| 
 
44 
- 
İSRÂF, FÂİZ, TÜTÜN İÇMEK 
BEŞİNCİ BAHS 
- 
İsrâfın ilâcı üçdür: 
1 - İlm ile 
ilâc, anlatdığımız zararlarını bilmek ve bunları düşünmekdir. 
2 - İş ile, 
uğraşmakla ilâc, malı dağıtmamağa gayret etmek ve güvendiği birine bu derdini 
anlatıp, malına ve harclarına dikkat etmesini, isrâfını görünce, kendine 
hâtırlatmasını, hattâ zorla önlemesini ricâ etmekdir. 
3 - İsrâfın 
sebeblerini söküp atmak. İsrâfın sebebleri altıdır: 
Birinci sebeb, 
sefâhetdir. Çok kimseyi isrâfa alışdıran budur. Sefâhet, kalb hastalıklarının 
otuzbirincisidir. Sefîhlik, aklın az ve hafîf olmasıdır. Buna sefâhet veyâ 
rekâket de denir. Aksine, tersine, rüşd denir ki, aklın kuvvetli, temâm 
olmasıdır. Allahü teâlâ, (Mallarınızı sefîhlere vermeyiniz!) meâlindeki 
âyet-i kerîmeden sonra, (Onların hâlinde rüşd görürseniz, mallarını 
kendilerine teslîm ediniz!) meâlinde emr buyuruyor. Çok kimse, yaratılışda 
sefîh olur. Bu kötü hâlleri, ba’zı sebeblerle, zemân zemân artar. Çalışmadan, 
alın teri dökmeden eline mal girer, kötü arkadaşlar, bu mala konmak için, 
dağıtmasına, saklamanın, artdırmanın erkeklik, yiğitlik olmadığına kandırır. 
İsrâfa yol açarlar. Bunun içindir ki, kötü arkadaşlardan kaçmakla emr olunduk. 
Zengin çocuklarının çoğu, böyle isrâfa alışmakda ve sefîh olmakdadırlar. 
Sefâheti artdıran bir sebeb de, insanların çok hurmet, saygı göstermesi, yüz 
vermesi, medh eylemesidir. Âmirlerin, zenginlerin, mu’allimlerin çocukları bu 
yoldan sefâhete düşmekdedir. 
İkinci sebeb, 
isrâfı veyâ çeşidlerinden birkaçını tanımamakdır. İsrâf olduğunu bilmez, hattâ 
cömerdlik sanır. Lüzûmsuz yere, yasak, zararlı yerlere verilen mal, cömerdlik 
sanılır. 
Üçüncü sebeb, 
riyâ ve gösteriş yapmakdır. 
Dördüncü sebeb, 
gevşeklik ve tenbellikdir. 
Beşinci, hayâ, 
sıkılmakdır. 
Altıncısı, dîni 
kayırmamak, islâmiyyeti gözetmemekdir. 
Bu altı sebebin 
ilâclarını bildirelim: 
Birincisi: 
Yaradılışda bulunan sefâhetin ilâcı güçdür. Bunun için, islâmiyyet, bunlara mal 
vermeği yasak etmiş, hicr eylemiş, ya’nî mallarını kullanmalarına izn 
vermemişdir. İsrâf eden sefîhi hicr lâzımdır. Hâlbuki, hicr insanlık hakkını 
almak, hayvan, hattâ cansız gibi yapmakdır. İlâc kabûl edebileni kötü 
arkadaşlardan ayırmalı, akllı, tecribeli kimselerin yanında bulundurmalıdır. 
İsrâfın âfetlerini duyurmalı, zor ile, hattâ azarlıyarak, cânını yakarak, mal 
dağıtmakdan vazgeçirmelidir. 
İkincisi, 
cehlin ilâcını öğretmekdir. 
Üçüncüsü: Riyâ, 
kalb hastalığının dokuzuncusu olup, uzun anlatmış idik. [(İslâm Ahlâkı) 
kitâbımızda uzun yazılıdır.] 
Dördüncü ilâc, 
gevşeklik ve tenbellik için olup, kalb hastalıklarının otuzikincisidir. Bunun 
kötülüğünü anlamak için, Vennecmi sûresi, otuzdokuzuncu âyet-i kerîmesinin, 
(İnsan, ancak çalışdığının fâidesini görür) meâl-i şerîfi yetişir. 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” tenbellikden Allahü teâlâya sığınmış,
(Yâ Rabbî! Beni, keselden koru!) diye düâ etdiğini, Âişe “radıyallahü 
anhâ” ve Enes bin Mâlik, (Buhârî) ve (Müslim)de bildirmişlerdir. 
Tenbelliğin ilâcı, çalışkanlarla konuşmak, tenbel, uyuşuk kimselerden kaçınmak, 
Allahü teâlâdan hayâ etmek lâzım geldiğini ve azâbının şiddetli olduğunu 
düşünmekdir. Dînini iyi bilen ve her hareketi, bilgisine uygun olan sâlih 
kimselerle görüşmeli, günâh işliyen, Allahü teâlânın emr ve yasaklarına uymayıp, 
yalnız söz ile müslimânları okşayan, avutan yalancılardan, Ehl-i sünnet 
kitâblarındaki bilgileri öğrenmemiş câhillerden uzak olmalıdır. 
İsrâf çok kötü 
bir huydur. Çirkinliği meydândadır. Kalbi, durmayıp karartan, kemiren, tehlükeli 
bir hastalıkdır. Tedâvîsi de pek güçdür. Bu sıfat kalbi kaplamadan önce, 
giderilmesi için ve bu felâketden kurtulmak için bütün ilâclarına baş vurup 
uğraşmalıdır. Kurtarması için, Cenâb-ı Hakka yalvarmalı, düâ etmelidir. Allahü 
teâlâ, çalışana, her güçlüğü kolaylaşdırır. O, sığınılacak, güvenilecek, biricik 
yardımcı ve kurtarıcıdır. İmâm-ı Birgivînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, 
(Tarîkat-i Muhammediyye) kitâbındaki isrâf bahsi burada temâm oldu. 
Süâl: 
Tütün içmek isrâf mıdır? 
Cevâb:
İsrâf, ister kendi için, ister başkası için olsun, 
malı harâm olan yere vermekdir. Azı da, çoğu da isrâf olur. Büyük günâh olur. 
İçki için, kumâr için, oyun için vermek böyledir. Sigara harâm olsaydı, buna az 
veyâ çok verilen para isrâf olurdu. Sigarayı az içmek harâm değildir, mubâhdır. 
Parayı, malı, halâl, mubâh olan yerlere vermek, iki dürlü olur: 
Birincisi:
Kendi bedeni için, yimekde, içmekde, giyinmekde, 
ev kurmakda, tabî’atinin çekdiği şeye, ihtiyâcından fazla harc etmek, isrâf 
olur. Meselâ bir şeyi yimek, içmek isteyince, doydukdan sonra, fazlası isrâf 
olur. Bunun küçük günâh olduğu, (Redd-ül-muhtâr)da, nemâzın vâcibleri 
başında bildirilmekdedir. 
İmâm-ı Rabbânî 
Ahmed-i Fârûkî Serhendî “rahmetullahi aleyh”, üçüncü cild, elliikinci mektûbu, 
kitâbımızın üçüncü kısmının otuzsekizinci maddesinde yazılıdır. Bu mektûbda 
buyuruyor ki, (İnsan ve hayvanların bedeni dört şeyden yapılmışdır [toprak 
maddeleri, su, hava ve nâr, ya’nî harâret]. Birbirine benzemiyen, hattâ 
birbirinin aksi olan bu dört şeyin ihtiyâcları ve îcâbları vardır. Bedendeki 
harâretden [ısıdan] dolayı [ısı kudret kaynağı olduğu için], insan ve hayvanlar, 
kendini beğenmekde, üstün görmekdedir. Şehvet ve gadab kuvvetleri ve başka 
kötülükler, bu dört şeyden ileri gelmekdedir). 
İşte bu ihtiyâc 
ve îcâblar, hayvanların ve insan tabî’atinin çekdiği, istediği şeyler olup, 
sevk-ı tabî’î, [iç güdü] denilmekdedir. Aklı olan kimse, bu sevk-ı tabî’îleri 
islâmiyyetin emr etdiği, izn verdiği gibi kullanır ve günâh olmaz. Aklı 
dinlemiyenler ise, nefse uyarak, mubâhlardan dışarı taşar. Günâha girer. Çünki 
nefs, sevk-ı tabî’îleri, mubâhların dışına çıkarmağa zorlıyan, mubâhlardan başka 
şeyler de istiyen bir kuvvetdir. İnsanların duygu organları ve hareket 
sinirleri, kalb ismindeki bir kuvvetin emrindedir. Bedenin dört yapı maddesi ile 
nefs ve kalb kuvvetlerini bir arada tutan, çalışdıran kuvvet de, rûhdur. 
Kâfirlerin ve günâh işliyen mü’minlerin nefsleri azmış, kalbi ve rûhu 
kaplamışdır. Bu üç kuvvet birleşmiş gibi olup nefsin istediğini yapmakdadırlar. 
İslâmiyyete uyunca, bu üç kuvvet birbirinden ayrılıp, kalb ve rûh kuvvetlenir ve 
nefs za’îfliyerek, kalb ve rûh, nefsin baskısından, kumandasından kurtulur ve 
temizlenmeğe başlar. Her ikisi de, işlerini Allahü teâlânın rızâsı için, iyilik 
için yapar. 
Hayvanlarda, 
kalb, rûh ve nefs olmadığından, sevk-ı tabî’î ile hareket ederler. Meselâ 
acıkınca, doyuncaya kadar, bulduklarını yirler. İnsanlar ise, kalb ile hareket 
eder. Kalb, nefse uyarsa, bulduğu ile doymaz. Harâm olan şeyleri arar. Doydukdan 
sonra da yir. Meselâ, sıcakda, insanın tabî’ati, serin bir şey isteyince, kalb 
akla uyarsa, islâmiyyetin izn verdiği su, şerbet, limonata, gazoz ve dahâ birçok 
içecekleri ve lüzûmu kadar alır. Aklı dinlemeyip, nefse uyarsa, mubâhları 
ihtiyâc olan mikdârdan fazla ister ve nefsin istediği harâm içkilere de sapar. 
Nitekim, üçüncü cild, yirmiyedinci mektûbda buyuruyor ki, (İnsanın ba’zı 
arzûları, tabî’atinden ileri gelmekdedir. Beden sağ kaldıkca, hiç kimse bu 
isteklerden kurtulamaz. Meselâ, harâret artınca, insanın tabî’ati serin birşey 
içmek ister. Soğukda, sıcak birşey ister. Böyle istekleri yapmak günâh değildir 
ve nefse uymak değildir. Çünki, tabî’atimizin zarûrî istekleri mubâhdır. 
[Bunlara (ihtiyâc maddeleri) denir. İhtiyâc maddelerini lâzım olduğu kadar 
kullanmak sünnetdir. Çünki, bu tabî’î istekler] nefs-i emmârenin arzûlarının 
dışındadır. Nefs, mubâhların lüzûmundan fazlasını ve şübhelileri ve harâmları 
ister. Mubâhların zarûrî mikdârı ile doymaz). Üçüncü cild, seksenaltıncı 
mektûbda buyuruyor ki, (Riyâzet çekmek, mubâhları da azaltıp, zarûret mikdârı 
kullanmak demekdir). 
Görülüyor ki, 
malı, ihtiyâc olan mubâhlara harc etmek isrâf değildir. Günâh olmaz. Sigaraya 
alışmış kimsenin tabî’ati, ekmek ister gibi, tütünü istiyor. Böyle kimsenin, 
ihtiyâcı kadar kullanması isrâf olmaz. Fakîr bir kimsenin, çoluk çocuğuna ekmek 
parası bulması lâzım olduğu gibi, kendi tütün ihtiyâcını da karşılaması lâzım 
olur. Sigaraya alışmış bir kimsenin, (Çoluk çocuğunun nafakasını kesip de 
kendine sigara alması isrâf olmaz mı?) demek, (Kendine, doyuncıya kadar yimek 
için ekmek alması isrâf olmaz mı?) demeğe benzer. Hattâ böyle, fakîr birinin, su 
yerine, gazoz, limonata içmesi isrâf olup, tütün alması isrâf olmaz. 
Şunu da 
bildirelim ki, çoluk çocuğunun nafakasını karşılayacak kadar mal kazanmak için 
çalışmak farzdır. İhtiyâclarını karşılamak için, fazla çalışmak sünnetdir. 
Bunlar, ikinci kısm, 38. ci maddede bildirilmişdir. Çalışan kimse, nafakadan 
kesecek kadar fakîr olmaz. Nafakadan kesecek kadar fakîr kimse, tütün içdiği 
için değil, çalışmayıp, bu derece fakîr kaldığı için günâha girer. 
Sigaraya 
alışmamış fakîr kimsenin, tabî’ati çekmediği zemân, nafakadan kesip sigara 
alması, su yerine gazoz içmesi gibi, doğru olmaz. Fekat, bu derece fakîrlik, 
tenbellikden ileri gelir. Çalışmayıp fakîr düşerek, kendini ve çoluk çocuğunu 
zarûrî lâzım olanlardan, nafakadan mahrûm bırakmak harâmdır. İhtiyâc olanlardan 
mahrûm bırakmak mekrûh olur. 
İkincisi:
Malı kendi bedeni için kullanmadığı zemân, hakkı, 
ya’nî lüzûmu olmayan yere, az da sarf etmek isrâf olur. Meselâ, malı ateşde 
yakmak, denize atmak böyledir. Lüzûmu olan yere, lüzûmundan fazla vermek de 
isrâf olur. [Meselâ, çoluk çocuğuna ihtiyâclarından fazla şeyler vermek isrâf 
olur. İhtiyâc, islâmiyyetin gösterdiği mikdârlar ile ve memleketin âdetine göre 
belli olur.] Görülüyor ki, malı sarf edecek yerleri ve kendi malındaki 
başkalarının hakkını öğrenmek lâzımdır. 
İnsanın, kendi 
malında bulunan, başkasının hakkını ödemesi, isrâf değildir. Bu hakları hemen 
vermek lâzımdır. Bu hakların en mühimmi, zekâtdır. 
  
Erenlerin sohbeti, ele giresi 
değil. 
Sohbete kavuşanlar, mahrûm kalası 
değil. 
  
Gezmek gerek her yeri, bulmak için, 
bir eri, 
sarraf tanır cevheri, magbûn bilesi 
değil. 
  
Akar suyun başına, kapalı desti 
konsa, 
kırk yıl, orda dursa da, âbı alası 
değil. 
  
Sohbet, kalbi eder pâk, ona imrenir 
eflâk, 
âdemi, ârif eden, tâcu hırkası 
değil. 
  
Önce îmân etmeli, harâmdan, el 
çekmeli, 
rûh gıdâsın bilmeli: Bâdem helvâsı 
değil! 
                                                |