52
-
TEGANNÎ VE MÜZİK
Süâl:
Radyo dinlemek ve televizyon seyr etmek günâh mıdır?
Cevâb:
Bu süâl, sinemaya gitmek günâh mı demeğe benziyor.
Bu iki süâli birlikde cevâblandıralım:
Süâl:
Sinemaya gitmek günâh mıdır?
Cevâb:
Radyo, sinema, televizyon neşr vâsıtasıdır. Kitâb,
gazete, mecmû’a gibidir. Bunlar, tabanca gibi, bir vâsıta, bir âletdir.
Tabancayı, bir kabâhatsiz, günâhsız, zararsız kimseye karşı kullanmak günâhdır.
Muharebede, düşmana karşı kullanmak ise, çok sevâbdır. Görülüyor ki, tabanca
kullanmak, hep günâhdır demek veyâ her zemân sevâbdır diye kesdirip atmak, doğru
değildir.
Bunun gibi,
radyo ve filmler, iyi insanlar tarafından hâzırlanır, Allahü teâlânın beğendiği
şeyleri bildirir, islâmiyyetin fâidelerini, ahlâk, ticâret, san’at, fabrikaların
çalışması, târîh olayları, askerlik gibi din ve dünyâ bilgileri verirse, böyle
radyoyu dinlemek, böyle filmleri ve televizyonları görmek günâh olmaz, mubâh
olur. Fâideli kitâb ve mecmû’a okumak gibi, her müslimâna lâzım olur. [Birinci
kısmda, 68. ci maddenin 3. cü sahîfesine bakınız!]
Fekat bunlar,
din düşmanları, ahlâksızlar tarafından hâzırlanır, harâm, çirkin, şarkılar,
çalgılar bulunursa ve zararlı şeylerin propagandası yapılırsa, böyle radyoları
dinlemek, televizyonları görmek ve böyle film gösterilen sinemalara gitmek câiz
olmaz. Böyle olan gazete ve kitâbları, romanları okumak gibi, harâm olur.
(Hadîka)
ve (Berîka)nın sonlarında diyor ki, (Def, tanbur ve her nev’ çalgıyı
evinde, dükkânında bulundurmak, kendisi kullanmasa bile, satmak, hediyye,
âriyet, kirâya vermek günâhdır). Mubâh ile günâh karışık olursa ve radyoda,
televizyonda, filmde veyâ bunların görüldüğü, dinlenildiği yerde, harâm şeyler
varsa, günâha girmemek için mubâhı, hattâ sevâbı terk etmek lâzım olur. Nitekim,
mü’minin da’vetine gitmek sünnet olduğu hâlde, harâm bulunan da’vete gitmemeli,
harâmdan, mekrûhdan sakınmak için sünneti terk etmelidir.
(Ahlâk-ı
alâ’î)
kitâbında diyor ki, (Şi’r, veznli söze denir. Lahn ve nağme bulunmıyan güzel
sesi dinlemek mutlaka mubâhdır. Sıkıntı gidermek için, nağme ile, kendi kendine
okumak câiz diyenler vardır. Fekat, başkalarını eğlendirmek veyâ para kazanmak
için okumak harâmdır. Nağme, ya’nî veznli ses üçdür:
1 - İnsan sesi.
Yukarıda uzun bildirdik.
2 - Hayvan
sesi. Kuşların ötmesi gibi. Bunları dinlemek, mutlaka halâldir.
3 -
Cansızlardan [bütün çalgılardan] vurmak, üflemek, sürtmekle çıkarılan sesleri
dinlemek, mutlaka harâmdır. Suyun akması, dalgaların çarpması, rüzgâr, yaprak
seslerini dinlemek günâh değildir. Bunları dinlemek fâidelidir. Sıkıntıyı
giderir).
(Eşi’at-ül-leme’ât)
hadîs kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Beyân ve Şi’r)
bâbında diyor ki, Âişe “radıyallahü anhâ’nın bildirdiği hadîs-i şerîfde,
(Şi’r, iyisi iyi olan, çirkini çirkin olan sözdür) buyuruldu. Ya’nî, vezn ve
kâfiye, bir sözü çirkinleşdirmez. Şi’ri çirkin yapan, ma’nâsıdır.
(Hadîka)
kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Harâm karışmamış olan
tegannî, sâlih insanın temiz kalbine, rûhuna tatlı geldiği gibi, harâm karışmış
olan müzik de, fâsıkların nefslerine tatlı gelir). Onlar, bunların, bunlar da
onların müziklerinden zevk almazlar, sıkılırlar. Çünki kalbe, rûha lezzet veren
şey, nefse sıkıntı verir. Nefse tatlı gelen şey, temiz kalblere sıkıntı verir.
Bunun içindir ki, kâfirlerin, fâsıkların Cennet hayâtı yaşadıkları yerler,
müslimânlara, sâlihlere zındân olur. (Dünyâ, [ya’nî harâmların bulunduğu
yerler, fısk meclisleri] mü’mine zındân, kâfire ise Cennetdir) hadîsi
değişmez bir hakîkatdir. Bu hakîkati gözönüne alarak, herkes kendi kalbinin
nasıl olduğunu kolayca anlıyabilir. Çok kimsenin nefsi, küfr alâmetlerini
kullanmakla ve harâmları işlemekle kuvvet bulup, kalbi ve rûhu örtdüğünden,
nağme nefse te’sîr edip azdırmakdadır. Rûhun, kalbin sıfatları mağlûb
olduğundan, müteessir olmamakdadırlar. Nefsin duyduğu lezzet, kalbin, rûhun
lezzeti sanılmakdadır. Nağmeden ba’zı hayvanlar da lezzet almakdadır.
Sûre-i
Lokmandaki (Lehvelhadîs) âyet-i kerîmesinin, mûsikînin men’i için
olduğunu, tefsîrler meselâ, (Tefsîr-i medârik) bildirmekdedir. Fârisî
(Mevâhib-i aliyye) ismindeki tefsîrde, bu âyet-i kerîme şöyle tefsîr
ediliyor: (Ba’zı insanlar, dedikodu yaparak, yalan hikâyeler, romanlar
söyliyerek ve yazarak ve para ile şarkıcı kadınlar tutup herkese ses nağmeleri
dinleterek, Kur’ân-ı kerîm dinlemelerine, farzları, harâmları okuyup
öğrenmelerine ve nemâz kılmalarına mâni’ olmağa, ya’nî gençleri islâmiyyetden
uzaklaşdırmağa çalışıyor ve müslimânlarla ve Allahü teâlânın emrleri ile, alay
ediyorlar. İslâmiyyete gerilik, müslimânlara da, anormal insan, ibtidâî, örümcek
kafalı, hasta adam ve gerici gibi ismler takıyorlar. Bunlara, Allahü teâlânın
emrleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin sözleri söylenince, kendilerine bir süs
vererek, kibrle, gurûrla yüzlerini çevirerek, bu söylenenleri hiç duymuyormuş
gibi aldırış etmezler. Onlara Cehennem ateşini, çok acı azâbları müjdele!). Bu
tefsîr, türkçeye terceme edilmiş ve (Mevâkib tefsîri) ismi verilmişdir.
(Dürr-ül-müntekâ) kitâbında buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîmi ve ezânı
tegannî ile okumak ve dinlemek harâmdır. Burhâneddîn-i Mergınânî “rahmetullahi
teâlâ aleyh” buyurdu ki, Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyan hâfıza, ne güzel
okudun diyen kimsenin îmânı gider. Tecdîd-i îmân ve tecdîd-i nikâh etmesi lâzım
gelir. Kuhistânî hazretleri de, böyle yazmakdadır. Kasîdeleri, ilâhîleri tegannî
ile okuyarak, bunları dinliyerek vecde geliyoruz, kendimizden geçiyoruz
diyenlerin sözleri doğru değildir. Dînimizde böyle birşey yokdur. Tekkelerde
yapılan rakslar, tegannî ile okunan şeyler [ilâhîler, mevlidler] harâmdır.
Buralara gidip oturmak, dinlemek câiz değildir. Tesavvuf büyükleri, böyle şeyler
yapmadı. Bunlar sonradan uyduruldu. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
şi’r dinlemişdir. Fekat bu, şarkı, nağme dinlemeğe izn değildir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” şarkı dinleyip vecde geldi diyenler, yalan
söyliyor). [Harâm olan tegannî, mûsikî perdelerine uyarak okumakdır. Sünnet olan
tegannî, tecvîde uyarak okumakdır.] Raks ve simâ’ hakkında (Ukûd-üd-dürriyye)
sonunda geniş bilgi vardır.
(Dürr-ül-muhtâr)
beşinci cild, ikiyüzyetmişinci sahîfede diyor ki, (Kur’ân-ı kerîm okurken, harf
eklemiyecek, kelimeyi bozmıyacak şeklde tegannî etmek câiz ve güzeldir. Aksi
takdîrde harâmdır. Böyle tegannî edene, ne güzel okudun demekde küfr korkusu
vardır). İbni Âbidîn, şerh ederken buyuruyor ki, (Tegannî eden hâfıza, ne güzel
okudun diyen kimse kâfir olur demişlerdir. Çünki, dört mezhebde de harâm olan
birşeye, güzel diyen kâfir olur. Fekat, Kur’ân-ı kerîmin harflerini,
kelimelerini değişdirdiği için, güzel okudun diyen kâfir olur. Yoksa, sesi,
sadâsı, Kur’ân-ı kerîmi okuması güzel demek istiyen, elbette kâfir olmaz). Böyle
kimse, bu hâfızın tegannî etmiyerek okuduğundan da zevk alır ve güzel okudu der.
Bununla berâber, tegannî eden hâfızı dinlememelidir. Okuması da, dinlemesi de
harâmdır. (Hadîka)da, dil âfetlerini anlatırken buyuruyor ki, (Kur’ân-ı
kerîmi mûsikî perdelerine göre okuyarak hareke veyâ medleri değişdirmek ve bunu
dinlemek harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile süslemek demek, tecvîde uygun
okumak demekdir).
(Kimyâ-yı
se’âdet)
kitâbı, ikiyüzaltmışaltıncı sahîfesinde, çocuk terbiyesini anlatırken,
(Çocuklara kadın, kız, aşk bulunan şi’rleri okutmamalı, böyle şi’rler rûhun
gıdâsıdır diyen öğretmene göndermemelidir. Talebesine böyle söyliyen, [ve seks
bilgileri veren öğretmen], üstâd değil, şeytândır. Çocuğun kalbini bozmakdadır)
buyuruyor. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Gınâ kalbi karartır)
buyurdu. Ya’nî insan sesi ile tegannî ve çalgılar kalbi karartır. [Bu
hadîs-i şerîfi, İbni Âbidîn, beşinci cild, ikiyüzyirmiikinci sahîfede, îzâh
etmekdedir.] Mûsikîye özenmemeli, hâsıl etdiği lezzete aldanmamalıdır. Bundan
rûh değil, Allahü teâlânın düşmânı olan nefs lezzet almakdadır. Zevallı rûh,
nefsin elinde esîr olduğundan, kendi lezzeti sanmakdadır. [Üçüncü kısm,
otuzbeşinci maddeyi okuyunuz!]. Mûsikînin tadı, zehrli bala, şekerlenmiş,
yaldızlanmış necâsete [pisliğe] benzer.
Mûsikînin harâm
ve zararlı olduğunu bildirmekden maksadımız, buna tutulmuş olan binlerce insanı
fâsık ve günâhlı olmakla lekelemek değildir. Şunu bildirmek isterim ki, bu
satırları yazanın günâhları, okuyucularınınkinden katkat ziyâdedir. Ma’sûm,
günâhsız olan, ancak Peygamberlerdir “aleyhimüsselâm”. Yayılmış olan günâhları
bilmemek de, ayrıca günâhdır. Sözbirliği ile bildirilen harâmları, halâl
sanarak, sıkılmadan işliyen kâfir olur. Günâhlarımızın çokluğunu düşünerek,
Rabbimize karşı, her zemân mahcûb, boynu bükük olmalıyız. Hergün tevbe
etmeliyiz!
Allahü teâlânın
aşkı ile dolmuş, Evliyânın büyüklerinden olan, Celâleddîn-i Rûmî “kuddise
sirruh”, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Mûsikî dinlemedi ve raks etmedi.
Ya’nî dans etmedi. Kırkyedibinden ziyâde beyti ile dünyâya nûr saçan
(Mesnevî)sine, her memleketde, birçok dillerde şerhler, açıklamalar
yapılmışdır. Bunlardan pek kıymetlisi ve lezzetlisi, mevlânâ Câmînin kitâbı
olup, bunu da, birçok kimse, ayrıca şerh etmişdir. Bunların içinde de, Süleymân
Neş’et efendinin şerhinden ellialtı sahîfesi, yalnız dört beytin şerhi olup,
sultân Abdülmecîd hân zemânında, [1263] de matba’a-i Âmirede tab’ edilmişdir. Bu
kitâbda, mevlânâ Câmî “kuddise sirruh” buyuruyor ki: (Mesnevînin birinci
beytinde, [Dinle neyden, nasıl anlatıyor-ayrılıklardan şikâyet ediyor] ney,
islâm dîninde yetişen kâmil, yüksek insan demekdir. Bunlar, kendilerini ve
herşeyi unutmuşdur. Zihnleri, her ân, Allahü teâlânın rızâsını aramakdadır. Ney,
fârisî dilinde, yok demekdir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuşdur. Ney
denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden
hâsıl olmakdadır. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinden,
Allahü teâlânın ahlâkı, sıfatları ve kemâlâtı zâhir olmakdadır. Neyin üçüncü
ma’nâsı, kamış kalem demekdir ki, bundan da, insan-ı kâmil kasd edilmekdedir.
Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kâmil insanın hareketleri
ve sözleri de, hep Allahü teâlânın ilhâmı iledir). Sultân İkinci Abdülhamîd hân
zemânında Ankara vâlîsi olan Âbidîn Pâşa “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mesnevî
şerhi)nde, neyin insan-ı kâmil olduğunu, dokuz dürlü isbât etmekdedir.
Mevlevî
şeyhleri de, âlim, sâlih zevât idi. Bunlardan Osmân efendi, (Tezkiye-i Ehl-i
beyt) kitâbında, râfizîlerin (Hüsniyye) kitâbına vesîkalarla cevâb
vererek, islâmiyyete büyük hizmet etmişdir. Sonraları, ba’zı câhiller, neyi
çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi, şeyler çalmağa, dans etmeğe başladılar. Oyun
âletleri, o tesavvuf üstâdının türbesine konuldu. (Mesnevî şerhleri)ni
okuyarak, o hakîkat güneşini yakından tanıyanlar, elbette aldanmaz.
Celâleddîn-i
Rûmî “kuddise sirruh”, yüksek sesle zikr bile yapmazdı. Nitekim (Mesnevî)sinde:
Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb,
bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab!
buyuruyor ki,
(O hâlde, sevgiliye kavuşmağı, cân-u gönülden iste. Dudağını ve damağını
oynatmadan, Rabbin ismini [kalbinden] söyle!) demekdir. Sonradan gelen din
câhilleri, ney, saz, def gibi çalgılar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans
ederek, nefslerini zevklendirmişlerdir. Bu günâhlara ibâdet adını verebilmek ve
kendilerini din adamı tanıtabilmek için, Mevlânâ da böyle çalar ve oynardı. Biz
mevlevîyiz, onun yolunda gidiyoruz diyerek, yalan söylemişlerdir.
Zâhir
ilmlerinde mütehassıs, tesavvuf derecelerinde çok yüksek olan, derin âlim, büyük
velî Abdüllah-ı Dehlevî, yetmişdördüncü mektûbunda buyuruyor ki, (Tegannî, hazîn
ses ve Allah sevgisini anlatan şi’rler ve Evliyâ-yı kirâmın hayâtını bildiren
kasîdeler, kalbdeki bağlılığı harekete getirir. Hafîf sesle zikr etmek ve
islâmiyyetin yasak etmediği şi’rleri dinlemek, Çeştiyye yolunda olanların
kalblerini inceltir). Seksenbeşinci mektûbda buyuruyor ki, (Tesavvuf büyükleri
güzel ses dinlediler. Fekat, çalgı ile değil idi. Oğlanlar ve kızlar yanında
değil idi. Fâsıklar arasında değil idi. Çeştiyye yolunun büyüklerinden
Sultân-ül-meşâyıh Nizâm-üddîn-i Evliyâ hazretleri güzel ses dinlerdi. Fekat
hiçbir zemân, hiçbir çalgı dinlemediği, (Fevâid-ül-füâd) ve
(Siyer-ül-evliyâ) kitâblarında yazılıdır. (Simâ’), ya’nî güzel ses
dinlemek, Evliyânın kalbindeki kabz [sıkıntı] hâlini bast [râhatlık] hâline
çevirmek içindir. Gâfillerin güzel ses dinlemeleri, fıska yol açar. Hiçbir çalgı
halâl değildir. Sekr hâlinde iken, câiz diyenler oldu ise de, bunlar ma’zûrdur.
Bunları ileri sürerek câiz dememelidir. İslâmiyyete uygun şartları gözeterek,
sesle zikr câiz ise de, sessiz zikr efdaldir. Ud, keman, saz, ney ve her çalgıyı
ve gâfillerin şarkılarını dinlemek ve raks [dans] yapmak ve seyr etmek câiz
değildir). Doksandokuzuncu mektûbda buyuruyor ki, (Kalbdeki kabzı, bulanıklığı
gidermek için, güzel sesle, tecvîde uyarak okunan Kur’ân-ı kerîmi dinlemelidir.
Eshâb-ı kirâm böyle yapardı. Kasîde ve şi’r dinlemezlerdi. Şarkı ve çalgı
dinlemek ve yüksek sesle zikr yapmak, sonradan meydâna çıkdı. Ebül-Hasen-i
Şâzilî ve Hammâd-i Debbâs gibi tesavvuf büyükleri “kaddesallahü teâlâ
esrârehümâ” şiddetle inkâr etdiler. Abdülhak-ı Dehlevî “rahmetullahi aleyhim”,
bunu uzun bildirmekdedir. Çalgısız olarak ve fâsıklar ve gâfiller arasında
olmıyarak, Allah sevgisini anlatan şi’rleri dinliyen büyükler de vardı.
Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinin yanına ney ve saz getirdiklerinde, biz bunları
dinlemeyiz. Dinliyen tesavvufcuları da inkâr etmeyiz buyurdu. Çünki, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, hiç dinlememişdir. Tarîkat-i müceddidiyyede,
tegannî dinlemenin kalbe te’sîri yokdur. Kur’ân-ı kerîm dinlemek, safâ vermekde
ve huzûru artdırmakdadır. Nağme ve saz dinlemek kalb seyrinde olanlara zevk
verir. Hafîf sesle ve hazîn tegannî ile zikr, zevkı ve şevkı artdırır. İrâde ve
ihtiyâr ile olmadan, derd ve hüzn ile içden gelen yüksek sesle zikr etmek yasak
değildir. Fekat her zemân yapmamalıdır).
(Eşi’at-ül-leme’ât)da,
(Beyân ve Şi’r) bâbında diyor ki, Tâbi’înin büyüklerinden Nâfi’ buyurdu
ki, Abdüllah bin Ömer “radıyallahü anhümâ” ile berâber gidiyorduk. Ney sesi
işitdik. Abdüllah, kulaklarını parmakları ile kapadı. Oradan hızla uzaklaşdık.
Ney sesi dahâ işitiliyor mu, dedi. Hayır işitilmiyor dedim. Parmaklarını
kulaklarından ayırdı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de böyle yapmışdı
dedi. Nâfi’, sonra dedi ki, ben o zemân çocuk idim. Bundan anlaşılıyor ki,
Nâfi’a kulaklarını kapamasını emr etmemesi, çocuk olduğu için idi. Yoksa, ney
sesi dinlemek tahrîmen mekrûh olmayıp tenzîhen mekrûh olduğu için, Abdüllah
vera’ ve takvâsı sebebi ile kulaklarını kapatdı demek doğru değildir. Nâfi’,
böyle yanlış anlaşılmaması için, çocuk olduğunu bildirdi. (Eşi’at-ül-leme’ât)dan
terceme temâm oldu.
Sultân Üçüncü
Muhammed hân “rahimehullahü teâlâ” zemânında yaşamış olan Itrî efendi, bir din
âlimi değildi. Meşhûr Beethoven gibi, bir mûsikî üstâdı idi. İslâm tekbîrini,
segâh makâmına bestelemekle, islâmiyyete bir hizmet yapmamış, dîne bir bid’at
karışdırmışdır. Müzik perdelerine uydurmak için, kelimeler değişdirilmekde,
ma’nâları bozulmakdadır. İnsanlar, nağmenin kulaklara ve nefse olan te’sîrine
kapılıp, tekbîrin ma’nâsı ve kalbe ve rûha olan te’sîri gayb olmuşdur. Kur’ân-ı
kerîm ve mevlidler de, böyle mûsikî ile okununca, kelimeler bozularak ma’nâları
değişiyor. Te’sîri ve sevâbı kalmıyor. Kur’ân-ı kerîmi güzel ses ile ve tecvîd
ile okumalıdır. Bu vakt te’sîri ve sevâbı çok olur.
(Berîka)
kitâbında, dil âfetlerinin onyedincisi olarak gınâ, ya’nî tegannî uzun
anlatılmakdadır. Şeyh-ul-islâm Ebüssü’ûd efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
fetvâsı da yazılıdır. Bu fetvâda halâl ve harâm olan tegannîler
bildirilmekdedir. Çalgılar hakkında hiçbirşey yazılı değildir. Ney ve çalgı
çalanların bu fetvâyı ileri sürmeleri, Ebüssü’ûd efendiye iftirâ olmakdadır.
(İbni
Âbidîn)
dördüncü cildde, şâhidliği kabûl edilmiyenleri anlatırken buyuruyor ki, (Eğlence
için ve para kazanmak için başkalarına şarkı söylemek, sözbirliği ile harâmdır.
Çalgı çalarak dans etmek büyük günâhdır. Sıkıntısını gidermek için kendi kendine
şarkı söylemek günâh değildir. Va’z ve hikmet bulunan şi’r dinlemek câizdir.
Çalgı olarak, yalnız kadınların düğünlerde def çalması câizdir). Fekat, erkek
kadın bir arada bulunmamalıdır. Tegannî ve çalgı hakkında (Mevâhib-i
ledünniyye) ikinci kısm sonunda geniş bilgi vardır. (Hadîka)da, kulak
âfetlerini anlatırken buyuruyor ki, (Fısk, içki meclislerinde ve kızları
oynatarak çalgı çalmak ve bunu dinlemek harâmdır. Hadîs-i şerîfde yasak edilen,
böyle çalınan çalgılardır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” çobanın
kavalını işitince, parmakları ile mubârek kulaklarını kapadı ise de, yanında
bulunan Abdüllah bin Ömere kulaklarını kapamasını emr etmedi. Bu da, geçerken
duymanın harâm olmadığını göstermekdedir). El âfetlerini bildirirken buyuruyor
ki, (Çalgıyı, içki, oyun ve kadın bulunan yerlerde keyf için çalmak harâmdır.
Düğünlerde def çalmak hadîs-i şerîfde emr edildi. Bu emrin erkeklere de şâmil
olması esahdır. [Fekat, İbni Âbidînin yukarıdaki men’ eden yazısı tercih
olunur.] Harbde, hac yolunda ve askerlikde davul ve benzeri âletleri çalmak
câizdir). Mekteblerde, millî ve siyâsî toplantılarda ve bayramlarda bando,
müzika çalmak câiz olduğu buradan anlaşılmakdadır.
İmâm-ı
Zehebînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tıbb-ün-nebevî) kitâbının ve İbni
Âbidînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Ukûd-üd-dürriyye) fetvâ kitâbının
sonlarında, tegannînin harâm olan ve câiz olan kısmları arabî olarak uzun
anlatılmakdadır. Bu kitâblardan birincisi, (Teshîl-ül-menâfi’) kitâbının
kenârında olarak, ikincisinin yalnız tegannîyi anlatan yazıları,
(El-Habl-ül-metin fî-ittibâ’is-selefis-sâlihîn) kitâbının sonuna ek olarak,
İstanbulda, Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır.
Izdırâb dolu, rü’yâdır bu hayât,
doğmuşuz ölmek üzere, değil mi?
Zevk ile geçerse de, birkaç sâ’at,
derd kovalar, zevklerin herbirini!
Gideriz her an, cehil ve gafletle,
ölüm denizi dibine hasretle.
Dürlü mihnetle ve bin meşakkatle,
mahvu perişân eder dünyâ bizi.
Biz ise seyr eyleyip, bu bünyâdı,
ararız halkı için, nedir bâdî.
Hâlıkı, halkı ve sırr-ı îcâdı,
bilmek isteriz Hakkın hikmetini.
Fekat, Hakkın koyduğu sırrın halli,
kulun aklı ile olamaz, bes belli.
İnsâna acz ve gaflet ve cehli,
etdirirler sehv içinde sehvi.
|