| 
 
24 
- 
BEŞİNCİ CİLD - 36.MEKTÛB  
                      
                      (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî Serhendî) 
Eshâb-ı 
kirâm arasındaki muhârebeler ictihâd yüzünden idi. Döğüşenler de, birbirini çok 
seviyordu. Ananın, babanın çocuğunu döğmesi gibi idi. 
Ehl-i 
sünnet âlimlerinin, Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü, üstünlüğünü bildiren sözlerini, 
yazılarını, kitâbımızın birkaç yerinde açıkladık. Kayyûm-i rabbânî, Muhammed 
Ma’sûm-i Fârûkî Serhendî “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)ının ikinci 
cildi, otuzaltıncı mektûbunda, sekizinci süâlin cevâbında buyuruyor ki: 
Tepeden tırnağa 
kadar rahmet olan hazret-i Alî “kerremallahü teâlâ vecheh”, hâşâ ve kellâ, bir 
müslimâna bile la’net etmedi. Nerde kaldı ki, Peygamber efendimizin “sallallahü 
aleyhi ve sellem” Eshâbına ve hele çok kerre hayr düâ etdiği hazret-i Mu’âviyeye 
“radıyallahü anh” la’net etmiş olsun. Hazret-i Alî, hazret-i Mu’âviye ve yanında 
bulunanlar için (Kardeşlerimiz, bize uymadı. Kâfir ve fâsık değildirler. 
İctihâdları ile hareket etdiler) buyurdu. Bu sözü, onlara küfrü ve fıskı 
yaklaşdırmamakdadır. O hâlde, hiç la’net eder mi? Hiç beddüâ eder mi? İslâm 
dîninde, hiç kimseye, hattâ frenk kâfirlerine bile la’net etmek, ibâdet 
değildir. Beş vakt nemâzdan sonra, düâ etmek lâzım iken, kendi düşmanlığı için, 
düâ yerine, bed düâ eder mi? Tesavvufdaki fenâ derecelerinin en yükseğine ve 
itmînânın sonuna ulaşmış ve şahsî arzûlarından geçmiş olan hazret-i Alînin 
nefsini, kendi nefs-i emmâreleri gibi kin ile, inâd ile, düşmanlıkla dolu mu 
sanıyorlar? O çok yüksek zâta, böyle bir bühtânda, böyle alçak bir iftirâda 
bulunuyorlar. Hazret-i Alî, Fenâ-fillâh ve muhabbet-i Resûlillah makâmlarının en 
son derecesine ulaşmış, cânını, malını, Onun “sallallahü aleyhi ve sellem” 
yoluna fedâ etmişdir. Niçin, bu düâ zemânında, her iki cihânın sultânı olan 
Peygamber efendimize, envâ-ı ezâ ve cefâ yapan, Allahü teâlânın ve Resûlünün 
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” düşmanlarını söyleyip, onlara la’net etmesin 
de, kendi düşmanlarına la’net etsin? Hâlbuki, hazret-i Alînin (İctihâdları ile 
hareket etdiler) sözü, onlara düşman olmadığını gösteriyor. 
İşin içi, özü 
şöyledir ki, bu muhârebeler, bu çarpışmalar düşmanlıkla, kin gütmekle olmadı. 
Hep, ictihâd ile, din bilgisi ile oldu. Bunun için, ayblamanın yeri yokdur. 
Nerde kaldı ki, bed düâ, ve la’net edilsin. Bir kimseyi kötülemek, ona la’net 
etmek ibâdet olsaydı, İblîs-i la’îne, Ebû Cehle, Ebû Lehebe ve Peygamber 
efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” inciten, Ona cefâ ve ezâ eden ve bu hak 
olan dîne, düşmanlıklar, ihânetler, hıyânetler yapan, Kureyşin azılı kâfirlerine 
la’net etmek, islâmın îcâblarından olurdu. Düşmanlara la’net etmek emr 
edilmeyince, dostlara la’net sevâb olur mu? Resûlullah “sallallahü aleyhi ve 
sellem” buyurdu ki, (Bir kimse, şeytâna la’net ederse, ben zâten mel’ûn 
oldum. Bu la’netin bana zarârı olmaz der. Yâ Rabbî! Beni şeytândan koru derse, 
eyvâh bel kemiğimi kırdın der). Bir başka hadîs-i şerîfde, (Şeytâna 
söğmeyiniz! Şerrinden, Allahü teâlâya sığınınız) buyuruldu. Bundan 
anlaşılıyor ki, bu gibi sözler, hazret-i Alîye iftirâdır. Onu kötülemekdir. 
Bundan başka, hazret-i Mu’âviye, hazret-i Alîye ve hazret-i Hasene ve Hüseyne ve 
diğerlerine “radıyallahü anhüm ecma’în” la’net etmeğe başladı demek de, Mu’âviye 
hazretlerine iftirâ olur. Birbirlerine, aslâ bed düâ, la’net etmediler. Ehl-i 
sünnet vel-cemâ’at mezhebi şöyledir ki, Mu’âviyeye “radıyallahü anh” dil uzatmak 
câiz değildir. Bu söz, ona bir iftirâdır. Hem bunu bildiren, doğru bir haber de 
yokdur. Târîhciler söylüyor ise, bunların sözü, nasıl sened olabilir? Dînin 
temel bilgileri, târîhcilerin sözleri üzerine kurulamaz. Burada, imâm-ı a’zam 
Ebû Hanîfenin ve onun eshâbının sözlerine bakılır. Târîhcilerin sözlerine ve 
Keşşâf tefsîrinde yazılı olan haberlere bakılmaz. Keşşâfda, hazret-i Alînin ve 
hazret-i Mu’âviyenin ismleri geçmiyor. Bu iki din büyüğünün birbirine la’net 
etdiğini gösteren bir işâret bile yokdur. Bununla berâber (Keşşâf)daki o 
yazılar doğrudur. Ehl-i sünnetin bildirdiğine uymıyan birşey yokdur ki, iyi 
ma’nâ çıkarmağa çalışmak lâzım gelsin. Evet, Emevî halîfeleri, minberlerde, Ehl-i 
beyte yıllarca la’net etdirdi. Ömer bin Abdül’azîz “rahmetullahi aleyh” buna son 
verdi. Allahü teâlâ, bizim tarafımızdan, ona bol bol mükâfât versin! Fekat, 
Mu’âviye de “radıyallahü anh” Emevî halîfelerinden ise de, ona dokunulamaz. 
Eğer, hazret-i Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” söğülürse, kötülenirse bu 
ayrılıkda ve muhârebelerde, onunla birlik olan, çok sayıda Eshâb-ı kirâm, hattâ 
aşere-i mübeşşereden birkaçı da mel’ûn olur. Bu din büyüklerine dil uzatmak, 
onlardan bize gelmiş olan din bilgilerini bozmağa sebeb olur. Hiçbir müslimân, 
bunu uygun görmez ve kabûl etmez. 
Ba’zıları, 
üç halîfeyi ve hazret-i Mu’âviyeyi ve ictihâdda ona uyanları “radıyallahü teâlâ 
anhüm ecma’în” kötülüyor, bunlara söğüyor, Peygamber efendimizden sonra 
“sallallahü aleyhi ve sellem”, birkaçından başka, Eshâb-ı kirâmın hepsi mürted 
oldu diyorlar. Ehl-i sünnet vel-cemâ’at mezhebine göre, Eshâb-ı kirâmın hepsine, 
iyilikden başka birşey söylenmez. Hiçbiri fenâ, kötü değildir. İmâm-ı Yahyâ bin 
Şeref Nevevî, (Müslim) hadîslerini açıklarken buyuruyor ki, o 
muhârebelerde, Eshâb-ı kirâm üçe ayrılmışdı: Bir kısmının ictihâdı, hazret-i 
Alînin ictihâdına uygun oldu. Bunlara kendi ictihâdlarına uygun yol tutmak vâcib 
oldu. Bunlar, hazret-i Alîye “radıyallahü anhüm” yardım etdi. Eshâb-ı kirâmın 
ikinci kısmı, ictihâdda, doğru olanı ayıramadı. Bunların, kimseye karışmaması 
vâcib oldu. Üçüncü kısmın ictihâdı, hazret-i Alîye karşı gelenlerin ictihâdları 
gibi oldu. Bu ictihâdda olanların karşı tarafa yardım etmesi lâzım oldu. Demek 
ki, her biri, kendi ictihâdına uygun iş yapdı. Bunun için hiçbirini ayblamak 
doğru değildir. Bununla berâber, hazret-i Alî ve onun ictihâdında olup, ona 
uyanlar, ictihâdda doğruyu bulmuşlardı. Karşılarındakiler, ictihâdda 
yanılmışlardı. Fekat, ictihâdda yanılma olduğu için, kötülenemez. Yanılanlar bir 
sevâb aldı. Doğruyu bulanlar, on sevâb aldı. Yanıldılar demek bile, doğru 
değildir. Yanılanları da iyilikle anmak lâzımdır. Demek ki, Mu’âviyeyi 
“radıyallahü anh” sevmiyen, ona la’net eden bir kimse, bütün Eshâbı iyi bilip 
sevse de, Ehl-i sünnet vel-cemâ’atden olamaz. Böyle kimseyi, Şî’îler de sevmez. 
Bu kimse, Ehl-i sünnet olmadığı gibi, Şî’î de değildir. Üçüncü bir mezhebden 
olur. Otuzaltıncı mektûbdan terceme, burada temâm oldu. 
[Eshâb-ı kirâm 
“radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” arasındaki ayrılıkları iyi ve doğru anlamak 
için, güvenilen ve herşeyi açık ve ayrı ayrı anlatan i’tikâd kitâblarını 
okumalıdır. Sonradan yazılan târîhlere, birbirini tutmıyan çürük sözlere, böyle 
olan ansiklopedilere, gazetelere aldanmamalıdır! 
Ne kadar 
şaşılır ki, Cevdet Pâşa (Kısas-ı enbiyâ) kitâbında, (Hazret-i Alî, kendi 
hükûmetinin za’îflediğini, Mu’âviyenin kuvvetinin artdığını görünce, müte’essir 
olarak, elem çekerek, Mu’âviyeye ve ayrıca altı kişiye bed düâ etmeğe başladı. 
Mu’âviye, bunu işitince, o da Alîye ve ibni Abbâsa ve Hasen, Hüseyne bed düâ 
etmeğe başladı) diyor. Deve ve Sıffîn vak’alarını anlatırken de Eshâb-ı kirâmdan 
“aleyhimürrıdvân” birkaçı için şânlarına yakışmıyan kelimeler kullanıyor. 
Şemseddin Sâmî de (Kâmûs-ül-a’lâm) kitâbında, hazret-i Mu’âviye ve ba’zı 
Sahâbî için, müslimânın söyliyemiyeceği cümleler yazarak, saygısızlık 
göstermekdedir. Bunun, böyle saygısızlık göstermesine, pek de şaşılmaz. Çünki 
bu, (Toprak) ismindeki kitâbında, Allahü teâlâya karşı da saygısızlık 
gösteriyor. Hâlık-ı teâlâyı, esîr, madde derekesine düşürmekden çekinmiyor. 
Fekat, Cevdet Pâşanın pek safcasına, Abbâsî târîhlerine, mezhebsizlerin 
kitâblarına aldanması, insanı hayrete düşürmekdedir. Çünki, onun (Kısas-ı 
enbiyâ)sı, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hayâtını ve islâm 
târîhini, geniş ve açık yazan, doğru olarak tanınan, güvenilir, kıymetli bir 
kitâbdır. İslâm târîhini öğrenmek istiyenlere, tavsıye edilecek kitâbların 
önünde gelmekdedir. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasındaki muhârebeleri, 
bunların sebeblerini de insâflı ve doğru yazmakdadır. Meselâ 
dörtyüzotuzsekizinci (438) sahîfede diyor ki: (İrtidâd tehlükesi birdenbire 
büyüdü. Her tarafı dehşet bürüdü. Yemendeki ve başka yerlerdeki me’mûrlar geri 
gelmeğe, kara haberler getirmeğe başladılar. Müslimânlar karanlık gecede yağmura 
tutulmuş koyun sürüsü gibi şaşkına döndü. Mürtedlerin sayısı yanında müslimânlar 
pek az idi. Fekat, Resûlullahın halîfesi, zemân-ı se’âdetdeki gelişmeyi hiç 
değişdirmemeğe ve Resûlullahın niyyetlerini yerine getirmeğe karârlı idi. 
Mürtedlerle muhârebeyi göze aldı. Her tarafa birlikler gönderdi. Medîneye hücûma 
hâzırlanan düşman üzerine, gece bir şiddetli çıkış yaparak, sabâha kadar savaşdı. 
Hepsini dağıtdı. Yanındaki askerlerle birlikde, uzakdaki mürtedlerle muhârebeye 
gitmek üzere devesine bindi. Fekat, hazret-i Alî “radıyallahü anh”, halîfenin 
devesinin yularını tutup, ey Resûlün halîfesi! Nereye gidiyorsun? Sana 
Resûlullahın Uhud muhârebesinde söylediğini söylerim. O gün sana, (Kılıcını 
kınına sok! Ölümünle bizi yakma!) buyurmuşdu. Vallahi, sana bir hâl olur 
ise, müslimânlar, senden sonra düzen bulmaz dedi. Eshâb-ı kirâmın hepsi, 
hazret-i Alîyi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” tasdîk etdi. Halîfe hazretleri 
Medîne-i münevvereye döndü. 
Halîfe 
seçilmesindeki sert konuşmalarından hemen sonra, birbirlerine karşı olan 
sevgilerine bakınız! Kimseye boyun eğmeyen, halîfe seçimine çağrılmadı diye, 
hazret-i Ebû Bekre oy vermesini gecikdiren, Allahın arslanı, hazret-i Alî 
“radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” şimdi onun muhârebeye gitmesini önlüyor. Eğer, 
kalbinde ona karşı ufak bir kırıklık olsaydı, halîfe harbe gitsin de, ona birşey 
olursa, yerine ben geçerim diye düşünür, hiç olmazsa, gitmesine karışmazdı. 
Hazret-i Sıddîk 
gibi, din uğrunda, aslâ cânını esirgemeyen bir zâtın da, cihâd gibi mühim bir 
ibâdete başlarken, hiç kimsenin sözü ile, bundan vaz geçmeyeceği meydânda iken, 
niyyetinden dönmesi, ancak hazret-i Alînin fikrinin ve sözünün doğru olduğuna 
güvenmesinden ve ona uymasından ileri geldiği şübhesizdir. Hepsinin düşüncesinin 
ve konuşmasının, hep islâm dînine hizmet niyyeti ile olduğu, buradan da 
anlaşılmakdadır “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. 
Eshâb-ı 
kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” birkaçının dünyâya düşkün olduğunu 
sanan ve yazan sapıklar, onların böyle davranmalarına dikkat etselerdi, bu büyük 
zâtlara karşı, kötü zanda bulunmak günâhından kurtulurlardı). 
Abbâsî 
târîhcileri, sultânların gözüne girmek, mal ve mevkı’ elde etmek için vak’aları 
değişdirmekden, hâdiseleri yanlış yazmakdan çekinmemiş, Emevîleri insâfsızca 
kötülemeğe koyulmuşlardı. Abbâsî halîfeleri, Emevîlere düşman olduğundan, 
târîhcileri de, dünyâlık ele geçirmek için, ilmi, siyâsete kurbân etmişlerdir. 
Osmânlılar, zemân bakımından, Abbâsîlere dahâ yakın, toprak bakımından da, komşu 
olduğundan, câhil târîhciler, Abbâsî târîhlerini olduğu gibi terceme etmiş, 
Cevdet pâşa bile, bu te’sîrden kendini kurtaramamışdır. Bir yandan târîhciler, 
bir yandan da, şâh İsmâ’îlin bozguna uğrıyan ordusunun döküntüsü olup, tekkelere 
sığınan kızılbaşlar, türk milletine, Eshâb-ı kirâmın düşmanlığını bulaşdırdı. 
Yalnız, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından, işin doğrusunu öğrenenler, bu 
felâketden kurtulabildi. Allahü teâlâ, doğru yolda bulunanların yardımcısı 
olsun! Âmîn. 
(Merec-ül-bahreyn)de 
diyor ki, hakîm Alî Tirmizî buyurdu ki, (Yaşım ilerledikçe, ilmim, amelim ve 
mücâhedem artdığı hâlde, gençliğimde kavuşmuş olduğum nûrları, te’sîrleri 
kendimde bulamaz oldum. Sebebini bir dürlü anlıyamadım. Gençlik zemânım, 
Resûlullahın zemânına dahâ yakın olduğu için, o zemândaki hâlin dahâ üstün 
olduğu, kalbime ilhâm edildi). O zemâna yakın zemânlar böyle kıymetli olunca, o 
zemânın kendinin ne kadar çok kıymetli olduğunu anlamalıdır. Bunun içindir ki,
(Kût-ül-kulûb)da, (Resûlullahın o mubârek cemâlini bir kerre görmek ve 
biraz huzûrunda oturmak, insanı öyle şeylere kavuşdurur ki, başka zemânlarda 
yapılan halvetlerle ve erbaînlerle, ya’nî kırk gün riyâzet çekmekle, bunlar elde 
edilemezler) buyurulmakdadır. Başka zemânlarda yetişen büyük Velîler de, 
Resûlullahın ma’nevî sohbetinde bulunup, feyz almakla yükselmişlerdir]. 
                                                |