| 
 
28 -  
NEFS VE AKL 
(Tefsîr-i 
Azîzî)de, 
Fâtiha sûresini açıklarken, (Sırât-ı müstekîm)i uzun bildirmekdedir. Çok 
kısaltılmışı şöyledir: Allahü teâlâ, hayvanların, yaşayabilmeleri ve üremeleri 
için, onlarda iki kuvvet yaratdı. Biri, muhtâc oldukları, lezzet aldıkları 
şeyleri istemek, onlara kavuşmak kuvvetidir. Bu kuvvete, (Şehvet) denir. 
İkincisi, yaşamalarına zarârlı olan, canlarını yakan şeylerden kaçmak, bunlara 
karşı savunmak kuvvetidir. Bu kuvvete, (Gadab) denir. Allahü teâlâ, 
hayvanların yaşamaları, üremeleri için muhtâc oldukları şeyleri her tarafda, bol 
bol yaratmış, bunlara kolayca kavuşmalarını ve bulduklarını kolayca 
kullanabilmelerini ihsân etmişdir. 
Allahü 
teâlâ, insanlarda da şehvet ve gadab kuvvetlerini yaratmış ise de, insanların 
muhtâc oldukları şeylere kavuşmaları için ve bulduklarını kullanabilmeleri için 
ve korkduklarına karşı savunabilmeleri için, bu kolaylığı ihsân etmemişdir. 
Yalnız, en lüzûmlu olan havayı her yerde yaratmış, ciğerlerine kadar kolayca 
girmesini insanlara da ihsân etmiş, ikinci derecede lüzûmlu olan suyu, her yerde 
bulmalarını ve kolayca içmelerini insanlara da ihsân etmişdir. Bu iki ni’metden 
dahâ az lüzûmlu olan ihtiyâc maddelerini elde etmeleri ve elde etdiklerini 
kullanabilecekleri hâle çevirmeleri için, insanları çalışmağa mecbûr kılmışdır. 
İnsanlar çalışmazlarsa, muhtâc oldukları, gıdâ, elbise, mesken, silâh, ilâc gibi 
şeylere kavuşamazlar. Yaşamaları, üremeleri çok güç olur. Bir insan, muhtâc 
olduğu bu çeşidli maddeleri yalnız başına yapamayacağı için, birlikde yaşamağa, 
iş bölümü yapmağa mecbûr olmuşlardır. Allahü teâlâ, insanlara merhamet ederek, 
seve seve çalışabilmeleri, çalışmakdan usanmamaları için, insanlarda üçüncü bir 
kuvvet dahâ yaratdı. Bu kuvvet, (Nefs-i emmâre) kuvvetidir. Bu kuvvet, 
şehvetlere kavuşmak ve gadab edilenlerle döğüşmek için insanı zorlar. Fekat 
insanın nefsi, bu işinde bir sınır tanımaz. Yapdığı işler, hep aşırı, hep 
zarârlı olur. Meselâ hayvan susayınca, temiz suyu kolayca bulur, içer. Doyunca, 
artık içmez. İnsanı nefsi, zorlayarak doydukdan sonra da içirir. Sığır aç 
olunca, çayırda otlar. Doyunca, yatar, uyur. İnsan aç olunca, çayırda otlayamaz. 
Bulduğu otlar arasında seçim yapması, seçdiğini soyup, temizleyip, pişirmesi 
lâzımdır. Nefs, bu yorucu, usandırıcı işleri seve seve yapdırır. Fekat, hoşuna 
gideni, doydukdan sonra da yidirir. Allahü teâlânın merhameti sonsuz olduğundan, 
nefsin insanı felâkete sürüklemesine mâni’ olmak istedi. Hem nefsin arzûlarına 
uymağı sınırlıyan, hem de nefsi temizleyip emmârelikden ya’nî aşırı, taşkın 
olmakdan kurtaran emrler ve yasaklar gönderdi. Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü 
vetteslîmât” ile gönderdiği bu emr ve yasakların toplamına, (İlâhî din)ler 
veyâ (İslâmiyyet) denir. Bir insan, işlerini yaparken, islâm dînine 
uyarsa, nefsi, emmârelikden kurtulup, (mutmainne) olur. Bu zemân, şehveti 
ve gadabı fâideli olarak çalışdırır. Kitâbımızın üçüncü kısmının ellibirinci 
maddesinde yazılı olan, (Mektûbât)ın üçüncü cildinin yüzyirmibirinci 
mektûbunda, nefsin temizlenmesi bildirilmekdedir. Nefs-i emmâre, şehveti ve 
gadabı aşırı çalışdırdığı için, buna uymak insana tatlı gelir. İslâmiyyete uymak 
ise, bu arzûları frenlediği, tahdîd etdiği için, insana acı, zor gelmekdedir. 
Bunun için insan, islâmiyyete uymak istemez. Nefse uymak ister. Se’âdete 
kavuşmak istemez. Felâkete sürüklenmek ister. Allahü teâlânın merhameti sonsuz 
olduğundan, insanlarda, se’âdeti felâketden, doğruyu iğriden ve fâideliyi 
zarârlıdan ayırabilen bir kuvvet de yaratdı. Bu çok kıymetli kuvvet, (Akl)dır. 
Şaşmıyan, yanılmıyan akla (Akl-ı selîm) denir. Akl-ı selîm sâhibi olan 
kimse nefsine uymaz. İslâm dînine uyar. Aklı dinlemiyen kimse ise, nefsine uyar. 
İslâm dînine uyana, (Müslimân) denir. Müslimân olmak için evvelâ 
(Îmân) etmek lâzımdır. 
Allahü 
teâlâ, bütün insanlara, îmân etmelerini emr etdi. İnsanlar arasından 
dilediklerine merhamet edip, bunların akla uyarak îmân etmelerini nasîb eyledi. 
Bu kullarının kalblerini îmân ile doldurdu. (Yûnus) sûresinin 
yirmibeşinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ kullarını, selâmet, se’âdet yeri 
olan Cennetine da’vet ediyor. Dilediğini bu yola kavuşdurur) buyuruldu. Akl-ı 
selîm sâhibi olan, bu mes’ûd insanlara (Sâbikûn) denir. Peygamberler, 
Evliyâlar, mezheb imâmları ve bütün müctehidler böyledirler “rahmetullahi teâlâ 
aleyhim ecma’în”. Akllarına uymayıp, Allahü teâlânın da’vetini kabûl 
etmiyenlerden, dilediklerini kendi taşkın, azgın hâllerinde bırakmakda, 
dilediklerini de, yine ihsân ederek, dilediği zemânda hidâyete kavuşdurmakda, 
kalblerini îmân ile doldurmakdadır. Kendi hâllerinde bırakdıklarından, gafletden 
uyanarak doğru yolu arayanları da, merhamet ederek hidâyete kavuşduracağını va’d 
etmekdedir. (Ankebût) sûresinin son âyetinde meâlen, (Nefslerine 
uyanlardan, doğru yolu arayanları, se’âdete ulaşdıran yollara kavuşdururuz) 
buyuruldu. Doğru yolu aramayıp, nefslerine uyarak îmân etmiyenleri, azıp can 
yakanları, Cehennemde sonsuz olarak yakacağını haber veriyor. İslâmiyyeti 
işitmiyen çok kimse vardır ki, akl-ı selîmleri olduğu için, bozulmuş, uydurulmuş 
dinlerin adamlarına aldanmamışlar, astronomide ve fen bilgilerinde ve bilhâssa 
tıb ilminde gördükleri nizâmlı hâdiselerin birbirlerine bağlantılarını 
düşünerek, hilkatin sırlarını, bu hesâblı düzenin hakîkatini anlamak 
istemişlerdir. Bunlar yine akl-ı selîmleri sâyesinde, islâmiyyetin bildirdiği 
güzel ahlâkın birçoğunu bulup, müslimân gibi yaşamış, kendilerine ve başkalarına 
fâideli olmuşlardır. Allahü teâlânın, (Ankebût) sûresinde va’d etdiği 
üzere, bunları îmân etmeğe sebeb olan rehberlere, kitâblara kavuşduracağı, 
(Rûh-ul-beyân) tefsîrinde, altıncı cüz son âyetinde yazılıdır. Böyle tâli’li 
mes’ud bir kimse anlar ki, herşeyi halk eden, yaratan, yok olmakdan, zarârlardan 
koruyan bir Allah vardır. Allah herşeyi görür, bilir, işitir. Herşeye gücü 
yeter. Gücü, kuvveti sonsuzdur. Herşeyi, eceli, zemânı gelince yok etmekdedir. 
İnsanları tekrâr dirilteceğini, hesâba çekeceğini, îmân etmiş olanlara Cennetde 
sonsuz ni’metler vereceğini, îmânı olmayanları, kâfirleri Cehennemde sonsuz 
yakacağını bildiriyor. Onun yapmak istediğini kimse durduramaz. Onun işine kimse 
karışamaz. Onun emrlerine uymakdan, rızâsını, sevgisini kazanmakdan başka 
kurtuluş ve se’âdet yolu yokdur. İnsanların hiçbiri îmân etmese, inanmasa, onun 
büyüklüğünde, kuvvetinde, kudretinde hiç noksanlık olmaz. Teknikde çok ilerliyen, 
elektronik âletler ve lazer ışınları ile tabî’atin nice sırlarını çözen ba’zı 
milletlerin başlarındaki azılı kâfirler, zâlimler, Ona hiçbir zarâr yapamaz. Bu 
dinsizler, ancak kendilerine zarâr yapıyorlar. Muhakkak ölecekler. Kabrde ve 
Cehennemde çok acı azâb çekeceklerdir. Allahü teâlâ isteseydi, herkesi mü’min 
yapar, herkesi Cennete sokardı. Yâhud, herkesi kâfir yapar, herkesi Cehennemde 
yakardı. Fekat, ba’zılarının mü’min olmasını, ba’zılarının da kâfir olmasını 
diledi. Onun dilediği olur. Onun dilediğini hiçbir mahlûk değişdiremez. 
  
Hakîkat 
Kitâbevi: 
  
Sabâh olmuş, 
kuşlar ötüyor, 
her taraf 
süslenmiş Bayram gibi. 
câmi’den 
gelen tekbîr sesleri, 
rûhları 
açıyor, Kur’ân gibi. 
  
Müezzin 
efendi, ezân okuyor, 
sesi çok 
güzel, bülbül gibi. 
İmâm efendi 
yeşil cübbe giymiş, 
siyâh saçlar 
arasında parlayan zümrüd gibi. 
  
Câmi’den
(Estagfirullah) 
sesleri geliyor, 
 
Söyliyenlerin kalbleri olmuş nûr gibi. 
Koşdum, 
onlara ben de katıldım, 
çok şükr, 
oldum melek gibi. 
  
Yâ Rabbî! 
Türk vatanı çok mübârek yerdir, 
her 
köşesinde, ecdâdımızın rûhları sesleniyor: 
Muhammed 
aleyhisselâma tâbi’ olun, bizler gibi, 
Onun 
yolundan ayrılmayın, Eshâb gibi. 
  
Yâ Rabbî! 
Bizi bu vatandan ayırma! 
tâ, bu 
vatana hizmet ederken verelim cân! 
Yâ Rabbî! Bu 
vatanı koruyan kumandanlara yardım et! 
bu 
kumandanların her birinin vatana hizmet etmesini nasîb et! 
İki yüzlüler 
çoğaldı, şimdi, 
nutuk 
çekiyorlar, kahraman gibi. 
  
Londrada 
masonların dağıtdığı diplomalarla, 
islâma 
saldırıyorlar şaklaban gibi. 
Bir yerde iş 
bulamıyan serserîler, 
etrâflarını 
sarmış, çöplükde leş arayan hayvân gibi. 
  
Dîni, îmânı 
bozuyor, bu alçaklar, 
gençleri 
aldatıyorlar, şeytân gibi. 
Bu 
hücûmlardan korunmak için, 
Muhammed 
aleyhisselâma uymalıdır. 
hiçbir şey 
kalbi temizleyemez, 
bu yüce 
Peygambere uymak gibi. 
  
Bu hakîkati 
her yere yayan 
(Hakîkat Kitâbevi)dir, 
Bu Kitâbevi 
insanlara Hakkın büyük ni’metidir. 
(Hakîkat 
Kitâbevi), hakîkatları yayıyor, 
onların ki 
ise, hep iftirâ ve yalan. 
  
[Aklı başında 
olan, hakîkatlere inanır. Ahmaklar ise, yalanlara aldanarak, felâketlere 
saplanır.] 
  
                                                |