41 -
YİMESİ
ve KULLANMASI HARÂM OLAN ŞEYLER
(Berîka)da,
mi’de âfetlerinde diyor ki, (Yimesi, içmesi harâm olan şeyler şunlardır:
1 - (Harâm-ı
li-aynihi) denilen, kendileri harâm olan şeylerdir. Leş, hınzır eti, şerâb
böyledir. Çok içince serhoş yapan sıvıların, azını içmek de harâmdır. Mahmasa
hâlinde olan, ya’nî açlıkdan ölmek üzere olan ve ikrâh edilen, ya’nî öldürmekle
korkutulan kimseden başkalarının bunları yimeleri, içmeleri harâmdır.
2 - Kendileri
harâm olmayıp, Dâr-ül-harbdeki kâfirlerden dahî gasb, sirkat, rüşvet yolu ile
alınan veyâ Dâr-ül-islâmda kâfirden dahî fâsid akd, ya’nî şartlarına uymadan
yapılan sözleşme ile satın alınan şey. Bu şey, mülk olur ise de, mülk-i habîsdir.
Kullanması harâmdır. Geri vermek, alınmış olan bulunmazsa, fakîrlere sadaka
olarak vermek lâzımdır.
3 - Doydukdan
sonra yimek harâmdır.
4 - Toprak,
çamur gibi zararlı şey yimek.
5 - Zehrli
şeyler. Bakır çalığı, zehr karışdırılmış yemek. Zehrli ot, kokmuş et. Kurdlanmış
et, meyve, peynir de böyledir.
6 - Alışkanlık
yapan uyuşdurucu maddeler. Esrâr otu, afyon, morfin, benzin böyledir. Bunların
ilâc olarak, tabîbin izn verdiği kadar kullanılması câizdir.
7 - Necâset.
İdrâr, damardan çıkıp akan kan, pislik böyledir.
8 - Temiz,
fekat iğrenç olan şeylerdir. Sümük, kurbağa, sinek, yengeç, midye gibi
şeylerdir.)
(Redd-ül-muhtâr)
beşinci cild, ikiyüzonbeşinci sahîfede buyuruyor ki, açlığı giderecek kadar
yimek ve avret yerini örtecek ve soğukdan, sıcakdan korunacak kadar giyinmek
farzdır. Bunlara, (Nafaka) denir. Nafaka parasını kazanmak için çalışmak
da farzdır. Halâlden bulmazsa, ölüm korkusu olunca, harâmdan da almak câiz olur.
Ölmiyecek kadar şerâb, yoksa bevl içebilir. Ölmiyecek kadar leş, başkasının
malını yiyebilir. [Üçüncü kısmda, altıncı maddeye bakınız!]. (Bezzâziyye)
ve (Hulâsa)da diyor ki, (Birisi, aç olup yimek için leş dahî bulamayana,
kolumdan kes de, yiyerek ölümden kurtul dese, kesmesi câiz olmaz. Zarûret
hâlinde de, insan eti halâl olmaz). [Bu sözden, ölüm tehlükesi olana insan kanı
verilemiyeceği ve insan organı takılamıyacağı anlaşılmamalıdır. Bu söz, insan
etini yimeği yasaklamakdadır. Libya hükûmeti Evkaf idâresinin çıkardığı (El-Hedyül-islâmî)
adındaki Mecellenin 1393 Hicrî ve 1973 Mîlâdî senesi ikinci sayısında, Libya
Müftîsi şeyh Tâhir-üz-Zâvî, fetvâsında diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, Allahü
teâlânın her hastalık için ilâc yaratdığı bildirildi. Başka bir hadîs-i şerîfde,
(Ey Allahın kulları! Hasta olunca, tedâvî etdiriniz! Çünki Allahü teâlâ,
hastalık gönderince, ilâcını da gönderir) buyuruldu. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem”, hastaların karantinaya alınmaları, perhiz
yapmaları ve temizlenmeleri gibi birçok tedâvî yolları göstermişdir. Tıb ilmini
öğrenmek ve tedâvî yapmak, farz-ı kifâyedir. Tıb ilmi, din bilgisinden önce
gelmekdedir. Yeni ölen birinin kalbini ve başka organlarını diri insana takmak
câizdir. Bu iş ölüye hakâret olmaz. Müslimânın kendini koruması lâzım olduğu
gibi, din kardeşlerini koruması da lâzımdır. Düşman saldırınca ona karşı koymak,
ya’nî cihâd etmek bunun için farzdır. Dirinin veyâ ölünün, diri için bir uzvunu
vermesi, dirinin canını vermesinden, dahâ kolaydır. Zarûret olunca, bir çok
yasaklar mubâh olmakdadır. Ölünün de bir yerini kesmek harâmdır. İnsana ölünce
de kıymet vermek, saygı göstermek vâcibdir. Fekat, zarûret olunca, bu harâmlık
kalkar. Müslimân mütehassıs tabîbler bir hastanın ölümden kurtulması için, kan,
diriden veyâ ölüden organ naklinden başka çâre olmadığını bildirdikleri zemân,
bunu yapmak câiz olur. Din ayrılığı gözetilmez). (Eşbâh)ın sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, yüzyirmiüç (123). cü sahîfesinde diyor ki, (Çocuğun
yaşıyacağı ümmîd edildiği zemân, çocuğu anasının karnından çıkarmak için, ölmüş
olan anasının karnını yarmak câiz olur. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, bu sebeb ile,
bir kadının karnının yarılmasını emr etmiş, kurtarılan çocuk, çok yaşamışdır).
(Ben öldükden sonra, kanımın ve organlarımın, hastalara, yaralılara verilmesini
istiyorum) demek câiz değildir. Çünki bu söz, organlarını vakf etmek veyâ sadaka
olarak vermek, yâhud vasıyyet etmek olur. Bunların üçünün de sahîh olabilmeleri
için, mütekavvim mal ile yapılmaları lâzımdır. Hür insan ve hiçbir parçası mal
değildir. Harbde esîr alınan kölenin ve câriyenin, yalnız canlı olan bütün
bedenine mal denilmiş ise de, organları ve ölüleri mal değildir. (Ben öldükden
sonra, kanımın, uzvlarımın bir müslimâna verilmesine zarûret olursa, verilmesi
için, izn veriyorum) demek câiz olur.
Yimeyip,
içmeyip, açlıkdan, susuzlukdan ölen, günâha girer. Hâlbuki, ilâc almayıp ölen,
günâha girmez. Nemâzı ayakda kılacak ve oruc tutacak kadar gıdâ almak farzdır.
Doyuncaya kadar yiyip içmek mubâhdır. Doydukdan sonra yimek, içmek harâmdır.
Yalnız sahûrda ve müsâfiri utandırmamak için harâm olmaz. Çeşidli meyve, tatlı
yimek, içmek câiz ise de, vaz geçmek iyidir. Sofrada, lüzûmundan fazla, çeşidli
yemekler bulundurmak isrâfdır. İbâdete kuvvetlenmek için ve müsâfir için
bulundurmak, isrâf olmaz. Lüzûmundan fazla ekmek bulundurmak da böyledir.
Domuz eti
yimemelidir, şiddetli harâmdır. Ehlî eşek eti ve sütü tahrîmen mekrûhdur. Yalnız
Mâlikî mezhebinde halâldir. Kasden, ya’nî hâtırında olduğu hâlde, bilerek
besmele çekmeden kesilen hayvanı ve besmelesiz tutulan av hayvanını, kitâbsız
kâfirlerin, mürtedlerin kesdiği, avladığı hayvanı yimek harâmdır. Böyle tutulan
balığı yimek harâm değildir. Kesmeyip de, bir yerine bıçak saplıyarak, ensesine
ve alnına vurarak veyâ boğarak veyâ ilâclıyarak, elektrikliyerek öldürülen kara
hayvanları, leş olur. Bunları yimek harâm olur. Besmele ile gönderilen av
köpeğinin ve doğan kuşunun yakalayıp, ısırarak yaralayıp öldürdüğü av hayvanı
yinir. Diri getirdikleri av hayvanını kesmek lâzımdır. Köpeğin, yaralamayıp
boğduğu ve yaralayıp etinden yidiği av, yinmez.
Avını köpek
dişi ile veyâ pençesi ile yakalayan hayvanın etini yimek harâmdır. Karada, suda
yaşıyan haşerâtı yimek, halâl değildir. Meselâ, kertenkele, kaplumbağa, yılan,
kurbağa, arı, pire, bit, sinek, akrep, midye, yengeç ve fare, köstebek, kirpi,
sincap yimek halâl değildir. Avlanılan, yakalanan her balığı yimek halâl olduğu,
Mâide sûresinde bildirilmekdedir. Su içinde kendiliğinden ölüp, karnı üst
tarafda duran balık yinmez. Ağ ile, saçma ile, ilâc ile, sarsıntı ile ölen her
balık yinir. Kitâblı kâfirlerin, kendi kitâblarına göre ve kendi dilleri ile
Allahü teâlânın ismini söyliyerek kesdiklerini ve kadının, çocuğun ve cünüb
olanın kesdiğini yimek câizdir. Besmele çekmesi unutularak kesileni ve avlananı
yimek câizdir. Şâfi’î mezhebinde Besmelesiz kesileni yimek de câizdir. Mâlikî
mezhebinde, Besmelesi unutulan da yinmez. Tiryâk denilen ilâcda, yılan eti,
ispirto varsa, içmesi harâm, satması câizdir. Bunların bulunduğu bilinmiyorsa,
içmek de câiz olur. İkinci kısm, kırkıncı maddeye bakınız! [Tiryâk, afyon
demekdir. Afyona alışmış olanlara tiryâkî denir. Eski Yunan hakîmlerinin,
zehrlenmelere karşı yapdıkları bir ilâca da denir. İçinde afyon, yılan eti ve
ispirto vardır]. Müslimân kasabdan alınan bir etin, nasıl kesildiği
bilinmiyorsa, halâl olmak ihtimâli varsa, [ya’nî, kesenler müslimân ve mürted
karışık ise], yimek câiz olur. Harâm olduğu, görerek veyâ âdil bir müslimânın
haber vermesi ile anlaşılarak bilinirse, yimemelidir. Fekat, sorup araşdırmak
lâzım değildir. Dâr-ül-islâmda, müslimândan satın alınan şübheli eti yimeli,
vesvese etmemelidir.
Yabânî eşek eti
ve sütü halâldir. Tezek ve başka necs şeyleri yiyen hayvânın eti kokarsa, yanına
yaklaşınca pis koku gelirse, eti, sütü ve teri necs olup, yimesi mekrûhdur.
Temiz şey ile beslenip, pis kokusu kalmazsa câiz olur. Bunun için, tavuk üç gün,
koyun dört, deve ve sığır on gün habs olunur denildi. At eti ve sütü temizdir,
halâldir. Nesli azalmamak için, mekrûh denildi. Tavşan eti halâldir.
(Bedâyı’)
kitâbında diyor ki, (Abdüllah ibni Abbâs buyurdu ki, Resûlullahın yanında
oturuyorduk. Bir köylü, tavşan kebâbı hediyye getirdi. Bize, (Yiyiniz!)
buyurdu. Muhammed bin Safvân “radıyallahü teâlâ anhümâ” dedi ki, iki tavşan
yakaladım, kesdim. Resûlullaha sordum. İkisini de yimemi emr buyurdu).
(Kitâb-ül-irşâd)
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Tavşan kanı, kelef denilen yüzdeki
çillere ve Behak denilen esmer lekelere ve Beras, ya’nî abraş denilen beyâz
lekelere iyi gelmekdedir. Kanı bu lekelere sürülür. Tavşan beyni yimek,
hastalıklardan sonra hâsıl olan titremeğe iyi gelir. Çocukların diş etlerine
sürülünce, diş gelmesine yardım eder. Tavşan yavrusunu kesip mi’desinden çıkan (Enfiha)
denilen sıvı, sirke ile karışdırılıp üç gün öğleden sonra kadın içince, hâmile
kalmasını önler ve sar’a illetine ve zehrlenmelere karşı iyi gelir). Eti yinen
hayvânların idrârını içmek mekrûhdur. İnsan veyâ hayvân necâseti ile sulanmış
sebzeleri yıkayıp yimek câizdir. Lağım suyu ile sulanmış sebzeleri yimek câiz
değildir.
Kadın ve
erkeğin altın ve gümüş kap ile yimesi, içmesi, her dürlü kullanması tahrîmen
mekrûhdur. Altın ve gümüş kaşık, sâat, kalem, abdest ibriği, bıçak, sandalya ve
benzeri şeyleri kullanmaları da böyledir. Bunları kendi bedeni için kullanmayıp,
başka yerde kullanmaları câiz olur. Meselâ yağı, balı gümüş bıçakla ekmeğe
sürmek ve bu ekmeği eli ile yimek câizdir. Altın kapdaki ilâcı başına dökmek
harâmdır. Fekat, buradan eline döküp, elindekini başına sürmek câizdir. Fekat,
suyu ve ilâcı kullanmak için, önceden bu kablara koymak câiz değildir.
Gümüş tasdan
çorbayı tahta kaşıkla alıp yimek câiz olmaz. Çünki tas, zâten kaşıkla
kullanılır. Gümüş tüpdeki merhemi ele sıkıp, el ile başa sürmek de böyledir.
İbrikdeki suyu ele döküp, yüzü yıkamak da böyledir. Mevlidde, gümüş kapdan avuca
gül suyu serpip, avucu yüze, elbiseye sürmek de, böyle câiz değildir.
Altın ile
gümüşü süs olarak takmak yalnız kadınlara halâldir. Fekat, bunları [meselâ,
parmağındaki yüzüğünü] mahrem olmıyan erkeklere göstermeleri harâmdır. Altın ve
gümüşü süs olarak takmak erkeklere harâm olup, yalnız gümüş kemer, yüzük ve
sâatin, çakının zinciri gümüşden olmak câizdir. Altından olursa harâmdırlar.
Taş, tunç, pirinç, plâtin, bakır ve diğer ma’denlerden zînet olarak yüzük
takmaları kadınlara da harâmdır. Ma’denin rengi ve kaplaması değil, içi, cinsi
mûteberdir. Bunun için, meselâ altın yaldızlı gümüş yüzük takmak erkeklere de
câiz olur. Gümüş kaplı altın, bakır yüzük, altın, bakır sayılırsa da, altın,
bakır görülmedikleri, gümüş göründüğü için, takılması câiz olur.
(Redd-ül-muhtâr)
kitâbı, beşinci cildde diyor ki, (Erkeklere yalnız gümüş yüzüğün halâl olduğu ve
altın, demir ve sarı pirincden yüzük takmanın harâm olduğu, hadîs-i şerîf ile
bildirilmişdir. Bunu Molla Hüsrev de yazmakdadır. Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem”, vefât edinciye kadar, yalnız gümüş yüzük kullandı). Böyle olduğu,
(Mevâhib-i ledünniyye)de de yazılıdır. Tirmizînin (Şemâil-i şerîfe)sinde,
Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
yüzüğünü sağ eline takardı). Sol eline de takdığı görülmüşdür. Sağ ele de, sol
ele de takmak câizdir. Küçük parmağa veyâ yanındaki parmağa takılır. Üzerinde
yazı bulunan yüzüğü, halâya girerken, sol elden sağ ele geçirmek müstehabdır.
Hâkim, vâlî ve müftîden başka erkeklerin yüzük takmamaları dahâ iyidir.
Bayramlarda herkesin takması müstehabdır. Gösteriş için, öğünmek için takmak
harâmdır.
(Mevâhib-i
ledünniyye)
tercemesi, üçyüzyetmişikinci sahîfede diyor ki, (Erkeklerin altın yüzük
takmaları, dört mezhebde de câiz değildir). (Cevhere)de ve (İbni
Âbidîn)de, (Dürr-ül-müntekâ) ve (Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor
ki, (Altından ve gümüşden başka ma’denlerden yüzük takmak, kadınlara da
mekrûhdur.)
(Bostân)da,
yüzüncü babda buyuruyor ki, (Nu’mân bin Beşîr, Resûlullahın yanına geldi.
Parmağında altın yüzük vardı. (Cennete girmeden önce, niçin Cennet zînetini
kullanmışsın?) buyurdu. Demir yüzük kullanmağa başladı. Bunu görünce,
(Niçin Cehennem eşyâsı taşıyorsun?) buyurdu. Bunu da çıkardı. Bronz, ya’nî
tunçdan yüzük takdı. Bunu görünce, (Niçin sende put kokusu duyuyorum?)
buyurdu. Nasıl yüzük kullanayım, yâ Resûlallah dedi. (Gümüş yüzük
takabilirsin. Ağırlığı da bir miskâli geçmesin ve sağ eline tak!) buyurdu.
Amr ibni Şu’âyb diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, altın ve
demir yüzükleri çıkartır, gümüş yüzüklere mâni’ olmazdı). Bunlar, (Mevâhib-i
ledünniyye)de de yazılıdır.
Her taşdan ve
ma’denden yüzük taşı yapmak câizdir.
Şimdi, altın
yüzük takanlar arasında, (Eshâb fakîr oldukları için, altın yüzük yasak edildi.
Fakîrlere harâm ise de, zenginlere câizdir) diye fetvâ verenleri işitiyoruz. Bu
sözleri, hiçbir esâsa dayanmamakdadır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
altın yüzüğü yasak ederken, sebebini de bildirdi. Fakîrlere değil, her erkeğe
yasak etdi. Yalnız fakîrlere harâm olsaydı, fakîr kadınlara da harâm olurdu.
Bundan başka, yalnız altını değil, çok ucuz olan başka ma’denlerden yüzük
takmağı da yasak etmişdir. Şunu da bildirelim ki, gümüşden başka yüzüklerin
erkeklere yasak edilmesi, Medînede iken oldu. Eshâb-ı kirâmın fakîr olduklarını
bildiren haberler ise, hicretden önce Mekkede iken idi. Bedr gazâsında bulunan
üçyüzbeş Sahâbîden altmış dört adedi Muhâcir olduğuna göre, Mekkede îmâna
gelenlerin sayısı yüzden azdı. Medîneli Ensârın fakîr olanları ile Muhâcirlerin
fakîrleri, (Mescid-i nebî) yanındaki (Soffa) denilen büyük çardak
altında yaşarlar, ilm öğrenmek ve öğretmekle uğraşırlar, ömrlerinin çoğu
Resûlullah ile birlikde cihâd etmekle geçerdi. Bunlara (Eshâb-ı soffa)
denirdi. Sayıları değişirdi. Çok zemân yetmiş kişi olurdu. Çoğu şehîd oldu.
Bunlardan başka bütün Eshâb zengin idi. İçlerinde çok zengin olanları az
değildi. (Bostân) kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” yetmişinci
sahîfesinde diyor ki, (Zübeyr bin Avvâm “radıyallahü teâlâ anh” ölünce,
mîrâscılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı. Abdürrahmân bin Avf
“radıyallahü teâlâ anh”, hastalığında boşamış olduğu zevcesine, mîrâsının
yirmidörtde birinin verilmesini söylemişdi. Buna seksenüçbin altın verildi.
Hazret-i Talhanın “radıyallahü teâlâ anh” günlük geliri, bin altın idi).
Bunların üçü de Cennetle müjdelenmiş idi. Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ
anh” servetinin hesâbı bilinemedi. Zekât ve ganîmet ve ticâret sebebi ile
Medînede fakîr kimse kalmadı. Altın yüzüğün yasak edilmesini fakîrliğe bağlamak
istiyenlerin pek çürük ipe sarılmakda oldukları meydândadır. Dört mezhebde de
harâm olan birşeyin harâm olduğuna inanmak lâzımdır. Bulunduğu mezhebin harâm
dediğini değişdirmeğe kalkışarak, âyet-i kerîmelere veyâ hadîs-i şerîflere başka
ma’nâ verenin mezhebsiz olduğu anlaşılır. Mezhebsiz olan da, yâ sapık veyâ kâfir
olur. (Hadîka)da, dil âfetlerinde diyor ki, (Peygamberimizin “sallallahü
aleyhi ve sellem” yüzük taşında üç satır yazılı idi. Birinci satırda
(Muhammed), ikincisinde (Resûl), üçüncüsünde (Allah) idi.
Vefât edince, bunu hazret-i Ebû Bekr, bundan sonra hazret-i Ömer kullandı. Sonra
Osmân “radıyallahü teâlâ anhüm” kullanırken, (Erîs) kuyusuna düşürdü. Çok
mal sarf etdi ise de, bulunamadı. Bu iş fitne çıkmasına sebeb oldu).
Hazret-i Ebû
Bekrin yüzüğünde, (Ni’mel kâdir Allah) yazılı idi. Hazret-i Ömerin (Kefâ
bil-mevt vâ’ızan yâ Ömer), hazret-i Osmânın (Le-nasbirenne), hazret-i
Alînin (El-mülkü lillah) yazılı idi. Hazret-i Hasenin yüzüğünde, (El-izzetü
lillah) yazılı idi. Hazret-i Mu’âviyenin yüzüğünde (Rabbigfir-lî),
İbni Ebî Leylânın (Ed-dünyâ garûrün), İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin
(Kul-il-hayr ve illâ fesküt), imâm-ı Ebû Yûsüfün (Men amile bi-re’yihî
nedime), imâm-ı Muhammedin (Men sabere zafire), imâm-ı Şâfi’înin
(El-Bereketü fil kanâ’a) yazılı idi. Yüzüklerini mühr olarak kullanırlardı.
Osmânlı pâdişâhlarının mührlerine, (Tuğra) denir. Tuğraları yüzüklerinde
değildi. Tuğrayı, buna mahsûs vezîr taşırdı. Her tuğrada pâdişâhın adı, bunun
üstünde babasının adı, dahâ yukarıda (El-muzaffer dâimâ) yazılıdır.
Osmânlılarda altın para basması, sultân Orhân zemânında başladı. Her pâdişâhın
basdırdığı altın ve gümüş paraların bir yüzünde bir tuğra, arka yüzünde,
basıldığı şehrin adı ile pâdişâhın tahta cülûs etdiği yıl yazılıdır. Tuğraların
son şekli, ikinci sultân Mustafâ hân zemânında başlamışdır.
Nişân yüzüğü
takmak emr olunmadı. Âdete uyarak takılmakdadır. (Kimyâ-i se’âdet)
kitâbında buyuruyor ki, (Parmağında altın yüzük takılı bir adamın bulunduğu
sofraya oturmamalı ve birinci safda, böyle birisi yanında nemâz kılmayıp, ikinci
safa kaçmalıdır. Başka harâmları kullananlardan da böyle uzaklaşmalıdır.)
Altın, gümüş
eşyâyı kullanmayıp süs olarak evde bulundurmak câizdir.
Kalaysız bakır,
pirinc ve tunc kaplarda yimek câiz değildir. Çanak, çömlek, porselen kaplar
efdaldir. Kalaylı kapları, başka ma’denlerden yapılmış kapları ve cam, plâstik
kapları kullanmak câizdir. Altın ve gümüş levhaları, parçaları yapışdırılarak
veyâ tellerini sararak süslenmiş eşyâ da kullanılır. Altın ve gümüşlü yerlerini
tutmak da câiz, fekat, buralarını ağza değdirmek, üzerine oturmak câiz değildir.
Galvaniz, yaldız şeklinde çok ince ve yerinden ayıramıyacak şeklde yapılmış
altın ve gümüş kaplı eşyâyı, kapları kullanmak câizdir.
(Dürr-ül-muhtâr)da
ve (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki, (Erkeklerin iç çamaşır ve dış elbise
olarak ipek giymesi harâmdır. İpek, ipek böceğinin yapdığı ipliklerden örülmüş
kumaş demekdir. [İpek böceği kozayı delerek çıkınca, elde edilen iplikler kısa
ve kıymetsiz oluyor ise de, bunları hiçbir kitâb, uzun iplikden ayrı tutmamışdır.
Bunlara halâl diyen olmamışdır. İpeğin her çeşidi harâmdır.]
(Muhît-i
Burhânî)
kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, deriye değmeyen dış elbisenin câiz
olduğuna bir rivâyet bildiriyor ise de, başka kitâblarda böyle birşey yokdur.
Deriye değsin, değmesin harâmdır. İki imâma göre yalnız harbde giymek câiz olur.
Elbisenin ve başlığın astarını ipekden yapmak mekrûhdur. Elbisenin kol, etek,
ceb, paça, yaka ve başlık gibi yerlerine, dört parmak enine kadar geniş ipek
şerit dikmek câizdir. Birçok şerit dikilebilir. Herbirine ayrı ayrı bakılır.
Genişliklerinin toplamına bakılmaz. Dört parmağa kadar altın iplikden örülmüş
şeritler de câizdir. Kadınlara ipek elbise ve her mikdârda altın şerit câizdir.
Erkek çocuklara ipek giydirmek mekrûhdur. Erkeklerin de, ipek cibinlik
kullanması câizdir. İpekden bel bağı câiz denildi. Başa ipek takke giymek ve
boyuna ipek kese asmak mekrûhdur. İpek seccâdede nemâz kılmak câizdir. İpek
yorganla örtünmek câiz değildir. Sâat, anahtar, tesbîh ipleri ve cebe konulan
kese, çantalar, mushaf kesesi ve boğçanın ipekden olması câizdir. Dıvarları ipek
kumaş ve halı ile örtmek, kibr ve zînet için olmazsa, câizdir. İpek halı, yaygı
kullanmak, üzerine oturmak câizdir. İpek yemek peşkiri, iç donu mekrûhdur.
Abdest havlusu câizdir.
Çözgüsü ipek
olan, luhmesi ya’nî atkısı ipek olmıyan elbise erkeklere de harâm değildir.
Çünki, kumaşın atkısı mühimdir. Çözgüsünün değeri yokdur. Atkısı ipek olup,
çözgüsü ipek olmıyan elbise, sâf ipek gibi harâmdır. Sun’î ipek giymek erkeklere
de halâldir. Çünki, bunlar parlak pamuk bileşikleridir. İpek böceğini öldürmek
için kozayı güneşe koymak câizdir). Güneşde öldürmeyip de, ateşde ısıtarak,
kaynar suya koyarak öldürmek câiz olmadığı, (Berîka)da yazılıdır.
İbni
Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Hazar ve ibâha) kısmında diyor ki,
(Bir mürted, bu eti yehûdîden satın aldım derse, inanılır ve yinir. Mürted
olduğu bilinen kimseden aldığını söylerse yinmez. Çünki, (Mu’âmelât)da,
meselâ alış verişde, îmân ve adâlet aranmaz. Çocuğun, kitâblı ve kitâbsız
kâfirlerin sözüne inanılır.
Sofradakiler,
içeri gelen kimseyi yemeğe çağırsalar, âdil bir müslimân da, yidikleri eti
mürted kesdi veyâ içdiklerinde şerâb karışık dese, çağıranlar âdil ise, oturur.
Âdil değilseler oturmaz. İkisi âdil ise, yine oturur. Biri âdil ise, teharrî
eder, ya’nî araşdırır. Karâr veremezse, oturup yir ve içer ve suları ile abdest
alır.
Temiz ve necs
şey bulunan kaplar karışık olup, temizleri fazla ise, zarûret olsa da, olmasa
da, temizlerini araşdırıp bunlardakini yir, içer ve abdest alır. Temizlerin
adedi müsâvî veyâ az ise, yalnız zarûret hâlinde, abdest için temizlerini
araşdırıp kullanır. Kasabdaki hayvanlardan meşrû’ kesilmiş olanı, zarûret
hâlinde araşdırıp alır. Zarûret yoksa, meşrû’ kesenler çok ise, araşdırıp alır.
Müsâvî ise, almaz. Elbise, kumaş da böyledir. Kısacası, temiz adedi çok ise, iki
hâlde de araşdırır. Müsâvî veyâ az ise, zarûret olmadığı zemân temizleri
araşdırmaz. Zarûret hâlinde, yalnız abdest için, kapların temizlerini araşdırmaz.
Diğerlerinde araşdırarak, temiz zan etdiklerini kullanır. Çünki, abdest yerine,
teyemmüm edebilir. Setr-i avret ve yimek, içmek için ise, başka yapacak şey
yokdur. Görülüyor ki, temizleri çok ise, hep araşdırıp seçer. Çok değilse,
yalnız zarûret hâlinde ve abdestden gayrısı için araşdırır.
[Seyyid Ahmed
Hamevî, (Eşbâh) şerhi, üçüncü kâidesinde diyor ki, (Şek, şübhe üç dürlü
olur: Aslı harâm olan, aslı mubâh olan, aslı bilinmiyen şeyde olur. İslâmiyyete
uygun kesenlerin ve mürtedlerin bulundukları yerde, kesilmiş bir koyun görünce,
bunun islâmiyyete uygun kesilmiş olduğunu bilmek lâzımdır. Çünki, aslı harâm
olup, halâl olması şübhe edilmekdedir. Kesenler içinde mürted az ise, alıp yimek
câiz olur. [Kasabdan satın alıp yimek de câiz olur.] Bozuk renkli, bulanık suyun
temiz olduğu kabûl edilir. Çünki, suyun aslı temizdir. Necs olması ise,
şübhelidir. Kazancının çoğu harâmdan olanın verdiği malın harâmdan olduğu yakîn
olarak, kesin olarak bilinmediği zemân, bu malını satın almak harâm olmaz,
mekrûh olur). Yüzkırkyedinci sahîfede diyor ki, (Malının çoğu halâl olanın
hediyyesi alınır ve yinir. Çoğu harâm ise, halâl diyerek verdiği alınır.
Verirken söylemedi ise, araşdırıp zannına göre amel eder. Satın alınan mallar da
böyledir.)] Kitâbsız kâfirin, mürtedin kesip satdığı et alınmaz. Bunu müslimân
kesdi dese, halâl olduğunu haber vermiş olur ki, buna inanılmaz. Alkolsüz bira
demek de böyledir. Çünki bira meşhûr olan alkollü bir içkinin ismidir. Bu
sözleri, bevlin necs olmadığını söylemek gibidir. Necs olmıyan şeye bevl
dememek, alkolsüz olan içkiye de bira dememek lâzımdır. (Mecelle)nin
dokuzuncu maddesi, (Bir şeyin sıfatları devâm eder. Bunları değişdirdik diyenin
sözü kabûl olunmaz). Onuncu maddesinde, (Bir zemânda mevcûd olan şeyin devâmı
kabûl edilir. Aksini isbât etmeleri lâzım olur.) 42. ci maddesinde, (Meşhûr
olana i’tibâr olunur. Maglûb ve nâdire olunmaz) ve 46. cı maddesinde, (Mâni’ ve
muktadî birlikde olunca, mâni’ tercîh olunur) denilmekdedir. Müslimândan satın
alınan eti, mürted kesdiğini, sonradan, âdil bir müslimân haber verse, yimek ve
yidirmek câiz olmaz. Fekat parasını geri alamaz. Ellialtıncı maddenin sonuna
bakınız!
(Merâkıl-felâh)da
ve bunun Tahtâvî şerhinde, (Artıklar) faslından sonra diyor ki, (Bir
âdil kimse, bu eti mecûsî kesdi dese, başka bir âdil de, müslimân kesdi dese,
yimesi halâl olmaz. Ya’nî harâmlığı devâm eder. Çünki, kesilmiş görülen
hayvanın harâm olması asldır. İslâmiyyete uygun kesilmiş olduğu tehakkuk edince
halâl olur. İki haber ters düşünce, halâl olması tehakkuk etmeyip, anlaşılmayıp,
harâmlığı devâm eder. Şek, şübhe etmek, iki haberin birbirlerine ters düşmesi
gibidir. Aslı harâm olan şeyde şek olunursa, meselâ, müslimânların ve
mecûsîlerin ya’nî kitâbsız kâfirlerin karışık bulundukları bir şehrde kesilmiş
görülen hayvan, müslimânın kesdiği bilinmedikçe halâl olmaz. Zîrâ, hayvanın
harâm yoldan ölmesi asldır. İslâmiyyete uygun kesilmiş olduğu ise şübhelidir.
Şehrde müslimânlar çok ise, halâl kabûl edilir).
(Makâmât-i
mazheriyye)de,
kerâmet faslında diyor ki, (Gulâm Haseni görünce, kâfir ta’âmı yimişsin.
Kalbinde küfr zulmeti hâsıl olmuş, buyurdu. Evet, Hindûnun verdiğini yidim
dedi). Küfr ve harâm alâmetleri bulunan yemekler, kalbi karartır ve kabrde
çürümeğe sebeb olur.
|