başkasından bir karşılık, meselâ, bir (Âferin!) sözü beklerse, o 
kimse, şirkden kurtulmuş olmaz ve hâlis muvahhid olmaz. Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Küçük şirkden korununuz!). 
(Küçük şirk nedir?) diye soruldukda, (Riyâ) buyurdu. Ya’nî başkasına 
göstermek için ibâdet etmekdir. 
Kâfirlerin bayramlarında, 
onların yapdıklarını yapmak, hep şirkdir. Hem müslimânlığı, hem de kâfirlik 
ibâdetlerini yapan, (Müşrik)dir. Kâfirliği beğenen de müşrikdir. Müslimân 
olmak için, kâfirlikden kaçınmak lâzımdır. Mü’min olmak için, şirkden sıyrılmak 
şartdır. 
Hastalıkdan 
kurtulmak için, putlardan, heykellerden, papaslardan imdâd beklemek şirkdir ki, 
bu hâl müslimânlar arasında yayılmışdır. İhtiyâclarını putlardan, heykellerden 
istemek, kâfirlikdir. Nisâ sûresi, ellidokuzuncu [59] âyetinde meâlen, 
(Onlara, kâfirlere inanmayınız dediğim hâlde, onlar kâfirlerin sözleri ile 
hareket ediyorlar. Şeytân onları aldatıyor) buyuruldu. Kadınların çoğu, 
bilmiyerek, bu belâya düşüyor. Ne oldukları bilinmiyen bir takım ismlerden meded 
bekleyip, bunlarla belâdan kurtulmak istiyorlar. Kâfirlerin âdetlerini, kâfirlik 
alâmetlerini yapıyorlar. Bilhâssa, çiçek hastalığı zemânında, bu belâ, 
iyilerinde de, fenâlarında da görülüyor. Bu şirkden kurtulabilen ve kâfirlik 
alâmetlerinden birini yapmıyan kadın, çok azdır. Hindûların bayram günlerine [ve 
ateşe tapınanların Nevruz günlerine ve hıristiyanların Noel gecelerine ve diğer 
paskalyalarına] hurmet etmek ve o zemânlarda, onların âdetlerini, onlar gibi 
yapmak, şirk olur. Küfre sebeb olur. Kâfirlerin bayramlarında, müslimânların 
câhilleri ve hele kadınlar, kâfirlerin yapdıklarını yapıyor ve bu günleri, 
müslimân bayramı zan ediyor ve kâfirler gibi, birbirlerine hediyye 
gönderiyorlar. Eşyâlarını, sofralarını kâfirlerin yapdığı gibi, süsliyorlar. O 
geceleri, başka gecelerden ayırd ediyorlar. Bunlar hep şirkdir, kâfirlikdir. 
Sûre-i Yûsüfdeki âyet-i kerîmede meâlen, (Biz, Allahü teâlânın varlığına, 
birliğine, herşeyi yaratan O olduğuna inandık, müslimân olduk diyenlerin çoğu, 
başkalarına ibâdet ve itâ’at ederek ve dahâ birçok hareketleri ve sözleri ile, 
müşrik oluyorlar) buyuruldu. [Üçüncü kısmda, 60. cı maddenin baş tarafına 
bakınız!] 
Şeyhler için, türbeler için 
kurban adıyorlar. Götürüp mezâr başında kesiyorlar. Fıkh kitâbları, bunu da şirk 
saymakdadır. Ba’zı kimseler, dahâ ileri giderek, böyle kurbanları, cin kurbanı 
oluyor diyorlar. Dînimiz bunu red ediyor ve şirk sayıyor. Adak yapmak, çok 
şeklde olur. Hayvân kesmeği adamağa ve bunu kesip cin kurbanlarından oldu demeğe 
ve cinlere tapanlara benzemeğe ne lüzûm var? [Birinci kısmda, seksenikinci 
maddeye ve (Hayât-ül-hayvân) kitâbına bakınız!]. 
Şeyhler için tutdukları 
oruclar da böyledir. Bir takım ismler uydurup, o ismlere niyyet ediyor, iftâr 
zemânı her oruc için, husûsî yemekler şart ediyor ve gün de ta’yîn ediyorlar. 
İşleri, bu oruclar sâyesinde oluyor sanıyorlar. Bu da, ibâdetde şirkdir. İşleri 
hâsıl olmak için, başkasına ibâdet etmekdir. Bunun çirkinliğini iyi anlamak 
lâzımdır. Hâlbuki hadîs-i kudsîde buyuruldu ki, (Oruc benim için tutulur. 
Onun karşılığını ben veririm!). Ya’nî oruc, yalnız benim için tutulur. Bana, 
orucda başkası şerîk olamaz. Hiçbir ibâdetde, Allahü teâlâya birşeyi ortak etmek 
câiz değil ise de, yalnız orucu buyurması, bunda şirk yapmamağa çok dikkat 
olunması içindir. Ba’zı kadınlar, hîle yaparak, bu orucları, Allah için 
tutuyoruz ve sevâbını şeyhlerimize hediyye ediyoruz diyor. Bu sözleri doğru ise, 
oruc için, niçin gün ta’yîn ediyorlar ve mu’ayyen iftârlık yiyor ve iftâr 
zemânında çirkin işler yapıyorlar? Çokları iftârda harâm işliyor. Bu şartları 
yapabilmek için, dilencilik bile yapıyor ve işlerinin bu harâmlar sâyesinde 
hâsıl olduğuna inanıyor. Bunlar, hep yoldan çıkmakdır. Şeytânın aldatmasıdır. 
[(Redd-ül-muhtâr)da
(Zebâyıh)ı anlatırken, sonuna yakın diyor ki, (Makâm sâhibleri gelince, 
hayvan kesmek harâmdır. Çünki, Allahdan başkası için hayvan kesmek şirk olur. 
Keserken Allahü teâlânın ismini söylese de, harâmdır. Eğer gelene yidirmek için 
keserse, harâm olmaz. Çünki, müsâfire ziyâfet vermek, İbrâhîm aleyhisselâmın 
sünnetidir. Müsâfire ikrâm etmek sevâbdır. (İnsana ikrâm için kesmek, Allahdan 
başkası için kesmek olur. Bu ise halâl değildir) demenin doğru olmadığı (Bezzâziyye)
fetvâsında yazılıdır. Böyle söylemek, Kur’ân-ı kerîme, hadîs-i şerîflere ve 
akla uygun değildir. Kassâb da, para kazanmak için kesiyor. Hâlbuki, kassâbdaki 
etlere harâm diyen hiç olmamışdır. Para kazanmak niyyeti ile kesilen hayvan necs 
olsaydı, hiçbir kassâb hayvan kesmezdi. Öyle söyliyen câhilin kassâbdan et 
almaması, düğün için, akîka için kesilen hayvan etinden yimemesi lâzım olur. 
Bir kimse gelince kesilen 
hayvan etinden, ona da ikrâm edilirse, ya’nî yidirilirse, hayvanı Allah için 
kesmiş, fâidesi müsâfire olmuş olur. Kassâbın kesdiği de Allah içindir. Fâidesi, 
kazancı, kassâbadır. Eğer etinden müsâfire yidirmez, hepsi başkalarına 
verilirse, Allahdan başkası için kesilmiş olur, harâm olur. Görülüyor ki, bir 
hayvanın insana ta’zîm için, Allahdan başkası için kesilmesi veyâ Allah rızâsı 
için kesilmesi, etinin kesilene yidirilip yidirilmemesi ile ayırd edilmekdedir. 
Bundan anlaşılıyor ki, temel atılırken, hastalık gelince, hasta iyi olunca 
hayvan kesmek halâl olmakdadır. Çünki, etleri fakîrlere yidirilmekdedir. Hamevî 
de böyle demekdedir. Dileği olursa Allah için hayvan kesmeği adak yapmanın da 
böyle olduğu, (Bahr-ür-râık)da yazılıdır. Fekat etlerinin yalnız 
fakîrlere verilmesi lâzımdır. Müsâfir gelince kesilen hayvan etinden o müsâfire 
yidirip yidirmemek mühimdir. Etlerin hepsini ona veyâ başkasına verip vermemek 
mühim değildir. Onun yidiği hayvanın etinden başkalarına da verilir. Kesen de 
alır. Bunun ehemmiyyeti yokdur. Ona yidirmek ve yidirmemek için, keserken 
yapılan niyyete bakılır. Keserken onu ta’zîm etmek niyyet edilmezse, ona bu 
etden yidirmeyip, başka şeyler yidirilmesi, harâm olmasına sebeb olmaz. Çünki, 
keserken ona yidirilmesi niyyet edilmişdir. Bundan anlaşılıyor ki, hükûmet adamı 
gelince, hayvanı keserken ona ta’zîm etmeği niyyet ederse, etinden ona yidirse 
de, halâl olmaz. Keserken ona ikrâm etmeği, yidirmeği niyyet ederse, etinden hiç 
yidirmeyip, başka şeyler yidirse de, halâl olur. 
Kesmek harâm olunca, küfr de 
olur mu, olmaz mı? İkisini de söyliyenler olduğu (Bezzâziyye)de 
yazılıdır. Niyyet gizli olduğu için, müslimâna kötü gözle bakmamak ve ihtilâflı 
konularda küfr damgası basmamak lâzımdır. Bir müslimânın bir kimseye yaklaşması, 
gözüne girmesi için ona ibâdet edeceği düşünülemez. Hayvan kesmesi, onu 
sevdiğini göstermek içindir. Sevdiğini anlatarak, ona yaklaşmak, dünyâlığa 
kavuşmak istemekdir. Allah için kesmeğe, insanı ta’zîm etmek karışınca, harâm 
olursa da, küfr denilemez. Harâm ile küfr birbirinden çok uzakdır)]. 
Kadınlardan söz alınan 
ikinci şart: 
Hırsızlık etmemekdir. Hırsızlık, büyük günâhlardan biridir. Çok kadınlar, bu 
günâha yakalanmışdır. Hırsızlığın inceliklerinden kurtulabilen kadın pek azdır. 
Bunun için, hırsızlıkdan kaçınmak, ikinci şart oldu. Kocalarının malını, 
kocalarının izni olmadan harc eden kadınlar hırsız oluyor. Bununla, büyük günâha 
girmiş oluyor. Bu hâl, hemen bütün kadınlarda var gibidir. Hepsinde bu hiyânet 
hâsıl olmakdadır. Ancak, Allahü teâlânın koruduğu az kimse bundan kurtulmakdadır. 
Keşki, bunun hırsızlık olduğunu, günâh olduğunu bilselerdi. Bunu, halâl 
bilenleri çokdur. Halâl bilenlerin kâfir olmaları korkusu çokdur. Allahü teâlâ, 
kadınları şirkden men’ etdikden sonra, ikinci olarak, hırsızlıkdan men’ buyurdu. 
Çünki, bunu halâl sanarak, çoğu kâfir olur. Bundan dolayı, bu günâh, kadınlar 
için, başka günâhlardan dahâ büyük oldu. Böyle kadınlar, kocalarının mallarını 
her zemân alarak hıyânete alışdıklarından, böylece, başkasının malını 
kullanmanın çirkinliği kalblerinden kalkar. Başkalarının mallarını da, habersiz 
kullanmak kendilerine hafîf gelir. Çekinmeden başkalarının mallarına hıyânet ve 
hırsızlık eder. İyi düşünülürse, böyle olacağı açıkca anlaşılır. O hâlde, 
kadınları hırsızlıkdan men’ etmek, dîn-i islâmda çok ehemmiyyetlidir. Şirkden 
sonra, onlar için ikinci çirkin şey bu oldu. [Bir mü’min, kendine sâdık ve emîn 
olan zevcesini bu büyük günâhdan kurtarmak için, malını istediği şeklde sarf 
etmesine önceden izn vermelidir.] 
İlâve: 
Peygamberimiz “sallallahü 
aleyhi ve sellem” birgün Eshâb-ı kirâmına sorarak: (Hırsızların büyüğü kimdir 
bilir misiniz?) buyurdu. Bilmiyoruz. Siz buyurun! dediklerinde: 
(Hırsızların büyüğü, nemâzından çalandır ki, nemâzın erkânını temâm yapmaz!) 
buyurdu. Bu hırsızlıkdan da sakınmalıdır ve büyük hırsız olmakdan kurtulmalıdır. 
Kalbe hiçbir şey getirmiyerek, niyyet etmelidir. Niyyet doğru olmazsa, ibâdet 
sahîh olmaz. Kırâeti doğru okumalıdır. Rükü’ü, secdeleri, kavmeyi ve celseyi, 
itmînân ile yapmalıdır. Ya’nî, rükü’den kalkınca tam dikilip, bir tesbîh mikdârı 
durmalı ve iki secde arasında doğru oturup yine bir tesbîh mikdârı öyle 
durmalıdır. Böylece, kavmede ve celsede, itmînân [ya’nî tumânînet] hâsıl olur. 
Böyle yapmıyanlar, hırsızlardan olur ve çok azâblara yakalanır. 
[İbni Âbidîn, (Lukata)
bahsinin sonunda buyuruyor ki, İbni Hacer ve Nevevî ve başkaları bildiriyor 
ki, gayb olan, çalınan birşeyi bulmak için, [hergün yirmibeş kerre] (Yâ 
câmi’annâsi li-yevmin lâ raybe fîhi innallahe lâ yuhlif-ül mî’âd icma’ beynî ve 
beyne...) düâsını okumalıdır. Buluncaya kadar okumalıdır. Noktaların yerinde, 
gayb olan şeyin ismini söylemelidir. (Fetâvâ-i kâri-ül-hidâye)de diyor 
ki, (Murâdı olan kimse, yatacağı zemân abdest almalı. Temiz bir örtü üzerinde 
oturup, üç def’a salevât okumalı. Sonra, herbirine Besmele çekerek on Fâtiha ve 
sonra onbir İhlâs okumalı. Sonra, üç salevât okumalı. Sonra sağ yanı üzere, yüzü 
kıbleye karşı olarak ve sağ elini sağ yanağı altına koyarak yatıp uyumalıdır. 
Niyyet etdiği şeyin nasıl olacağını, bi-iznillah rü’yâda görür). (Bostân-ül-ârifîn) 
sonunda diyor ki, İbni Ömer buyurdu ki, birşeyi gayb olan, çalınan kimse, hergün 
iki rek’at nemâz kılıp, selâmdan sonra, (Allahümme yâ Hâdî ve yâ Râddeddâlleti, 
erdid aleyye dâlletî bi-izzetike ve sultânike fe-innehâ min fadlike ve atâike) 
okumalıdır. 110.cu sahîfede yazılı olan istigfâr düâsını okumak da çok 
fâidelidir.] 
Kadınlardan istenilen 
üçüncü şart: Zinâ 
etmemekdir. Bu şartı, yalnız kadınlardan istemek, bu günâhın hâsıl olması, çok 
def’a onların râzı olmalarına bağlı olduğu içindir ve kendilerini gösterdikleri 
[erkeklerin kollarına atıldıkları] içindir. O hâlde, bu günâhın ilk sebebi 
onlardır. Bu işde, onların rızâları mu’teberdir. Bunun için, bu amelden, 
kadınların dahâ kuvvetli men’ edilmeleri îcâb etdi. Bundan dolayı, Allahü teâlâ, 
Kur’ân-ı kerîmde, bu günâhda kadını erkekden evvel söyledi ve (Kadına ve 
erkeğe yüz sopa vurunuz!) buyurdu. Bu günâh insana, dünyâda ve âhıretde 
zarar verir ve bütün dinlerde yasak ve çirkin olmuşdur. Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Zinânın dünyâda üç fenâlığı 
vardır: Biri, güzelliği ve parlaklığı giderir. İkincisi, fakîrliğe sebeb olur. 
Üçüncüsü, ömrün kısalmasına sebeb olur. Âhıretdeki üç zararına gelince, Allahü 
teâlânın gadabına sebeb olur. İkincisi, süâlin, hesâbın fenâ geçmesine sebeb 
olur. Üçüncüsü, Cehennem ateşinde azâb çekmeğe sebeb olur). Bir hadîs-i 
şerîfde buyuruldu ki, (Yabancı kadınlara bakmak, gözlerin zinâsıdır. Onları 
tutmak, ellerin zinâsıdır. Onlara gitmek, ayakların zinâsıdır). Nûr 
sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Mü’minlere söyle, yabancı kadınlara 
bakmasınlar ve zinâ etmesinler! Ve mü’min kadınlara söyle! Onlar da, yabancı 
erkeklere bakmasınlar ve zinâ etmesinler!) buyruldu. Kalb, göze tâbi’dir. 
Gözler harâmdan sakınmazsa, kalbi korumak güç olur. Kalb, harâma dalarsa, 
zinâdan sakınmak güç olur. O hâlde, îmânı olanların, Allahü teâlâdan 
korkanların, harâma bakmaması lâzımdır. Ancak bu sûretle, kendini korumak, dünyâ 
ve âhıretde zarardan kurtulmak mümkin olur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde 
kadınların, kızların, yabancı erkeklerle yumuşak sesle, nezâketle konuşmalarını, 
böylece kötü adamların kalblerine fenâlık getirmelerini men’ buyurmakda, buna 
sebeb olmıyacak şeklde söylemelerini istemekdedir. Kadınların, yabancı erkeklere 
süslenmelerini yasak etmekdedir. Bileyziklerinin sesini duyurmamak için, yavaş, 
sessiz yürümelerini emr etmekdedir. Ya’nî fıska, günâha sebeb olan herşey de 
günâhdır. O hâlde günâha, harâma sebeb olan şeylerden kaçmak lâzımdır. 
(Safizm), 
ya’nî kadınların, yabancı 
kadınlara şehvet ile bakması ve dokunması, kadınların, kocasından başkasına, 
erkek ve kadın, kim olursa olsun, yabancıya süslenmeleri câiz değildir. 
Erkeklerin homoseksüel olması, ya’nî oğlanlara şehvet ile bakmaları ve 
dokunmaları harâm olduğu gibi, kadının da homoseksüel olması, ya’nî kadına 
şehvet ile dokunması ve bakması harâmdır. Dünyâda ve âhıretde felâketlerden 
kurtulmak için, bu incelikleri iyi gözetmek lâzımdır. Erkekle kadın, başka 
cinsden oldukları için, bir araya gelmeleri gücdür. Kadının kadına yaklaşması 
böyle olmayıp kolaydır. Bunun için kadının kadına bakmasını ve dokunmasını, 
erkeğin kadına ve kadının erkeğe bakmasından dahâ şiddetle men’ etmelidir. 
[(Pedérastie)nin, 
ya’nî gulâmpâreliğin Romalılarda ve eski Yunanlılarda ve İngilterede yaygın 
olduğu, doktor Fahreddîn kerîmin 1343 [m. 1925] târîhli, (Gayr-i tabî’î 
aşklar) kitâbında uzun yazılıdır]. 
Kadınlardan istenilen 
dördüncü şart: 
Çocuğunu öldürmemekdir. O zemân, kadınlar, fakîrlikden korkarak, kızlarını 
öldürürlerdi. Bu çirkin hareket, haksız yere câna kıymak olduğu gibi, evlâd 
hakkını da tanımamakdır ve her ikisi de büyük günâhdır. [Çocuk aldırmak da 
böyledir. İbni Âbidîn, beşinci cild, ikiyüzyetmişaltıncı [276] sahîfede diyor 
ki, (Özrsüz, çocuk düşürmek, herhâlinde harâmdır. Ananın veyâ süt emen diğer 
çocuğun ölümüne sebeb olan bir özr varsa, uzvları teşekkül etmeden düşürmek câiz 
olur.) Uzvlar yüzyirmi gün sonra teşekkül eder denildi. Cânlı çocuğu almak da, 
aldırmak da harâmdır. Çocuk olmaması için önceden tedbîr almak, meselâ 
prezervatif kullanmak câizdir. Fakîrlikden dolayı iyi bakamamak, besliyememek 
korkusu, çocuk düşürmek için özr olmaz. Din düşmanlarının yasaklamasından 
dolayı, din bilgisi verememek, islâm terbiyesi ile yetişdirememek korkusu özr 
olur. Çocuğun râhat tevellüd etmesi için (Bostân-ül-ârifîn) sonunda diyor 
ki, Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu ki, bir tas, tabak 
içine (Bismillâhillezî lâ ilâhe illâ huv El-Halîm-ül Kerîm. Sübhâne Rabbil’ Arş-il’azîm 
Elhamdülillahi Rabbil’ âlemîn) ve sonra (Nâzi’ât) sûresinin son âyetini ve Ke-ennehüm’den 
i’tibâren (Ahkaf) sûresinin son âyetini islâm harfleri ile yazıp, eritip anasına 
içirmelidir. 
İbni 
Âbidîn, beşinci cild, 249. cu sahîfede ve (Berîka)da ve (Hadîka)da, 
ferc âfetlerinde diyor ki, (Kassâb hayvanlarını, semizlemeleri için, ihsâ etmek 
[kısırlaşdırmak] câizdir. Diğer hayvanları ve insânları ihsâ harâmdır.)] 
Kadınlardan istenilen 
beşinci şart: 
Bühtân ve iftirâ etmemekdir. Bu günâh, kadınlarda çok olduğundan onlara şart 
edildi. İftirâ büyük günâhdır ve çok fenâdır. Bunda yalan söylemek de vardır ki, 
yalan, her dinde harâmdır. İftirâda bir mü’mini incitmek de vardır ki, bu da, 
başkaca harâmdır. Bunlardan başka, iftirâ etmek, yeryüzünde fesâd çıkarmağa, 
ortalığı karışdırmağa sebeb olur ki, bu da harâmdır. 
Altıncı şart: 
Peygamber “sallallahü aleyhi 
ve sellem” efendimizin her emrine itâ’at etmekdir. Bu şart, bütün farzları, 
sünnetleri yapmak ve bütün yasaklardan kaçınmak demekdir ve islâmın beş şartını 
bildirmekdedir. 
İslâmın 
beş şartından biri, nemâzdır. Beş vakt nemâzı üşenmeden, seve seve kılmalıdır. 
Malın zekâtını, emr edilen yerine, hevesle vermelidir. Ramezân-ı şerîf orucu, 
bir senelik günâhların afvına sebebdir. Oruc tutmakdan zevk almalıdır. 
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Hac edenin geçmiş 
günâhları afv olur!). Kâ’be-i mu’azzamaya gidip hac etmeği büyük kazanc 
bilmelidir. Vera’ ve takvâyı elden bırakmamalıdır. Peygamberimiz “sallallahü 
aleyhi ve sellem” buyurdu ki; (Dînin direği vera’dır). İçki içmemelidir. 
Serhoş yapan herşey, şerâb gibi harâmdır. Mûsikîden de kaçınmalıdır ki, lehv ve 
la’bdir. Ya’nî nefsin istediği fâidesiz işdir ve harâmdır. Bir hadîs-i şerîfde,
(Mûsikî, zinâya yol açar) buyuruldu. Müslimânları gîbet etmek, ya’nî 
kötülemek niyyeti ile çekişdirmek, iki müslimân arasında söz taşımak, mûsikîden 
dahâ büyük harâmdır. [Zimmîyi gîbet etmenin de harâm olduğu, (Behcet-ül-fetâvâ)da 
yazılıdır.] Bunlardan kaçınmak lâzımdır. Müslimânla alay etmek, kalbini kırmak 
da harâm olup, sakınmak lâzımdır. 
Uğursuzluğa inanmamalı, 
te’sîr eder sanmamalıdır. (Rûh-ul-beyân)da, Tevbe sûresi, otuzyedinci 
âyetinin tefsîrinde diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” teşrîf 
edince, günlerin mü’minlere uğursuz olmaları kalmadı). Bir hastalığın sağlam 
insana elbette geçeceğini kabûl etmemelidir. Allahü teâlâ dilerse geçer, 
dilemezse geçmez. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Müslimânlıkda, 
uğursuzluk ve hastalığın sağlam kimseye muhakkak geçmesi yokdur). [Bununla 
beraber, tehlükeli şeylerden, şübheli yerlerden kaçınmak vâcibdir. Hastalığa 
yakalanmamak için tedbîr almalıdır.] Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır. 
Bilinmiyen şeyleri bunlara sormamalıdır. Bunları gaybleri bilir sanmamalıdır. [(Şerh-ı 
akâid) kitâbının başında diyor ki, (İnsanın birşeyi bilmesi, his organı ile, 
güvenilir haber ile veyâ akl ile olur. His organları beşdir. Güvenilir haber 
ikidir: Tevâtür ve Peygamber haberleri. Tevâtür, her asrın güvenilen 
insanlarının hepsinin söylemesidir. Akl ile bilmek de ikidir: Düşünmeden hemen 
bilinirse, (Bedîhî) denir. Düşünmekle bilinirse, (İstidlâlî) 
denir. Herşeyin, kendi parçasından büyük olduğu bedîhîdir. Hesâbla edinilen 
bilgiler istidlâlîdir. His organları ve akl ile birlikde hâsıl olan bilgiler, 
(Tecrübî)dir). Görülüyor ki, islâm dîninin, hesâbın ve tecribenin 
bildirmediği şeylere (Gayb) denir. Gaybi ancak, Allahü teâlâ ve Onun 
bildirdikleri bilir.] 
(Sihr), 
ya’nî büyü yapmamalıdır ve 
sihr yapdırmamalıdır, harâmdır ve küfre en yakın olan, en fenâ harâmdır. Sihre 
âid ufak birşey yapmamağa çok dikkat etmelidir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, 
(Müslimân sihr yapamaz. Allah saklasın îmânı gitdikden sonra, sihri te’sîr 
eder.) Sanki sihr yapınca, îmânı gider. 
[İmâm-ı Nevevî “rahmetullahi 
aleyh” dedi ki: (Sihr yaparken küfre sebeb olan kelime veyâ iş olursa, küfrdür. 
Böyle kelime veyâ iş bulunmazsa, büyük günâhdır). Sihr insanları hasta yapar. 
Sevgi veyâ muhabbetsizlik yapar. Ya’nî cesede ve rûha te’sîr eder. Sihr, 
kadınlara ve çocuklara dahâ çok te’sîr eder. Sihrin te’sîri kat’î değildir. 
İlâcın te’sîri gibi olup, Allahü teâlâ, isterse te’sîrini yaratır. İstemezse, 
hiç te’sîr etdirmez. Açlık çekerek, sıkıntılı işler yaparak, nefsini ezen, harâm 
işlemekden zevk alamaz hâle getiren kâfirlerin yapdığı sihr te’sîr etmekdedir. 
Böyle papazların sihr çözmeleri de te’sîrli olmakdadır. Şimdiki papazlar, dünyâ 
zevklerine düşkün ve nefsleri azgın olduğundan, sihr yapamaz ve bozamazlar.
 
Bir sâhir, sihr ile 
istediğini elbette yapar, sihr muhakkak te’sîr eder diyen ve inanan kâfir olur. 
Sihr, Allahü teâlâ takdîr etmiş ise, te’sîr edebilir, demelidir. Büyü yapılmış 
olan kimse, (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi ikinci cildi, 
yüzseksenyedinci [187] sahîfedeki âyet-i kerîmeleri ve düâları ve arabî 
(Teshîl-ül-menâfi’) sonundaki (Âyât-i hırz)ı sabâh ve ikindi 
nemâzlarından sonra, yedi gün birer kerre okur ve boynuna asarsa, şifâ bulur. 
Bir mikdâr suya, (Âyet-el-kürsî) ve (İhlâs) ve (Mu’avvizeteyn) 
okumalı. Büyülenmiş kimse bundan üç yudum içmeli, kalan ile gusl abdesti 
almalıdır. Şifâ bulur. (İbni Âbidîn)de, hastalık sebebi ile boşanmakda,
(Zerkânî)nin 7.ci cild, 104. cü sahîfesinde ve (Mevâhib-i ledünniyye) 
tercemesinde diyorlar ki, (Sidr ağacının yeşil yaprağından yedi adedi iki taş 
arasında ezilip su ile karışdırılır. Üzerine Âyet-el-kürsi, İhlâs ve 
Kul’e’ûzüler okunur. Üç yudum içip, gusl edilir). Sidr, Lotus denilen yabânî 
kiraz [Kâzib abanoz] ağacıdır. (Mekâtîb-i şerîfe)nin doksanaltıncı 
mektûbunda diyor ki, (Hâcetlere kavuşmak için, iki rek’at nemâz kılıp, sevâbını
(silsile-i aliyye)nin rûhlarına hediyye etmeli, bunların hurmeti için 
diyerek düâ etmelidir). 
Mevlânâ Muhammed Osmân sâhib 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fevâid-i Osmâniyye) kitâbının yüzüçüncü 
sahîfesi sonunda buyuruyor ki, (Sihr ve cadı, ya’nî büyü âfetlerinden kurtulmak 
için, üç kerre Salevât-ı şerîfe okumalı, sonra yedi Fâtiha, yedi Âyet-el-kürsî, 
yedi Kâfirûn sûresi, yedi İhlâs-ı şerîf, yedi Felak ve yedi Nâs sûreleri okuyup 
kendi üzerine veyâ hasta üzerine üflemelidir. Bunları tekrâr okuyup, büyülenmiş 
olanın odasına, yatağına, evin her yerine, bağçesine üflemelidir. İnşâallahü 
teâlâ, büyüden halâs olur. [Buna karşılık ücret almamalıdır.] Bütün hastalıklar 
için de iyidir. Tarlaya bereket gelmesi için, mahsûlün uşrunu vermeli, sonra 
Eshâb-ı Kehfin ismleri dört kâğıda yazılıp, ayrı ayrı sarılıp, tarlanın ayak 
basmıyan dört köşesine defn edilmelidir. Sabâh ve yatsı nemâzlarından sonra 
büyük âlimlerin [silsile-i aliyyenin] ismlerini, sonra Fâtiha-i şerîfeyi 
okuyarak rûhlarına gönderip, onları vesîle ederek yapılan düânın kabûl olduğu 
tecribe edilmişdir). 148.ci sahîfesinde ve (Rûh-ul-beyân)da diyor ki, (Eshâb-ı 
Kehfin ismleri yazılı kâğıdı evinde, üstünde bulundurmak da, korur. Bereket 
verir). Roma imperatörlerinden Domityanus veyâ Dokyanus denilen kimse, çok 
rezîl, zâlim ve putperest idi. Tanrılığını i’lân etdi. 95 de öldürüldü. Efsus, 
ya’nî Tarsus şehrine gelince, yedi genç Îsâ aleyhisselâmın dînini bırakmayıp, 
şehrin onbeş kilometre şimâl garbîsinde bir mağarada saklandılar. Üçyüz sene 
devâmlı uyudular. İmperatör Teodos zemânında uyanıp Aryüsün talebeleri ile 
konuşdular. Tekrâr uyudular. Teodos putperestliği yıkdı. Nasrâniyyeti yaydı. 
Mağaraya gidip Eshâb-ı Kehf ile görüşdü. Düâlarını aldı. Mağara kapısında bir 
mescid yapdı. 395 de öldü. Abbâsî halîfelerinin yedincisi olan Me’mûn, Hârun 
Reşîdin oğlu olup, kabri Tarsusdadır. (Eshâb-ı Kehfin ismleri), Yemlîhâ, 
Mekselînâ, Mislînâ, Mernûş, Debernûş, Şâzenûş, Kefeştatayyûş ve köpekleri 
Kıtmîrdir. Ehl-i Bedrin ismleri ile tevessül, şifâ ve bereket verdiği, Kabânînin
(Esmâ-i Ehl-i Bedr) kitâbında yazılıdır. Bu kitâb Bombayda basılmışdır. 
Nazar değmesi hakdır. Ya’nî, 
göz değmesi doğrudur. Ba’zı kimseler, birşeye bakıp, beğendiği zemân, 
gözlerinden çıkan şuâ’ zararlı olup cânlı ve cânsız, herşeyin bozulmasına sebeb 
oluyor. Bunun misâlleri çokdur. Fen, belki birgün, bu şuâ’ları ve te’sîrlerini 
anlıyabilecekdir. Nazarı değen kimse, hattâ herkes, beğendiği birşeyi görünce 
(Mâşâallah) demeli, ondan sonra o şeyi söylemelidir. Önce Mâşâallah deyince, 
nazar değmez. Nazar değen veyâ korkan çocuk için, çöp yakıp etrâfında döndürerek 
tütsülemek veyâ ergimiş mumu başı üzerinde suya dökmek [ve kurşun dökmek] câiz 
olduğu, (Fetâvâ-yı Hindiyye)de yazılıdır. (Fâtiha, Âyet-el-kürsî ve E’ûzü 
bi-kelimâtillâhittâmmeti... okumak) hadîs-i şerîfde emr edildiği (Teshîl) 
76.cı sahîfede yazılıdır. (Mevâhib)de ve (Medâric)de diyor ki, 
(İmâm-ı Mâlike göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, demirle, tuzla, iplik 
düğümlemekle ve mühr-i Süleymânla Rukye yapmak mekrûhdur). 
(Rukye), 
okuyup üflemek veyâ üzerinde 
taşımak demekdir. Âyet-i kerîme ile ve Resûlullahdan gelen düâlar ile Rukye 
yapmağa, (Ta’vîz) denir. Ta’vîz câizdir ve inanan, güvenen kimseye fâide 
verir. Ta’vîz yazılı muskayı [muşamba, naylon gibi su geçirmez şeylere] sarılı 
olarak cünübün taşıması ve halâya girilmesinin câiz olduğu (Halebî)de ve
(Dürr-ül-muhtâr)da, tahâret bahsi sonunda [s. 119 da] yazılıdır. Ma’nâsı 
bilinmiyen veyâ küfre sebeb olan rukyeyi okumağa, (Efsûn) denir. Bunu 
veyâ nazarlık denilen şeyleri kendi üzerinde taşımağa, (Temîme) denir. 
Muhabbet hâsıl etmek için yapılan rukyelere (Tivele) denir. İbni Âbidîn 
beşinci cild, ikiyüzotuzikinci [232] ve ikiyüzyetmişbeşinci [275] sahîfelerinde 
ve (Mevâhib)de ve (Medâric)de yazılı hadîs-i şerîfde, (Temîme 
ve Tivele şirkdir) buyuruldu. İbni Âbidîn burada, nazar değmemek için 
tarlaya kemik, hayvân kafası koymak câiz olduğunu bildirmekdedir. Bakan kimse, 
önce bunu görüp tarlayı sonra görür. Mâvi boncuk ve başka şeyleri bu niyyet ile 
taşımanın (Temîme) olmıyacağı, câiz olacağı buradan anlaşılmakdadır. 
Nazar değen kimseye şifâ için (Âyet-el-kürsî), (Fâtiha), (Mu’avvizeteyn) 
ve (Nûn sûresi)nin sonunu okumak muhakkak iyi geldiği, fârisî (Medâric-ün-Nübüvve) 
kitâbında ve (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi ikinci cild, [179]. cu 
sahîfesinde yazılıdır. Bu iki kitâbdaki ve (Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının 
ikiyüzüncü [200] sahîfesinde yazılı düâları okumak da fâidelidir. Düâların en 
kıymetlisi ve fâidelisi (Fâtiha) sûresidir. (Tefsîr-i Mazherî) son 
sahîfesinde diyor ki, (İbni Mâcede yazılı, hazret-i Alînin bildirdiği hadîs-i 
şerîfde, (İlâcların en iyisi Kur’ân-ı kerîmdir) buyuruldu. Hastaya 
okunursa, hastalığı hafîfler). Eceli gelmemiş ise, iyi olur. Eceli gelmiş ise, 
rûhunu teslîm etmesi kolay olur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” gam, 
gussa, sıkıntıyı gidermek için, (Lâ ilâhe illallâhül’azîm-ül-halîm lâ ilâhe 
illallâhü Rabbül-Arş-il’azîm lâ ilâhe illallahü Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-Erdı 
Rabbül’Arş-il-kerîm) okurdu. (Bismillâhirrahmânirrahîm ve lâ-havle ve 
lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azîm) okumak, sinir hastalığına ve bütün 
hastalıklara iyi geldiğini Enes bin Mâlik haber vermişdir. Harâm işliyenin ve 
kalbi gâfil olanın düâsı kabûl olmaz. Mâide sûresinde Allahü teâlânın yaratması 
için, vesîleye, ya’nî sebeblere yapışmak emr olunmakdadır. Te’sîri kat’î olan 
sebeblere yapışmak farzdır. Meselâ, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak 
için, islâmiyyete uymak ve düâ etmek emr olundu. Diğer sebebler ve te’sîrleri 
açıkca bildirilmediği için bunlara uymak sünnet oldu. Peygamberlerin ve 
Evliyânın rûhlarından ve ilâclardan şifâ beklemek ve dertlerden, belâlardan 
kurtulmak için bunları vesîle yapmak sünnet oldu. Vehhâbîler bu sünnete şirk, 
küfr diyerek, âyet-i kerîmeyi inkâr ediyorlar. Rûhların vesîle olduğu 
(Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının ikiyüzyirmisekizinci ve sonraki sahîfelerinde 
açıkca yazılıdır. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmıyanın düâsı fâide vermez. Allahü 
teâlâ, herşeyi bir sebeb ile yaratmakdadır. Birşeye kavuşmak istiyen, o şeyin 
sebebine kavuşmak için düâ etmelidir. Sebebine kavuşunca, bu sebebe yapışır. 
İnsana sihhat, şifâ vermek için, düâ etmeği, sadaka vermeği ve ilâc kullanmağı 
sebeb yapmışdır. Âyet-i kerîme veyâ düâ bir çanağa yazılır. Yâhud kâğıda 
yazılıp, kâğıd çanağa konur. Üzerine su konur. Yazı eriyince, hergün içilir. 
Yâhud, bu kâğıdı muska yapıp, üzerinde taşır. Yâhud, bunları okuyup, iki avucuna 
üfürür. Avuçları ile vücûdünü sıvar. (Tibyân tefsîri) son sahîfesinde 
diyor ki, (Âişe vâldemiz buyurdu ki, Resûlullahın bir yerinde ağrı olsa iki Kûl 
e’ûzü sûresini okuyup, mubârek avucuna üfler, elini ağrı olan yere sürerdi). Düâ 
ve ilâc, ömrü uzatmaz. Eceli geleni ölümden kurtarmaz. Ömür, ecel bilinmediği 
için, düâ etmek, ilâc kullanmak lâzımdır. Eceli gelmemiş olan, sihhata, kuvvete 
kavuşur. Şifâyı ilâcdan değil, Allahü teâlâdan beklemelidir. Muhammed Ma’sûm 
“rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)da buyuruyor ki, (Murâd için âyet-i kerîme 
ve düâyı izn alarak okumalı demişlerdir). İzn veren, onu kendine vekil etmiş 
olur. Meşhûr bir Âlimin, Velînin kitâbında (okumalıdır) yazmış olması, izn 
vermek olur. İzn vereni ve iznini düşünerek okuyunca, o zât okumuş gibi fâideli, 
te’sîrli olur. Kur’ân-ı kerîmi ve düâyı ücret ile okumak, ya’nî okuması için, 
önceden birşey istemek büyük günâhdır. İstemesi ve alması harâm olur ve 
okuduğunun fâidesi olmaz. Birşey istemeyip, sonradan verilirse, hediyye olur. 
Hediyyeyi alması câiz olur. (Fetâvâ-i fıkhiyye)nin otuzyedinci [37] 
sahîfesinde diyor ki, (Kâfirlere gönderilen mektûbda Kur’ân-ı kerîmden bir iki 
âyet yazmak câizdir. Fazla yazılmaz. Bir iki âyet de, onlara va’z için veyâ 
huccet, vesîka olarak câiz olur. Kâfir, muskanın fâidesine inansa bile, ona 
âyet-i kerîme ile mubârek ismler ile muska yazmak câiz olmaz. Harâm olur. 
Harfleri ayrı ayrı yazmakla da câiz değildir. İster müslimân yazsın, ister kâfir 
yazmış olsun, bir muskayı kullanmak için, içinde küfr veyâ harâm olan yazının 
bulunmadığını bilmek lâzımdır). (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Üç 
şart bulununca, Rukye câiz olur: Âyet-i kerîme ile veyâ Allahü teâlânın ismleri 
ile olmakdır. Arabî lisânı ile veyâ ma’nâsı anlaşılan lisân ile olmalıdır. 
Rukyenin, ilâc gibi olup, Allahü teâlâ dilerse te’sîr edeceğine, te’sîrini 
Allahü teâlânın verdiğine inanmakdır. Göz değen kimseye, Peygamber efendimizin 
bildirdiği şu ta’vîzi okumalıdır: (E’ûzü bi-kelimâtillâhittâmmati min şerri 
külli şeytânın ve hâmmatin ve min şerri külli aynin lâmmetin). Bu ta’vîz her 
sabâh ve akşam üç def’a okunup kendi üzerine veyâ yanındakilerin üzerine 
üflenirse, göz değmesinden ve şeytânların ve hayvanların zararından korur). Bir 
kimseye okurken, E’ûzü yerine (Ü’îzüke) denir. İki kişiye okurken (Ü’îzü-kümâ) 
denir. İkiden fazla kimseye okurken, (Ü’îzü-küm) demelidir]. 
Hulâsa, Muhbir-i sâdık [ya’nî 
hep doğru söyleyici] ne bildirdi ise ve Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi 
teâlâ aleyhim ecma’în” din kitâblarında ne yazdı ise, onları yapmağa canla başla 
çalışmalıdır. Bunların aksini şiddetli zehr bilmelidir ki, sonsuz ölüme 
sürüklerler. Ya’nî, ebedî ve çeşid çeşid azâblara sebeb olurlar. 
Peygamberimiz “sallallahü 
aleyhi ve sellem” efendimizin huzûrunda bulunan kadınlar, bunların hepsini kabûl 
etdi ve yalnız söz ile ahd etdiler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” 
bunlara hayr düâ etdi ve afvlarını diledi. Bu düâlarının kabûl olduğu tam umulur 
ve hepsinin afv olduğu ma’lûm olur. Ebû Süfyânın zevcesi ve Mu’âviyenin 
“radıyallahü anhümâ” annesi olan Hind “radıyallahü anhâ” bunların arasında idi 
ve hattâ başkanları idi. Kadınlar nâmına o konuşmuşdu. Bu ahdından ve bu 
istigfâr düâsına kavuşmasından dolayı, kazandığı çok umulur. 
Müslimân 
kadınlardan herhangisi de, bu şartları kabûl ederek, bunlara uyarsa, bu 
sözleşmeğe dâhil sayılır ve bu düâdan fâidelenir. Nisâ sûresi, yüzkırkyedinci 
[147] âyetinin meâl-i şerîfi: (Allahın ni’metlerine şükr eder ve îmân 
ederseniz, Allah size niçin azâb etsin?)dir. Ya’nî azâb etmez. Allahü 
teâlâya şükr etmek, Onun dînini kabûl etmek demekdir ve islâmiyyetin ahkâmını 
yapmak demekdir. [Bunu, 102.ci sahîfedeki onyedinci [17] mektûb tercemesinde 
okuyunuz!]. Cehennemden kurtulmak için, i’tikâdda ve amelde, dînin sâhibine 
“sallallahü aleyhi ve sellem” uymakdan başka çâre yokdur. Üstâd aramakdan maksad, 
islâmiyyeti öğrenmekdir. Onlardan görerek, i’tikâdda ve islâmiyyete uymakda 
kolaylık elde etmekdir. Yoksa, istediğini yapıp, istediğini yiyip de, mürşidin 
eteğine yapışarak azâbdan kurtulmak yokdur. Böyle sanmak, tam bir hayâle 
kapılmakdır. Kıyâmetde izn verilmeden kimse, kimseye şefâ’at edemiyecekdir. İzn 
alan da, râzı olduğuna şefâ’at edecekdir. Râzı etmek için islâmiyyete uymak 
lâzımdır. Bundan sonra, insanlık îcâbı kusûru bulunursa, ancak böyle kusûrlar, 
şefâ’atle afv olacakdır. 
Süâl: Kusûrlu 
olan, günâhı olan kimseden râzı olurlar mı? 
Cevâb: Allahü 
teâlâ, onu afv etmek isterse ve afv için sebeb araya korsa, o kimse, görünüşde 
günâhı bulunsa bile, elbette râzı olunmuşlardan demekdir. Allahü teâlâ hepimizi 
râzı olduğu kullardan eyliye! Âmîn. 
TENBÎH: Sihr 
(Büyü): Cinlerin insanlarda yapdıkları hastalıklardır. Müslimân cinlerden 
insanlara zarar gelmez. Cinler her şeklde görünür. Kâfir cinler, sâlih insan 
şekline de girer. Kâfir insanlar gibi, bir iyilik yapınca, küfre, fıska da sebeb 
olurlar. Arkadaşlık etdiği insanın göstereceği kimselerde hastalık, sihr 
yaparlar. Bu hastalıkdan kurtulmak için, bu cinni öldürmek veyâ kovmak lâzımdır. 
Cinnin zararından kurtulmak için, en te’sîrli iki silâh, (Kelime-i temcîd) 
ve (İstigfâr düâsı)dır. Kelime-i temcîd, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ 
billâhil aliyyil azîm)dir. Bunu okuyandan cinlerin kaçdığını, büyünün 
bozulduğunu, imâm-ı Rabbânî 174.cü mektûbunda ve istigfâr düâsının, derdlere 
devâ olduğu hadîs-i şerîflerde bildirilmişdir. 
                                                |