25 - İKİNCİ CİLD
- 99.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb,
seyyid Muhammed Nu’mâna “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmış olup, ba’zı Evliyâ,
tesavvuf yolunda ilerlerken, kendilerini, Eshâb-ı kirâmın makâmında görüyor.
Bunu açıklamakda ve dünyâda Peygamberlere çok derd ve belâ gelmesinin sebebini
bildirmekde ve adem, Fenâ ve Bekâyı anlatmakdadır:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya
hamd olsun. Onun seçdiği kullarına selâm olsun!
Süâl:
Sâlik, tesavvuf yolunda yükselirken, ba’zan
kendisini, kendinden yüksek olduklarında söz birliği olan Eshâb-ı kirâmın
makâmında görüyor. Hattâ, ekseriyâ Peygamberlerin makâmlarında görüyor. Bu nasıl
olur? Ba’zı kimseler, bu sâlikin o makâmların sâhiblerinin derecesinde olduğunu
söylediğini sanıyor. Bunun için, bu sözüne inanmıyorlar. Hattâ, ona dil
uzatıyorlar. Bunun sebebi nedir?
Cevâb:
Aşağı derecedeki insanların, yükseklerin makâmına
çıkması, fakîrlerin zenginler kapısına ve ihsân sâhiblerinin evlerine giderek,
onlardan ihtiyâclarını dilemelerine, ni’metlerine kavuşmalarına benzer.
Bunların, o makâma çıkmasını, makâm sâhibleri ile müsâvî olmak sananlar,
câhillik etmiş olur. Bu yükselmeleri, ba’zan o makâmları görerek özenmeleri
içindir. Dünyâda sultânların ve beğlerin serâylarını, köşklerini seyretmeğe
gitmek gibidir. Bu gibileri, sultânlarla, beğlerle müsâvî oldu sanmak, ahmaklık
olur. Hizmetciler, efendilerine hizmet etmek için, husûsî odalarına kadar girer.
Süpürmek için, temizlik için sultânın yanına yaklaşır.
Mısra’:
Derd sâhiblerine her yandan gelir
belâ...
Ba’zıları,
bir zevallıyı ayblamak ve kötülemek için, behâne arar. Allahü teâlâ, böyle
kimselere insâf versin! Bir garîb dervîşi iftirâdan, lâfdan korumak için sebeb
aramaları lâzım gelirdi. Bir müslimânın ırzını, şerefini korumak için,
çalışmaları îcâb ederdi. Bu makâmlara yükselen sâliklere dil uzatanlar, iki
dürlü olabilir:
Bu sâlik, o
makâmların sâhibine müsâvî olduğunu sanıyor derlerse, bu sâliki kâfir ve zındık
bilmiş olurlar. Çünki bir kimse, kendini Peygamberler ile berâber bilirse, kâfir
olur. Şeyhaynın [ya’nî Ebû Bekrin ve Ömerin] “aleyhimürrıdvân” bütün
müslimânlardan üstün olduğunu Sahâbe ve Tâbi’în sözbirliği ile bildirdi. Bu
sözbirliğini, din imâmlarımız, kitâblarında yazmakdadır. Bunlardan biri, imâm-ı
Şâfi’îdir “rahmetullahi aleyh”. Hattâ Sahâbe-i kirâmın hepsi, sonra gelen
müslimânların hepsinden dahâ üstündür. Çünki, insanların en iyisinin sohbetinin
üstünlüğüne benzeyen hiçbir üstünlük olamaz. Eshâb-ı kirâmın, islâmiyyetin za’îf
olduğu ve müslimânların az olduğu o zemânda, dîni kuvvetlendirmek için ve
Peygamberlerin efendisine “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” yardım etmek
için yapdığı ufak bir hareketine, o kadar sevâb verilir ki, başkaları, bütün
ömrünü, sıkı riyâzetle ve ağır mücâhedelerle ve ibâdetlerle geçirse, o kadar
sevâb alamaz. Bunun için Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Ümmetimden herhangi biri, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshâbımın bir
müd arpa sadakasına verilen sevâba kavuşamaz). [Müd, iki rıtldır.
(Rıtl) yüzotuz dirhem-i şer’îdir. Bir (dirhem-i şer’î) 3.36 gr.dır.
Bir (Müd) sekizyüzyetmişbeş gram ağırlığında bir ağırlık birimidir.]
Ebû
Bekr-i Sıddîkın “radıyallahü anh”, bu ümmetin en üstünü olmasının sebebi, îmâna
gelmekde, malının çoğunu ve cânını fedâ etmekde ve her dürlü hizmetde,
başkalarının önünde bulunmasıdır. Hadîd sûresinin onuncu âyetinde meâlen,
(Mekke-i mükerremenin fethinden önce malını veren ve cihâd eden kimseye, fethden
sonra malını dağıtan ve cihâd edenden dahâ büyük derece vardır. Allahü teâlâ,
hepsine Cenneti va’d etdi) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, onun için
indirilmişdir. Ba’zı kimseler, fazîletlere, vak’alara bakarak, bunun en üstün
olduğunda duraklıyor. Hâlbuki, bilmiyorlar ki, üstünlüğün sebebi, fazîletler ve
hârikalar olsaydı, fazîletleri ve hârikaları çok olan herhangi bir müslimânın, o
kadar hârikası olmayan kendi Peygamberlerinden üstün olması lâzım gelirdi. Demek
oluyor ki, üstünlüğün esrârı, sebebi, fazîletlerden ve hârikalardan başka
birşeydir. Bu fakîre göre, bu sebeb, dîni kuvvetlendirmekde ve mal ve cân fedâ
ederek Allahın dînine yardım etmekde başkalarının önünde bulunmakdadır. Her önde
olan, sonra gelenlerden dahâ üstün olur. Önde gelenler, sonra gelenlerin, dinde
üstâdı ve mu’allimidir. Sonra gelenler, önce gelenlerin nûrları ile
aydınlanmakda, onların bereketlerinden fâidelenmekdedir. Peygamber hepsinden
ileride, önde olduğu için, hepsinden üstündür. Bu ümmet içinde, Peygamberimizden
“aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vesselâm” sonra, bu devletin, ya’nî se’âdetin
sâhibi, Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü teâlâ anh”. Çünki, dîni
kuvvetlendirmek ve Peygamberlerin efendisine “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”
yardım etmek için, malını dağıtmakda, cihâd etmekde, şiddetli mücâdele etmekde
ve şânını, şerefini gayb etmekde, öncelerin öncesi Odur. O hâlde, hepsinden dahâ
üstün Odur.
Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem”, islâmiyyetin yükselmesinin ve kuvvetlenmesinin,
Ömer-ül Fârûkun yardımı ile olmasını istedi. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine
yardım etmek için, onu kâfi gördü. Enfâl sûresinin, altmışdördüncü âyetinde
meâlen, (Ey Peygamberim “sallallahü aleyhi ve sellem”! Sana yardımcı
olarak Allahü teâlâ ve mü’minlerden sana tâbi’ olanlar yetişir) buyurdu.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ”, (Bu âyet-i kerîme, Ömer-ül Fârûk îmân
etdiği zemân geldi) buyurdu. O hâlde, Ebû Bekr-i Sıddîkdan sonra, en üstün olan
budur. Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în, bu ikisinin en üstün olduğunu sözbirliği ile
bildirdi. Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki: (Ebû Bekr ile Ömer “radıyallahü
teâlâ anhümâ” bu ümmetin en üstünüdür. Beni onlardan üstün sanan, iftirâ
etmekdedir. İftirâ edeni dövdükleri gibi, onu sopa ile döverim). Bunları başka
kitâb ve mektûblarımda uzun anlatmışdım. [Bu ikisinin üstünlükleri (Kurret-ül
ayneyn) ve (Eshâb-ı Kirâm) kitâbının (Müslimânların iki gözbebeği)
kısmında uzun yazılıdır.]
Kendini, Eshâb-ı
kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm” gibi sanmak, ahmaklıkdır. Kendini, önce gelen
büyüklere benzetmek, câhillikdir. Şunu da bildirelim ki, önce olmak şerefinin
üstünlüğe sebeb olması, birinci asrda, insanların en iyisinin sohbetine
kavuşanlar içindir. Sonraki asrlarda böyle değildir. Dahâ sonraki asrda
gelenler, önündeki asrlarda gelenlerden üstün olabilir. Hattâ aynı asrda
bulunanlardan, sonraki, öncekinden [talebesi hocasından] ileri geçebilir. Allahü
teâlâ, dil uzatanları, gaflet uykusundan uyandırsın! Bir müslimânı kabâhatli
sanarak, dedikodu yapmak, söğmek, pek şenî’, çok çirkindir. Vehm ile, zan ile,
bir müslimâna sapık demek, kâfir demek, inâdcılık, kincilik olur. Bu iftirâları
yerinde olmadığı zemân, söyliyenler sapık ve kâfir olur. Böyle olduğunu hadîs-i
şerîf bildirmekdedir.
Sözümüze
dönelim. Sâliklere dil uzatanların ikinci kısmını bildirelim. Bunlar, o
derecelerde olduğunu söyliyen sâliklere kâfir ve sapık demez ise de, iki hâlden
birisi olabilir: Ona yalancı derler. Bu da, bir müslimâna sû-i zan etmek olup
harâmdır. Yok eğer, sözüne inanır ve o büyüklere müsâvî olmak da’vâsında
olmadığını bilirler ise, dil uzatmalarına sebeb kalmaz. Onu niçin söğüp
çekişdirirler? Doğru keşflere iyi ma’nâlar vermek lâzımdır. Doğru keşf
sâhiblerini ayblamamalı, onlar için kötü, çirkin şeyler söylememelidir.
|