| 
 
43 
- 
TÜTÜN GÜNÂH MIDIR? 
(Dürr-ül-muhtâr)ın 
beşinci cildinde buyuruyor ki: 
Şâfi’î 
mezhebindeki âlimlerden Necmeddîn-i Gazzî diyor ki: (Tütün, önceleri yok idi. 
İlk olarak, 1015 [m. 1606] de, Şâmda kullanıldı. İçenler, serhoş etmediğini 
iddi’â ediyorlar. Buna inanılsa bile, gevşeklik verdiği meydândadır. Bu ise, 
harâm olmağa sebeb olur. Çünki imâm-ı Ahmedin, Ümm-i Selemeden “radıyallahü 
anhâ” bildirdiği haberde, (Serhoş eden ve gevşeklik veren şeyler yasak edildi) 
buyuruldu. Bir iki kerre içmek günâh olmaz. Hükûmet yasak edince, harâm olur. 
Devâm edilirse, büyük günâh olur. Çünki, küçük günâhlara devâm etmek büyük 
günâhdır). 
Hanefî 
mezhebine gelince; büyük âlim İbni Nüceym-i Mısrî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, 
(Eşbâh) kitâbında buyuruyor ki, (Âyet-i kerîmede ve hadîs-i şerîflerde harâm 
olduğu bildirilmiyen şeyler, aslı üzere halâl olur. Veyâ halâl ve harâm diye 
hükm olunamaz. Hanefî ve Şâfi’î âlimlerinin çoğu “rahmetullahi teâlâ aleyhim 
ecma’în”, böyle şeyler halâl olur dedi. İbni Hümâm, (Tahrîr) kitâbında da 
böyle söylüyor. Bunun için, Besmele ile kesildiği bilinmiyen hayvâna ve zararı 
görülmiyen ota halâl denir). Tütün de böyledir. Âlimlerin çoğuna göre, halâldir. 
Birkaçına göre ise, hükm verilemez. [(Uyûn-ül-besâir)de, Hamevî (Eşbâh)ı 
şerh ederken, (Bundan, tütün içmenin halâl olduğu anlaşılmakdadır) buyuruyor.] 
Hanefî âlimlerinden, Şâm müftîsi, Abdürrahmân İmâdî, (Hediyye) adındaki 
kitâbında, (Tütün; soğan, sarmısak gibi mekrûhdur) buyurdu. İbni Âbidîn, bu 
satırları açıklarken buyuruyor ki: 
(Vehbâniyye) 
şerhinde, (Tütün içmek ve satmak yasak edilmelidir) diyor. [Dördüncü Murâd hân 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, tütün içilmesini yasak etmişdi. Bunun zemânında 
bulunan Şernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh” de, (Halîfe mubâhları yasak edince 
harâm olur) diyenler gibi, tütüne yasak demişdir. Dikkat edilirse, yasak 
edildiği hâlde, yine harâm veyâ mekrûh dememişdir.] 
Tütün içmek, 
orucu bozar. İsmâ’îl bin Abdülganî Nablüsî, (Dürer) şerhinde diyor ki, 
(Zevcenin soğan ve sarmısak gibi ağzı kokutan şeyleri yimesi yasak edilebilir. 
Tütün kokusunu sevmiyen kimse de, tütün içmesini men’ edebilir). 
Mısrda, 
Mâlikî âlimlerinin büyüklerinden Alî Echürî, tütünün halâl olduğunu bildiren 
kitâb yazmış, burada dört mezheb âlimlerinin, tütünün halâl olduğunu bildiren 
fetvâlarını nakl etmişdir. Allâme Abdülganî Nablüsî de tütünün mubâh olduğunu 
bildiren, (Essulh-u beynel-ihvân) kitâbını yazmışdır. Bu kitâb ve 
tercemesi, Nûr-i Osmâniyye kütübhânesinde vardır. Harâm ve mekrûh diyenlere 
cevâb vermekdedir. (Ba’zı kimselere zarar verirse, yalnız bunlara harâm olur. 
Başkalarına harâm olmaz demekde ve bal, safra hastasına zarar verir. Fekat, 
başkalarına harâm değildir. Hattâ şifâdır. Herşey aslında halâldir. Harâm veyâ 
mekrûh diyebilmek için, delîl lâzımdır. Şerâb habîslerin en kötüsü olduğu hâlde 
ve Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” islâmiyyetin bildiricisi olduğu 
hâlde, şerâba harâm diyemedi. Âyet-i kerîme ile yasak edilmesini bekledi. O 
hâlde, tütün içmek mubâhdır, halâldir. Kokusu mekrûhdur. Tab’an mekrûhdur. 
Şer’an mekrûh değildir) demekdedir. 
İbni 
Âbidîn, devâm ederek buyuruyor ki, (Tütün içmek Şâfi’î mezhebinde harâm 
değildir. Kitâblarında, tenzîhen mekrûh denilmekdedir. Hattâ, zevce tütünü 
bırakınca, zarar görmezse, meyve gibi olur. Zevcin, tütün parası vermesi lâzım 
olur. Tütünü bırakınca, kadın zarar görürse, ilâç gibi olur. Tütün parasını 
vermesi, vâcib olmaz dediler. Câmi’ içinde tütün içmek, soğan, sarmısak yimek 
harâmdır.) 
Tütüne harâm 
diyenlerin dayandığı, vesîka olarak ileri sürdükleri, (Berîka) kitâbının 
sâhibi Hâdimî “rahmetullahi teâlâ aleyh” seksenbeşinci sahîfesinde diyor ki: 
Âyet-i kerîmede, (Habîs olan şeyler harâmdır) buyuruldu. (Vâhidî) 
tefsîrinde, (Âyet-i kerîmedeki habîs, leş, kan ve domuz eti demekdir. Âyet-i 
kerîme, bu üçünü harâm etmekdedir) diyor. Hâlbuki, habîs olan herşey harâmdır. 
Her harâm habîsdir. Meselâ şirk, zulm, fâiz ve rüşvet habîsdir. İnsanın 
iğrendiği, pis dediği herşey habîsdir denildi. Buna göre tütün de habîs ve harâm 
olur. 
Yüzotuzüçüncü 
sahîfede diyor ki: İbâdet için, sevâb kazanmak için olmıyan bid’atlere, (Âdetde 
bid’at) denir. Un eleği, kaşık kullanmak gibi. Âdetde bid’at olan şeyleri 
yapmak, dalâlet, yoldan sapmak değildir. Vera’, takvâ sâhibleri de bunları 
zarûret olunca kullanır. Kullanması günâh değil ise de, kullanmamak iyi olur. 
Ba’zıları, (Tütün ve kahve kullanmak da, âdetde bid’atdir. İkisi de harâm 
değildir ve mekrûh da değildir. Doğrusu da budur. Bunlara harâm diyen, bid’at-i 
âdiyyeyi harâm etmiş olur. Sultânın yasak etmesine gelince, islâmiyyete uygun 
olan emrleri dinlenir. Tabî’atine ve nefsine uyarak verilen emrleri değil) dedi. 
Bize göre, kahve belki böyledir. Fekat, bunu da, kullanmamak dahâ iyidir. Çünki, 
hakkında söz birliği yokdur. Tütüne gelince, harâm olmadığı doğru ise de, mekrûh 
olduğunda şübhe yokdur. Çünki, halâl olmasında söz birliği  yokdur. Sultân, 
umûmun fâidesi için, bir mubâh şeyi yasak edince, dinlemek vâcib olur. Söz 
birliği olmıyan şeyi yasak edince, elbette vâcib olur. (Telvîh) kitâbında 
diyor ki, (Şübhe edilen şeyler harâm olur). 
Binikiyüzkırküçüncü sahîfesinde diyor ki: (Yimeği 
ve içmeği harâm eden sebebler altıdır: Serhoş edenler, şerâb gibi. Necs olanlar, 
bevl ve kan gibi. Zarar verenler, kum, toprak gibi. İğrenç olanlar, menî ve 
sümük gibi. Habîs olanlar, tahta kurusu [biti] gibi. Öldürücüler, zehrli 
maddeler gibi. Tütün içmeği âdet edinenlere gelince, tütün bunlara zarar verir 
denildi. Çoğunun hastalığa yakalandığı görülmekdedir. Böyle şeylerde, cinse, 
umûma bakarak karâr verilir. Birkaç kişiye göre karar verilmez. Tütün ba’zı 
hastalıklara fâideli olmakdadır. Meselâ balgam, safra sökmekdedir deniliyor. 
Fekat bu, câhillerin sözüdür. Doktorlar kullanmıyor. Mütehassıslar böyle 
yazmıyor. Tersini bildiriyorlar. Ba’zı doktorlardan işitdik ki, tütün olmasaydı, 
Âdem oğlu bin sene yaşardı demişlerdir. [Mütercim fakîr, doktorlardan nakl 
olunan bu sözü, akla uygun bulmamakda ve hayret etmekdedir. Çünki, tütün ortaya 
çıkmadan önce de, insanlar, tabî’î ömrlerine uygun olarak yaşamışdır. Asr-ı 
se’âdetden beri, bin sene yaşıyan bir kimse işitilmemişdir.] 
Tütün serhoş 
eder de denildi. Yeni başlıyanlarda böyledir. Yavaş yavaş alışanları serhoş 
etmiyor. Şerâb da böyledir. İmâm-ı Muhammed, çoğu harâm olanın, azı da harâmdır 
dedi. Ba’zıları, bu sebeble, tütüne harâm dedi. Ba’zıları da, içmemek iyi olur 
dedi. Ba’zıları, tütün içmek, başkalarını râhatsız ediyor. Başkasına eziyyet 
vermek harâmdır dedi. Ba’zısı da, tütün; (Soğan, sarmısak yiyen, mescidimize 
yaklaşmasın!) hadîs-i şerîfine girer dedi. Fıkh âlimleri dedi ki, pis kokan 
şeyleri mescidden çıkarmak lâzımdır. Tütüne bid’at denildi. Fekat, i’tikâdda, 
inanmakda ve ibâdetlerde olan bid’at [devrim, değişiklik] harâmdır. Âdetlerde 
olan bid’atler harâm değildir, mubâhdır. Sünnete ve sünnet olmakdaki sebebe 
uymıyan bid’atler yasakdır. Meselâ, misvâkın sünnet olması, ağızdaki pis kokuyu 
giderdiği içindir. Tütün ise, bu hikmeti bozmakdadır. Dîne fâideli olan 
bid’atler güzeldir. Tütün böyle değildir. Tütün habîsdir denildi. Selîm 
tabî’atli kimse, tütünden iğrenmekdedir. Oyun için, keyf için, kibr için içilir 
de denildi. Tütün aslında mubâh olsa da, bu sebeble harâm olur. Tütün isrâfdır 
denildi. Çünki, lüzûmlu değildir. Keyf için mal vermekdir. Çok mal verip alan da 
olur. İbâdetleri, meselâ cemâ’at ile nemâz kılmağı bırakmağa sebeb olur. Yalan, 
gıybet, nemîme, gevezelik gibi harâmlara da sebeb olur. Tütün içenlerin öldükden 
sonra rü’yâda görülmesi, mezârları açılınca, yüzlerinin, ağızlarının değişmiş 
olması, mezârı duman dolmuş olması da bu sözü kuvvetlendirmekdedir. Görülüyor 
ki, tütün için sözler ve fetvâlar başka başkadır. Değil câhiller, âlimler de, bu 
işin içinden çıkamamışdır. Ba’zıları halâldir, mubâhdır dedi. Ba’zıları 
tehlükelidir dedi. Halâl diyenlere göre, birşeyin harâm olması için, harâm 
olduğu açıkca bildirilmiş olmalı veyâ harâm olduğu kolay anlaşılmalıdır. Tütün, 
açıkca harâm edilmemişdir. Harâm olduğunu anlamak için de şimdi de müctehid 
yokdur. Eski müctehidlerin de, tütün için bir sözü yokdur. Müctehid olmıyanların, 
halâl veyâ harâm demesinin bir kıymeti olmaz. O hâlde tütün içmek, aslı üzere 
mubâhdır, halâldir. Tehlükeli diyenler ise, dahâ yukarda bildirilen sebebleri 
göz önünde tutmuşlardır. Tehlükeli diyenler, belki dahâ haklıdır. Çünki, bu 
sebeblerden birkaçı yanlış olsa bile, şübheden kurtulmaz. Hepsi bir araya 
gelince, kuvvetlenmiş olur. Şimdi müctehid kalmadı demek de, şübhelidir. Mutlak 
müctehid yok ise de, ictihâdları karşılaşdırabilecek (Mes’elelerde müctehid) 
şimdi belki vardır. Eski müctehidler, tütün için birşey bildirmedi ise de, 
tütün, onların açık bildirdiği karârlardan birine bağlanabilir. Müctehid olmıyan 
âlimler, bu işi yapabilir. Tütün içmek, nihâyet şübheli kalmakdadır. Şübheliler 
ise, harâm olur. Hadîs-i şerîfde, (Şübheli şeyleri yapan, harâm da işler) 
buyuruldu. Mubâh veyâ tehlükeli olan şeyi de çok yapmamak lâzımdır. Tütüne 
tehlükeli demek insâf olur. Mubâhlara fazla dalmak da, küçük günâh olur. Tütüne, 
aslında halâl desek bile, insan buna alışıyor. Mubâhlar için de, kıyâmetde hesâb 
vardır. Tütünü ençok fâsıklar içiyor. Başkaları, bunlardan görerek alışıyor. 
İhtiyâtlı davranmak her yerde iyidir. 
Binüçyüzkırkyedinci sahîfede diyor ki: 
Hadîs-i şerîfde, (Soğan, sarmısak yiyen, mescidimize gelmesin!) buyuruldu. 
Çünki, melekler pis kokudan incinir. Pırasa gibi pis kokulu şeyleri yiyenler ve 
cüzzâm, baras hastaları, yarası kokanlar, üzeri balık, et kokanlar da böyledir. 
Bunlar mescide sokulmaz. Mescide giderken çiğ soğan, sarmısak yimek, tenzîhen 
mekrûhdur. Pişmiş yimek mekrûh değildir. İlâc olarak yimek câizdir. (Yahyâ 
fetvâsı), tütünü içmek de bunun için mekrûh olur dedi. Sâlih olan kimse, bu 
hadîs-i şerîfden korkarak tütün içmez. (Berîka) kitâbından terceme burada 
temâm oldu. 
(Hadîka)nın 
[1290] hicrî senesi İstanbul baskısı, yüzkırküçüncü sahîfesinde diyor ki, (Un 
eleği ve kaşık gibi şeyler zemân-ı se’âdetde yok idi. Sonradan meydâna çıkdılar. 
Böyle, Allahü teâlâya ibâdet etmek ve sevâb kazanmak niyyeti olmaksızın meydâna 
çıkarılan şeylere, (Âdetde bid’at) denir. Bunlar, hadîs-i şerîfde 
dalâlet, sapıklık olarak bildirilmiş olan bid’atlerden değildirler. Bunları 
yapanlara cezâ verilmiyecekdir. Vera’ sâhiblerinin yapmaması dahâ iyi olur. 
Erkeklerin fazla yiyerek yağ bağlaması da böyledir. İmâm-ı Münâvî, (Câmi’-us-sagîr) 
şerhinde, kıyâmet alâmetlerinden biri, erkeklerin yağlanmasıdır dedi. Âdetde 
bid’atlerden biri de, tütün ve kahve içmekdir. Zemânımızda iyi kötü her insan 
bunları kullanmakdadır. Bunlar için çeşidli şeyler söyleniyor ise de, sözün 
doğrusu, ikisine de harâm ve mekrûh dedirtecek bir sebeb yokdur. Her ikisi de,
(Âdetde bid’at)dir. Herhangi bir sebeb göstererek bunlara harâm diyen 
kimse, âdetde bid’at olan şeye harâm demiş olur. Âdetde bid’ate harâm 
denilemiyeceğini, cümhûr-i ulemâ bildirmişdir. Sultânın emr ve yasak etmesine 
gelince, bunlar, Allahü teâlânın emr ve yasaklarına uygun olursa, itâ’at vâcib 
olur. Kendi düşüncesi, görüşü ile olana itâ’at vâcib değildir. Resûlullahın 
“sallallahü aleyhi ve sellem” bütün emr ve yasakları, Allahü teâlânın emr ve 
yasaklarına uygun idi. Kendiliğinden birşey bildirmedi. Böyle olmasaydı, Onun 
her sözüne itâ’at vâcib olmazdı. Sultânın, kendi aklı, düşüncesi ile verdiği 
emre itâ’at da, elbette vâcib olmaz. Ancak, emri veren, zulm, işkence yaparsa, 
milleti sıkışdırırsa, onun şerrinden, öldürmesinden korkan kimsenin, hele kan 
dökücü başkanın böyle mubâhları yasaklamasına itâ’at etmesi vâcib olur. Çünki, 
bir müslimânın kendini tehlükeye sokması câiz değildir. İşte, böyle yasaklandığı 
zemân, kahve, sigara içmemek vâcib olur. Fekat, yine, harâm veyâ mekrûh 
oldukları için değil, kanını, ırzını kurtarmak için içmemeğe niyyet etmek 
lâzımdır. Ülül-emre itâ’at demek, müslimân olan âmirlerin, hak üzere olan emr ve 
yasaklarına uymak demekdir). 
İsmâ’îl 
Hakkı hazretleri, ilk zemânlarında tütünün harâm olduğunu yazmışdı. Çünki, 
sultân Murâd, tütün içmeği yasak etmişdi. İçen öldürülüyordu. Bu âlim, tütünü 
değil, tütün içmeği, i’dâma sebeb olduğu için harâm demişdi. Hükûmet, tütün 
yasağını kaldırdıkdan sonra, yazdığı kitâbında, tütünün harâm olmadığını 
bildirmişdir. Mütercim fakîr, Bursada Orhân kütübhânesinde bu kitâbını gördüm. 
(Feth-ur-rahîm) 
kitâbının yirmidokuzuncu sahîfesinden başlıyarak diyor ki: Mâlikî âlimlerinden 
Alî Echürî (Gâyet-ül-beyân) kitâbında, şeyh Halîlden alarak buyuruyor ki, 
(Aklı götürüp hissi gidermiyen ve keyf veren maddeye (Müskir), ya’nî 
serhoş edici denir. Aklı giderip, hissi gidermez ve keyf vermezse (Müfsid),
uyuşdurucu, heroik denir. Aklı da, hissi de gideren maddeye, (Mürkıd) 
veyâ (Münevvim), uyutucu, hipnotik denir. Serhoş eden maddeyi içene Had 
cezâsı vurulur ve serhoş etmiyen az mikdârını içmek de harâmdır ve bu maddeler 
necsdir. Abdüllah-i Menûfî, esrâr otu veyâ haşîş denilen, hind keneviri otunun 
yaprakları için, müskirdir, çünki, esrâr almak için evinin eşyâsını satıyorlar 
dedi. Keyf vermeseydi, böyle yapmazlardı dedi. Şâfi’î âlimlerinden Zerkeşî de 
böyle dedi. Esrârın azı da, çoğu da harâmdır dedi. Şeyh Ebül-Hasen “rahmetullahi 
teâlâ aleyh”, (Müdevvene) şerhinde ve allâme İbni Merzûk ve Şehâb Karâfî 
ise, esrârın, müfsid, uyuşdurucu olduğunu bildirdiler. Çünki, bunu alanlar kavga 
etmiyor, uyuşup kalıyorlar. Şâfi’î âlimlerinden İbni Dakîk-ul İyd “rahmetullahi 
teâlâ aleyh” de böyle söyledi ve haşhaşdan elde edilen afyon, esrârdan dahâ 
kuvvetlidir. Çünki, afyonun az mikdârı serhoş ediyor. Hâlbuki, necs olmadığında 
sözbirliği vardır dedi. Esrâr da necs değildir. Şerâbın serhoş etmiyen az 
mikdârını içmek harâm olduğu hâlde, esrârın serhoş etmiyen az mikdârının harâm 
olmadığını imâm-ı Nevevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mühezzeb) şerhinde 
bildirdi. Benc ya’nî Jüskiyam [ban otu] ve afyon da, esrâr gibi olup, serhoş 
etmiyen az mikdârını yimek câizdir. [Fazla alındığı zemân, aklı ve a’sâbı bozan 
böyle otlardaki zararlı maddeleri ayırıp, bunları ve benzerlerini hap ve iğne 
hâlinde keyf ve zevk ilâcı ismi ile talebelere, işcilere ve futbolculara 
satıyorlar. Ahlâk, nâmûs, din ve îmân ve vatan sevgisi gibi mukaddes bağlarımızı 
koparan bu uyuşturucu maddeleri satın almak ve kullanmak harâmdır. Büyük 
günâhdır.] 
Tütün içmeğe 
gelince, aklı gidermiyor. Necs de değildir. Böyle olunca, tütün içmek harâm 
değildir. Başka dürlü zararlara sebeb olursa harâm olur. Zarar vermiyen kimseye 
harâm değildir. Güvenilen bir ârifin [ya’nî mütehassıs tabîbin] haber vermesi 
ile veyâ kendi tecribesi ile zarar verdiğini anlıyana harâm olur. İslâmiyyetin 
bildirmediği şeylerde ahkâm değişir. Zarar verince harâm olur. Zarar vermezse, 
harâm olmaz. Tütünü yeni içenlerde gevşeklik yapması, sıcak suya girende veyâ 
müshil ilâcı içende gevşeklik hâsıl olması gibidir. Yoksa, aklı giderdiği için 
değildir. Aklı giderdiği için gevşeklik yapıyor denilse bile, yine müskirdir 
denilemez. Çünki, keyf vermemekdedir. Afyonu, aklı gidermiyecek az mikdârda 
yimek câiz olduğu gibi, tütünü de aklı gidermiyecek mikdârda içmek câiz olur. Bu 
ise, insanlara göre ve içilen mikdâra göre değişir. Bir kimsenin aklını gideren 
mikdâr, başkasının aklını gidermez. Görülüyor ki, tütün harâmdır, diyip kesin 
söylenemez. Bunu ancak din câhili veyâ inâdcı, müte’assıb olan söyler. Aklı 
gidermeyince, halâl olduğu anlaşılmakdadır. Tütün, ispirto ile yıkanıp 
temizlendiği için necsdir de denilemez. Çünki bu söz, tütünün değil, ispirtonun 
harâm olduğunu göstermekdedir. İspirtosuz temizlenenlerin harâm olmadığı 
anlaşılır. Tütün, isrâf olduğu için harâmdır da denilemez. Çünki, mubâh olan 
şeyi almak için verilen mal isrâf olmaz. Zararlı olduğundan harâmdır demek de 
ilmî bir söz değildir. Çünki, zarar verene harâm olur. Zarar vermiyene harâm 
olmaz. Herkese zararlıdır demek ilme ve tecribeye uygun değildir. Ba’zı 
hastalıklara fâidesi olduğu da görülmüşdür. Hanefî âlimlerinden şeyh Muhammed 
Nihrîrî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, tabîb-i müslim-i ârifin sözü ile veyâ 
tecribe ile zarar verdiğini anlıyan kimseye tütün içmek harâm olur. Böyle kesin 
anlaşılmadıkca, halâl olduğuna fetvâ vermişdir. Bir başka fetvâsında da, aklını 
gideren veyâ zarar veren kimseye harâm olur. Başkalarına harâm olmaz, demişdir. 
Tütün hakkında 
bir hadîs-i şerîf yokdur. (Pis kokulu ağaçdan yiyen, mescidimize yaklaşmasın! 
İnsanlara eziyyet veren şeyi melekler de sevmez) hadîsinde bildirilen 
ağacın, soğan, sarmısak olduğu (Eşî’a) üçyüzyirmisekizinci sahîfede 
yazılıdır. Şâfi’î âlimlerinden Alî bin Yahyâ Ziyâdî fetvâsında, aklını giderene 
harâm olur. Başkalarının içmeleri harâm olmaz dedi. Büyük Şâfi’î âlimi Abdür-Raûf-i 
Münâvî de böyle fetvâ verdi. Şâfi’î âlimlerinden Şems-üd-dîn Muhammed bin Ahmed 
Şevberî de böyle cevâb yazdı. Tütün, başka mubâhlar gibidir. Ya’nî kendisi harâm 
değildir. Aksini bildirenlerin ellerinde hiçbir vesîka yokdur. İnâd 
etmekdedirler dedi. 
Hanbelî 
âlimlerinden Mer’î bin Yûsüf Mukaddisî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Tahkîk-ul-burhân 
fî-şân-id-dûhân) kitâbında, başka zarar vermedikce tütünün harâm olmadığını, 
ateş dumanını ağza çekmek gibi olduğunu, bunun harâm olacağını ise kimsenin 
bildirmemiş olduğunu yazmakdadır. 
Yeni meydâna 
çıkan birşey, mubâha benzerse mubâh olur. Harâma benzerse harâm olur. Aklı olan 
bir din adamı, tütünü elbet mubâhlara benzetir. Zarara sebeb olmadıkca harâm 
diyemez. 
Abdür-Raûf-i 
Münâvî, tütünü kötüliyen bir hadîs-i şerîf yokdur dedi. Görülüyor ki, aklı 
gidermiyecek kadar tütün içmenin harâm olmadığını dört mezheb âlimleri 
sözbirliği ile bildirmişlerdir). Alî Echürînin sözü burada temâm oldu. 
1355 [m. 1936] 
senesinde, İskenderiyyede basılan (Celâl-ül-hak fî keşf-i ahvâl-i şirâr-il-halk)
kitâbında ve Zerkânînin (İzziyye) şerhinde diyorlar ki, Alî Echürîye 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” soruldu: Tütün için, (Şerâbdan ve yeşil otdan 
sakınınız!) hadîsi vardır. Çünki, Huzeyfe “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, 
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile gidiyorduk. Bir ot görüp 
başını salladı. Sebebini sordum. (Âhır zemânda, bu otun yapraklarını içecekler. 
Onunla serhoş olup, nemâz kılacaklar. Onlar kötü kimselerdir. Benden uzakdırlar. 
Allahü teâlâ onları sevmez) buyurdu. Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” 
bildirdiğine göre, (Onu içenler, Cehennemde sonsuz kalacaklardır. Şeytânın 
arkadaşıdırlar. Tütün içenle müsâfeha etmeyiniz! Boynuna sarılmayınız! Ona selâm 
vermeyiniz! Çünki o, benim ümmetimden değildir) buyurdu. Bir habere göre de, 
(Onlar, eshâb-ı şimâldendir. Tütün, şakîlerin içkisidir. İblîsin bevlinden 
yaratılmışdır. Allahü teâlâ, sevdiğim kullarımı aldatamazsın buyurunca, bevl 
yapmışdı. Ondan tütün otu hâsıl oldu) deniliyor. Bunlara ne dersiniz? Alî Echürî 
hazretleri, cevâbında buyurdu ki, (Bunların hiçbiri hadîs değildir. Hadîs 
âlimleri, bunların yalan ve iftirâ olduklarını bildirdiler. Hem de, bu sözlerin 
düzgün ve edebiyyâta uygun olmaması da, Resûlullahın mubârek ağzından 
çıkmadıklarını göstermekdedir. Rebi’ bin Haysem buyurdu ki, güneşde ışık olduğu 
gibi, hadîs-i şerîflerde de nûr vardır. İftirâ olarak uydurulan sözlerde ise, 
zulmet vardır. Hadîs uyduran, Cehenneme gidecekdir. (Buhârî) ve 
(Müslim)de yazılı hadîs-i şerîfde, (Söylemediğim birşeyi hadîs diyerek 
yalan söyliyen, Cehennemde ateşden kazık üzerine oturtulacakdır) buyuruldu. 
İmâm-ül-Haremeyn Abdülmelik “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hadîs uyduran kâfir olur 
dedi ise de, küfr değil, büyük günâhdır. Tütün içmek aklını giderir veyâ zarar 
verirse yâhud nafakası vâcib olanın nafakasını terke veyâ nemâzın vaktini 
kaçırmağa sebeb olursa, bu kimseye harâm olur. Başkalarının içmesi harâm olmaz.) 
Müfsid, 
ya’nî uyuşdurucu olan maddelerin aklı gidermiyecek kadar az mikdârlarını satmak 
ve her ilâcı satmak câizdir. Tütünü de, aklını gidermiyen kimselere satmak 
câizdir. 
Yukarıdaki 
örnek yazılardan anlaşılıyor ki, tütün içmek, alkollü içkiler ve afyon, morfin, 
esrâr ve benzerleri uyuşdurucu maddeler gibi, harâm edilmemişdir. Bu fakîr, 
tütün dumanından hoşlanmıyorum. Hiç içmedim. Evimde bulunanlar da içmez. Fekat 
tabî’atim sevmiyor diye, harâm diyemem. Halâller belli, harâmlar bellidir. 
Müctehidlerin bildirdiği şübheliler de meydândadır. Şübheliler, müctehidlerden 
bir kısmının halâl, bir kısmının harâm dediği şeylerdir. Harâm diyenlerin, 
yapmaması lâzım olur. Câiz diyenlerin de yapmaması, iyi olur. Tütün böyle 
değildir. Müctehid olmıyanların, üsûl ilmlerini okumıyanların, halâli, harâmı 
bilmemesi, şübheli demek olmaz. (Müctehid olmıyanların sözü, delîl-i şer’î 
olmaz) buyurulduğu, (Berîka)nın 94. cü sahîfesinde yazılıdır. Birşeyin 
halâl olması için delîl aranmaz. Fekat, harâm olması için aranır. 
Bir cinsden 
olan şeylerin bütünü, nass ile harâm edilmiş olursa, bunlardan birkaçına halâl 
diyebilmek için, ancak bu zemân, bunların halâl olmasına delîl aramak lâzım 
olur. Harâm olduğu bildirilmiyen birşeye, halâl denir. Buna harâm diyebilmek 
için, delîl aramak, isbât etmek lâzımdır. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ 
aleyh”, (Zebâ’ih) kısmında, En’âm sûresinin yüzkırkbeşinci âyetini ve 
(Allahü teâlânın, halâl ve harâm diye açıklamadığı şey, Allahü teâlânın afv 
etdiği şeylerdendir) hadîs-i şerîfini yazarak, harâm olduğu bildirilmiyen ve 
harâm edilmiş olanlara benzemiyen her şeyin mubâh olduğunu göstermekdedir. O 
hâlde, tütün için birşey bildirilmedi diyenlerin, tütüne harâm, mekrûh 
dememeleri, mubâh demeleri lâzımdır. Tütün hakkında hadîs-i şerîf denilen 
sözlerin iftirâ ve yalan oldukları açıkdır. Çünki, asr-ı se’âdetde Arabistânda 
tütün yokdu. İslâm memleketlerine 1015 senesinde geldiğini yukarıda bildirmişdik. 
Din bilgisi 
olan bir kimse, tütüne tahrîmen mekrûh diyemez. Çünki, İbni Âbidîn, beşinci 
cildde (İmâm-ı Muhammed buyurdu ki, tahrîmen mekrûh demek, harâm demekdir. İki 
imâm ise, harâma yakındır dedi. Ya’nî, vâcibi terk eden gibi, Cehennemde azâb 
görür ise de, inanmıyan kâfir olmaz dedi. Şübheli şeyler de böyledir. Şübheli 
şey demek, müctehidin, muhkem olmıyan, açık olmıyan, te’vîl edilen âyet-i 
kerîmelerden veyâ hadîs-i şerîflerden, yâhud muhkem ise de, bir kişinin 
bildirmiş olduğu hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükm demekdir. Tehlükeli demek, 
islâmiyyetin yasak etdiği şey demekdir) diyor. Görülüyor ki, tütün içmeğe 
tehlükelidir de denilemez. 
Kötü 
alışkanlık, harâm işlemeğe alışmak demekdir. Harâm olmıyan şeyi kullanmağa kötü 
alışkanlık demek, din adamına yakışmaz. Câhil olan, cesûr olur. İslâmiyyetin izn 
vermediği sözleri, sıkılmadan söyler. Kendi tabî’atine, görüşüne uymadığı için, 
din büyüklerinin sözlerine saçma demekden, Allahü teâlâya sığınırız. 
Buğazına düşkün 
olanlar, yiyeceğe benzetilemez diyerek de tütünü kötülüyorlar. Tütün bitkisini 
yakıp, dumanını çekmek, ihtiyâc değildir, câiz olmaz diyorlar. Günnük, ud ağacı, 
tütsü otunu yakıp koklamağa, acabâ ne diyecekler? Bunlar, yinmez, içilmez, câiz 
olmaz mı diyecekler? Ölülerde ve dirilerde kullanılması sünnet olan şeyi de, 
yakılıp dumanı savruluyor diye, kötüliyecekler mi? Hâlbuki bunlar ve pis kokulu 
olan birçok otlar, A’râf sûresindeki, (Yerden çıkardığı zînet) kelimesine 
dâhil olunmuşdur. Fukahâ-i kirâm “aleyhimürrahme” menâzır-i hasene ve cevârî-yi 
cemîle ile tena’um etmeği bile, (Allahü teâlânın kulları için, yerden 
çıkardığı zînetleri harâm edecek kimdir?) meâlindeki âyet-i kerîmeye dâhil 
etmişdir. Bunun için, câizdir buyurmuşlardır [(Mültekâ), (Mecma’ul-enhür)]. 
Pis kokulu olan sezâb, ya’nî sedef otunun, soğan kokusunu örtmesi için yinilmesi,
(Şir’at-ül-islâm)da emr olunmakdadır. Tütün içmeği, günnük, tütsü otu 
yakmakdan ve sedef otundan ayırmak, te’assubdan başka ne olabilir? En’âm 
sûresinin, ellidokuzuncu âyet-i kerîmesindeki (Kitâb), Levh-i mahfûz veyâ 
ilm-i ilâhî olduğu, bütün tefsîrlerde yazılıdır. Kur’ân-ı kerîmde de, o 
kitâbdaki bütün harâmlar bildirilmişdir. Herkes, ilm ve ihlâsı kadar görebilir. 
Sünnet, icmâ’ ve kıyâs, Kur’ân-ı kerîmde bulunmıyan şeyleri eklemek değildir. 
Bunlar, Kur’ân-ı kerîmin içinde kapalı olarak bulunan bilgileri meydâna 
çıkarmakdadır. 
İbni Âbidîn 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Zebâ’ih) kısmı sonunda buyuruyor ki, (Habîs 
demek, Eshâb-ı kirâmın beğenmediği şey demekdir. Çünki Kur’ân-ı kerîm, bunu 
onlara bildiriyor. Onlardan sonra meydâna çıkan şeyler, onların iyi veyâ habîs 
dediklerinden hangisine benziyorsa, o da öyle olur). Tütün habîs değildir. Fıkh 
kitâbları, uyuşdurucu otlara bile habîs demiyor. (Redd-ül-muhtâr) beşinci 
cild, ikiyüzdoksanbeşinci sahîfede, (Çok yiyince serhoş eden katı maddelerin, 
otların aslı tâhirdir, temizdir, mubâhdır) diyor. 
Bir kimseye 
zarar veren mubâh şey, ona harâm olur. Zarar vermediği kimselere harâm olmaz. 
Tütünün zarar vermediği kimseler çokdur. Aşırı içen ba’zı kimselere zarar 
verirse, bunların çok içmesi harâm olur. Fekat, bunların az içmelerine ve zarar 
görmiyenlere de harâm olur denilemez. Çoğu zarar veren şeyin azı da harâm olur 
demek pek yanlışdır. Herşeyin çoğu zarar verir. Ekmeğin, suyun da çoğu, zarar 
verir. Bunun içindir ki, doydukdan sonra yimek harâmdır. Fekat, çoğu zarar 
veriyor diye, az yimek, içmek, harâm olur mu? Hattâ, ibâdet yapacak kadar yiyip 
içmek farzdır. Yukarıda yazılı yanlış söz, âlimlerin, (Çoğu serhoş eden şeyin 
azı harâm olur) sözünden, bir câhilin anladığı şey olabilir. Serhoş eden şeyler 
zararlıdır. Fekat, her zarar veren şey serhoş edici değildir. Bu inceliği 
anlamak lâzımdır. 
Kendi sevmediği 
için, kendi düşünüşü ile tütünü harâmların arasına karışdırmak, çok tehlükelidir. 
Kur’ân-ı kerîmi, kendi re’yi ile tefsîr etmek olur. 
(Hadîka) 
kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yimesi harâm olanları anlatırken 
buyuruyor ki, (Yimesi, içmesi zararlı olanlar üçe ayrılır: Birincilerinin 
zararını herkes bilir. Bunlar öldürücüdür. Her zehr ve cam tozu, demir ve cıva 
bileşikleri, kirec ve benzerleri böyledir. Bunları yimek, içmek harâmdır. 
İkincilerinin zararlı olduğu bilinir ise de, öldürücü değildirler. Toprak, 
çamur, kil ve benzerleri böyledir. Bunları çok yimek, içmek mekrûh olup, 
zararsız mikdârları mubâhdır. Üçüncülerine zararlı denilmez. Organlarında 
za’fiyyet olanlara zarar verirler. Sağlam olanlara zarar vermezler. Ba’zı 
kimselere balık eti, süt [yumurta, pasdırma, turşu, konserve eti], bal, zeytin 
yağı, biber zarar verir. Bunlar, yalnız zarar verenlere harâm, mekrûh olur. 
Zarar vermiyenlere ise mubâhdırlar). Tütüne zararlıdır diyenler de, üçüncü 
kısmdan olduğunu söyliyebilmekdedirler. Her içeni öldürücü bir zehr olduğunu 
bildiren bir ilm adamı yokdur. Çünki, böyle olmadığını herkes bilmekdedir. 
Tütünde bulunan (Nikotin) maddesi zehrli olduğu için, günde bir iki 
sigara içmek de, zehrlenmek olur diyen de işitilmemişdir. Çünki bu söz, havada, 
boğucu olan karbon di-oksid gazı bulunduğu için, nefes almak zehrlenmek olur 
demeğe benzer. Nikotinden katkat dahâ zehrli olan siyanür asidi, acı bâdemdeki 
amigdalin glikozidinde vardır. Bu zehr bulunduğu için, acı bâdem zehrlidir diyen 
ve acı bâdem yimek harâmdır, mekrûhdur diyen yokdur. İstanbul diş hekimliği 
fakültesi öğretim üyelerinin 1972 senesi toplantısındaki konuşmada, (Günde 
birkaç sigara içmekle ağızda meydâna gelen nikotinin diş etlerini koruduğu, 
fazlasının ise zararlı olduğu) bildirilmişdir. Herşeyi fazla yimek, içmek 
zararlı olur. Aşırı mikdârda tütün içenlerin de zarar görecekleri şübhesizdir. 
Bunu işitenlerin, sigara zararlıdır, kansere sebeb oluyor diyerek, günde bir, 
iki sigaranın da zararlı olacağını sanmaları, bu yüzden harâm olur, mekrûh olur 
demeleri ilme ve akla uygun değildir. 
Hanefî 
âlimlerinden seyyid Ahmed Tahtâvî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Dürr-ül-muhtâr) 
hâşiyesinde diyor ki, (Necmüddîn Gazzî şâfi’î, tütün serhoş etmese de, gevşeklik 
verdiği için, harâm olur. Bir iki kerre içmek, büyük günâh olmaz dedi. Harâm 
demesi, küçük günâhdır demekdir. Şâfi’î âlimlerinin çoğu, tenzîhen mekrûh dedi. 
Hanefî mezhebinde, soğan, sarmısak gibi, tenzîhen mekrûhdur.) 
Tekrâr edelim 
ki, ictihâd, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirmediği 
şeyleri bulup bildirmek değildir. İctihâd, âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i 
şerîflerde kapalı bildirilenleri anlayıp meydâna çıkarmakdır. Resûlullah 
“sallallahü aleyhi ve sellem” ileride ümmetinin başına gelecek şeyleri bilmiyor 
mu idi? Yoksa, harâm şeylerin meydâna çıkacağını bilip de, bildirmedi mi? 
Hâlbuki bildirmesi farzdır. Herşeyi bildirmesine lüzûm yokdur. Fekat harâmları 
bildirmesi vazîfesidir. Harâmların adını ayrı ayrı bildirmeğe de lüzûm yokdur. 
Tütünün, hadîs-i şerîflerde ve ictihâdlarda açıkca söylenmemesi, onların 
zemânında bulunmadığı için değildir. O zemânda bulunan birçok şeyin adı da, ayrı 
ayrı bildirilmedi. Müctehidler, kıyâmete kadar meydâna çıkacak herbirşeye halâl 
veyâ harâm diyebilmek için, umûmî üsûller, metodlar, kâ’ideler kurmuşdur. Kur’ân-ı 
kerîmde ve hadîs-i şerîflerde adı bildirilen şeyler, bu üsûlleri kurmağa yarayan 
temel ölçülerdir. Lüzûmu olmıyanlar bildirilmemişdir. İşte, Hanefî mezhebinin 
kavâid ve üsûl-i mezhebiyyesine göre, harâmlık şartlarını taşımıyan herşey mubâh 
olur. İbni Âbidîn, abdestin sünnetlerini ve üçüncü cildde, kâfirlerin islâm 
memleketlerini almasını anlatırken diyor ki, (Pezdevî) üsûlünde denildiği 
gibi, harâm olduğu açıkca bildirilmiyen herşey, sözbirliği ile mubâhdır. Çünki, 
Allahü teâlâ Bekara sûresinde, (Yerlerde olan herşeyi sizin için yaratdım) 
meâlindeki âyet-i kerîmede, hepsinin mubâh olduğunu bildirmekdedir. Harâm 
edilmiyen şeylerin mubâh olduğunu mu’tezilî olanlar söyler demek de, üsûl 
kitâblarına uygun değildir. (Tahrîr) kitâbında bildirildiği gibi, Hanefî 
ve Şâfi’î âlimlerinin çoğunluğuna göre, herşey yaratılışında halâldir. Ekmel-üd-dîn,
(Pezdevî) şerhinde de böyle bildiriyor ve birşeyin harâm olduğunu 
işitmiyen kimselerin, o şeyi yimesi mubâhdır diyor. İmâm-ı Muhammed, (Leş ve 
şerâb, yasak edildikden sonra harâm oldu) diyerek, herşeyin aslında mubâh 
olduğunu, yasak edilince harâm olduklarını bildiriyor. 
Tütünü seven 
yok demek, güneş yok demeğe benzer. Milyonlarca insan seve seve içiyor ve 
övüyor, savunuyor. Tütünü beğenmek, ona karşı aşk i’lân etmek değildir. Zevk 
alarak içmek demekdir. Müftî, vâ’ız, imâm, âlim, câhil, fen adamı, devlet adamı, 
tabîb, kimyâger, beğ, paşa, her zümrenin, zevkle içdiği nasıl inkâr olunabilir? 
Milyonlarla sâlih müslimânın ve halîfe-i müslimînin, şeyh-ül-islâmların 
kullandığı şeye, kendi aklı ile ve kendi beğenmediği için, kötü alışkanlık 
demek, bunu harâmlara benzetmeğe kalkışmak, ancak câhillerin yapacağı işdir. 
İkinci Abdülhamîd hân “rahmetullahi aleyh” tütün içerdi. Kendisine Şemdinândan 
ve İskeçe şehrinden tütün gelirdi. İskeçe, Şemdinân ve Samsun tütünleri, 
kıyılmış hâlinde, birkaç karış uzun, sarı ve latîf kokmakdadır. Çubuğa koyup 
içerlerken, etrâfa hoş kokusu yayılmakdadır. Bozuk, karışık tütün içerken iyi 
kokmazsa, hâlis ve hoş kokulusu kötülenemez. Acı biberi sevmiyen kimse, tatlı 
biberi, hattâ acısını da kötüliyemez. Bunlara mekrûh diyemez. Eğer derse, 
sözünün kıymeti olmaz. Herkes, sevmediği şeye harâm, mekrûh derse, dîn-i islâm, 
hıristiyanlığa döner. Onun gibi karmakarışık olur. 
İsrâf, harâm 
olan kötü birşeydir. Ceffel kalem, tütün mutlak olarak isrâfdır demek, ne büyük 
cesâretdir. Din âlimlerinin sözlerine temâmen yersiz ve değersiz demek ise, 
aczin, cehâletin ifâdesi olur. Bunları önce anlamak, sonra birer birer 
vesîkalarla çürütmek gerekir. Evet, isrâfın islâmiyyetdeki îzâhını, kısmlarını 
anlamayıp, lügat ma’nâsı ile tasarlıyan bir kimse, isrâfın en fenâsı, tütün 
içmekdir deyip geçer. Çoluk çocuğun nafakasını kesmek suçdur. Bu durumda olanın 
suçu, niçin yalnız tütüne yükletiliyor da, en büyük sebeb olan tenbellik ve 
parayı çeşidli harâmlara, ihtiyâc olmıyan yerlere harc etmek kötülenmiyor? 
Zenginin günde bir iki dâne içdiği sigara veyâ fakîrin kendine ikrâm olunan bir 
sigarayı içmesine harâm diyebilmek için, fakîrin hergün nafakadan kesip tütün 
alması, sebeb olarak, neden ileri sürülüyor? Bu sözler, tütün düşmanlığını, koyu 
bir te’assubu göstermekdedir. 
Tütünü bırakmak 
nefs ile mücâdele sevâbı kazandırmaz. Bedene ihtiyâcını vermemek, zulm olur. 
Günâh olur. Nefs, ihtiyâca kavuşmakla doymaz. İhtiyâcdan fazlasını ve harâmları 
ister. O hâlde, nefsle mücâdele, harâmlardan ve mubâhların fazlasından 
sakınmakdır. Günde bir kerre tütün içmemek, nefsle mücâdele değildir. Tütünü, 
sıhhate ve keseye zararlı olacak mikdârda fazla içmemek mücâdeledir. Yalnız 
tütün ile değil, bütün mubâhlarla da nefs mücâdelesi böyle olmak gerekir. 
Tütünü, afyona 
benzetmek de, onun herkese harâm olacağını göstermez. Tersine olarak, zarar 
yapmıyacak kadar az içenlere mekrûh bile olmadığını, gösterir. Çünki, derin 
âlimler, ya’nî müctehidler, afyon gibi uyuşdurucu maddeleri, harâm olan 
içkilerden ayırmakdadır. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cild, yüzaltmışaltıncı 
sahîfede, (Benc, ya’nî Ban otu denilen uyuşdurucu otu yimek mubâhdır. Çünki 
otdur. Bununla serhoş olmak harâmdır) diyor. (Hâd-id-dâllîn) kitâbına 
bakınız! Ban otuna tabâbetde jusquiame ve Hyoscyaunus denilmekdedir. İnsana 
zararlı ve fâideli te’sîrleri Dr. A.Heraudun fransızca (Plantes medicinales 
1927) kitâbında uzun yazılıdır. İbni Âbidîn bunu açıklarken buyuruyor ki, 
(İmâm-ı a’zam ile, İmâm-ı Ebû Yûsüf mubâh dedi. İmâm-ı Muhammede göre, çoğu 
serhoş edenin azı da harâm olur. Fetvâ da böyledir denildi. Fekat çoğu serhoş 
edenin azı da harâm olur sözü, sıvı olan içkiler içindir. Ba’zı kitâblar, böyle 
olduğunu açıkca bildirmekdedir. Böyle olmasaydı, safran, anber gibi, fazlası 
serhoş eden birçok katı maddelerin az mikdârını yimek de harâm olurdu. Bunlara 
harâm diyen hiçbir âlim görmedim. Hattâ şâfi’î âlimlerinden, çok içilince serhoş 
eden sıvıların, azını içene de had vurulur diyenler, yalnız sıvılar için 
söylemişlerdir. İmâm-ı Muhammede göre, Ban otu ve safran gibi maddelerin az 
mikdârını yimek harâm olsaydı, bunlar necs, pis olurdu. Çünki, imâm-ı Muhammede 
göre, çoğu serhoş edenin, azı da harâmdır ve necsdir. Hâlbuki, Ban otu ve 
benzerlerinin necs olduğunu hiçbir âlim bildirmedi. Ban otunun ilâc olarak 
kullanılması câizdir. Aklı giderip keyf verici olarak kullanılması câiz 
değildir. İmâm-ı Muhammedin sözü mâyı’, ya’nî sıvı hâldeki içkiler içindir. Ban 
otu ve benzerleri, katı oldukları için, ancak serhoş olmak için kullanılmaları 
harâm olur. Bu da, çok mikdârda kullanılmaları harâm olur demekdir. Az mikdârda 
kullanılmaları harâm olmaz. Meselâ, Anberi ve benzerlerini koku için ve Skamonya 
denilen zehrli mahmûde otunu müshil olarak kullanmak ve diğer katı zehrli 
ilâcları az mikdârda kullanmak harâm olmaz. Bunların az mikdârını kullanmak 
câizdir. Zarar veren çok mikdârlarını kullanmak harâmdır). Çok içilince serhoş 
eden sıvı hâlindeki içkilerin, serhoş etmiyen az mikdârlarını ilâc için 
kullanmak ise, böyle değildir. Sıvı içkilerin az mikdârını zarûret olmadan, ilâc 
olarak kullanmak, sözbirliği ile câiz değildir, harâmdır. Kırkbirinci maddede 
tiryâk kelimesine bakınız! 
Kötü 
alışkanlıkların islâmiyyetde yeri yokdur. Çünki, kötü alışkanlık, harâm işlemeğe 
alışmak demekdir. İçki, kumâr, zinâ alışkanlığı böyledir. Tütün harâm değildir 
ki, kötü alışkanlık olsun. Tütünün harâm, kötü olduğunu isbât için söyledikleri 
bütün sözlere dikkat edilirse, bunlar birer sebeb, vesîka olmayıp, tütünü zâten 
harâm kabûl ederek, peşin verilen hükmler olduğu hemen görülür. Böyle 
başlangıclar ise, mantık ilminde, delîl, sened olmakdan uzakdır. 
Tütün neden 
abes olsun? Abes, lehv ve la’b demekdir. Fâidesiz iş yapmağa, boşyere vakt 
geçirmeğe denir. Çalgı ile, oyun ile vakt geçirmek böyledir. Tütün, vakt öldüren 
bir iş değildir ki, abes denilsin. Tütün içmek, fâideli iş yapmağa mâni’ 
olmuyor. Tütün içerken kitâb okunur. Müsâfir ile sohbet edilir. 
Büyüklerin 
yanında, câmi’lerde, va’zlarda, muhterem yerlerde içilmemesi de, harâm veyâ 
mekrûh olacağını göstermez. Büyüklerin yanında yatılmaz. Bunlara ve Kâ’beye 
karşı ayak uzatılmaz. Va’zda, dersde meyve, ekmek bile yinmez. Böyle, birçok 
yerlerde ve sıkıntı duyanların yanında yapılmıyan çok şey vardır ki, başka 
yerlerde ve yalnız iken hiçbiri harâm veyâ mekrûh değildir. Câmi’de alış veriş 
etmek, yüksek sesle konuşmak, kan aldırmak mekrûhdur. [Birinci kısmda, 
yetmişbirinci maddeye bakınız!]. Fekat bunlar, câmi’ dışında mekrûh değildir. 
Hattâ dışarda alış veriş ibâdetdir. Kan aldırmak, mekrûh değil, sünnetdir. 
Tütüne abes denilemez. Nitekim, çatal, kaşık kullanmak, koku, esans sürünmek de 
abes değildir. 
İhtiyâc deyince 
yalnız mi’deye giren şeyleri anlamak, pek basît bir görüşdür. Bedenin, rûhun 
çeşidli ihtiyâcları olduğu, din kitâblarında da, aktüel anlayışda da yer 
almakdadır. Bütün duyu organlarımızın başka başka ihtiyâcları olduğu gibi, sinir 
sisteminin, hattâ her organın ayrı ihtiyâcları vardır. Bu ihtiyâcların, ekmek, 
su gibi mühim olduğu, bedîhiyyât hâlini almışdır. Fıkh kitâblarında, akla 
gelmiyen, çeşidli ihtiyâclar görüyoruz. Meselâ, (Dürr-ül-muhtâr)da, 
(Burnu ve teri silmek için mendil satın almak, ihtiyâc için olursa câizdir. Kibr, 
gösteriş için olursa, tahrîmen mekrûhdur) diyor. Görülüyor ki, birşeyi kullanmak 
bile, niyyete göre ihtiyâc olmakdadır. Doydukdan sonra yimek harâmdır. Fekat, 
oruc tutmak veyâ müsâfiri utandırmamak için olunca, halâl, hattâ sevâb oluyor. 
Müsâfire ikrâm için, harâm, halâl oluyor da, harâm olmıyan tütünü ikrâm etmek 
neden suç olsun? Tütünü kötüliyenler, bu hücûmlarını, keşki, islâmiyyetin harâm 
etdiği şeylere karşı yapsalardı, çok sevâb kazanırlardı. İslâma büyük hizmet 
etmiş olurlardı. Fekat, şeytân herkesi bir tarafdan yakalıyor. Hem islâmiyyete 
saldırtıyor, hem de, ibâdet yapdığını sanarak, kibre, ucba sürüklüyor. Bunları 
anlamadan konuşmak, dîne de, söz sâhibine de kusûr getirir. Din adamının önce 
iyi yetişmesi, bundan sonra konuşması ve yazması lâzımdır. Hissî konuşmak, ya’nî 
kendi görüşlerini, dînin emrleri ve yasakları durumunda göstermeğe kalkışmak ve 
yapılan işlerin, halâl mi, harâm mı olacağını ayırırken te’assuba kapılıp, 
nüsûsa dayanmamak, insanı hüsrâna götürür. Hele, tütüne harâm demek için, bunun 
fizyolojik, terapötik ve toksik te’sîrlerini, (Elbette şöyledir, elbette 
böyledir) diye kesin açıklamak, pek gülünc olmakdadır. Tütünün te’sîrlerini 
bildirmek için, almancadan terceme etdiğim ve Amerikan doktorlarının neşr etdiği 
mütehassıs raporları, üçüncü kısm, ellidördüncü madde sonuna doğru bildirildi. 
İyi okunursa, bu konudaki söz sâhiblerinin, tütüne kötü demediği, birkaç günde 
bir içilen bir iki sigaranın, alkol gibi zararlı olmadığı anlaşılır. 
Tütüne harâm 
diyen birkaç âlim ve mekrûh diyenler oldu. Dikkat edilirse, bütün bu kitâblarda, 
tütüne ba’zı şartlar (Nafakadan kesilmesi, dumanı ile başkasını râhatsız etmesi, 
çok içerek bedene zarar vermesi... gibi şeyler) bağlanmakda, bu şartlar için 
kötülenmekdedir. Yoksa, mücerred tütünün içilmesini kötüliyen hiçbir âlim yokdur. 
Hâdimînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Berîka) kitâbından yapdığım, 
yukarıda yazılı terceme bunu açık göstermekdedir. Dinde söz sâhibi olmıyan 
kimselerin, ilmî kıymetden mahrûm konuşmaları ve duhân risâleleri, şübhesiz, 
sözümüzün dışında kalmakdadır. O hâlde, sigara içmenin kötülenmesine sebeb olan 
şartları taşımıyan bir kimsenin az mikdârda tütün içmesine, harâm ve mekrûh 
dememek lâzım gelir. (El-Ukûd-üd-dürriyye)nin ve (Hadîka) ikinci 
cildinin sonunda, tütünün harâm olmadığı vesîkalarla isbât edilmişdir. 
Tahtâvînin (Merâkıl-felâh) hâşiyesi, orucu bozanlarda da uzun yazılıdır. 
Şâm 
âlimlerinden Mustafâ Rüşdünün [1318] senesinde İskenderiyyede basılan (Tuhfet-ül-ihvân 
mâ kîle fiddühân) kitâbında, insanın sıhhatini bozan, zarar veren şeyleri ve 
isrâfı uzun anlatıyor. Tütünün böyle olmadığını bildiriyor. Tütüne harâm demek, 
vera’ ve takvâ da olmaz. Vera’ sâhibleri, Allahü teâlânın harâm etmediği şeye, 
harâm diyemez diyor. Hanefî âlimlerinden allâme Abdüllah bin Muhammed Nihrîrî ve 
Şâfi’î âlimlerinden Alî bin Yahyâ Nevreddîn Ziyâdî ve Abdürraûf-i Münâvî ve şeyh 
Alî Şevberî ve şeyh İsmâ’îl-i Sencîdî ve Mâlikî âlimlerinden allâme Küllî ve 
Hanbelî âlimlerinden şeyh Mer’î “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, tütünün 
harâm olmadığına fetvâ vermişlerdir diyor. Zararı ve lüzûmu olmıyan şey için 
mubâh, zihn durgunluğunu giderip, hâfızasını kuvvetlendirene mendûb, terk edince 
zarar verene vâcib, kullanınca zarar verene harâm, içmek istemiyene, tütün 
içmesi mekrûh olur, diyor. Şerâb böyle değildir. Şerâba alışan, tevbe etse, 
şerâbı terk etdiği için hasta olup, ölse, sevâb olur. 
Tütünü, alkollü 
içkilerden dahâ kötü bilenlere ve sigara içenleri sevmiyenlere doğru yolu 
göstermek için, uzun yazmak zorunda kaldım. Kendi hislerine aldanmamalı, 
âlimlerin çoğunun, meselâ şeyh-ul-islâm Ebülbekâ, Ahmed bin Alî Harîrî, İsmâ’îl 
Mer’aşî, kâdî Abdürrahîm, Ganîm bin Muhammed Bağdâdî, şeyh-ul-islâm Behâî, 
Muhammed Tarsûsî, Muhammed Kehvâkî, Mısr âlimlerinden Yûsüf Decvî ve Muhammed 
bin Abdülbâkî Zerkânî, allâme Abdülganî Nablûsî, Abdürrahmân bin Muhammed İmâdî 
[978-1051], allâme Alî Echürî, Mahmûd-i Saminî, Osmân Bedreddîn, seyyid 
Abdülhakîm efendi ve büyük âlim, veliyy-i kâmil mevlânâ Hâlid-i Bağdâdînin 
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” buyurdukları gibi, zarar ve alışkanlık 
yapmıyacak kadar az içilen tütüne harâm ve mekrûh demekden sakınmalı, kesesine 
ve sıhhatine zarar vermiyecek kadar az içenleri fâsık, günâhkâr bilmemelidir. 
Türkiye gazetesinin (İnsan ve Kâinât) dergisi, 1986 Mayıs nüshasında 
diyor ki, (78 Amerikan hastahânesinde, beşbin hastada yapılan tecribelerde 
anlaşıldı ki, fazla sigara içenlerde kalb hastalığı tehlükesi üç misli artmakda, 
sigarayı bırakdıkdan bir sene sonra, tehlüke yarıya inmekde, iki sene sonra hiç 
içmiyen gibi olmakdadır.) 
  
Teshîr 
edici gözler, neş’e verici sözler, 
hepsi 
hayâl oldular, ayrılık yamân oldu. 
Derin 
derin bakışlar, içli bir hayât gizler. 
dertliyim, görmiyeli, bir hayli zemân oldu. 
  
Tâli’ 
yüzüme gülüp, bana sevdirdi seni, 
hasret 
de, elem gibi, yakdı bitirdi beni. 
Ben 
geleceğim artık, bekleyemem gelmeni, 
kalbimi 
zulmet basdı, gözlerimde kan doldu. 
  
Mecnûn 
olmuş gezerim, aşkınla bunca yıldır, 
yâ bu 
aşkla öleyim, yâhud yanına aldır. 
Ayrılık 
perdelerin, bir bir gözümden kaldır, 
en 
kıymetli günlerim, ne çâre hicrân oldu. 
  
Seni 
kalbime koydum, yâd ellere bakmadım, 
en 
mu’allâ dost gibi, dilimden bırakmadım. 
Ben bir 
ma’sûm bir kulum, başka yola sapmadım, 
derim ki, 
candan yakın, bana bu cânan oldu. 
  
Hayâller 
perde perde, gelir geçer gözümden, 
hasretlik 
çizgileri, okunuyor yüzümden. 
Sizi 
sevdim diyorum, aslâ dönmem sözümden, 
ben 
râzıyım aşkımdan, bana bu, dermân oldu. 
  
Mâziyi 
eşme sakın, yüreğim kan ağlıyor, 
o eski 
hâtıralar, hep bir bir canlanıyor. 
Birçok 
tanımıyanlar, beni mecnûn sanıyor, 
ve 
diyorlar bu serây, vaktsiz vîrân oldu. 
  
Ayrı 
kalalı beri, dünyâ bana zındandır, 
kalbimde 
neş’e sürûr, eğer varsa, ondandır. 
Benim en 
azîz dostum, senelerce filândır, 
istemiyerek ism, bir kalıp (filân) oldu. 
  
Sevmenin 
sonu varmı? ben, yok zan ediyorum, 
ve benim 
gibi âşık, cihânda yok diyorum. 
Öyle 
temiz, öyle saf, bir aşkla seviyorum, 
kalbim, 
sessiz, dalgasız, engin bir ummân oldu. 
                                                |