Hakîkat Ltd.Şti.Yayınları

   
     

TAM İLMİHÂL

     
   

 SE'ÂDET-İ EBEDİYYE

   
 

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks

 
 

İKİNCİ KISM

 
     

47 - TEVEKKÜL

FASL - Tevekkül etmek için, hastalığını herkese bildirmemek lâzımdır. Bildirmek ve şikâyet etmek mekrûhdur. Yalnız fâidesi olacaklara, [meselâ, doktora söylemek] veyâ aczini, zevallılığını bildirmek için söylemek mekrûh olmaz ve tevekkülü bozmaz. Nitekim Alî “radıyallahü anh” hastalanmışdı. Nasılsın, iyi misin dediklerinde, hayır dedi. Şaşıp birbirlerine bakışdılar. (Allahü teâlâya aczimi gösteriyorum) buyurdu. Bu söz onun hâline lâyık idi. O cesâret ve kuvveti, yeğitliği ile, aczini biliyordu ve (Yâ Rabbî! Bana sabr ihsân et!) derdi.

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz. Belâ istemeyiniz!). Hastalığı herkese söyleyip, hâlinden şikâyet etmek harâmdır. Şikâyet niyyeti ile değilse harâm olmaz. Fekat, söylememek iyidir. Çünki, çok söyleyerek, şikâyet şeklini alabilir.

Hindistânda bulunan islâm âlimlerinin büyüklerinden Muhammed Bâkîbillah buyuruyor ki, (Tevekkül, sebeblere yapışmayıp, tenbel oturmak değildir. Çünki, böyle olmak, Allahü teâlâya karşı edebsizlik olur. Müslimânın, meşrû’ olan bir sebebe yapışması lâzımdır. Sebebe yapışdıkdan, çalışmağa başladıkdan sonra tevekkül edilir. Ya’nî istenilen şey, bunun hâsıl olmasına sebeb olan şeyden beklenilmez. Çünki, Allahü teâlâ sebebi, istenilen şeye kavuşdurmak için, bir kapı gibi yaratmışdır. Birşeyin hâsıl olmasına sebeb olan işi yapmayıp da, sebebsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeğe benzer ki, edebsizlik olur. Allahü teâlâ, ihtiyâclarımıza kavuşmamız için kapıyı yaratmış ve açık bırakmışdır. Onu kapamamız doğru değildir. Bizim vazîfemiz kapıya gidip beklemekdir. Sonrasını O bilir. Çok zemân kapıdan gönderir. Dilediği zemân da pencereden atarak verir). Bâkî-billahın bu sözü (Berekât) kitâbında yazılıdır. Görülüyor ki, çalışmayıp, boş oturup, tevekkül ediyorum demek câiz değildir. Tesavvuf büyükleri, çalışmağa, sebebe yapışmağa başlayıp, bundan sonra tevekkül etmeli demişlerdir.

Hindistânın büyük âlimlerinden Mazher-i Cân-ı Cânân “kuddise sirruh”, onüçüncü mektûbunda diyor ki, cebr ve ihtiyâr üzerinde âlimlerimiz çok şey yazdılar ise de, insanın zihnine yine şübheler gelmekdedir. Çünki akl, din bilgilerinden ba’zılarını anlıyamıyor. Eğer anlasaydı, insanların işlerinin fâideli ve iyi olması için, Peygamberlere vahy gönderilmesine lüzûm ve ihtiyâc olmazdı. İnsanda tam ihtiyâr vardır demek, ya’nî insan her dilediğini yapar demek ve insanın elinde birşey yokdur, kazâ ve kaderde olanı yapmağa mecbûrdur demek, kitâba ve sünnete inanmamak olur. Çünki, insanların amellerini de, cesedlerini de, ya’nî maddelerini de, işlerini, hareketlerini de Allahü teâlâ yaratmakdadır. Böyle olunca, tam ihtiyâr vardır denilebilir mi? Cebr ile, zorla yapdırılan iş için hesâba çekmek de zulm olur. Allahü teâlâ zulm yapmaz. O hâlde, insan mecbûrdur demek, nasıl doğru olabilir? İnsanların işlerinin bir titreme gibi cebren yapılmadığı meydândadır. İlm, irâde ve kudretimiz ile yapılmakdadırlar. İnsanın ihtiyârı [istekli hareketi], her üçünden hâsıl olmakdadır. Fekat, insanda bu üçünün hâsıl olması, insanın ihtiyârı ile değildir. Allahü teâlâ dilediği zemân, bunları insana gönderir. Cebr de, bu kadardır. İnsanda tam ihtiyâr ve tam cebr olmadığı için, insanın hareketleri, bu ikisinin arasında hâsıl olmakdadır. İşlerin böyle yapılmasına (Kesb) denir. İnsanın kesb etdiği işlerinde bu kadarcık ihtiyârın bulunması, Allahü teâlânın teklîflerine [emr ve yasaklarına] sebeb olmuşdur. İhtiyârımız za’îf, az olduğu için de, teklîfler hafîf olmuş, Allahü teâlânın mü’minlere olan rahmet sıfatı, onların âsîlerine olan gadab sıfatını aşmışdır. Diğer sıfatlarından hiçbiri, ötekilerini aşmış değildir. Allahü teâlânın fî’lleri de, ilmi, irâdesi ve kudreti ile olduğu için, bu bakımdan kulların işlerine benzemekdedir. Böyle işlerden dolayı, kullarını hesâba çekmesi adâlete uymuyor denilemez.

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks