| 
 
52 
- 
TEGANNÎ VE MÜZİK 
Güzel 
san’atların bir kolu denilen müzik, hisleri ve düşünceleri seslerle ve 
hareketlerle anlatmak san’atıdır. Müzik, düzenlenmiş ses ve hareketdir. Seslerin 
melodi, armoni ve polifoni gibi şekllerde düzenlenmesidir. İlâhî dinler ve 
bunların bozulması ile meydâna çıkan, eski Mısr, Çin ve Yunan inançları ve Buda, 
Berehmen kâfirleri, Cennetde müzik olduğunu bildirmekdedir. Hattâ müzik 
kelimesi, yunanlıların büyük putları olan Zeüs’ün kızları sayılan Mousa (Müz) 
denilen dokuz heykelin adından hâsıl olmakdadır. Müziğin bütün dinlerde büyük 
günâh olduğu, (Dürr-ül-müntekâ)da yazılıdır. İncîlin yasak etdiği müziği, 
sonradan papasların hıristiyan dînine sokdukları Zerkânînin “rahmetullahi teâlâ 
aleyh” (Mevâhib-i ledünniyye) şerhi, beşinci cildinde uzun yazılıdır. 
Bozuk dinler, kalbleri ve rûhları besliyemediği için, müziğin, her nev’ çalgı 
sesinin nefslere hoş gelmesi, nefsleri beslemesi rûhânî te’sîr sanıldı. Bugünkü 
batı müziği, kilise müziğinden doğdu. Bugün yeryüzünü kaplıyan bozuk dinlerin 
hemen hepsinde, müzik, ibâdet hâlini almışdır. Müzik ile, her nev’ çalgı ile 
nefsler keyflenmekde, şehvânî, hayvânî arzûlar kuvvetlenmekdedir. Rûhun gıdâsı 
olan, kalbleri temizliyen ve nefsleri ezip, harâmlara olan arzûlarını yok eden, 
ilâhî ibâdetler unutulmakdadır. (Mekâtîb-i şerîfe)nin doksanıncı ve 
doksandokuzuncu mektûbları sonunda diyor ki, (Şarkı, tegannî çok dinleme. Simâ’ 
kalbi öldürür. Nifâk hâsıl olur). Doksanaltıncı mektûbda diyor ki, (Kalbde Allah 
sevgisini artdıran şi’rleri, çalgısız ve fâsıklar olmaksızın dinlemek câizdir). 
Müzik, her nev’ çalgı, insanları, alkolikler ve morfinmanlar gibi gaflet içinde, 
uyuşuk yaşatmakdadır. Böylece, nefsleri azdırarak, se’âdet-i ebediyyeden mahrûm 
kalmasına sebeb olmakdadır. İslâm dîni, insanları bu âfetden, bu sonsuz 
felâketden korumak için, müziği kısmlara ayırmış, zararlı olanlarını harâm 
kılmış, yasak etmişdir. 
Müziğin 
Cennetde de bulunduğunu ve orada nasıl olduğunu, dünyâda erkeklere de, kadınlara 
da harâm olan kısmlarını bildiren hadîs-i şerîflerden birkaçı, 
(Kurret-ül’uyûn) kitâbının son bâbında yazılıdır. Bu kitâb, [1302] de 
İstanbulda basılan (Muhtasar-ı tezkire-i Kurtubî) kitâbının kenârlarında 
basılmışdır. 
(Hadîka)da 
diyor ki, (Tâtârhâniyye) fetvâ kitâbında, (Başkalarını hicv eden ve fuhş, 
içki anlatan ve şehveti harekete getiren şi’rleri tegannî ile, ya’nî ses 
dalgaları ile okumak, her dinde harâmdır. Harâma sebeb olan şeyler de harâm 
olur) demekdedir. Böyle, kat’î harâm olana güzel okudun diyen kâfir olur. Zinâ, 
ribâ, riyâ ve şerâb içmek gibi harâmlar için de böyledir. Va’z, hikmet, nasîhat, 
güzel ahlâk bildiren şi’r ve ilâhîleri tegannî ile okumak câizdir. Devâmlı, 
böyle vakt geçirmek mekrûh olur. Tarîkatcıların, câmi’lerde, tekkelerde ilâhî, 
zikr, tesbîh okuyarak, nefslerin şehvetlerini tahrîk etmeleri, dahâ büyük 
harâmdır. Böyle olduğu kat’î olarak bilinen toplantılara gitmemelidir. Böyle 
yerler, ibâdet yeri olmakdan çıkmış, fısk meclisi olmuşdur. Fekat, iyi 
bilinmedikce, sû-i zan etmemelidir. Kur’ân-ı kerîmi, zikri, düâyı, ezânı, 
tegannî ile okumak, sözbirliği ile harâmdır. Tegannî, harfleri, kelimeleri 
değişdirmekde, ma’nâyı bozmakdadır. Bunları kasd ile, bile bile değişdirmek 
harâm olur. Hatâ ile, tegannî ile ve bilmiyerek bozulunca harâm olmaması, 
bozulup bozulmıyacak yerleri öğrenmeğe çalışanlar içindir. Bunun için, tecvîd 
öğrenmek lâzımdır. Kur’ân-ı kerîmi, zikri ve ilâhîleri, ma’nâyı bozmıyacak güzel 
ses ile okumak, müstehabdır. Bu da, tecvîde göre okumakla olur. Bunun kalbe, 
rûha te’sîri çok olur. Güzel ses ile okumak demek, nağme yapmak, çene oynatmak 
değil, Allah korkusu ile okumakdır. Enbiyâ “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” 
ve Evliyâ “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” böyle güzel sesle okurlardı. 
Fâsıklar ve Ehl-i kitâb gibi tegannî yaparak hazîn okumak ve bunu dinlemek 
hadîs-i şerîf ile men’ olundu. Elhân ile, ya’nî mûsikîye uyarak tecvîdi bozmak 
bid’at ve dinlemesi de büyük günâhdır. 
Tegannî, müzik 
üzerinde tâm bilgi edinmek için, Gazâlînin (Kimyâ-ı se’âdet) kitâbı, 
birinci rükn, sekizinci aslını terceme etmek, uygun görüldü. (Ahlâk-ı alâ’î) 
yüzseksenikinci sahîfesinde ve Zehebînin (Et-tıbbün-nebevî) kitâbının 
sonunda da tegannî için güzel ve geniş bilgi vardır. İmâm-ı Gazâlî buyuruyor ki: 
İnsanların 
yüreğinde kalb veyâ gönül denilen bir kuvvet vardır. Çelik, taşa sürtülünce ateş 
çıkdığı, [cam veyâ bakelit çubuk, yün parçasına sürtülünce, çubuk ucunda 
elektrik hâsıl olup, kâğıd parçalarını çekdiği] gibi, güzel ve âhenkli ses 
işitmek de, gönül denilen bu gizli kuvveti harekete getirir. Güzel ses, insanın 
elinde olmıyarak, kalbine te’sîr eder. Çünki, kalbin ve rûhun, Arşın üstündeki
(Âlem-i ervâh) ile bağlılığı vardır. Maddesiz, ölçüsüz olan o âlem, 
hüsn-i cemâl, güzellik âlemidir. Güzelliğin temeli ise (tenâsüb, uygun, düzgün) 
olmakdır. Bu dünyâdaki bütün güzellikler, o âlemin güzelliğinden gelmekdedir. 
Güzel, düzgün, âhenkli sesler de, o âleme benzemekdedir. İslâmiyyete uyanların 
kalbi temiz olur. Kuvvetli olur. Böyle kalblerin (Âlem-i emr) ile 
bağlılıkları kuvvetlidir. Bunlara müzik te’sîr edip, harekete getirir. Böyle 
olan kalb, bir şeye tutulmuş ise, meşgûl olduğu şeyi harekete getirir. Rüzgârın 
ateşi tutuşdurmasına benzer. Kalbde, Allah sevgisi varsa, güzel ses, bu sevgiyi 
artdırır. Fâideli olur. Bir kimse islâmiyyete uymaz, Allahü teâlânın düşmanı 
olan nefsine uyarsa, kalbi bozulur. Çalgı dinlemek ve her günâhı işlemek nefsi 
kuvvetlendirir. Sâlim, temiz kalb müzikden zevk alamaz. Müzik nefsi 
kuvvetlendirip, harekete getirip zararlı olur. Kalbde Allah sevgisi 
olabileceğini anlamıyanlar, her güzel sese harâm der. Bunlar, insan kendi 
cinsini sevebilir. İnsanın kalbi, kendi cinsinden başka şeye bağlanamaz diyerek, 
Allah sevgisine inanmıyor. İslâmiyyet, Allah sevgisini emr ediyor denince, 
bundan maksad, emrlerini seve seve yapmakdır diyorlar. Güzel ses, kalbe, 
dışardan birşey getirmez. Sağlam kalbdeki halâl olan bağı harekete getirir. 
Hasta olmıyan kalbin tegannî dinlemesi halâl olur. Kalbde bir bağlılık yoksa, 
güzel sesden lezzet alması, kuş sesi dinlemek, yeşillik, akar su, çiçekler seyr 
etmek gibi olur. Bunları seyr, göze lezzet verdiği gibi, güzel koku, burna hoş 
geldiği gibi, lezzetli yemek ağza tatlı geldiği gibi ve lise bilgileri, fennî 
buluşlar, akla hoş geldiği gibi, güzel ses de, kulağa lezzet vermekde olup, 
onlar gibi mubâh olur. 
Kalbi hasta 
olanın ya’nî Allahdan başka birşeye bağlı olanın, ya’nî sevenin nefsi azar. 
Meselâ, yabancı bir kızı veyâ oğlanı ister. Çalgı, müzik dinlediği zemân, 
nefsinde onlara kavuşmak arzûsu artar. Kalbi bu yola hareket etdirir. Bunlarla 
buluşması harâm olduğundan, her çeşid çalgıyı dinlemesi de, harâma sebeb olur. 
Kalbi hasta 
olmıyan, ya’nî kalbinde yalnız Allah sevgisi bulunan kimse, kız, aşk, şehvet 
anlatan sesleri işitince, kalbi bunlardan zevk almaz. Sıkılır. Kalb hasta ise, 
bunlardan nefs zevk alıp, kalbi bu yola hareket etdirir. Böyle kimselerin müzik 
dinlemeleri harâm olur. Erkek ve kız, bütün gençler böyledir. İslâmiyyetin, 
sönmesini emr etdiği nefs ateşini tutuşduran herşey harâmdır. Hasta olmıyan 
kalbin, halâl şeylere olan sevgisini, bağını artdıran ve nefsi za’îfleten 
sesleri dinlemek de, ba’zı şartlarla mubâh olur. 
Hacca gidecek 
olanın Kâ’be, hac, Mekke, Medîne şarkılarını dinlemesi, askerlerin harb, 
kahramanlık şarkılarını dinlemesi mubâh, hattâ sevâb olur. 
(Mevâhib-i 
ledünniyye)de 
diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekkeye girdiği zemân, 
önünde İbni Revâha beytler okuyarak gidiyordu. Ömer “radıyallahü anh” bunu 
görünce, Resûlullahın önünde şi’r okunur mu? diyerek darıldı. Resûlullah da, 
Bırak yâ Ömer. Mâni’ olma! Bu beytler kâfirlere, ok atmakdan dahâ çok 
te’sîrlidir buyurdu). Buradan anlaşılıyor ki, nefsi azdıran şi’rleri okumak 
câiz olmayıp, harbde kâfirlere zarar verici, onları üzücü şi’rleri okumak 
câizdir. 
Günâhları, 
kusûrları, azâbları anlatan kasîdeleri, ilâhîleri dinliyerek, üzülmek, tevbeye 
sebeb olmak sevâbdır. Fekat, ölüme, kazâ kadere karşı üzülmeğe sebeb olan 
ilâhîleri, kasîdeleri dinleyerek üzülmek harâm olur. [Bunun için, mevlidlerde 
vefât bahsini okumamalıdır.] 
Düğün, ziyâfet, 
sünnet, bayram, sefer dönüşü gibi sevinmesi lâzım olan yerlerde halâl olan ses 
ile neş’elenmek mubâhdır. Bu sesler, nefse değil, kalbe kuvvet verir. Kalbi 
kararmış olanların, kalbimde Allah sevgisi var diyerek ses, ilâhî dinlemeleri 
insanı ekseriya aldatır. Kalbin temiz, kuvvetli olup, nefsi ezmiş olduğunu, 
yâhud kalb hasta olup, nefsin azmış olduğunu ancak Veliyyi kâmiller 
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” anlar. [Bunun içindir ki, imâm-ı Rabbânî 
“kuddise sirruh”, ikiyüzaltmışaltıncı [266] mektûbunda, gençlerin toplanarak 
kasîde, ilâhî, mevlid okumalarını uygun görmemişdir.] Kalbinde hâller hâsıl 
olmıyan, hâsıl olsa da, nefsi şehvetden temâm kesilmemiş olan tesavvuf 
yolcularına güzel ses, nağme, fâideden ziyâde zarar verir. (Kimyâ-yı se’âdet)den 
terceme temâm oldu. 
(Reşehât)da, 
Sa’düddîn-i Kâşgarî, hâce Muhammed Pârisâ “kuddise sirrühümâ”dan işiterek 
buyuruyor ki, (İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaşdıran perdelerin en zararlısı, 
kalbin kararması, hasta olması, ya’nî dünyâ sevgisinin kalbe yerleşmesidir. Bu 
sevgi, kötü arkadaşlardan ve lüzûmsuz şeyler seyr etmekden hâsıl olur. Çok 
uğraşarak, bunları kalbden çıkarmalıdır. Fâidesiz kitâb, [roman, gazete, 
mecmû’a, hikâyeler] okumak, lüzûmsuz şeyler konuşmak, bu sevgiyi artdırır. Kadın 
ve kadın resmleri, [resmli mecmû’a, filmler, televizyon] seyr etmek, şarkı, 
çalgı, [kadın sesleri] dinlemek, bu sevgiyi kalbde yerleşdirir. Bunların hepsi, 
insanı Allahü teâlâdan uzaklaşdırır. Kalbin hasta olması, Allahü teâlâyı 
unutmasıdır. Birinci kısmda, 46. cı maddenin sonuna bakınız! Allahü teâlâya 
kavuşmak istiyenlerin, bunlardan sakınması, nefsi kuvvetlendiren, azdıran 
herşeyden ictinâb etmesi lâzımdır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, kalbi 
temizlemeğe ve nefsi ezmeğe çalışmıyanlara, zevklerini, şehvetlerini 
bırakmıyanlara bu ni’meti ihsân etmez). [Kalb, muhabbet yeri, sevgi yeridir. 
Aşk, muhabbet bulunmıyan kalb ölmüş demekdir. Kalbde, yâ dünyâ sevgisi, yâhud 
Allah sevgisi bulunur. Burada dünyâ demek, harâm olan şeyler demekdir. Zikr, 
ibâdet yaparak, kalbden dünyâ sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz 
kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar. Günâh işleyince, kalb kararır, hasta 
olur. Dünyâ muhabbeti yerleşerek, Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli, bir 
şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden 
dolar.] 
Tesavvuf 
büyüklerinden Mahmûd-i İncirfagnevî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, 
(Zikr-i alâniyye, ya’nî yüksek sesle zikr yapabilmek için, kalbinde yalan ve 
gıybet bulunmamak, buğazından harâm ve şübheli şey geçmemiş olmak, gönlü riyâdan 
ve süm’adan ve sırrı hazret-i Hakdan başka şeylere teveccühden pâk olmak 
lâzımdır). İşte, tegannî, simâ’ yalnız böyle kimselere fâideli olur. Fıkh 
âlimleri de, tegannînin, böyle olmıyanlar için ve çalgının herkes için, harâm 
olduğunu bildirmişlerdir. Beyt tercemesi: 
  
Sevgilimle geziyorduk el-ele, 
Haberim yok, bakmışım bir çiçeğe. 
Utanmadın mı dedi ve ekledi: 
Ben varken nasıl bakıyorsun güle? 
  
Bu beyt, 
tesavvufcuların, takvâ ehlinin hâlini göstermekdedir. 
Tegannînin 
mubâh olduğunu bildirdiğimiz yerde, beş şartı gözetmek lâzımdır: 
1 - Kadın, kız 
veyâ parlak oğlan sesini, yanında kendilerini görerek dinlemek, mahremleri 
olmıyan [yabancı] erkeklere harâmdır. Bunları görünce, temiz kalb sıkılır, 
kararır, hasta olur, za’îfler. Nefs zevk alır, kuvvetlenir, azar. Şeytân, 
nefsin, hareketine yardım eder. Nefs, kötü isteklerini, harâmları, kalbe 
yapdırır. Çünki, bütün a’zâlar kalbin emri ile hareket etmekdedir. Güzel olmıyan 
oğlanın sesi câiz ise de, çirkin kızın da sesini, yanında dinlemek harâmdır. 
Kızların, kadınların mevlid, ilâhî gibi okuması câiz olan seslerini, kendilerini 
görmeden [Meselâ gramofondan, radyodan] yabancı erkeklerin dinlemesi, oğlanın 
yüzüne bakmak gibidir. Ya’nî, düşünceye göre, halâl veyâ harâm olup, mevlidi 
dinlemesi câiz, sesini dinlemesi harâm olur. Şübheli şeyden kaçınmalıdır. 
(Hadîka)da 
diyor ki, zarûret olmadan, erkeğin [yabancı kadın], kız ile konuşması harâmdır. 
Alış veriş gibi işlerde, zarûret mikdârı konuşmak câiz olur. 
2 - Ses 
dinlerken, ud, keman, ney, saz, kaval gibi hiçbir çalgı çalmamalıdır. Keyf için, 
eğlence için, her çalgıyı çalmak ve dinlemek harâmdır. Çalgı, içki içenlerin 
âdetidir. İçki ise, nefsi kuvvetlendirir. Kalbi za’îfletir. Yalnız muhârebede, 
askerin moralini kuvvetlendirmek için, bando, muzika çalmak ve bunlara sulh 
zemânında da hâzırlanmak ve düğünlerde davul, def çalmak, her müslimâna câizdir. 
[Siyâsî toplantılar da, harb sâhası demekdir.] 
Çalgı 
âletlerinin, kendileri harâm değildir. Bunları çalmak ve dinlemek harâmdır. 
3 - Güzel sesle 
fuhş, kadın, içki anlatan şi’rleri okumamalı ve bunları dinlememelidir. 
Müslimânı, din âlimlerini kötüliyen sesleri de dinlemek harâmdır. 
4 - 
Dinleyiciler arasında parlak oğlan, yabancı kadın bulunmamalıdır. Fısk, fuhş, 
livâta ve zinâ, nefsin istekleri, şehvetleridir. Nefsin kötü arzûlarına [ya’nî 
şehvete] aşk, muhabbet adı takmamalıdır. Aşk, muhabbet kalbde olur ve 
kıymetlidir. 
5 - Kalbinde 
mahlûk sevgisi, nefsinde şehvet hissi olmıyanların, zevk için, güzel ses 
dinlemeleri câiz ise de, devâmlı olmamalıdır. Ba’zı mubâhları, sık sık işlemek, 
lehv, la’b ve abes olur. Boş yere zemân öldürmek olur. Bunlar ise harâmdır. 
[Zâhir 
bilgilerinde derin âlim ve bâtın ma’rifetlerinde ârif ve kâmil olan Mazher-i 
Cân-ı Cânân “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (Simâ’ ya’nî kasîde, ilâhî, 
mevlid dinlemek, hasta olmıyan kalbe rikkat verir, yumuşatır. Yumuşak kalbli 
müslimâna Allahü teâlâ merhamet eder. Allahü teâlânın merhametine sebeb olan şey 
niçin harâm olsun? Çalgıların, harâm olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir. 
Yalnız, düğünlerde def [davul] çalmak mubâh ve ney çalmak mekrûh denildi. 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, yolda giderken ney sesi işitdi. 
Mubârek kulaklarını kapadı. Yanında olan, Abdüllah bin Ömerin de kapamasını emr 
buyurmadı. Demek ki, işitmemek takvâdır, azîmetdir. Simâ’ için, âlimler arasında 
ihtilâf vardır. Câiz diyenler de, değil diyenler de oldu. [Fekat, çalgı çalmanın 
harâm olduğu, icmâ’ ile, sözbirliği ile bildirildi.] İhtilâf edilmiş olan 
birşeyi yapmamak dahâ iyidir. Takvâ ehli, bunun için, yüksek sesle zikr etmemiş, 
sessiz zikri âdet edinmişlerdir.) Mazher-i Cân-ı Cânânın bu sözleri, 
(Makâmât-ı Mazheriyye)de yazılıdır.] 
(Dürr-ül 
me’ârif)in 
dördüncü sahîfesinde diyor ki, (Simâ’ ancak, Allahü teâlâya müteveccih olanlara 
câizdir. Herşeyi Allahü teâlâdan bilirler. İhtiyârî olmıyan raksa (Vecd) 
denir. İrâdî ve ihtiyârî olarak raks etmeğe, (Tevâcüd) denir. 
Nizâmüddîn-i Evliyâ hazretlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” meclisinde, Simâ’ 
vardı, fekat çalgı yokdu. Kadın ve oğlan da yokdu. El şaklatmak bile yokdu. 
Âletsiz, çalgısız olan sese (Simâ’) [ya’nî (Tegannî)] denir. Âlet 
ile, çalgı ile birlikde olan insan sesine (Gınâ) [ya’nî (Müzik)] 
denir. Gınânın harâm olduğunu bütün âlimler sözbirliği ile bildirmişlerdir. İsrâ 
sûresinin altmışdördüncü âyetinin, gınâyı harâm etdiğini bildiren âlimler 
vardır. (İlk tegannî eden şeytândır) ve (Gınâ, kalbde nifâk hâsıl 
eder) hadîs-i şerîfleri de gınânın harâm olduğunu göstermekdedirler. 
Âlimler, simâ’ın harâm olmasında ihtilâf etdi. Gınânın harâm olduğunda ihtilâf 
yokdur. Kadın ve oğlan sesi gınâya dâhildir. Simâ’a halâl diyen âlimler de, buna 
şartlar bildirdiler. Bu şartlar bulunmıyan simâ’ da sözbirliği ile harâm olur.)
(Dürr-ül-me’ârif)den yapılan bu terceme de gösteriyor ki, islâmiyyetde 
müzik, çalgı yokdur. Son zemânlarda işitilen (Tesavvuf müziği) sözünün 
islâmiyyetde yeri olmadığı anlaşılıyor. Harâma halâl diyenin kâfir olacağı 
bildirildi. Bunun için, harâmı ibâdete karışdıranın, hem kâfir olacağı, hem de 
islâmiyyeti yıkmak, bozmak için uğraşan zındık olacağı hâtıra gelmekdedir. 
Kur’ân-ı kerîmi, tekbîrleri ve ilâhîleri çalgı ile, ney çalarak okumak, bunun 
için tehlükeli bid’atdir. Kur’ân-ı kerîmi güzel ses ile, tecvîd ile okumalıdır. 
Tegannî ile, kelimeleri değişdirip nağmeye uydurarak okumak harâmdır. 
Genç 
hâfızların, genç kadınlar, kızlar arasında, Kur’ân-ı kerîm, mevlid, ilâhî 
okuması da gınâ olur. Harâm olur. Bir kimse, bir yere şehvet ile bakarsa, kalbi 
de oraya takılıp lekelenir, hastalanır. Kalb hastalanınca, nefs kuvvet bulur, 
azar. 
Kalbinde yalnız 
Allah sevgisi olanların güzel ses dinlemesi câiz olup, yukarıda yazılı şartlara 
uygun olarak, oturup okurlar dedik ise de, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ 
anhüm ecma’în” ve Tâbi’în-i ızâm “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” böyle 
yapmadı. Bid’at olduğu meydândadır. Fâidesi olduğundan câiz dedik. 
(Siyerül-aktâb)da, Hasen Basrî buyuruyor ki, (Allah sevgisi ile, simâ’ 
dinleyen, Sıddîk olur. Nefse tâbi’ olarak dinleyen, zındık olur). 
Kur’ân-ı kerîmi 
radyo ile ve ho-parlör ile okurken, çok def’a, harflere mahsûs ses, ya’nî 
ağızdaki mahrecleri değişip ma’nâ bozuluyor. Kur’ân-ı kerîm, bayağı, ma’nâsız, 
ses dalgaları hâlini alıp ibâdet değil, bir şarkıcının nağmeleri gibi, hissî bir 
zevk vâsıtası oluyor. Bundan başka, (Redd-ül-muhtâr), (Mecma’ul-enhür) ve
(Dürr-ül-müntekâ)da ve Elmalılı Hamdi efendinin “rahmetullahi teâlâ 
aleyh” tefsîrinin üçüncü cildinin, 2361. ci sahîfesinde diyor ki, (Kur’ân-ı 
kerîm okumak demek, Kur’ân okuduğunu anlıyacak kadar aklı başında olan insanın 
okuması demekdir). Câ’miler, nemâz kılmak için yapılmışdır. Vâ’ız ve hâfızların 
sesi, radyolarla, ho-parlörlerle, her tarafa yayılınca, câmi’ içinde, nemâz 
kılacak yer bulunmıyor. Nemâz kılanlar şaşırıyor. (İbni Âbidîn)de, 
imâmın, yüksek sesle okuması vâcib olan yerde, başkalarını râhatsız edecek kadar 
bağırması günâh olduğu yazılıdır. Ho-parlörle okuyanlar, bu bakımdan da günâha 
giriyorlar. 
İbni Hacer-i 
Mekkî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvâ-yı kübrâ)sında, gusl abdesti 
başında buyuruyor ki, (Câmi’de Kur’ân-ı kerîm okumak büyük kurbetdir. Yüksek 
sesle okuyup, nemâz kılanları şaşırtan çocukları susdurmak lâzımdır. Hocaları 
susdurmazsa, yetkililer çocukları da, hocalarını da câmi’den çıkarmalıdır). 
                                                |