34 -
İSLÂMİYYETDE NİKÂH
Sünnet üzere
nikâh yapmak:
İki veyâ dahâ çok sâlih müslimân erkek toplanır.
Erkekler arasında hiçbir kadın bulunmamalıdır. Düğünde de, erkekler ayrı evde,
kadınlar başka evde toplanmalıdır. Gelini, kapalı bile olsa, yabancı erkeğe
göstermek harâmdır. Harâma ehemmiyyet vermiyen kâfir olur. Nikâh bozulur. Önce
erkek ve kadın tarafından birer kişi konuşma yapmalıdır. Konuşmadan sonra,
kadının vekîli mehr olacak altın sayısını söyler. Erkek kabûl etmezse, bir
sayıda uyuşulur. Sonra, kadının velîsi veyâ müslimân olan vekîli:
(Bismillâh
velhamdü lillah, vessalâtü alâ Resûlillah) dedikden sonra, dâmâda karşı:
(......)nın kızı (......)yı, sana zevceliğe verdim. Velîsi [veyâ vekîli]
bulunduğum (......) kızı (......)yı, [meselâ on Reşâd altını] (Mu’accel)
[ya’nî peşin] mehr ile ve [meselâ yirmi Reşâd altını] (Müeccel) [ya’nî
sonra vermek üzere] mehr ile, sana zevceliğe verdim der. Dâmâd yok ise, bunları
dâmâdın vekîline söyler ve söylerken, sana demeyip, (......) oğlu (......)ya
verdim der. Bu sözlere (îcâb) ya’nî teklîf denir. Sonra dâmâd şöyle cevâb
verir: Ben bu nikâhı, söylenen bu mehr ile, kendim için kabûl etdim. Eğer dâmâd
yoksa, vekîli cevâb vererek, ben bu nikâhı vekîli bulunduğum (.....) oğlu
(......) için söylenen bu mehr ile kabûl etdim der. Mehr mikdârını söyleyerek
cevâb verilmesi iyi olur. Bu cevâba (kabûl) denir. Böylece îcâb ve kabûl
ile, islâm nikâhı olur. [Mehr parasını bir kâğıda yazıp ve dâmâd ile iki şâhid
altını imzâlayıp zevceye teslîm etmek müstehabdır. Mehr parası kul hakkıdır.
Erkek zevcesini boşarken, zevcenin bu hakkını ödemezse, dünyâda hapse, âhıretde
de Cehenneme girecekdir. Meselâ yirmi altın lira veyâ bir Reşâd altını doksan
bin lira kıymetinde olduğu zemân, iki milyona yakın kâğıd lira ödemek ve
çocukların nafakaları için annelerine her ay geçim parası vermek, ya’nî ikinci
bir evin geçim masrafını yüklenmek, çok kimsenin yapabileceği birşey değildir.
Görülüyor ki, Allahü teâlâ boşamak hakkını erkeğe vermiş ise de, bir müslimânın
bunu yapmasını çok ağır şarta bağlamış, hattâ imkânsız kılmışdır. Boşamak hakkı
kadınlara bir göz dağı olmakdan ileri gitmemekde, ancak erkeğin ev idâresindeki
vazîfelerini yapabilmesine kuvvet vermekde, yardımcı olmakdadır. Boşamak hakkı,
zâhiren erkeğin elinde, hakîkatde ise, her zemân zevcenin elindedir. Bir mü’min
zevcesini boşamak isteyince, çok az kimsenin kazanabileceği parayı ve senelerce
devâm eden nafakaları ödemek veyâ dünyâda habshânede kalmak, âhıretde de
Cehennemde yanmak korkusu, önüne dağ gibi dikilir. Kadın boşanmak isteyince,
mehrini hediyye, halâl edip, nâ-hoş hareketleri ile zevcini talâk vermeğe mecbûr
edebilir. Zevcenin boşanması bu kadar kolay olduğu hâlde, âile hayâtının
kudsiyyetini ve zevcin zevcesi üzerindeki haklarını bilen bir müslimân kadını,
mukaddes yuvasını yıkmak günâhına girmeği ve böylece dünyâda sefîl ve rezîl,
âhıretde de azâba müstehak olmağı elbet istemez. Boşanan kadın, hiçkimseye
birşey vermeğe mecbûr değildir. Ona zengin akrabâsı bakmağa mecbûrdur. Kimsesi
yoksa, Beyt-ül-mâl bakar. Sâlih bir mü’min ise, zevcesini boşayınca çocuklarına
nafaka vermek ve yeni evini geçindirmek için devâmlı çalışıp, kazanmak
mecbûriyyetindedir. Dinsizlerin, mezhebsizlerin ve câhillerin, islâmiyyete
uymıyan yanlış, bozuk hareketlerini ileri sürerek, islâmiyyete dil
uzatmamalıdır.]
İslâm nikâhının
sahîh olması için, dâmâdın ve gelinin müslimân olmaları şartdır. Ya’nî îmânın ve
islâmın şartlarını bilmeleri ve inanmaları lâzımdır. Îmânları şübheli ise, nikâh
yapacak olan kimse, Besmele, hamd ve salevât okudukdan sonra, îmânın altı ve
islâmın beş şartını birer birer söyler. Herbirini dâmâda ve geline de söyletir.
Allahü teâlânın sıfât-ı zâtiyyesini ve sıfât-ı sübûtiyyesini, Peygamberlerin,
meleklerin mühim özelliklerini, kabr ve kıyâmet bilgilerini, sırası gelince,
orada söyler ve tekrâr etdirir. Bunlara inandık, îmân etdik, mü’minim,
müslimânım elhamdülillah dedirir. Sonra dâmâddan veyâ vekîlinden başlıyarak
nikâhı kıymalıdır. (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki, (Bir arada bulunan
kadınla erkeğin, yazı ile nikâh yapması câiz olmaz. Karşı karşıya olmayınca,
birinin mektûb gönderip, ötekinin iki şâhid yanında mektûbu okuyup, söz ile
kabûl etmesi câiz olur. İkisinin de, yazı ile bildirmesi olmaz. Erkekden gelen
mektûbu, kadın, iki şâhide okur veyâ anlatır. Şâhid olunuz! Ona zevce olmağı
kabûl etdim der. Kadının, mektûbu şâhidlere okuması, erkeğin şâhidler yanında
söz ile teklîf etmesi gibi olur).
İbni
Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, nikâh şâhidlerini anlatırken buyuruyor ki,
(Bütün akdlerde [sözleşmelerde] olduğu gibi, nikâh için birini vekîl yaparken
de, iki şâhid bulunması lâzım değildir. Fekat, her akdde iki şâhid müstehabdır.
Nikâh yapılırken ise, şartdır, lâzımdır. Ödünc vermekde de, iki şâhid vâcibdir
denildi. Ticâret, vekâlet ve bütün akdlerde sened yazmak şart değil ise de,
ödünc vermekde lâzım, nikâhda da müstehabdır. Vekîl yapmakda ve nikâhda,
şâhidlerin [ve vekîl yapılacak zâtın] kadını tanımaları lâzımdır. Yanında
iseler, yüzünü görmeleri iyi olur. Başka odadan sesini duyarlarsa, kadın odada
yalnız ise, câiz olur. Nikâh kıyılırken, velî veyâ vekîl şâhidlerin bildiği
kadının yalnız ismini söyler. Şâhidlerin tanımadıkları kadının, babasının ve
dedesinin adını da söylemesi lâzımdır. Tanımak, kimin kızı ve hangi kızı
olduğunu bilmek demekdir. Şahsını, şeklini bilmek değildir. Küçük kızın babası,
kızının nikâhını kıymak için, bir zâta emr eder. O vekîl olan da, bir başkası
yanında nikâh yaparsa, baba da hâzır bulundu ise, câiz olur. Çünki, vekîlin
nikâh yapması, babanın yerine olur. Kendi şâhid yerini tutar. Baba hâzır
bulunmazsa, câiz olmaz. Büyük [bâliga] kızın babası veyâ başka bir vekîli, bir
adam yanında, kızı nikâh yaparsa, kız da hâzır ise, câiz olur. Çünki, velînin ve
vekîlin sözünü, kız söylemiş gibidir. Velî veyâ vekîl, şâhid yerine geçer. Bir
adam bir kimseye, (Kızını bana zevce olarak verdin mi?) dese, o da (Evet) veyâ
(Zevce olarak verdim) dese, nikâh olmaz. Birinci adamın tekrâr, (Kabûl etdim)
demesi lâzımdır. Çünki, önce sormuşdu. Soru ile, süâl ile vekîl yapılmaz.
(Kızını bana zevce olarak ver!) deseydi, olurdu. Çünki, emr ile vekîl yapmış
olur. Bu vekîlin cevâbı, iki taraf adına söylenmiş olup, iki şâhid de varsa,
nikâh temâm olur. Vekîl, kızın babasının adını yanlış söylerse, nikâh sahîh
olmaz. Bir adam, birçok kimseyi, bir kızı almak için gönderse, içlerinden biri,
kızın babasına söyleyip, babası veyâ velîsi verse, sahîh olur. Çünki, içlerinden
söyliyen vekîl olmuş, ötekiler şâhid olmuşdur.
Bir adam, bir
kimseyi (Filân kızı, bana şu kadar altın mehr ile iste) diyerek vekîl etse,
vekîl, dahâ çok mehr söyliyerek istese ve böylece nikâh yapılsa, fazlasını
vermek lâzım gelmez. Adam, isterse fazlasını kabûl eder. İsterse nikâhı fesh
eder. Düğünden sonra haber alıp fesh ederse, (Mehr-i misl) vermesi lâzım olur.
Allahü teâlâ ve Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” şâhiddir diyerek
yapılan nikâh sahîh olmaz. Küfr olur diyenler de vardır.)
(Mecmû’a-i
Zühdiyye)de
diyor ki: İki erkek şâhidin yanında, erkek, seni zevceliğe aldım diye bir kâğıda
yazsa, kız da kabûl etdim diye yazsa, nikâh olmaz. Söylemeleri lâzımdır.
Bulunmıyan kimsenin, (Seni zevceliğe aldım) yazısını, şâhidlere okuyup da kabûl
etdim derse, nikâh olur. Yazıyı okumayıp, yazılmış olduğunu söyleyip, kabûl
etdim dese, nikâh yine olur. Bir erkek, zevce olması için, bir kıza, biri ile
haber gönderip, kız da, habercinin sözünü işiten iki şâhid yanında kabûl etdim
dese, nikâh olur. Nikâhda îcâb [ya’nî teklîf] ve kabûlün aynı meclisde [ya’nî
buluşmada] yapılması şart olduğu hâlde, başka yerdeki birinden gelen îcâb
mektûbunu, şâhidlere bir meclisde söyleyip, kabûl etdiğini başka meclisde
söylemek câizdir. Bir kadın, kendisini bir adama zevce yapması için birini vekîl
etse, vekîl, bu kadının yanında ve iki kadın şâhid varken nikâh yapsa, sahîh
olur. Başka nikâhlısı olmadığını söyliyerek nikâhlanan kimsenin, başka zevcesi
de olduğu anlaşılırsa, nikâh bozulmaz. Yalan olan her şart da böyledir. Bir
kadın, kendi üstüne câriye tutmaması şartı ile, kendisini bir erkeğe nikâhlaması
için birini vekîl etse, vekîl bu şartı söylemeden nikâh etse veyâ kadının
bildirdiği erkekden başkasına nikâh etse, kadın nikâhı red edebilir. Küçük kızı,
babası, ölüm hastalığında, şâhidler yanında bir erkeğe nikâh edebilir. Kendinden
yakın velîsi bulunmıyan, amcasının kızını, kız küçük ise, kızdan iznsiz, büyük
ise, izn alarak, kendine nikâh edebilir. Kızın izni ile babası, erkeğin de
vekîli, iki şâhid yanında nikâhlarını yapabilirler. Bir kız, nişanlısı ile
nikâhlanmağa zorlanamaz.
Âkıl ve bâlig
olan kızın nikâhını yapmak için, velîsinin vekîl olması şart değil ise de,
müstehabdır. Bâlig olmıyan oğlan ve kızın nikâhı için, velîsinin vekîl olması
veyâ izn vermesi lâzımdır. Velî, çocuğun mîrâsını almağa hakkı olan asebedir.
Velînin yakınlık [kuvvet] sırası, Şeyhayne göre “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”
oğul, oğlun oğlu, baba, dede, kardeş, amca, amca oğludur. Büyük kızı, velîsi
iznsiz nikâh etse, kız işitince susarsa veyâ güler veyâ sessiz ağlarsa, kabûl
etdiği anlaşılır. Nikâhdan önce izn istemekde de böyledir. İzni nikâhdan önce
istemek sünnetdir. Sâlih olan baba ve büyük baba, küçük çocuğu nikâha
zorlayabilir ve nikâh sahîh olur. Bu ikisinden başka erkek velîlerin yalnız mehr-i
misl ile ve küfv olana sahîh olursa da, bâlig olunca hâkime bozdurabilirler.
Erkek velî yok ise, önce ana, sonra babanın anası, sonra kızı, oğlunun kızı velî
olur. Yakın velî hayâtda iken, uzak velî nikâha vekîl olamaz. Yakın velî, mehr-i
misl ile ve küfv olana nikâh yapmaz ise, hâkim-i şer’ nikâhı yapar. Erkek velî,
küfvü olmıyana varan kadının nikâhını hâkime bozdurabilir. Bu nikâhın zâten
sâhih olmadığı, (Fetâvâ-i Hayriyye)de yazılıdır. (Küfv), erkeğin
soyda, malda, diyânâtda ve şerefde kadına uygun olması demekdir.
(Ni’met-i
islâm)da
diyor ki, (Kefâet, kadının erkekde arayacağı şeydir. Erkek altı şeyde kadından
üstün veyâ müsâvî olmalıdır. Aşağı san’atlı erkek, yukarı san’atlı kadına küfv
olamaz. Ma’âş, ücret ile çalışmak da böyledir. Fıskı yayılmış olmasa da, fâsık
erkek, sâliha kıza, hattâ sâlih kimsenin kızına küfv olamaz. Zevcin, mehr-i
mu’acceli ve bir aylık nafakayı verecek iktidârda olması lâzımdır. Böyle erkek,
dahâ zengin kadına küfvdür. Bu şartlar, nikâh yaparken bulunmalıdır. Sonra zâil
olabilir. Köylü, şehrli kıza küfvdür. Mehr-i mislden az mehr ile nikâhlanan
kızın velîsi, mehri temâmlatabilir veyâ hâkime nikâhı fesh etdirir).
Vekîl olmıyan
herhangi bir kimse, bir adamın nikâhını yapsa veyâ bunun zevcesini boşasa,
adamın işitince kabûl veyâ red etmesine bakılır. Kölenin zevcesini, efendisi
boşayamaz. Bir adam, zevcesini boşamak için, bizzat zevceyi veyâ başkasını vekîl
edebilir. Bu da üç dürlü olur: Birincisi, (Temlîk) olup, zevc zevcesine,
talâk niyyeti ile, (Sen nefsini ihtiyâr et) veyâ (İşin elinde olsun) yâhud
niyyete lüzûm olmadan (Kendini boşa) der ve vakt bildirmezse, kadın o meclisde,
vakt de bildirdi ise, o vakt içinde, kendini boşayabilir. 2. ve 3. cü için 36.
cı maddeye bakınız!
Nikâhda
bulunanlara, şeker, meyve veyâ şerbet gibi tatlı verilmesi, düğünde ise, etli ve
tatlı yemek vermek ve düğün ziyâfetine çağırılınca, yemeğe gitmek, def, davul
çalarak düğünü tanıdıklara duyurmak sünnetdir.
Nikâhda
imâm bulunması, belli şeyler okuması şart değildir. Bu, imâm nikâhı değildir.
İslâm nikâhıdır. Evlenecek bir müslimân, önce belediyede evlenme me’mûrluğuna
başvurup, gerekli kanûnî muâmeleleri temâmlamalı, evlendiğini nüfûs cüzdanına
yazdırmalıdır. Kanûna uygun işi bitirdikden sonra, düğünden önce, islâm nikâhı
da yapılır. Allahü teâlânın emri yerine getirilmiş olur. Kanûna uygun evlenmiyen,
suç işlemiş olur. İslâm nikâhı yapmıyan, günâh işlemiş olur. Bunlara aldırış
etmiyenin cezâsı, katkat çok olur. Müslimân, suç ve günâh işlememelidir. Suç
işliyerek cezâya çarpılmak da günâhdır.
Osmânlılar
zemânında, İstanbulda nikâh şöyle yapılırdı:
Nikâh yapacak
efendi, önce zevcenin adını, meselâ Fâtıma bint-i Ahmed yazar. Sonra zevcenin
vekîlini, meselâ Alî bin Zeyd yazar. Sonra iki erkek şâhidin adını yazar. Sonra
zevcin adını, meselâ Ömer bin Hüseyn diye yazar. Sonra, zevc yoksa zevcin
vekîlinin adını yazar. Sonra, iki tarafa sorarak, uyuşdukları mehr-i müecceli
yazar. Sonra, istigfâr okur. E’ûzü Besmele okur. (Elhamdü lillahillezî zevvecel
ervâha bil eşbâh ve ehallennikâha ve harremessifâh. Vessalâtü vesselâmü alâ
resûlinâ Muhammedinillezî beyyene-l-harâme ve-l-mubâh ve alâ Âlihi ve Eshâbi-hillezîne
hüm ehlüssalâhi velfelâh) der. E’ûzü Besmele çekip, Nûr sûresinin otuzikinci
âyetini okur. (Sadakallahül’azîm) deyip, kâle Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem”, (En-nikâhü sünnetî femen ragibe an sünnetî feleyse minnî) sadaka
Resûlullah. (Bismillâhi ve alâ sünnet-i resûlillah). Allahü teâlânın emr-i
şerîfi ile ve Peygamberimiz hazret-i Muhammeden-il Mustafâ efendimizin sünnet-i
seniyyesi ile ve amelde mezhebimizin imâmı, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe
hazretlerinin ictihâdı ile ve hâzır olan müslimânların şehâdetleri ile, vekîli
olduğun Fâtıma bint-i Ahmedi, ...... lira mehr-i müeccel ve aralarında ma’lûm
olan mu’accel ile, tâlibi olan Ömer bin Hüseyne tezvîce, [halâllığa vermeğe]
vekâletin hasebi ile, verdin mi der. Sonra zevcin vekîline dönüp, yine (Bismillâhi
ve alâ)dan başlayıp okur. Sen dahî, Fâtıma bint-i Ahmedi, ...... lira mehr-i
müeccel ve aralarında ma’lûm olan mehr-i mu’accel ile, vekîli olduğun Ömer bin
Hüseyne, vekâletin hasebi ile, aldın mı? der. Her ikisine üçer kerre sorar ve
cevâb alır. Ben dahî akd-i nikâh etdim der. Sonra, şu düâyı okur:
(Allahümmec’al
hâzel akde meymûnen mubâreken vec’al beyne-hümâ ülfeten ve mehabbeten ve karârâ
ve lâ tec’al beyne-hümâ nefreten ve fitneten ve firârâ. Allahümme ellif
beynehümâ kemâ ellefte beyne Âdeme ve Havvâ. Ve kemâ ellefte beyne Muhammedin
“sallallahü aleyhi ve sellem” ve Hadîce-tel-kübrâ ve Âişe-te ümm-il mü’minîne
“radıyallahü anhümâ”. Ve beyne Alîyyin “radıyallahü anh” ve Fâtıma-tez-zehrâ
“radıyallahü anhâ”. Allahümme a’ti le-hümâ evlâden sâlihan ve ömren tavîlen ve
rızkan vâsi’an. Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrete a’yünin
vec’alnâ lil müttekîne imâmâ. Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti
haseneten ve kına azabennâr. Sübhâne rabbike...). Sonra Fâtiha der. Bu düâyı
Peygamber efendimiz ve bütün Âlimler, Velîler okudular. Bunu okuyunca, zevc ve
zevce arasında, ölünciye kadar muhabbet mevcûd olur. Râhat ve huzûr içinde
yaşarlardı. Evlerinden bereket eksik olmazdı. Nikâh yapan zât, zevc ve zevcenin
nüfûs kâğıdını alıp, iki şâhid ile imâm efendiye gider. İmâm efendinin vereceği
(Nikâh vesîkası)nı doldurup, kendisi ve iki şâhid imzâlar. İmâm efendi,
vesîkaları tasdîk edip, bunları nüfûs kâğıdı ile âid olduğu nüfûs memûrluğuna
gönderir. Nüfûs memûru vesîkadaki nikâh bilgisini kendi defterine ve nüfûs
kâğıdına kayd eder. Nüfûs kâğıdını imâm efendiye gönderir. İmâm efendi, nüfûs
kâğıdını zevcin kendisine ve zevcenin vekîline verir. Böylece, nikâh işi, tescîl
edilmiş olur.
Nikâh eden
kimsenin niyyeti, zinâdan, harâma bakmakdan korunmak olmalıdır. Sâlih evlâd
yetişdirmeği, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin çoğalmasını ve Onun nikâh
sünnetine uymağı niyyet etmelidir. Evlendikden sonra, harâm mâl toplamağa
kalkışmak, harâm kazanmağa çoluk çocuğu behâne etmek, nikâhın sünnet üzere
yapılmadığını gösterir.
(Müt’a)
nikâhı ve (Muvakkat nikâh), dört mezhebde de harâmdır. Müt’a nikâhı,
şâhidsiz olarak bir kadına belli para verip, belli zemân için berâber yaşamağı
sözleşmek demekdir. Müt’a nikâhının harâm olduğunda bütün âlimlerin sözbirliği
bulunduğu, (Mîzân-ül-kübrâ)da ve (İbni Âbidîn)de yazılıdır ve
(İmâm-ı Mâlik câiz dedi) sözünde yanlışlık olduğunu bildirmekdedir. Muvakkat
nikâh, yüz sene olsa bile, belli bir zemân sonra boşamağı söyliyerek, bütün
şartlarına uygun yapılan nikâhdır. Söylemeyip, yalnız kalbinden geçirse, nikâh
sahîh olur.
Hacca götürecek
erkeği olmıyan bir kadının, hacca gidebilmek için, hacca gitmekde olan bir erkek
ile evlenmesi ve hacdan gelince boşanması da, muvakkat nikâh olduğu için
harâmdır. Kadınların, hacca yalnız gitmeleri de harâmdır. Ebedî mahrem
akrabâsından biri veyâ zevci yanında bulunmıyan kadının üç günlük yola gitmesi
câiz değildir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden ve imâm-ı Ebû Yûsüfden “rahmetullahi
teâlâ aleyhimâ” gelen habere göre, hür kadının bir günlük yere mahremsiz gitmesi
mekrûhdur. Bir günden az mesâfeye sâlih erkekler arasında mahremsiz
gidebileceği, (Fetâvâ-yı Hindiyye) beşinci cildde yazılıdır.
(Ukûd-üd-dürriyye)de
diyor ki, (Mehr olarak Kur’ân-ı kerîm öğretmeği söylemek sahîhdır. Çünki,
karşılığında ücret alınması câiz olan şeyi mehr yapmak câizdir. Bir kimse,
zevcesine nafakadan hâric birşey gönderince bunun mehr olduğunu söylerse, yemîn
edince sözü kabûl edilir. Mehr söylemeden nikâh edilen kadın, halvet ve vaty
olmadan önce boşanırsa, zevcin buna müt’a vermesi vâcib olur. Müt’a, antârî,
manto ve baş örtüsü olup, kıymeti mehr-i mislin yarısından fazla olmaz. Zevci
ölen kadın, mehr-i mu’accelin bir kısmını almadığını söylerse, bunu mîrâsdan
alır. Mehr-i mu’accelin hepsini almadığını söylerse, birşey verilmez. Baba,
kızına çehiz hâzırlayıp sıhhatde iken kendisine teslîm etdikden sonra ölse,
vârisler bundan hak istiyemez. Kızın akrabâsının kızı teslîm etmek için, başlık
olarak dâmâddan aldıkları şeyler rüşvet olur. Dâmâda geri vermeleri lâzım olur.
Âkıl, bâlig olan kız, mehr-i misl ile küfvüne nikâhlanırsa, babası, anası ve hiç
kimse, buna mâni’ olamaz. Bâkire olarak aldığı kızı, seyyibe [dul] bulduğunu
söyliyenin sözü kabûl edilmez ve mehri geri verilmez. İki bayram arasında nikâh
yapmak ve düğün yapmak câizdir. (Hamza efendi risâlesi)nde ve (Fetâvel-hayriyye)de
diyor ki, (Nikâh yapmak için, kızın akrabâsının zevcden başlık olarak birşey
istemesi rüşvetdir. Alması harâmdır. Dâmâd da, va’d ederse, vermesi lâzım olmaz.
Vermiş ise, geri alabilir). (Bahr-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Kadın nikâhdan
sonra, zevcin cüzzam [miskin] hastası olduğunu anlasa, imâm-ı Muhammede göre
nikâhını hâkime fesh etdirebilir. Bir kimse, kızına çehiz verdikden sonra,
âriyet olarak vermişdim dese, iki şâhid gösteremese, sözü kabûl edilmez. Kızı
ölürse, yemîn edince, kabûl edilip, bunları dâmâddan geri alabilir). (Feyziyye)
fetvâsında diyor ki, (Mehr-i mu’accel, çehiz masrafı olarak düğünden önce
verilir. Mangır [ya’nî fülûs] râyic [geçer akça] iken, mehr olarak şu kadar bin
mangır diyerek nikâh yapdıkdan sonra, mangır kâsid [geçmez] olsa, zevce vefât
etse, vârislerine kesâd günü olan kıymetleri kadar altın, gümüş kıymetleri
verilir. Mangır adedince gümüş verilmez. [Kâğıd lira da, fülûs demekdir.] Zevc,
nikâhdan sonra gönderdiği eşyâ için, mehr idi dese, zevce de, hediyye idi dese,
şâhidleri yok ise, zevcin sözü kabûl edilir).
Dünyâ geçicidir, burda kalınmaz,
ne kadar mal olsa, murâd alınmaz,
gâfil olma sakın, geri dönülmez!
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır.
Hâlıkın dururken, mahlûka tapma,
şeytâna uyup da, yolundan sapma,
harâmlara dalıp, dînini yıkma!
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Azık topladın mı yola çıkmağa?
Işık edindin mi aydınlanmağa?
İki melek gelir süâl sormağa.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Ölünce, çözerler belin, kuşağın,
gözüne görünmez, oğlun, uşağın,
yakasız kefendir, örtün, döşeğin.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Paran, apartmanın arkada kalır,
ummadığın gelir, hepsini alır,
gayrılar yer, içer, senden sorulur.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Münker Nekir gelir, çınarlar gibi,
gözleri yanıyor, şimşekler gibi,
sorguya çekerler, gök gürler gibi,
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
Cehennemin, yedi dürlü yapısı,
herbirinin ateşdendir kapısı,
seksen yıllık yoldan gelir kokusu.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
bin yılından sonra, âhır zemândır!
|