52
-
TEGANNÎ VE MÜZİK
TENBÎH:
Yukarıda, Kur’ân-ı kerîmi radyoda okumak ve bunu
dinlemek anlatılmakdadır. Radyo kullanmak için, radyo dinlemek için birşey
yazılmamışdır. Bu ikisini birbiri ile karışdırmamalıdır. Radyo kullanılması, bir
sahîfe sonra bildirilecekdir.
(Kimyâ-i
se’âdet)de
buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîm okumasını öğrenmek çok sevâbdır. Fekat, Kur’ân-ı
kerîm okuyanların ve hâfızların, ona saygı göstermeleri lâzımdır. Bunun için de,
her sözü, her işi Kur’ân-ı kerîme uygun olmalıdır. Onun edebi ile
edeblenmelidir. Onun yasak etdiği şeylerden sakınmalıdır. Ona, böyle saygı
göstermezse, Kur’ân-ı kerîm kendisine düşman olur. Resûlullah “aleyhisselâm”
buyurdu ki, (Ümmetimdeki münâfıkların çoğu, Kur’ân-ı kerîm okuyanlardan
olacakdır). Ebû Süleymân Dârânî buyuruyor ki, (Cehennemde azâb yapan, Zebânî
adındaki melekler, puta tapan kâfirlerden önce, islâmiyyete uymayan hâfızlara
saldıracaklardır). Para kazanmak için mevlid okuyan, mûsikî ile mevlid okuyan
hâfızlar da böyledir. Şunu iyi bilmelidir ki, Kur’ân-ı kerîm, yalnız okumak için
gönderilmedi. Gösterdiği yolda gitmek, islâmiyyete uymak için gönderildi).
(Şir’a-tül-islâm) şerhinin sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki,
(Kur’ân-ı kerîmi şarkı söyler gibi okumak, bid’atlerin en çirkini, en kötüsüdür.
Böyle okuyanlar cezâlandırılır).
(Riyâd-un-nâsıhîn)de
diyor ki, Kur’ân-ı kerîm, islâmiyyete uyan hâfızlara şefâ’at edecekdir.
(Müslim) kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîm, okuyanlarına, yâ
şefâ’at edecek veyâ düşman olacakdır) buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfde,
(Kur’ân-ı kerîm okuyan çok kimse vardır ki, Kur’ân-ı kerîm, onlara la’net eder)
buyuruldu. Kur’ân-ı kerîmi abdestli olarak okumak, sağ el ile tutmak, dizden
aşağı koymamak, bitirince açık bırakmamak, başka şey yaparken kapayıp yüksek bir
yere koymak, okurken konuşmamak, konuşursa, tekrâr E’ûzü okuyarak başlamak
lâzımdır. Mushafı [ve Kur’ân-ı kerîm bulunan teypi] ayağa kalkarak almalıdır.
Radyoda
Kur’ân-ı kerîm dinleyen de, hiç olmazsa, radyoyu yükseğe koymalı, bir iş
yapmamalı, konuşmamalı, kıbleye karşı edeble oturmalıdır. Kur’ân-ı kerîmi ve
mevlidi dinledikden sonra veyâ önce, çalgı, şarkı ve başka küfr ve harâm şeyleri
dinlemek, bunlara saygısızlık olur. Kur’ân-ı kerîm, okunup da, kendisine saygı
göstermiyenlere la’net eder. Okuyanlar ve söyliyenler için günâh olan herşey,
okutanlar ve dinleyenler için de, günâhdır.
Radyoda,
hâfızın Kur’ân-ı kerîm okumasına sebeb olan dinleyiciler, bir canbazı seyr
edenler gibi oluyor. Ya’nî, canbaz, oynarken ipden düşüp ölürse, seyrciler
günâha girer. Çünki, onlar seyr etmeselerdi, canbaz oynamıyacak ve ölmiyecekdi.
Evet, öldürülen kimse, eceli geldiği için ölür. Fekat, bunu öldüren de, cezâsını
görür.
Kur’ân-ı
kerîmi, mevlidi ve ezânı mûsikî ile, tegannî ederek okumak da, ma’nâsını bozuyor
ve zararlı oluyor. Meselâ, (Allahü ekber), Allahü teâlâ büyükdür, demekdir. Sesi
uzatarak, meselâ (Aaaallahü ekber), şeklinde okunursa, Allah, acabâ büyük müdür?
demek olur ki, böyle söyliyenlerin kâfir olacağı meydândadır.
Bütün fıkh
kitâblarında ve meselâ, (Halebî-yi sagîr)in sâhibi “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, ikiyüzelliikinci sahîfesinde: (Kur’ân-ı kerîmi nağme ile, ya’nî sesi
mûsikî perdelerine uydurarak okumak, harfleri bozmaz ise, âlimler mekrûh
demişdir. Zîrâ fâsıkların nağmelerine teşebbühdür. Eğer harfler değişir ise,
harâmdır. Okuması mekrûh olan birşeyi dinlemek de mekrûhdur. Okuması harâm olan
şeyi, dinlemek de harâmdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyan hâfızlara emr-i
ma’rûf yapmak vâcibdir. İnâdlarına, düşmanlıklarına sebeb olacak ise, bunları
dinlememeli, orayı terk etmelidir) demekdedir. (Halebî)nin
ikiyüzdoksanyedinci sahîfesinde, (Tegannî ile okuyan bir imâm arkasında kılınan
nemâzın i’âdesi, tekrâr kılınması lâzımdır). Başka bir sahîfesinde, (İş görenler
ve yatanlar arasında, yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm okunursa, okuyan günâha girer)
yazılıdır.
(Halebî-yi
kebîr)de,
dörtyüzdoksanaltıncı sahîfesinde diyor ki, (Yan yatarak ayakları birbirine
bitişdirip, Kur’ân-ı kerîmi, içinden ezbere okumak veyâ yürüyerek, iş görerek,
hamâmda, kabr başında oturup okumak câizdir. Kitâb okuyan, yazan, iş yapan
yanında Kur’ân-ı kerîm okumağa başlamak, onlar dinlemedikleri zemân günâh olur.
Câmi’de veyâ başka yerde, birkaç kişinin, bir zemânda, yüksek sesle Kur’ân-ı
kerîm okumaları tahrîmen mekrûhdur. Birinin okuyup, başkalarının sessizce
dinlemeleri lâzımdır. İşi olanların dinlemesi farz olmaz. Kur’ân-ı kerîmi
dinlemek, farz-ı kifâyedir ve okunmasından ve nâfile ibâdetlerden dahâ sevâbdır.
Kadın, Kur’ân-ı kerîmi kadından öğrenmelidir. Yabancı erkeklerden, a’mâdan bile
öğrenmemelidir). Kur’ân-ı kerîmi öğrendikden sonra, unutmanın günâh olduğu,
(Berîka)da ve (Hadîka)da yazılıdır. (Hulâsa-tül-fetâvâ) sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (İş görürken ve yürürken, kalbi ile
düşünerek, Kur’ân-ı kerîm okumak câizdir).
Kur’ân-ı kerîmi
doğru, güzel okumak için, mûsikî öğrenmeğe lüzûm yokdur. Tecvîd ilmini öğrenmeğe
lüzûm vardır. Âlimlerin çoğuna göre, Tecvîd ilminde, harflerin ağızdaki yerleri,
medler, harflerin uzatma mikdârları ve dahâ birçok şeyler öğrenmeden okunan
Kur’ân-ı kerîm, doğru olmaz ve ezân ve nemâz sahîh olmaz. İkinci kısm, birinci
maddeye bakınız!
(Halebî-yi
sagîr)
kitâbında, tilâvet secdesi kısmından birkaç satır önce, buyuruyor ki, (Kur’ân-ı
kerîmi okunamıyacak kadar küçük harflerle yazmak, böyle küçük Kur’ân-ı kerîm
almak günâhdır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmi okumak, dinlemek, içindekileri,
öğrenip yapmak için gönderdi. Kur’ân-ı kerîmi okunamıyacak kadar küçük yazmak,
ona hakâret etmek olur. Halîfe Ömer “radıyallahü anh”, böyle küçük yazan
birisini cezâlandırmışdır). Böyle mushafları almak, taşımak, hıristiyanların
putları gibi, altın mahfaza içinde boyuna takmak, fâidesizdir ve çok günâhdır.
Âyet-i
kerîmeleri ve Allahü teâlânın ismlerini, yerde serili şeyler ve seccâdeler
üzerine yazmanın [Kâ’be-i muazzamanın resmini koymak da böyledir] tahrîmen
mekrûh olduğu (Halebî)de yazılıdır. Paralar üzerine yazmanın mekrûh
olduğu (İmdâd)ın Tahtâvî hâşiyesinde yazılıdır. Büyük âlim, seyyid
Abdülhakîm efendi “kuddise sirruh”, bir mektûbunda buyuruyor ki; Eshâb-ı kirâm
ve Tâbi’în-i ızâm “aleyhimürrıdvân” zemânlarında, paralar üzerine mubârek
kelimeler yazılmadı. Çünki, para, alış veriş vâsıtası olduğundan, muhterem
değildir, hakîrdir. Üzerlerine resm koymak câiz olur. Ehl-i sünnet olmıyan
hükûmetler, meselâ Fâtımîler, Resûlîler gibi, mu’tezile mezhebinde olup,
müslimân ismini taşıyan, fekat islâmiyyete uymıyan hükümdârlar, para üzerine
âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf yazmışlardır. Milleti kandırmak, müslimân
görünmek için yapdıkları hîlelerden biri de bu idi. Din âlimleri [ya’nî Fükahâ-ı
ızâm], muhterem kelimeleri, paralara değil, mezâr taşlarına bile yazmağa izn
vermemişdir. Böyle paraları abdestsiz tutmak mekrûh olduğu, (Fetâvâ-yi
Hindiyye)de yazılıdır. Harâb olmuş mıshafı gömmek veyâ yakmak lâzım geldiği
(Şir’a-tül-islâm) şerhinde yazılıdır.
İbâdetleri,
hoşa gidecek şekle değişdirmek olamaz. İnsanların beğendiği ibâdeti, Allahü
teâlâ da beğenir zan etmek, pek yanlışdır. Böyle olsaydı, Peygamberlerin
“aleyhimüsselâm” gönderilmesine lüzûm yokdu. Herkes, hoşuna gitdiği gibi ibâdet
eder, Allahü teâlâ da, onu beğenirdi. Hâlbuki, ibâdetlerin kabûl olması için
insanların hoşuna gitmesi, dinleyicilerin çok olması değil, insanların aklı
ermese, fâidelerini anlamasalar bile, islâmiyyete uygun olması lâzımdır.
Bu yazımız,
dîni dünyâ kazanclarına âlet edenlerin hoşuna gitmiyebilir. Onlar için değil,
hakîkati öğrenmek istiyenler için yazıyoruz.
|