47
-
TEVEKKÜL
Süâl -
Tevhîdin dördüncü derecesine kavuşmak gücdür.
Herşeyi, bir varlık görmek nasıl olur. Çeşidli sebebler görüyoruz ve yeri, gökü,
mahlûkları görüyoruz. Bunlar, aynı şey midir?
Cevâb -
Birinci, ikinci, üçüncü derece tevhîdleri anlamak
kolaydır. Anlaması güc olan, dördüncü tevhîddir. Fekat, tevekkül için, bu
tevhîde lüzûm yokdur. Bunu tatmıyana anlatmak gücdür. Kısaca şöyle diyebilirim
ki, birçok farklı şeylerin bir bakımdan benzerliği olur. Bu bakımdan aynı birşey
gibi düşünülebilir. İşte, bir ârif, herşeyi, hepsinde bulunan birşey olarak
görünce, hepsini birşey görür. Meselâ, insanda et, deri, baş, ayak, göz, kulak,
mi’de, ciğer gibi şeyler vardır. Fekat, insanlık bakımından, bir şeydir ve bir
insanı düşününce, ayrı ayrı parçaları hâtıra gelmeyip, birşey olarak düşünürüz.
Bize ne düşünüyorsun denirse, birşeyden başka düşünmüyorum deriz. Bir insanı
görünce, birşeyden başkasını görmedim deriz. Tesavvufda, öyle bir ma’rifet
[ya’nî bilgi] derecesi vardır ki, bu dereceye yetişen bir ârif, var olan her
şeyi, bir bakımdan, birbirlerine bağlı görür. Dünyâdaki çeşidli cismleri, bir
insanın uzvları gibi görür. Mahlûkların, yaratana karşı hâlini yalnız bir
bakımdan görerek, insan uzvlarının akl ve rûh karşısındaki hâli gibi bulur.
(Allahü teâlâ Âdemi, kendi sûretinde yaratdı), hadîs-i şerîfinin ma’nâsını
anlamıyan kimse, bu sözlerimizi anlıyamaz. (Kimyâ-i se’âdet) kitâbının
başında, bu hadîs-i şerîfi biraz açıklamışdık. Dahâ fazla açmağa gelmez. Akl
ermez ve yanlış anlaşılır.
Tevekkül için,
tevhîdin üçüncü derecesi yetişir. Bu tevhîdi, (İhyâ-ül’ulûm) kitâbımızda
uzun açıklamışdık. Oradan okuyabilirsiniz. (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında,
şükr faslında bildirdiğimiz gibi, güneş, ay, yıldızlar, bulut, yağmur, rüzgâr ve
tabî’atdeki bütün kuvvetler, hep Allahü teâlânın irâdesinde, emrindedir. Kâtibin
elindeki kalem gibidir. Allahü teâlâ irâde etmeyince, hiçbirşey hareket etmez. O
hâlde, işleri bu sebebler yapıyor demek doğru değildir. Bir müdîrin takdîr
emrini, kâğıddan, kalemden bilmeğe benzer. İnsanın irâdesine, ihtiyârına
bakarak, insanın elinde birşey vardır zan etmek de yanlışdır. Çünki, insana
ihtiyârı veren de Allahü teâlâdır. İnsan, bir işi kudreti ile yapıyor. Kudreti
de irâdesine bağlıdır. Fekat, [Eş’arî mezhebine göre], irâdesi nasıl
yaratılırsa, onu ister. İrâde elinde olmadığı için, kudreti de, yapdığı iş de
elinde olmaz. Bunu dahâ iyi anlamak için, insanların hareketlerini üçe ayıralım:
1 - Tabî’î
[Fizik] hareketleridir. Meselâ, suya basınca batmak, fizik hareketidir.
2 - İrâdî
hareket. Nefes almak gibi.
3 - İhtiyârî
hareket. Konuşmak, yürümek gibi.
Tabî’î
hareketler, insanın elinde değildir. Çünki, sudan ağır olan her cism gibi, insan
da suya batar. Taşın suya batması, taşın istemesi ile olmadığı gibi, insanın
batması da, arzûsu ile değildir.
İrâdî
hareketler, meselâ nefes almak da böyledir. Çünki, nefes almamak istesek
yapamayız. Nefes almak irâdesi, kendiliğinden hâsıl olur. Bir insanın gözüne
iğne uzatsak, ister istemez gözünü yumar. Gözleri kapamak elinde olmaz. Çünki o
ânda gözlerini kapamak irâdesi kendiliğinden hâsıl olur. Tıpkı suda batmak gibi,
tabî’î sebeblerle göz kendiliğinden kapanır. Demek ki insanlar, irâdî
hareketlerinde mecbûrdur.
Söylemek,
yürümek gibi ihtiyârî hareketleri incelemek gücdür. Böyle hareketleri, insan
isterse yapıyor, istemezse yapmıyor. Fekat, insanın istemesi için, o işi aklın
beğenmesi, iyi demesi lâzımdır. Hattâ, yapıp yapmamağı, bir zemân düşünüp, iyi
olduğunu bildikden sonra, irâde mecbûrî hâsıl olup, uzvlar hareket ediyor.
İğneyi gören gözün kapanması gibi, a’zâ hareket ediyor. Şu kadar fark var ki,
iğnenin göze zararı ve göz kapamanın fâidesi, her ân bilinmekde, düşünmeğe lüzûm
kalmadan, irâde hâsıl olmakda, irâdeden kudret meydâna çıkmakdadır. Burada,
düşünmek olmadığı için, gözün kapanması, suya batmak gibi olmakdadır. Meselâ,
bir kimseyi sopa ile kovalasalar, kaçarken önüne uçurum çıksa, zararı az olanı
yapar. Ya’nî, uçuruma atlamağı, sopa yemekden az zararlı görürse, atlayıp kaçar.
Atlamağı tehlükeli görürse, ister istemez ayakları durur, gidemez. Görülüyor ki,
hareket, irâdeye, irâde de akla bağlıdır. Nitekim, bir kimse kendini öldürmek
istese, elinde silâh olduğu hâlde, öldüremez. Çünki, eli hareket etdiren kudret,
irâdeye bağlı, irâde de, aklın vereceği karâra bağlıdır. Akl iyi ve fâideli
deyince, irâde harekete geçer. Hâlbuki akl da serbest değildir. Akl, bir ayna
gibidir. İyi olan şeyin sûreti, akl aynasında görünür. Fâideli olmazsa görülmez.
İnsan bir belâya düşer, buna dayanamayıp, ölümü dahâ iyi bilirse, o zemân
görünür. Böyle hareketlere ihtiyârî demenin sebebi, fâideli olduğu görüldüğü
içindir. Yoksa, fâideli olduğu kendiliğinden, hemen hâsıl olsa, nefes almak, göz
kapamak gibi, mecbûrî olur. Her ikisinin mecbûrluğu, suya batma gibi olur. İşte,
sebebler birbirine bağlıdır. Sebebler zincirinin halkaları çokdur. Bunu
(İhya-ül’ulûm) kitâbımızda dahâ geniş anlatdık. İnsanda yaratılmış olan
kudret, bu zincirin halkalarından biridir. Görülüyor ki, insanın, iyi bir iş
yapmakla öğünmesi doğru değildir. İyi işden insanın payı, ona mahal ve vâsıta
olmakdan başka birşey değildir. Ya’nî fâideli işin yapılmasına sebeb olan
ihtiyâr ve kudret, kendisinde yaratılmışdır. Ağacda kudret ve ihtiyâr [ya’nî
seçmek] yaratılmadığı için, ağacın rüzgârla sallanmasına zarûrî ve mecbûrî
hareket diyoruz. Allahü teâlâ, herşeyi yaratırken, kudret-i ilâhiyyesi,
kendinden başka hiçbirşeye bağlı olmadığından, Onun işlerine (İhtirâ’),
ya’nî yaratmak denir. İnsan böyle olmayıp, kudret ve irâdesi, kendi elinde
olmıyan başka sebeblere bağlı olduğundan ve işleri, Allahü teâlânın işlerine
benzemediğinden, insanın işlerine halk etmek, ihtirâ’ denmez. Fekat insan, ağaç
gibi de olmayıp, kendinde ister istemez hâsıl olan kudret ve irâdenin yeri
olduğundan, insanın işine cebr, zor ile de denemez. Her iki çeşid işden ayırmak
için, başka bir ism aramışlar, (Kesb) demişlerdir. Demek ki, insanın işi
herne kadar kendi ihtiyârı ile ise de, ihtiyârı elinde değildir. O hâlde, elinde
birşey yokdur.
[Allahü
teâlânın emrleri iki nev’dir: Evâmir-i teklîfiyye, Evâmir-i tekvîniyye.
Birinci emrler, insanlara ve cinne verdiği emrleri ve yasaklarıdır. Bunları,
insanların, irâde etmelerinden, istemelerinden sonra, kendisi de diler ve
yaratır. İkinci nev’ emrlerini, sebebleri ile birlikde hemen yaratmakdadır.
Bütün tabî’at olayları böyledir. Meyvenin uzun zemânda olgunlaşması, bir anda
yaratdıklarının topluluğudur.]
|