| 
 
53 
- 
CİN HAKKINDA BİLGİ 
Aşağıdaki 
yazı, Osmânlı pâdişâhlarının otuzaltıncısı, sonuncusu, sultân Muhammed 
Vahîdeddîn hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında, medresetülmütehassısînde 
tesavvuf müderrisi olan seyyid Abdülhakîm efendinin “rahmetullahi aleyh” 
(Keşkül) ismindeki kitâbından alındı. Keşkül basılmamışdır. 
Cin var mı, 
diye soranlara, acele cevâb vermek îcâb eder. Çünki, Cinnin var olmasında şübhe 
etmek, pek tehlükelidir. Cevâb olarak, islâm âlimlerinin sağlam kitâblarından 
çıkardığım, aşağıdaki bilgileri, dikkatle ve insâf ile okumak ve doğru 
düşünerek, anlamak lâzımdır. 
Cin, cinnet, 
cinân, Cennet, cenân ve cenîn gibi C ve N harflerinden meydâna gelen kelimeler 
(örtülü) demekdir. Cennet denilen yer, meyveler, çiçekler, kokular ile örtülü 
olduğundan, bu ism verilmişdir. Delilere, mecnûn denilmesi de, aklının örtülü 
olduğu içindir. Geceye (Cünn-i leyl) denir. Çünki, karanlık, gün ışığını 
örtmüşdür. Cin denilen mahlûklar da, gözümüzden örtülü olduğu için, cin 
denilmişdir. Cin kelimesi, Cinnî isminin cem’idir. Cin, cinnîler demekdir. Peri, 
fârisîde, cin demekdir. 
Mahlûklar, 
görülen, görülmiyen diye iki kısmdır. Ayrıca, mekânsız, madde olmıyan mahlûklar 
da vardır. İmâm-ı Mâverdî diyor ki, (Cin, dört ana maddeden yapılmışdır: Su, 
toprak maddeleri, havadaki gazlar ve ateş. Bunlardan ateş; alev, ışık ve 
dumandır. Mâric denilen, alev kısmından yaratılan cinnîlerin mü’minleri, 
kâfirleri, fâsıkları vardır). Bugünkü fen bilgimize göre, bu dört ana madde, 
yüzbeş elementden (basît cismden) meydâna gelmekdedir. Şu hâlde bütün mahlûklar, 
elementlerden yapılmış olup, enerji (kudret) taşırlar. Normal fizik şartlarında, 
katı ve sıvı (mâyı’) hâlinde bulunan varlıkları ve renkli gazları görebildiğimiz 
için bunlardan yapılmış cismler görünür. Meselâ insanda katı maddeler ve su çok 
(yüzde yetmişden fazla) bulunduğundan, insan görünüyor. Otlar ve bütün hayvanlar 
da böyledir. 
Cinnîler, 
havadan ve nârdan [ya’nî ateşden] meydâna gelmişdir. [Ateşin alev kısmı 
görünmez, içindeki katı zerreler, sıcakda ışıklandığı için, parlak görünüyor.] 
Bunun için, cin de görünmez. 
Alev iki 
kısmdır: Biri zulmânî [görünmiyen], ikincisi nûrânî [bu da görünmez]. Zulmânî 
olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmışdır. İnsanlar, toprak 
maddelerinden yaratıldığı hâlde, Allahü teâlâ, bu maddeleri organik ve organize 
hâle, et ve kemiğe çevirdiği gibi, meleklerde ve cinde alev şekli değişerek, 
onlara mahsûs latîf, her şekle dönebilen bir hâle gelmişdir. 
Cinnin ta’rîfi 
şöyledir: Cin ya’nî peri, ateşin alev kısmından yapılmış cismler olup, her şekle 
girebilirler. 
Melekler ise, 
nûrânî cismlerdir. Muhtelif şekllere girebilirler. Melek ile cin, yaratılış 
bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, 
hakîrdir, kıymetsizdir. Melekde, nûr [ışık] kısmı, cinde ise, alev maddesi 
fazladır. Elbette nûr, zulmetden efdaldir. Meleklerin, cinnîlere yakınlığı, 
insanın hayvana yakınlığı gibidir. İnsanların üstün olanları, melekden kıymetli, 
cin de hayvandan kıymetlidir. 
İslâm 
âlimlerinin çoğu, meleklere cism dedi. Doğrusu da öyledir. 
Meleklerin 
varlığına inanmıyan kâfir olur. Cism olduklarına inanmıyan kâfir olmaz, bid’at 
sâhibi olur. 
Cinnin 
varlığına da inanmıyan kâfir olur. Eski felsefecilerden bir kısmı, Kaderiyye 
[ya’nî mu’tezile] fırkasının çoğu ve zındıklar, Cin ve şeytânlara inanmadı. Cin, 
zekî, dâhî insan demekdir. Şeytânlar da, kötü kimseler demekdir dediler. Din 
kitâblarını okumıyan ve islâm âlimlerinin sözlerini bilmiyen, elbette inanmaz. 
Fekat, Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirildiği hâlde ve islâm büyüklerinin 
kitâbları dolu olduğu hâlde, Kaderiyye fırkasının inanmaması, şaşılacak şeydir. 
Çünki bunlar, Kur’ân-ı kerîme uyduklarını söylüyor. Demek ki, bu kadar 
uymakdadırlar. Hâlbuki, Cinnin var olması, akla uymıyan birşey değildir. Ya’nî 
aklın red edeceği birşey değildir. Çünki, Allahü teâlânın kudretinin 
yapamıyacağı birşey değildir. Bugün fen adamları, akl ve din sâhibleri, aklın 
imkânsız demediği şeyleri red etmiyor. Kur’ân-ı kerîmde bildirilen şeylere, 
kelimenin açık ve meşhûr ma’nâlarını vermek lâzımdır. Şeyh-i ekber [Muhyiddîn-i 
Arabî] “kuddise sirruh”, Cinnin var olduğunu, şu âyet-i kerîmeler ile 
gösteriyor: 
1 - Zâriyât 
sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (İnsanları ve Cinnîleri ancak, beni 
bilip itâ’at, ibâdet etmeleri için yaratdım) buyruluyor. 
2 - Errahman 
sûresi, yetmişdördüncü âyetinde, Cinnin Cennete gireceği bildiriliyor. 
3 - Errahman 
sûresinin otuzbirinci âyetinde (Sekalân) buyuruyor ki, (Ey insanlar ve 
cinnîler!) demekdir. Resûl-i sekaleyn, müftîyüssekaleyn, gavsüssekaleyn 
[ya’nî, insanların ve cinnin Peygamberi, müftîsi, velîsi] gibi ismler de, cinnin 
varlığını göstermekdedir. 
Kitâblı 
kâfirlerin hepsi, ateşe tapanlar, puta tapanlar, budistler, müşrikler ve Yunan 
felesoflarının çoğu ve tesavvuf büyükleri cinnin var olduğuna inanıyor. Süleymân 
aleyhisselâmın vak’ası da, cinnin varlığını göstermekdedir. 
Cinnîleri 
anlatan âyet-i kerîmelere, akllarına göre, başka ma’nâ verenler mürted olur. 
(Milel-nihal) kitâbında ve imâm-ı Muhammed Birgivînin “rahmetullahi aleyh” 
yazdığı (Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbındaki fetvâ ve (Akâ’id-i 
Nesefî) şerhindeki açıklama, mürted olacaklarını bildirmekdedir. Fetvâ 
şudur: 
(Kur’ân-ı 
kerîmin âyetlerine, kelimelerin açık, meşhûr ma’nâları verilir. Bu ma’nâları 
değişdirerek, bâtınîlere [İsmâ’îlîlere] uyanlar kâfir olur). 
Kul-e’ûzü 
sûresi ve Cin sûresi, cinnin varlığını açıkca haber vermekdedir. 
[Bilgileri 
noksân ba’zı kimselerin, cinnîleri hayâl (illüzyon) sanarak, yok demeleri 
kıymetsizdir. Korkudan, göz önünde hâsıl olan hayâller, elbette yokdur. Fekat, 
bu hâyalleri cin sanmak, cinden haberi olmamak demekdir. Birşeye yok diyebilmek 
için, o şeyi tanımak, kavramak lâzımdır. Tanımadan yok demek, çocukca lâf olur. 
Bu gibilere, ilm adamı demek, yersiz olur. Bütün Peygamberlerin haber verdiği ve 
hele, Peygamberlerin en üstününün “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” 
çeşidli zemânlarda haber verdiği bir bilgiye, akla, tecribeye dayanmadan, zan 
yolu ile, çala kalem yok demek, ilm adamına yakışır bir şey değildir. Cinne, 
meleklere, Cennete, Cehenneme hattâ Allahü teâlâya inanmıyanların biricik 
sözleri, (Kim gitmiş, kim görmüş. Var olsalardı görürdük. Görülmiyen şeye 
inanmak, abdallık olur) demeleridir. Gözün akla değil, aklın göze bağlı olması 
lâzım sanıyorlar. Hâlbuki akl, duygu organları üstünde bir kuvvetdir ve his 
edilen şeylerin doğrusunu, yanlışını ayıran bir hâkimdir. İnsanlar, göze tâbi’ 
olsaydı, insanlık şerefi, gözün kuvveti ile ölçülseydi, kedi, köpek ve fârenin 
insandan dahâ şerefli, dahâ kıymetli olması lâzım gelirdi. Çünki, bu hayvanlar, 
karanlıkda da görüyor, insan ise göremiyor. O hâlde, göremediğine inanmak 
istemiyen kimse, insanlığı, hayvandan aşağı düşürmekdedir. Demek ki, his 
organlarımız, aklın uşakları, âletleridir. Kumandan, hâkim, akldır. Akl, 
görünmiyen, duyulmıyan şeyleri red etmediği gibi, yokluğu isbât edilemiyen ve 
anlaşılamıyan şeylere de yok demez. Bunlara yok demek, akla uygun bir söz 
olmaz]. 
Cinnin varlığı, 
dînin açıkca bildirdiği birşey olduğundan, inanmıyan müslimânlıkdan çıkar, 
hiçbir ibâdeti kabûl olmaz. 
Cinnin 
insanlara zarar verdikleri, yardım etdikleri, insanları isteklerine 
kavuşdurdukları, çeşidli zemânlarda, birçok müslimân ve kâfirler tarafından 
görülmüş ve haber verilmişdir. Buna karşılık, inanmıyanlar, pek azdır. Ya’nî 
yalnız felesof taklîdcileri ve tıb diploması alan birkaç kimsedir. Eski 
tecribeli doktorlar ve şimdi, tıbbı zevk edinip ihtisâs kazananların çoğu, yok 
deyip geçemiyor, müslimânlara uyuyorlar. İslâm âleminin en büyük doktoru olan 
İbni Sînâ, Yunan felesoflarının te’sîri altında kalıp, islâmiyyetden bir nasîb 
alamadığı hâlde, (Kanûn) ismindeki kitâbında, Sar’a hastalığını 
anlatırken, Cinden bahs etmekdedir. Meselâ diyor ki, (Hastalıklara birçok 
maddeler sebeb olduğu gibi, cinnin hâsıl etdiği hastalıklar da vardır ve 
meşhûrdur). 
[Cin hakkında 
bilgi, her Peygamberin kitâbında vardı. Süleymân aleyhisselâmın emri ile iş 
görürlerdi. İdris “aleyhisselâm” diri olarak Cennete çıkarılınca, onu çok 
sevenler, ayrılık acısına dayanamadı. Resmini yapıp seyr eyledi. Dahâ sonra 
gelenler, bu resmleri tanrı sandı. Çeşidli heykeller de yapılıp tapıldı. Böylece 
putperestlik meydâna çıkdı. Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” bin 
sene önce, Hicazdaki Huzâ’a hükûmetinin reîsi olan Amr bin Luhay, puta tapınmak 
dînini Şâmdan Mekkeye getirdi. Putlara tapanlar, putlardan ses işitirdi. Cin, 
putun, ya’nî heykelin içine girip söylerdi. Peygamberimizin “sallallahü teâlâ 
aleyhi ve sellem” dünyâya teşrîf etdiği, islâmiyyetin başladığı, birçok 
putlardan işitilmişdi. Bu sözlerle, çok kimselerin müslimân olduğu, (Mir’ât-i 
Mekke) târîh kitâbında uzun yazılıdır. Şeytânlar, diri insanın içine de 
girer. İnsanın his ve hareket sinirlerine te’sîr ederek, hareket ve ses hâsıl 
ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktîle 
Romada ve Peştede, son zemânlarda Adanada konuşan çocuk ve hastalar görülmüşdür. 
Bunları konuşduran cin, uzak memleketlerdeki veyâ eski zemânlardaki şeyleri 
söylediklerinden, ba’zı kimseler, bu çocukların iki rûhlu olduğunu veyâ başka 
insanın rûhunu taşıdığını, ya’nî tenâsüh sanmışdır. Böyle zan etmenin yanlış 
olduğunu, dînimiz açıkca bildirmekdedir. Eskiden kâhinler, cinnîlerden ba’zı 
şeyler işiterek falcılık yapardı. Bunun için, puta tapanlar, cinnin varlığına 
inanır ve cinden korkardı. Cinnin var olduğunu, müslimânlar, putperestlerden 
işiterek öğrenmedi. Kur’ân-ı kerîmden ve Muhammed aleyhisselâmdan öğrendi. 
Müslimânlar, puta tapanlar gibi, cinden korkmaz. Muhâfaza melekleri, insanları 
cinden koruduğu gibi, âyet-i kerîme ve düâ okuyup, Allahü teâlâya sığınanlara da 
birşey yapamazlar]. 
İnsanlar, ilk 
olarak, toprakdan yaratıldığı gibi, cin de, alevden yaratıldı. Cin de, erkek ve 
dişi olur. Evlenmeleri, evleri, yimeleri, içmeleri, üremeleri, ölmeleri hakkında 
ve Muhammed aleyhisselâmın onlara da Peygamber olduğu, Kur’ân-ı kerîmi 
dinledikleri, Mekke-i mükerremede ve Medîne-i münevverede toplandıkları ve 
Resûl-i ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem” onlara Kur’ân-ı kerîm okuduğu, 
ibâdet etdikleri, sadaka verdikleri, iyi işlerine sevâb verildiği, cin 
kâfirlerinin Cehenneme gireceği, mü’minlerinin Cennete gireceği ve Cennetde 
Allahü teâlâyı görecekleri, Cinnin arkasında nemâz kılanın nemâzının sahîh olup 
olmıyacağı, Cum’a ve cemâ’atler onlar ile de olup olmıyacağı ve nemâz kılanın 
önünden geçmeleri câiz olduğu, çeşidli kitâblarda yazılıdır. İnsanın cin ile 
evlenmesinin câiz olduğu, cinnin insan kadınına te’arruz edince gusl abdesti 
lâzım olduğu, cin ile insan arasında hâsıl olan çocuğun nasıl olacağı [Belkıs 
gibi], Cinnin kesdiği hayvanın yimesi câiz olduğunu, cinnîlerin insan âlimlerine 
süâl sorup fetvâ aldıklarını, insanlara va’z etmelerini, insanlara şi’r söyleyip 
insanların işitmesini, insanlara, hastalık tedâvîsi, ilâc öğretdiklerini, 
insandan korkduklarını, insanlara itâ’at etdiklerini bildiren, âlimlerimizin 
çeşidli yazıları vardır. Bu kitâblar, cinnin varlığını göstermekdedir. 
Cinnîlerin insanlara olan zararlarına karşı tedbîr alınması, cinnin zararına 
karşı korunulması, cinnîlerin küçükleri yükseklerine ita’at etdikleri, 
insanların iyiliklerine karşı iyilik yapdıkları, kötülüğe karşı kötülük ve zarar 
yapdıkları, sar’a hastasının bedenine girip, hastanın hareketleri ve işlerinin, 
cinnin hareketi ve işi olduğu, böyle hastanın tedâvîsinde cin ile sorgu, süâl, 
cevâblaşma olduğu, cinnin insanlarla alay etdikleri, cinnin insan gibi, 
nazarları değeceği, cinnin harb etdikleri, bilhâssa Ramezân ayında azdıkları, 
cinnin insanlara ibâdet etdikleri, cinnin, hadîs-i şerîflerin sahîh olup 
olmamasında insanlarla müzâkerede bulunmaları, Server-i âlemin “sallallahü 
aleyhi ve sellem” Ümm-i Ma’bedin çadırında müsâfir olduğunu Mekke ehâlisine 
haber vermeleri, Ümm-i Ma’bedin müslimân olduğunu haber vermeleri, Bedr 
muhârebesini haber vermeleri, geçmiş şeyleri cinden sormak câiz olduğu, ileride 
olacak şeyleri sormak câiz olmadığı, müezzinlerin ezânlarına, kıyâmetde, 
cinnîlerin şâhid olacakları, Ebû Ubeyde ve arkadaşları vefât edince, cinnîlerin 
ağlayıp mâtem etdikleri, Ömer “radıyallahü anh” vefât etdiği zemân, mersiye 
okudukları, Osmân “radıyallahü anh” şehîd olunca, ağlayıp inledikleri, hazret-i 
Alînin “radıyallahü anh” şehîd olduğunu haber verdikleri, Hüseyn “radıyallahü 
anh” şehîd olunca ağlayıp, bağırdıkları ve başka Sahâbîler şehîd olunca 
bildirdikleri, Ömer bin Abdül’azîzin vefâtını haber verdikleri, imâm-ı a’zam Ebû 
Hanîfenin ve imâm-ı Şâfi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” vefâtlarında 
ağladıkları, cinnin insan kalbine vesvese getirdiği ve dahâ pekçok meşhûr vak’a 
ve işler kıymetli kitâblarda yazılıdır. Bunların hepsi, cinnin varlığını 
göstermekdedir. [Keçi, yılan, kedi şekline girdikleri çok görülmüşdür. Mikrop 
şekline de girip, insanın damarlarında dolaşırlar.] 
Cinnîler yir, 
içer. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”; (Sağ el ile yiyiniz, sağ 
el ile içiniz! Çünki, şeytân, sol eli ile yir ve sol eli ile içer!) buyurdu. 
Şeytânların hepsi kâfirdir. İnsanları aldatmağa uğraşırlar. İbâdetleri 
unutdurup, günâhları iyi gösterirler. Nefsin arzûlarını kızışdırırlar. Şeytânlar 
da, ateş ile havadan yaratılmışdır. Fekat cinde hava, şeytânda ateş fazladır. 
Cin ve şeytânlar, en ufak yerden geçerler, insanın içine, damarlarına girerler. 
(Aynî 
târîhi)nde 
diyor ki, (Cinnîlerin sayısı, insanların on katından fazladır. Şeytânların 
sayısı, bu ikisinin on katlarından fazladır. Meleklerin sayısı da, bu üçünün 
sayılarının, on katından dahâ çokdur). [(Buhârî) şârihlerinden Mahmûd bin 
Ahmedin (Aynî târîhi) ondokuz cilddir.] Her insanın yanında, kâfir bir 
cinnî arkadaşı vardır. Fekat, melekler, insanları bunların kötülük yapmalarından 
korur. Cinden, Peygamber olmadığı (Eşbâh)da yazılıdır. Muhammed 
aleyhisselâmdan önce, cinnîlere Peygamber gelmediğini, imâm-ı Mukâtil 
bildirmekdedir. 
(Eşbâh) 
kitâbının sâhibi, bunun ikinci kısmında ve imâm-ı Hamevî “rahmetullahi teâlâ 
aleyhimâ”, bunun hâşiyesinde diyor ki: İlk insan toprakdan yaratıldı. Bütün 
insanların bedenleri toprak maddelerinden meydâna gelmekdedir. Fekat insanlar, 
etdir, kemikdir. Toprak değildir. Cin de, ateşden meydâna gelmiş ise de, ateş ve 
hava değildirler. 
(Kurtubî 
tezkiresi)nde 
buyuruyor ki, (Cinnin ölümü, yerde gâib olmakdır. İhtiyârları, gençleşmeyince 
ölmez. Ölecekleri zemân, çocukluk hâline döner ve yerde gâib olurlar. Cin üç 
sınıfdır: Bir sınıfı, rüzgâr ve hava gibidir. Bir kısmı yerdeki böcek ve 
hayvancıklar gibidir. Birinci kısmda, altmışsekizinci maddeye bakınız! Bir kısmı 
da emrlerle, ibâdetle vazîfelidir. Bunlara hesâb ve azâb vardır). 
Seyyid Ömer 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, bana bir cin kızı geldi. Benimle evlenmek 
istedi. Şemseddîn Hanefîden sordum. Hanefî mezhebinde câiz değildir dedi. Böyle 
söyledim. Beni aldı. Yer altına, evlerine götürdü. Büyüklerine söyledi. 
Büyükleri dedi ki, seyyid Şemseddînin cevâbı başımızın üstündedir. Fekat, cinnin 
insan ile evlenmesi, Şâfi’î mezhebinde câizdir. Biz Hanefî değiliz, Şâfi’îyiz. 
İnsanların 
çoğalması, menî iledir. Cinnin çoğalması ise gaz (hava) iledir. Ya’nî erkekden 
dişiye bir gaz geçerek bundan, yavru hâsıl olur. Bundan anlaşılıyor ki, insan 
ile cin evlenmesi, hayâl iledir. Hakîkî evlenmek olmaz. Fekat, âlimlerden çoğu, 
hakîkî evlenmek olmakdadır dedi ve gusl abdesti lâzım olur ve Belkıs, insan ile 
cin arasında hâsıl olmuşdur dediler. [Cin, insan şekline girip evlenmekdedir.] 
İnsan, cinni ve 
şeytânları, uyanık iken ve rü’yâda görebilir. Çünki, onlar her şekle girebilir. 
Çok güzel sûretlere girerler. İhtilâma sebeb olurlar. Peygamberlerden 
“aleyhimüsselâm” ve Evliyâdan çoğu şeytânı görmüş ve konuşmuşdur. Her ne şeklde 
olursa olsun, cinni gören kimse, hep ona bakarsa cin şeklini değişdiremez. 
Gözden kaçamaz. Ona sorup cevâb alınabilir. Bir ân başka tarafa bakılırsa, hemen 
kendi şekline girip gayb olur. İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi aleyh”, (Cinni kendi 
şeklinde gördüğünü iddi’â eden kimsenin şâhidliği kabûl olmaz!) buyurdu. Çünki, 
hayâli kuvvetli olanlar, bulunmıyan şeyleri görüyorum sanır. Hayâlleri 
[illüziyonları] birşey sanır. Sihr yapılmış kimseler de, böyle hayâller görüp, 
bunları cism zan eder. Hayâli fazla olanlara, çirkin şeyler güzel görünür. 
Çirkin tarafları görünmez. Dünyâya düşkün olanlara, dünyânın herşeyi böyle 
görünür. Çirkinlikler, güzel görünür. Fekat uyanık olanlar, keskin görüşlüler, 
herşeyin doğrusunu görüp aldanmaz. 
İnsanın cin ile 
tanışması, arkadaş olması, kıymetli birşey değildir, zararlıdır. Onlarla 
konuşmak, fâsık insanla arkadaşlık etmek gibidir. Onlarla tanışan kimse, fâide 
görmemişdir. Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh” (Fütûhât) kitâbının 
ellibirinci bâbında buyuruyor ki: (Hiçbir insan, cinden Allahü teâlâya âid bir 
bilgi edinmemişdir. Çünki, cinnin din bilgileri pek azdır. Onlardan dünyâ 
bilgileri edineceğini sanan kimse de, aldanmakdadır. Çünki, fâidesiz şeyle vakt 
geçirmeğe sebeb olurlar. Onlarla tanışanlar, kibrli olur. Hâlbuki, Allahü teâlâ, 
kibrli olanı sevmez). (Reşehât)da molla Câmi hazretlerinin halîfesi, 
Abdülgafûr-i Lârî, Muhyiddîn-i Arabînin bir risâlesinde şöyle buyurduğunu 
bildiriyor: (Cinnin ilk babaları İblîs değildir. İblîs, cin tâifesindendir. Cin, 
ateş ve havadan yaratıldığı için çok latîfdirler. Çabuk hareket ederler. İnsan 
bunlara hafîf çarpınca, hemen ölürler. Bunun için, ömrleri kısadır. Din 
bilgileri azdır. Kibrli olduklarından, birbirleri ile, hep mücâdele, muhârebe 
ederler. Ateşden müte’essir olmazlar. Cehennemlik olanları, Zemherîrde, ya’nî 
soğuk Cehennemde azâb göreceklerdir. İblîs ve çocukları, hak ve sevâb olan iyi 
şeyleri yapmağı da insana hâtırlatırlar. Fekat, bunları yaparken, nefsde ucb, 
riyâ hâsıl olarak veyâ farzın kaçırılmasına sebeb olarak, insan çok günâha 
girer). Cin ile tanışmağa özenmemeli, Evliyâ-i kirâmın rûhâniyyetlerinden 
istifâde etmeğe çalışmalıdır. Evliyânın rûhları, görünmeden de, kendi beşerî 
şeklinde görünerek de, sevdiklerine fâide verir ve belâlardan korur. Onları 
tanımağa, sevmeğe ve sevilmeğe uğraşmalıdır. 
(Hadîkat-ün-nediyye)de, 
bütün bedenin âfetlerini bildirirken, yazılı olan hadîs-i şerîfde buyuruluyor 
ki, (Tetayyur eden ve tetayyur olunan ve kâhinlik yapan ve kâhine giden ve 
sihr, büyü yapan ve yapdıran ve bunlara inanan, bizden değildir. Kur’ân-ı kerîme 
inanmamışdır). Tetayyur, uğursuzluğa inanmakdır. Kâhinlik, cinden bir 
arkadaş edinip, olmuş ve olacak şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları 
başkalarına bildirmekdir. Cinle tanışan falcılar ve yıldıznâmeye bakıp, sorulan 
herşeye cevâb verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, 
yapdıklarına inanmak, ba’zan doğru çıksa bile, Allahdan başkasının herşeyi 
bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfr olur. 
İbni Hacer-i 
Hiytemî, (Fetâvâ-yı hadîsiyye)nin yüzyirminci sahîfesinde diyor ki, 
(Birinin kolunu kesip, sonra yapışdırmak, kendi ağzına, bedenine bıçak, kama 
sokup çıkarmak gibi gösteriler yapan tarîkatcılar, bu gösterilerini sihr, göz 
boyamak şeklinde yapıp, kerâmet gösterdiğini söylerse, hâkim tarafından 
öldürülür. Başka şeklde yapıyorsa, öldürülmez. Fekat, ağır cezâlandırılır. 
Mâlikî âlimlerinden Abdüllah ibni ebî Zeyd Kayrevânî “rahmetullahi aleyh” 
(İsbât-ü kerâmât-il-Evliyâ) kitâbında diyor ki, sihrinde küfre sebeb olacak 
şey yoksa, el çabukluğu yapıyorsa, fekat kerâmet ve tarîkatcılık şeklinde 
gösterirse, cezâlandırılır. Böyle tarîkatcıların yanlarına gitmek, seyr etmek 
câiz değildir. Bir kadın, zevcine, kendisinden veyâ başkasından soğuması için 
büyü yapdığını söyledi. Bunu öldürmediler. Cezâlandırdılar. İbni Ebî Zeyd 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Bir kimse, kitâba bakarak cin ile 
konuşduğunu, bu cinne emr ederek, sar’a yapan habîs cinni kovduğunu, büyü 
çözdüğünü, habîs cinni öldürdüğünü söylerse, buna inanmamalıdır). Cin ile 
arkadaşlık etdiğini, cin pâdişâhına hizmet etdiğini söyliyen kimsenin büyücü 
olduğu anlaşılır. Mısrdaki Fâtımî devletinin altıncı reîsi olan Hâkim 
bi-emrillah Mansûr, Dırâr ve bunun talebesi Hamzaya uyarak, cin ile tanışdı ve 
Cin pâdişâhına hizmet ederek, sapıtdı. Şeytânların maskarası oldu. Tanrılık 
da’vâsına kalkdı. İbni Ebî Zeyd diyor ki, (Cinci tarîkatcıya inanmak, insanı 
cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek câiz değildir. Büyü çözene de 
para vermek câiz değildir). Kocasının muhabbet etmesi ve kendisine eziyyet 
etmemesi için, bir kadına, Kur’ân-ı kerîmden ve Selef-i sâlihînin bildirdikleri 
düâlardan muska yazmak, karşılık birşey istememek câizdir. Ne olduğu bilinmiyen 
şeyleri yazmak, okumak ve kendisine okutmak, bunları muska, tütsü yapmak 
harâmdır). Kâdî-zâde, (Birgivî vasıyyetnâmesi)ni açıklarken, Birgivînin, 
(Bir kimse, ben çalınanları, gayb olanları bilirim dese, böyle söyliyen ve buna 
inanan kâfir olur. Bana cin haber verir. Bunun için bilirim dese, yine kâfir 
olur. Zîrâ, cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir. Ondan başka 
kimse bilmez) yazısını, (Allahü teâlânın vahy ve ilhâm etdikleri bilir. Cin, 
herşeyi bilmez. Allahü teâlânın bildirdiğini ve görüp anladığını bilir. Cin, bu 
iki yoldan öğrendiğini haber verirse, bana cin haber verdi demekde zarar yokdur. 
Peygamberler kabrlerinde, bilmediğimiz bir hayât ile diridirler. Allahü teâlâ, 
onlara vahy, ilhâm ve keşf yolu ile, gayb ve gizli şeyleri bildirmişdir. Diri 
insanların işlerini ve hâllerini onlara ve dilediği mü’minlerin rûhlarına 
bildirmekdedir) şeklinde açıklamakdadır. Cinnin sâlih olanlarına da bildirmesi 
câizdir. Fekat, mü’min ve sâlih olmıyan, bid’at ehli ve fâsık tarîkatcıların, 
yobazların yalanlarına inanmamak, tuzaklarına düşerek, felâkete sürüklenmemek 
için, çok uyanık olmalıdır. 909.cu sahîfeye ve (El-münîre) kitâbına 
bakınız! 
(Dürr-ül-muhtâr)ın 
Tahtâvî ve İbni Âbidîn hâşiyelerinde, son cildin sonunda diyor ki, (İnsanın, 
bilmesi lâzım olmıyan şeyleri münâkaşa etmek mekrûhdur. Öğrenmesi emr edilmemiş 
olan şeyleri sormak câiz değildir. Meselâ, Lokman ve Zülkarneyn Peygamber midir, 
değil midir? Cebrâîl aleyhisselâm, Peygamberlere nasıl gelirdi? Melek ve Cin, 
insanlara ne şeklde görünürler? İnsan şeklinde görünürken, yine cin ve melek 
midirler? Cennet ve Cehennem nerededirler? Kıyâmet ne zemân kopacak? Îsâ 
aleyhisselâm, gökden ne zemân inecek? İsmâ’îl ve İshak aleyhimesselâmdan hangisi 
efdaldir ve hangisi kurban edildi? Fâtıma ve Âişeden “radıyallahü teâlâ anhümâ” 
hangisi dahâ efdaldir? Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ana babaları 
ve Ebû Tâlib hangi dinde idiler? İbrâhîm aleyhisselâmın babası kim idi? Bunlar 
gibi şeyleri sormamalıdır. Bunları öğrenmekle emr olunmadık). 
(Hazînet-ül-esrâr) 
kitâbında diyor ki, Sar’a hastasından, rûhânînin def’ edilmesine ve hastanın 
şifâsına âid hadîs-i şerîfleri bildirelim: [(Lugat-ı Nâci)de cin 
kelimesinde diyor ki (Rûhâniyyûn üç sınıfdır: Hep iyilik yapan, ahyâr. Melekler 
böyledir. Hep kötülük yapan eşrâr. Şeytânlar böyledir. İyilik de, kötülük de 
yapan evsât. Cinler böyledir.] (Herkese Lâzım Olan Îmân) 26.cı sahîfeye 
bakınız! 
İmâm-ı Beyhekî
(Delâil-ün-nübüvve) kitâbında ve imâm-ı Kurtubî (Tezkire) 
kitâbında bildiriyor ki, Ebû Dücâne “radıyallahü anh” buyurdu ki, yatıyordum. 
Değirmen sesi gibi ve ağac yapraklarının sesi gibi, ses duydum ve şimşek gibi, 
parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyâh birşey yükseldiğini 
gördüm. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler 
atmağa başladı. Hemen Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” gidip, anlatdım. 
Buyurdu ki, (Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayr ve bereket versin!). Kalem 
ve kâğıd istedi. Alîye “radıyallahü anh” bir mektûb yazdırdı. Mektûbu alıp, eve 
götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı. 
Diyordu ki, (Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektûbla, bizi yakdın. Senin sâhibin, bizden 
elbette çok yüksekdir. Bu mektûbu, bizim karşımızdan kaldırmakdan başka, bizim 
için, kurtuluş yokdur. Artık, senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz. Bu 
mektûbun bulunduğu yerlere gelemeyiz). Ona dedim ki, sâhibimden izn almadıkca bu 
mektûbu kaldırmam. Cin ağlamasından, feryâdından, o gece, bana çok uzun geldi. 
Sabâh nemâzını, mescidde kıldıkdan sonra, cinnin sözlerini anlatdım. Resûlullah 
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (O mektûbu kaldır. Yoksa, mektûbun 
acısını, kıyâmete kadar çekerler!). 
Kefevînin 
(Mecmû’a-tül-fevâid) kitâbında ve Demîrînin (Hayât-ül-hayvân) kitâbı, 
kaf harfindeki (Kunfez) kelimesinde diyor ki, (Bir kimse, bu mektûbu, yanında 
taşısa veyâ evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrâfına cin gelmez ve 
dadanmış olup zarar veren cin de gider). Bu mektûb (Hazînet-ül-esrâr) ve
(Hayât-ül-hayvân)da yazılıdır. Süleymâniyye kütübhânesi, (Ayasofya)
kısmında, [2912] sayıda (Hayât-ül-hayvân)ın fârisîsi, [1913] de ise 
türkçesi vardır. Müslimânlara kolaylık olmak için bu mektûb, 
(Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının sonunda da [207.ci sahîfesinde de] yazılıdır. 
Bu kitâb, (Hakîkat Kitâbevi)nde satılmakdadır. 
Âyet-el-kürsî, 
İhlâs, Mu’avvizeteyn ve Fâtiha sûrelerini sıksık okumak da, insanı cinden 
muhâfaza eder. Bu âyet-i kerîmeleri okumakla ve bu mektûbu taşımakla ve şifâ 
âyetlerini okumakla ve yazıp suyunu içmekle fâidelenmek istiyenlerin Ehl-i 
sünnet i’tikâdına uygun olarak doğru îmân sâhibi olması lâzımdır. Bunları 
yazanın ve kullananın i’tikâdı doğru olmazsa ve küfr alâmetlerini kullanır, 
harâm işlerse, fâideleri görülmez. 
Fârisî 
(Şevâhid-ün-nübüvve) 163.cü sahîfesindeki hadîs-i şerîfde, (Yatarken 
âyet-el kürsî okuyana, şeytân yaklaşamaz) buyuruldu. 
Kâdî 
Bedrüddîn-i Şeblînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Akâm-il-Mercân) kitâbı 
arabî olup büyükdür. Hep cinden bahs etmekdedir. Bir yerinde diyor ki, (Cinden, 
geçmiş, olmuş şeyleri sorup öğrenmek câizdir. Gelecekde olacak şeyleri sormak 
câiz değildir. Geçmiş şeyleri görüp, işitip bilirler. Sar’a hastasını ve başka 
cin çarpanları cinden kurtarmak için, küfre sebeb olan şeyleri yapmak câiz 
değildir. Cinden kurtulmak için en iyi on çâreyi [kısaltarak] yazıyoruz: 
1- E’ûzü 
Besmele ile Fâtiha sûresi okumalıdır. 2- E’ûzü Besmele ile iki Kul-e’ûzüyü 
okumalıdır. 3- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresini okumalıdır. 4- E’ûzü Besmele 
ile Âyet-el-kürsî okumalıdır. 5- E’ûzü Besmele ile Bekara sûresinin son âyetini 
okumalıdır. 6- E’ûzü Besmele ile Ha-Mîm Mü’mîn sûresinin başından (masîr)e kadar 
ve Âyet-el-kürsî okumalıdır. 7- (Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh 
lehülmülkü ve lehülhamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) okumalıdır. 8- Çok
(Allah) demelidir. 9- Hep abdestli bulunmalı, farzları ve sünnetleri hiç 
terk etmemelidir. 10- Kadınlara bakmakdan, çok konuşmakdan, çok yimekden ve 
galabalıkdan sakınmalıdır). (Berekât) kitâbında, Muhammed Sa’îdi 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” anlatırken sonunda, imâm-ı Rabbânînin “rahmetullahi 
teâlâ aleyh” Cinden korunmak için, (Lâ havle velâ kuvvete illâ 
billah-il-aliyyil’azîm) okuduğunu yazıyor. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, 
yüzyetmişdördüncü mektûbunda, Cini def’ için bunu okumağı tavsiye etmekdedir. 
Buna, (Kelime-i temcîd) denir. 
Şeyh-ül-islâm 
İbni Hacer Hiytemînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tezekkürü Âsâr-il-vâride) 
kitâbında da, cinden koruyan düâlar yazılıdır. Bu kitâb, Süleymâniyye 
kütübhânesi, (Reîs-ül-küttâb Mustafâ efendi) kısmında, [1150] sayı ile 
mevcûddur. (Hakîkat Kitâbevi) tarafından (Minha) sonunda 
basdırılmışdır. 
Cin ve şeytân 
şerrinden kurtulmak için ve sar’a hastalığına ve sihre karşı 
(Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının sonundaki (âyât-ı hırz)ı yedi gün okumalı ve 
yazıp, üzerinde taşımalıdır. 
Celâleddîn-i 
Süyûtînin “rahmetullahi aleyh” (Kitâbürrahme fittıbb-i velhikme) 
kitâbında sihr, nazar ve cinden korunmak için kıymetli bilgi vardır. Yüzellinci 
bâbında buyuruyor ki, (Şeytânın vesvesesinden, sıkıntıdan kurtulmak için, hergün 
bu düâyı okumalıdır: Yâ Allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm. Yâ 
Allah-ül-hayy-ül-halîm-ül’azîm-ür-raûf-ül-kerîm. Yâ 
Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve 
beyne adüvvî!). Yüzyetmişdördüncü maddesi sonunda diyor ki, (Hiltit veyâ şeytân 
tersi adındaki zamkı yanında taşıyan kimseye cin gelmez. Sar’a hastası, bunu 
koklarsa, iyi olur). Asa Foetide denilen bu zamk, esmer, pis kokulu, reçine 
olup, antispasmodique olarak, ya’nî sinirleri teskîn edici olarak Avrupada, toz, 
hap ve ihtikan şeklinde adale ve sinir gerginliğini gidermek için, 
kullanılmakdadır. (Ütrüc), ya’nî Ağaç-kanunu bulunan eve cin girmiyeceği,
(Hayât-ül-hayvân)da ve (Kâmûs)da yazılıdır. 
İmâm-ı Rabbânî 
“rahmetullahi aleyh”, talebeleri ile, uzak bir yere gidiyordu. Gece, bir hânda 
kaldılar. (Bu gece, bu hânda bir belâ hâsıl olacak. Şu düâyı okuyunuz!) buyurdu:
(Bismillâhillezî lâ-yedurru ma’ asmihi şey’ün fil-Erd-ı velâ fissemâ ve 
hüves-semî’ul’alîm). Gece büyük yangın oldu. Bir odada eşyâlar yandı. Bu 
odaya haber verilmemişdi. Düâyı okuyanlara birşey olmadı. Bu düâ, 
(Umdet-ül-islâm) ve (Berekât) kitâblarında yazılıdır. 
(Tergîb-üs-salât) kitâbında ve (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbı 155.ci 
sahîfesinde hadîs-i şerîf olduğu da bildirilmekdedir. Derdlerden, belâlardan, 
fitne ve hastalıklardan korunmak için, sabâh ve akşam, İmâmın bu sözünü 
hâtırlayarak, üç kerre okumalıdır. Âyât-i hırz [koruyucu âyetler] da, 
okumalıdır. 
  
Âlemlerin 
Rabbinin mahbûbu Muhammeddir. 
Cismi pâk, 
ismi Ahmed, âlemlere rahmetdir. 
Hulk-i azîm 
sâhibi Levlâke.... muhâtabı, 
Menba-ı ilm, 
edeb, feyz, nûr ve muhabbetdir. 
  
Odur gerçek 
vâsıta, Hak’la kul arasına, 
Sözü şifâ 
rûhlara, adı gönül pasına. 
Odur hakîkî 
tabîb, me’yûs kalb hastasına, 
Değil kendi, 
ümmeti, meleklerden yüksekdir. 
  
Bu en seçkin 
kuluna, Hak yardımcılar verdi, 
En sevdiği 
kulları ona Eshâb eyledi. 
Resûlullah: 
yolları, benim yolumdur dedi, 
Asrların 
iyisi bu asrı göstermişdir. 
  
Muhammed 
Mustafâyı canından çok sevdiler, 
Mal, mülk, 
makâmlarını, uğruna terk etdiler. 
İslâmı 
yaymak için severek can verdiler, 
Yâ Rab, bu 
ne güzel hâl, yâ Rab, bu ne izzetdir. 
  
Onun bir 
sohbetinde nefsleri pâk oldu. 
Kalblerine 
ma’rifet, feyz, nûr, tecellî doldu. 
Evliyâ 
hâllerini onlar bir anda buldu, 
Ve hep Ona 
uydular, bu ne büyük şerefdir. 
  
Onlar hepsi 
âdildir, kimseye zulm etmezler, 
Nefsleri 
için aslâ, hilâfet istemezler. 
Bu yüzden 
harb etmezler, birbirini üzmezler, 
En yüksek 
makâmdalar ve hepsi müctehiddir. 
                                                |