40 -
HALÂL, HARÂM VE ŞÜBHELİ ŞEYLER
2 - Halâl ve
harâmda vera’ın dereceleri: Halâlin ve harâmın dereceleri vardır. Ba’zı şey
halâldir, ba’zısı halâl ve güzeldir. Ba’zısı da dahâ güzeldir. Harâmların da
ba’zısı çok fenâ, bir kısmı ise az fenâdır. Nitekim hastalığın dereceleri de
çeşidlidir. İnsanların harâmdan ve şübhelilerden kaçınmaları, beş derecedir:
Birinci
derece -
Bütün müslimânların vera’ıdır ki, islâmiyyetin
harâm dediği şeylerden kaçınmakdır. Bu en aşağı derecedir. Bu derece vera’dan da
nasîbi olmıyanların adâleti yokdur. Bunlara, (Âsî) ve (Fâsık)
denir. Bunların da dereceleri vardır. Meselâ, birinin malını, fâsid bey’ ile,
gönül rızâsı ile satın almak harâmdır. Fekat, zorla gasb etmek, dahâ harâmdır.
Yetîmden, fakîrden almak ise, dahâ şiddetli harâmdır. Fâiz ile satın almak,
hepsinden ziyâde harâmdır. Harâmın şiddeti ne kadar fazla ise, cezâsı da, o
kadar çok olur. Afv olmak ihtimâli de, o derece az olur. Nitekim, diyabet
hastasına bal zarar verir. Fekat şeker dahâ çok zararlıdır. Şekeri çok yimek, az
yimekden dahâ zararlıdır. Halâllerin, harâmların hepsini, fıkh okuyanlar bilir.
Bütün fıkhı okumak ise, herkese vâcib değildir. Meselâ, ganîmet malından ve
cizye parasından hissesi olmıyanların ganîmet ve cizye ilmlerini okuması lâzım
değildir. Fekat, buna muhtâc olanların, bu ilmleri okuması vâcib olur. Esnâfın,
tüccârın, bey’ ve şirâ’ ilmlerini öğrenmesi lâzımdır. İşçi olanın ise, ücret,
kirâ kısmlarını da bilmesi vâcib olur. Her san’atin bir ilmi vardır. Herkese,
san’atinin ilmini öğrenmesi vâcibdir.
İkinci
derece -
Sâlihlerin vera’ıdır ki, harâmlarla berâber,
şübhelilerden de kaçınmakdır. Şübheliler de, üç kısmdır: Ba’zısından sakınmak
vâcibdir. Ba’zısından, müstehabdır. Ba’zısından sakınmak ise, vesvesedir,
kuruntudur ve fâidesizdir. Meselâ, belki birinin mülküdür diye av eti yimemek
[ve belki Besmelesiz kesilmişdir veyâ kitâbsız kâfir ve mürted tarafından
kesilmişdir diyerek, kasabdan et almamak] ve belki sâhibi ölüp vâris eline
geçmişdir diye, âriyet, ya’nî ödünc aldığı evden çıkmak, hep kuruntudur. Bu
şübheleri gösterecek bir nişân, alâmet olmadıkca, kuru düşünce, vesvese olup,
hiç fâidesi yokdur.
Üçüncü
derece -
Müttekîlerin vera’ıdır ki, harâm ve şübheli
olmayıp, halâl olup, fekat şübheli veyâ harâma sebeb olmak korkusu olan
şeylerden sakınmakdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki,
(Bir kimse, tehlükeli olan şeyin korkusundan dolayı, tehlükesiz şeyden
sakınmadıkca, müttekî olamaz!). Ömer “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Bizler
harâma düşmek korkusu ile, halâllerin onda dokuzundan kaçındık). Bunun içindir
ki, yüz dirhem gümüş alacağı olan bir kimse, doksandokuz dirhem alırdı. Ağır
gelmek korkusundan, temâmını alamazdı. Alî bin Ma’bed diyor ki, bir evde kirâcı
idim. Birgün, birisine mektûb yazmışdım. Mektûbu dıvarın tozu ile kurutmak
hâtırıma geldi. Sonra dedim ki, bu dıvar, benim malım değildir, kurutmamalıyım.
Fekat, yine dedim ki, bu kadarcık şeyin zararı olmaz. Dıvârdan toprak alıp
mürekkebi kurutdum. O gece rü’yâda, birisi dedi ki, (Dıvâr toprağının zararı
olmaz diyenler, yarın kıyâmet gününde anlarlar). Bu derecede olanlar, en küçük
şeyden sakınırlar. Belki, bu şey, büyük şeylere yol açar derler. Yâhud, âhıretde
müttekîlerin derecesinden düşmemek için sakınırlar. Bunun içindir ki, Hasen bin
Alî “radıyallahü anhümâ” çocuk iken zekât malından ağzına bir hurma koymuşdu.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Pis pis, onu at!) buyurmuşdu.
Halîfe Ömer bin Abdül’azîzin yanına ganîmet eşyâsından misk getirdiler. Burnunu
tıkadı. Bunun fâidesi kokusudur. Bu ise, müslimânların hakkıdır dedi.
Büyüklerden biri, bir gece, bir hastanın başında bekliyordu. Hasta ölünce
kandili söndürdü. Kandilin yağı, şimdi vârislerin hakkı oldu dedi. Halîfe Ömer
“radıyallahü anh” ganîmet malından bir parça miski evine bırakmışdı. Birgün eve
gelince, âilesinin baş örtüsünden misk kokusu duydu ve sordu. Miski yerine
koyuyordum, elim kokdu. Elimi baş örtüme sürdüm deyince, Ömer “radıyallahü anh”
baş örtüsünü alıp iyice yıkadı, kokusu kalmayınca geri verdi. Bunun zararı yok
idi. Lâkin Ömer “radıyallahü anh”, âdet olmasını önlemek istedi. Harâm korkusu
ile halâli terk ederek, müttekîler sevâbına kavuşmak istedi. Ahmed bin Hanbelden
sordular ki, hadîs-i şerîf yazılı bir kâğıd bulan kimse, sâhibine sormadan,
bunun kopyasını alabilir mi? Hayır dedi.
İnsan, mubâh
olan dünyâ işlerine çok dalarsa, şübheli olanları yapmağa başlar. Belki,
halâlden çok yiyen, müttekîlerin derecesine eremez. Çünki, mi’de halâl ile
dolunca, şehvet harekete gelir. Câiz olmıyan şeyler yapılabilir. Kadınlara,
kızlara bakmak tehlükesi baş gösterir. Zenginlere, mal, mülk, mevkı’ sâhiblerine
imrenerek bakmak da, dünyâ hırsını artdırır. Onlar gibi olmak ister. Harâm
toplamağa başlar. Bunun içindir ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Dünyâya gönül bağlamak, günâhların başıdır) buyurdu. Ya’nî mubâh olan
şeylere düşkün olmak, kalbi dünyâya çevirir. Çok mal toplamak ister. Bunu da,
günâh işlemeden yapamaz. Mal toplamağı düşündükce, Allahü teâlâyı unutmağa
başlar. Bütün kötülüklerin başı, kalbin Allahü teâlâdan gâfil olmasıdır. Süfyân-ı
Sevrî, birisi ile birlikde evin kapısında duruyordu. Önlerinden, süslenmiş bir
adam geçdi. Arkadaşı, bu adama bakarken, Süfyân mâni’ olup, eğer sizler bakmamış
olsanız, böyle isrâf yapmaz idi. Bunun isrâf günâhına, siz de ortak oluyorsunuz
buyurdu. [Kur’ân-ı kerîmi, mevlidleri mûsîki ile, gazel okur gibi okuyan
hâfızların da, günâha girmelerine sebeb, onları dinliyenlerdir. Günâha sebeb
olanlar, işliyenler gibi azâb görecekdir.]
Dördüncü
derece -
Sıddîkların vera’ıdır. Sıddîklar, harâma sebeb
olmak korkusu bulunmıyan halâllerden de sakınır. Bunları meydâna getiren
sebeblerden birine harâm karışmış olmasından çekinirler. Meselâ, Bişr-i Hâfî
“kaddesallahü teâlâ esrârehül’azîz”, sultânların veyâ adamlarının yapdırdığı
çeşmelerden su içmezdi. Ba’zıları, hacca giderken, sultânların yapdırdığı su
kanallarından sulanmış bağların üzümlerini yimezdi. Birinin yolda, na’lını
kopmuşdu. Sultân geçiyordu. Gece, onun ışığı ile, na’lınını bağlamadı. Bir gece,
bir kadın iplik iğriyordu. Sultân geçdi. İpliğini sultân ışığı ile bükmemek
için, sultân geçinceye kadar işlemedi. Zünnûn-i Mısrîyi habs etmişlerdi
“kaddesallahü teâlâ esrârehül’azîz”. Günlerce aç kalmışdı. Bir kadın, iplik
parası ile hâzırladığı yemekden gönderdi. Yimedi. Kadın işitince, üzüldü. Halâl
para ile yapdığımı biliyorsun, niçin yimedin dedi. Evet yemek halâl idi. Fekat,
zâlimin tabağı içinde getirdiler buyurdu. Yemeği zindâncıların tabağında
getirmişlerdi.
Sıddîkların
vera’ı, en yüksek derecededir. Fekat, bu derecede olmıyanlar, vesveseye düşer.
Fâsıkların elinden birşey yimezler. İş böyle değildir. Fâsıkdan değil, zâlimden
kaçınmak lâzımdır. Zâlim, başkasının hakkını kullanandır. Harâm yimekdedir.
Fekat, meselâ zinâ yapan kimsenin kazancı zinâdan değildir ki, harâm olsun.
Harâmdan sakınmak vera’dır. Yoksa çamaşır yıkarken, su kullanırken, acabâ temiz
mi diye vesvese etmek, vera’ değildir. Sıddîklar, böyle vesvese yapmazdı. Her
buldukları su ile abdest alırlardı. Elbisenin, suyun temizliğinde vesvese etmek,
gösteriş yapmağa yaklaşır ve nefsin hoşuna gider. Hâlbuki, Sıddîkların vera’ı,
kalb temizliğidir. Bunu insanlar görmez. Bunun için nefse güc gelir.
Beşinci
derece -
Mukarrebler ve muvahhidler vera’ı olup, Allahü
teâlâ için olmıyan herşeyden, yimekden, içmekden, yatmakdan, söylemekden
sakınırlar. Yahyâ bin Mu’âz “kaddesallahü teâlâ esrârehül’azîz” ilâc içmişdi.
Zevcesi, odada biraz dolaş dedi. Gezmeğe bir sebeb göremiyorum. Otuz senedir
hesâb ediyorum. Allah rızâsı için olmıyan bir hareketde bulunmadım dedi. Bunlar,
din için niyyet etmedikce hareket etmezler. Yimeleri, ibâdete lâzım olan aklı ve
kuvveti bulmaları niyyeti iledir. Her sözleri, Allah içindir. Başka niyyetleri
harâm bilirler.
Bu dereceleri
bildirmekden maksadımız, bunları okuyarak, duyarak, kendimizi anlıyalım. Birinci
dereceden de ne kadar uzağız. Lâfa gelince, durmadan söyleriz. Meleklerden,
göklerden, kıyâmetin nasıl olacağından, Allahü teâlânın sıfatlarından sorarız,
konuşuruz. Halâle, harâma, islâmiyyetin emrlerine gelince, susarız. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki,
(İnsanların en kötüsü, köşkler, çeşidli yemekler,
renkli elbiseler içinde, boş oturup, herkese hoş gelen, lüzûmsuz sözlerle vakt
geçirenlerdir).
|