Hakîkat Ltd.Şti.Yayınları

   
     

TAM İLMİHÂL

     
   

 SE'ÂDET-İ EBEDİYYE

   
 

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks

 
 

İKİNCİ KISM

 
     

47 - TEVEKKÜL

TEVEKKÜLÜN DERECELERİ - Tevekkülün üç derecesi vardır:

Birinci derecede olan, gayretli, açık konuşan, cesûr ve merhametli bir avukata güvenen bir kimse gibidir.

İkinci derecede bulunan kimse, bir çocuğa benzer. Çocuk kendine verilen herşeyi, annesi gönderdi sanır. Acıkınca annesini arar. Korkunca annesine sığınır. Çocuğun bu hâli, kendiliğinden olup, başkasının öğretmesi ile, zorla değildir. İhtiyârı ile değildir. Bu derecede bulunan kimsenin, kendi tevekkülünden haberi olmaz. Çünki, vekîlini kendinden ayrı bilmez. Birinci derecede bulunan ise, tevekkülünü bilir ve zor ile, ihtiyârı ile tevekkül eder.

Üçüncü derecede bulunan kimse, yıkayıcının elindeki, ölüye benzer. Kendisini, Allahü teâlânın kudreti ile hareket eden bir ölü gibi görür. Derd ve acılarla karşılaşırsa, kurtulmak için düâ bile etmez. Hâlbuki bebek, cânı acıyınca anasını çağırır. Bu, öyle bir çocuğa benzer ki, annesini çağırmaz. Çünki annesinin, hep ona bakdığını, imdâdına koşmağa hâzır olduğunu bilir.

Bu üçüncü derecede bulunanların da ihtiyârları ellerinde değildir. Fekat, ikinci derecedekiler vekîle koşar, yalvarır. İhtiyâr, birinci derecede vardır ve vekîlin istediği âdetlere, sebeblere yapışmakdır. Meselâ, avukatın âdeti, bu bulunmadıkca ve dosya hâzır olmadıkca, mahkemeye gelmez ise, bu sebebleri hâzırladıkdan sonra işi avukata bırakır. Bundan sonra, herşeyi vekîlden bekler. Dosyayı hâzırladığını da, vekîlden bilir. Çünki, onun âdeti ve işâreti ile hâzırlamışdır. O hâlde, birinci derecede bulunanlar, ticâret, çiftçilik yapar. Bir san’at öğrenir. Allahü teâlânın âdeti olan sebeblere yapışır. Fekat, tevekkülü bırakmaz, çalışmasına güvenmeyip, Allahü teâlânın fadlına, keremine, ihsânına güvenir. Kendisini, baş vurduğu sebeblerle, maksada irişdirmesini, Ondan bekler. Nitekim, ticâreti, çiftçilik sebeblerini de, O gönderdi der. Sebeblere yapışıp eline geçeni Allahü teâlâdan bilir. İşte, sûre-i Kehfdeki âyet-i kerîmede meâlen, (Herşeye kuvvet veren, ancak Allahü teâlâdır) buyruldu. Çünki havl, hareket demekdir. Kuvvet de, kudret [enerji] demekdir. Bir insan, kuvvetinin, kendinden olmayıp, Allahü teâlânın yaratdığını bilirse, herşeyi Ondan bekler. Hulâsa, işlerin meydâna gelmesinde, sebebleri arada görmiyen kimse, Allahü teâlâdan başka kimseden birşey beklemez, tevekkül etmiş olur.

Tevekkülün en yüksek derecesini, âriflerin sultânı, Bâyezîd-i Bistâmî haber veriyor. Şöyle ki: Ebû Mûsâ Dîneverî “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, tevekkülün ne olduğunu Bâyezîde sordum. Sen, ne dersin? dedi. Âlimler buyuruyor ki, (Sağın, solun, her tarafın yılan, akreb dolu olsa, kalbine birşey gelmemesi tevekküldür) dedim. Buyurdu ki, bunu yapmak kolaydır. Benim yanımda tevekkül (Kâfirlerin hepsini Cehennemde azâb içinde, mü’minlerin hepsini Cennetde ni’metler içinde görüp de, ikisi arasında hiç ayrılık bulmamakdır) buyurdu. Ebû Mûsânın dediği, tevekkülün yüksek derecesidir. Fekat bu, zarardan sakınmamak demek değildir. Ebû Bekr “radıyallahü anh” mağarada, yılanın deliğine mubârek ayağını dayıyarak, ondan korundu. Hâlbuki, onun tevekkülü dahâ üstündü. Fekat o, yılandan korkmuyordu. Yılanı yaratandan, Onun yılana kuvvet ve hareket vermesinden korkuyordu. Herşeyin kuvveti ve hareketi, ancak Allahü teâlâdan olduğunu görüyordu. Bâyezîdin sözü, tevekkülün aslı olan îmânı göstermekdedir ki, Allahü teâlânın adâletine, hikmetine, rahmetine ve ihsânına îmândır. Her yapdığının yerinde olduğuna îmândır. Böyle îmân sâhibi, azâb ile ni’met arasında fark görmez.

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks