| 
 
17 -  
VEHHÂBÎLİK NEDİR? 
Ehl-i 
sünnet âlimleri, Vehhâbîleri red için, çok kitâb yazdı. Bunlardan kırk adedinin 
ismleri aşağıdadır: 
1 - Medîne-i 
münevverenin Şâfi’î ulemâsından Muhammed ibni Süleymânın “rahmetullahi aleyh” 
çok kıymetli (Fetvâ) kitâbıdır. 
2 - Mekke-i 
mükerreme Reîs-ül-ulemâsı Ahmed Zeynî Dahlân-ı Şâfi’înin (Eddürerüsseniyye) 
kitâbı, İstanbulda Belediyye kütübhânesinde, [1079] numarada mevcûddur. 
İstanbulda, ofset yolu ile tekrâr basdırılmışdır. 
3 - Mustafâ 
Kırîmînin “rahmetullahi aleyh” (Risâlet-üs-sünniyyîn firreddi alel-mübtedî’în) 
kitâbı, Belediyye kütübhânesinde, [992] numarada mevcûddur. 
4 - (Müncid) 
kitâbında, (Hâlidî) kelimesinde yazılı olan Dâvüd bin Süleymân Bağdâdînin 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Minhat-ül-vehbiyye) kitâbı, Belediyye 
kütübhânesinde, [292] numarada mevcûddur. İstanbulda tekrâr basdırılmışdır. 
5 - Muhammed 
Ebû Zühre, (Târîh-ul-mezâhib-il-islâmiyye)de, vehhâbîleri ve bunların 
bid’at ehli olduklarını uzun bildirmekdedir. 
6 - Allâme İbni 
Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesinde, üçüncü 
cild, üçyüzdokuzuncu sahîfede buyuruyor ki: (Zemânımızdaki mezhebsizler 
kendilerine müslimân diyip, kendi i’tikâdlarına inanmıyanlara müşrik, ya’nî 
kâfir diyor. Bunun için, Ehl-i sünneti ve âlimlerini öldürmek sevâbdır diyorlar. 
[1233] de, Ehl-i sünnet bunlara zafer bulup, kahr ve perîşân oldular). 
Yukarıdaki yazının foto-kopisi, (Kitâb-ül-eymân) ismi ile İstanbulda neşr 
olunmuşdur. 
7 - Zebid 
müftîsi, Seyyid Abdürrahmân “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki: Ehl-i sünnetden 
ayrılanları red ve bozuk olduklarını bildirmek için, şu hadîs-i şerîfi okumak 
yetişir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Arabistânın 
şark tarafından bir kimseler çıkar. Kur’ân-ı kerîmi okurlar. Fekat, Kur’ân-ı 
kerîm, bunların buğazlarından aşağıya gitmez. Ok yaydan çıkar gibi islâmiyyetden 
çıkarlar. Yüzleri de hep traşlıdır). Çoğunun en mühim vazîfelerinden biri, 
başı traş etmekdir. Yanaklarını traş edip, yalnız çeneleri üzerinde sivri sakal 
bırakırlar. Bu hadîs-i şerîf, doğru yoldan çıkdıklarını göstermekdedir. 
8 - Zâhid-ül-Kevserînin 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Esseyf-üs-sakîl) kitâbında ve (Makâlât)ında, 
İbni Teymiyyenin ve İbni Kayyımın fikrleri îzâh ve red edilmekdedir. 
9 - 
Doksanaltıncı şeyh-ul-islâm seyyid Muhammed Atâullah efendinin “rahmetullahi 
teâlâ aleyh” (Vehhâbîlere reddiyye) kitâbı meşhûrdur. 
10 - (Müslimâna 
nasîhat) kitâbı türkcedir. (Feth-ul-mecîd) kitâbından parçalar 
alınarak, herbirine, islâm âlimlerinin kitâblarından cevâblar verilmişdir. İlk 
baskısı, [m. 1970] de İstanbulda yapılmışdır. İngilizce tercemesi de 
basdırılmışdır. 
11 - Yûsüf-i 
Nebhânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Şevâhid-ül-hak) kitâbı, İbni 
Teymiyyeyi kuvvetli vesîkalarla çürütmekdedir. Bu kitâbdaki kıymetli yazılardan 
bir kısmı [m. 1972] de basılan (Eshâb-ı kirâm) kitâbının sonunda, (Yûsüf-i 
Nebhânî) maddesinde yazılmışdır. 
12 - Yûsüf-i 
Nebhânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Es-sihâm-üs-sâibe) kitâbı da, 
mezhebsizleri, âyet-i kerîmelerle isbât ederek red etmekdedir. 
13 - Ahmed 
Dahlân (Hulâsat-ül-kelâm) ve (El-fütûhât-ül-islâmiyye) 
kitâblarında, mezhebsizlerin iftirâlarına vesîkalarla cevâb vermişdir. Birinci 
kitâbın ikinci kısmı Hakîkat Kitâbevi tarafından ofset yolu ile basdırılmışdır. 
14 - İmâm-ı 
Sübkî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Şifâ-üs-sikâm) kitâbında, Resûlullahı 
ve Evliyâyı ziyâretin ve rûhlarından istigâse etmenin câiz olduğunu isbât 
etmekdedir. Mısrda Bulak Matba’asında, 1318 [m. 1900] de basılmışdır. İstanbulda, 
ofset yolu ile çeşidli baskıları yapılmışdır. 
15 - 
Abdülvehhâb oğlu Mehmedin kardeşi şeyh Süleymân, Ehl-i sünnet âlimlerinden idi. 
Kardeşi Mehmedin yeni bir çığır açdığını anlayınca, onun kitâblarına reddiyyeler 
yazdı. Bunlardan (Savâik-ul ilâhiyye fir-redd-i alel-vehhâbiyye) kitâbı 
1306 da basılmış ve 1395 [m. 1975] de İstanbulda ofset ile tekrâr basdırılmışdır. 
16 - Haleb 
kâdîsı, Şâfi’î âlimlerinden Muhammed bin Alî Zemlikânî “rahmetullahi teâlâ 
aleyh” (Dürret-ül-madıyye firreddi-alâ-ibni Teymiyye) kitâbında, 
Peygamberlerin kabrlerinden istigâse etmenin câiz olduğunu isbât etmekdedir. 
17 - Rumeli 
Kâdî-askeri Ehî-zâde Abdülhalîm bin Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Fî-isbât-il-kerâmâti-lil-Evliyâ 
hâlelhayât ve ba’delmemât) kitâbında, Evliyânın öldükden sonra da kerâmet 
sâhibi olduklarını isbât etmekdedir. Kendisi, binonüç 1013 [m. 1590] senesinde 
vefât etmişdir. 
18 - Hasen Cân 
Fârûkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (El-akâidüssahîha fî terdîd-il-vehhâbiyye) 
kitâbı, arabî olarak, Hindistândaki vehhâbîlerin islâmiyyeti içerden 
yıkdıklarını isbât etmekdedir. İstanbulda Hakîkat Kitâbevi tarafından 1994 de 
ofset baskısı yapılmışdır. 
19 - Büyük âlim 
ve Veliyyi kâmil seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh, (Keşkül) 
kitâbındaki yazısını şöyle bitirmekdedir: Keşf ve şühûd sâhibi olan milyonlarca 
âşık, Fahr-i âlemi “sallallahü aleyhi ve sellem” ziyâret ederek, Allahü teâlânın 
sonsuz ni’metlerine kavuşmuşlardır. İmâm-ül-eimme ve sirâc-ül-ümme Ebû Hanîfe 
Nu’mân bin Sâbit hazretleri ziyâret ederken, (Ey Seyyidler seyyidi! Senin için 
geldim. Benden râzı olmanı ricâ ediyorum. Sana sığınarak korunuyorum!) diyerek 
başladığı kasîdesi meşhûrdur. 
20 - 
(Sebîl-ün-necât) kitâbı arabî olarak Hindistândaki vehhâbîlerin bozuk ve 
sapık inanışlarını bildirmekde, bunlara vesîkalarla cevâb vermekdedir. İlk 
olarak 1394 de Hindistânda basılmış, İstanbulda ofset yolu ile neşr olunmuşdur. 
21 - (El-mesâil-ül-müntehabe) 
kitâbı arabî olup, Hindistândaki vehhâbîlerin gençler arasına yaymağa 
çalışdıkları inanışları yazmakda, bunları vesîkalarla çürütmekdedir. İlk olarak 
1391 senesinde Pâkistânda basılmış, sonra İstanbulda (Hakîkat Kitâbevi) 
tarafından ofset yolu ile neşr olunmuşdur.  
22 - (El-habl-ül-metîn) 
arabî olup, dört mezhebden birini taklîd etmek lâzım olduğunu ve kerâmeti ve 
Evliyânın “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” rûhlarından istifâde etmeği 
bildirmekdedir. İlk olarak Pâkistânda basılmış, İstanbulda ofset baskısı 
yapılmışdır. 
23 - (Fetâvâ-yül-haremeyn) 
kitâbını Hindistânın büyük âlimlerinden Ahmed Rızâ hân Berilevî “rahmetullahi 
teâlâ aleyh” yazmışdır. Hindistândaki vehhâbîlere ve bütün mezhebsizlere 
vesîkalarla cevâb vermekdedir. Hindistânda Lüknov şehrinde bulunan (Nudvet-ül’ulemâ) 
ismindeki teşkilâtın da islâmiyyete zararlı bir kuruluş olduğunu uzun 
yazmakdadır. Kitâb arabî olup, 1317 senesinde yazılmış, sonra Pâkistânda 
basılmış, İstanbulda 1397 [m. 1977] de ofset baskısı yapılmışdır. 
24 - (El-medâric-üs-seniyye 
firreddi alel-vehhâbiyye-yi Hindiyye) kitâbı, arabî ve urdu dilleri ile 
Karaşide yazılmışdır. Hindistândaki vehhâbîlere cevâb vermekdedir. İstanbulda 
Hakîkat Kitâbevi tarafından 1994 de basdırılmışdır. 
25 - 
(Tarîk-un-necât) kitâbını Muhammed Hasen Cân Fârûkî yazmış, 1931 de Sind 
Haydarâbâd şehrinde basılmış, İstanbulda Hakîkat Kitâbevi tarafından 1994 de 
ofset baskısı yapılmışdır. Arabî ve urdu dillerindedir. 
26 - Mekke-i 
mükerreme âlimlerinden Sun’ullah-i Halebî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Seyfullah 
alâ men kezzebe alâ Evliyâillah) kitâbında, Evliyânın “kaddesallahü teâlâ 
esrârehümül’azîz” öldükden sonra da kerâmetlere mazhar olduklarını isbât 
etmekdedir. Bu kitâbını, hicretin binyüzonyedi [1117] senesinde yazmışdır. 
Kerâmetin ve tevessülün câiz olduğu (Fetâvâyı Hayriyye)de Kerâhet 
kısmında da yazılıdır. 
27 - Şâh Ahmed 
Sa’îd-i Dehlevî hazretleri (Tahkîk-ul-hakkıl-mübîn) kitâbında, 
Hindistândaki vehhâbîlerin kırk bozuk sözüne vesîkalarla cevâb vermekdedir. 
Kırkıncı cevâbında buyuruyor ki, Abdül’Azîz-i Dehlevî, Fâtiha tefsîrinde: 
(Birisinden yardım istenirken, yalnız ona güvenilirse, onun, Allahü teâlânın 
yardımına mazhar olduğu düşünülmezse, harâmdır. Eğer yalnız, Allahü teâlâya 
güvenilip, o kulun Allahın yardımına mazhar olduğu, Allahü teâlânın herşeyi 
sebeb ile yaratdığı, o kulun da bir sebeb olduğu düşünülürse, câiz olur. 
Peygamberler ve Evliyâ da, böyle düşünerek başkasından yardım istemişlerdir. 
Böyle düşünerek birisinden yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur) diyor.
(Abese) sûresinin tefsîrinde, (Ölüyü yakmak, rûhu yersiz bırakmak olur. 
Ölüyü toprağa gömmek ise, rûh için bir yer belli etmek olur. Bunun içindir ki, 
gömülmüş olan Velîlerden ve başka Sâlihlerden fâidelenilmekdedir. Ölülere yardım 
etmek de mümkin olmakdadır. Yakılan ölüler için bunlar düşünülemez) diyor. 
Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri de (Mişkât) tercemesinde buyuruyor ki, 
(Peygamberler ve Evliyâ öldükden sonra, bunlardan yardım istemeğe, meşâyıh-ı 
ızâm ve fıkh âlimlerinin çoğu câizdir dedi. Keşf ve kemâl sâhibleri, bunun doğru 
olduğunu bildirdi. Bunlardan çoğu rûhlardan feyz alarak yükseldiler. Böyle 
yükselenlere (Üveysî) dediler. İmâm-ı Şâfi’î buyuruyor ki, imâm-ı Mûsâ 
Kâzımın kabri, düâmın kabûl olması için bana tiryâk gibidir. Bunu çok tecribe 
etdim. İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki, diri iken tevessül olunan, feyz alınan kimseye, 
öldükden sonra da tevessül olunarak feyz alınır. Meşâyıh-ı kirâmın büyüklerinden 
biri diyor ki, diri iken tesarruf yapdıkları gibi, öldükden sonra da tesarruf, 
yardım yapan dört büyük Velî gördüm. Bunlardan ikisi, Ma’rûf-i Kerhî ve 
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleridir. Batı âlimlerinin ve Evliyânın büyüklerinden 
olan Ahmed bin Zerrûk diyor ki, Ebül’Abbâs-ı Hadremî hazretleri bana sordu ki, 
diri olan Velî mi, yoksa ölü olan mı dahâ çok yardım eder? Herkes, diri olan 
diyor. Ben ise, ölü olan dahâ çok yardım eder diyorum dedim. Doğru söyliyorsun. 
Çünki, diri iken, kullar arasındadır. Öldükden sonra ise, Hakkın huzûrundadır 
buyurdu. Ahmed bin Ukbe Ebül’Abbâs Hadremî, Evliyânın büyüklerindendir. (Câmi’u 
kerâmât-il-Evliyâ)da Demirdaş isminde hâl tercemesi yazılıdır. İnsan ölürken 
rûhunun ölmediğini âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler açıkca bildiriyor. Rûhun 
şu’ûr sâhibi olduğu, ziyâret edenleri ve onların yapdıklarını anladıkları da 
bildiriliyor. Kâmillerin, Velîlerin “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” 
rûhları, diri iken olduğu gibi, öldükden sonra da, yüksek mertebededirler. 
Allahü teâlâya ma’nevî olarak yakındırlar. Evliyâda, dünyâda da, öldükden sonra 
da kerâmet vardır. Kerâmet sâhibi olan, rûhlardır. Rûh ise, insanın ölmesi ile 
ölmez. Kerâmeti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Herşey Onun kudreti ile 
olmakdadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü 
iken de hiçdir. Bunun için, Allahü teâlânın, dostlarından biri vâsıtası ile, bir 
kuluna ihsânda bulunması şaşılacak birşey değildir. Diri olanlar vâsıtası ile 
çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zemân görmekdedir. İnsan diri iken de, 
ölü iken de birşey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vâsıta, sebeb 
olmakdadır). 
Mevlâna 
Abdülhakîm-i Siyâlkütî hazretleri, (Zâd-ül-lebîb) kitâbında, Abdülhak-ı 
Dehlevînin (Eşi’at-ül-leme’ât)ından alarak buyuruyor ki: (Çok kimse, kabr 
ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. Kabr ziyâreti, ölülere okumak, onlara 
düâ etmek için yapılır diyorlar. Tesavvuf büyükleri ve fıkh âlimlerinden çoğu 
ise, kabrdekilerden yardım görüldüğünü bildirdiler. Keşf sâhibi olan Evliyâ da, 
bunu sözbirliği ile bildirdiler. Hattâ, bunlardan çoğu, rûhlardan feyz alarak 
olgunlaşdıklarını haber vermişlerdir. Bunlara (Üveysî) demişlerdir). 
Siyâlkütî hazretleri, bundan sonra buyuruyor ki: (Ölü yardım yapamaz diyenlerin, 
ne demek istediklerini anlıyamıyorum. Düâ eden, Allahü teâlâdan istemekdedir. 
Düâsının kabûl olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vâsıta 
yapmakdadır. Yâ Rabbî! Kendisine bol bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun 
hâtırı ve hürmeti için bana da ver demekdedir. Yâhud, Allahü teâlânın çok 
sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek, (Ey Allahın Velîsi, bana şefâ’at et! 
Benim için düâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol!) 
demekdedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, 
yalnız vesîledir, sebebdir. O da fânîdir. Yok olacakdır. Hiçbirşey yapamaz. 
Tesarrufa, gücü, kuvveti yokdur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, 
Allahdan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de düâ istemek, birşey istemek 
yasak olurdu. Diriden düâ istemek, birşey istemek, dînimizde yasak edilmemişdir. 
Hattâ müstehab olduğu bildirilmişdir. Her zemân yapılmışdır. Buna inanmıyanlar, 
öldükden sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır. 
Evet, Evliyânın bir kısmı öldükden sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzûr-i 
ilâhîde herşeyi unuturlar. Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz. 
Düâları duymazlar. Birşeye vâsıta, sebeb olmazlar. Dünyâda olan, diri olan 
Evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur. Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor 
ise, hiç ehemmiyyeti yokdur. Sözlerini isbât edemez. Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i 
şerîfler ve asrlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmakdadır. Bir 
câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, Velî yaratır, 
yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da 
yapmalıdır. Bunu ileri sürerek, islâm âlimlerine, âriflere dil uzatılamaz. Çünki 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kabr ziyâret ederken, mevtâya selâm 
verirdi. Mevtâdan birşey istemeği yasak etmedi. Ziyâret edenin ve ziyâret 
olunanın hâllerine göre, kimine düâ edilir, kiminden yardım istenir. 
Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kabrde diri olduklarını her 
müslimân biliyor. Buna karşı kimse birşey diyemiyor. Fekat, Evliyânın kabrde 
yardım yapacaklarına, onlardan yardım istenmesine inanmıyanları işitiyoruz). 
Abdülhak-ı 
Dehlevî, (Cezb-ül-kulûb) kitâbında buyuruyor ki: (İbni Ebî Şeybe haber 
verdi: Hazret-i Ömer zemânında Medînede kaht oldu. Bir kimse, Kabr-i Nebevîye 
gelip, yâ Resûlallah! Ümmetin için yağmur düâsı yap! Helâk olacağız dedi. 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” rü’yâsında görünüp, Ömere git! Yağmur 
geleceğini müjdele buyurdu. İbni Cevzî diyor ki, Medînede kaht oldu. Hazret-i 
Âişeye gelip, yalvardılar. Resûlullahın türbesinin tavanını deliniz buyurdu. 
Öyle yapdılar. Çok yağmur yağdı. Kabr-i şerîf ıslandı). Bu iki haber, Eshâb-ı 
kirâm zemânında kabrden yardım istenildiğini gösteriyor. Hattâ, müctehid olan 
hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” kabrden yardım istenilmesini emr buyurmuşdur. 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de, kabrinden yardım istiyene yağmur 
yağacağını müjdelemişdir. Bunun için, Resûlullahın kabrinden yardım istemeğe 
inanmamak, Eshâb-ı kirâmın icmâ’ını inkâr etmek olur. (Hısn-ül-hasîn)de 
bildirildiği gibi, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hayvanı kaçan 
kimse: Ey Allahın kulları! Bana yardım ediniz! Allahü teâlâ da, size merhamet 
eylesin desin!) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Korkulu olan yerde, üç 
kerre: Ey Allahın kulları! Bana yardım ediniz demeli) buyuruldu. Bu düâ çok 
tecribe edilmişdir. Bir hadîs-i şerîfde, (Birşeyden zarâr gören, abdest alıp 
iki rek’at nemâz kılsın! Sonra; Yâ Rabbî! Senden istiyorum. Senin âlemlere 
rahmet olan Peygamberin Muhammed aleyhisselâmı vesîle kılarak sana yalvarıyorum. 
Yâ Muhammed! Dileğimi kabûl etmesi için Rabbime seni vesîle ediyorum. Yâ Rabbî! 
Onu bana şefâ’atcı et desin) buyuruldu. Her müslimân nemâz kılarken, (Esselâmü 
aleyke eyyühen-Nebiyyü!) diyerek Resûlullaha seslenmekdedir. İnanmıyanlara 
cevâb olarak yalnız bu yetişir. Hem de, (Râbıta) yapmanın câiz olduğunu 
isbât etmekdedir. Evliyâya “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” râbıta yapmak, 
iyi göremiyen yaşlı kimsenin gözlük kullanmasına benzer. (Vesîle arayınız!) 
âyet-i kerîmesi, Allahü teâlâdan feyz alabilmek için büyük âlim aramak lâzım 
olduğunu göstermekdedir.  
(Tavâli’ ul-envâr) 
kitâbında diyor ki, (Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ziyâret 
ederken, dünyâ düşüncelerini kalbinden çıkarmalı. Yalnız Resûlullahdan yardım 
beklemeli. Dünyâ düşünceleri yardım gelmesine mâni’ olur. Kabrde diri olduğunu, 
ziyâret edenleri tanıdığını, dilenilenleri vermeğe Allahü teâlâdan izn verilmiş 
olduğunu, Allahü teâlâya ancak Onun vâsıtası ile kavuşulacağını düşünmelidir). 
İmâm-ı a’zam 
Ebû Hanîfe, (Müsned) kitâbında, Abdüllah ibni Ömerden haber veriyor ki, (Kabr-i 
se’âdeti ziyâret eden, kıble tarafından yaklaşır. Kıbleye arkasını döner. Yüzünü 
kabre döner. Sonra, (Esselâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetullahi ve 
berekâtüh) der). Ayakda ziyâret etmenin, oturarak ziyâretden efdal olduğunu, 
İbni Hacer-i Mekkî bildiriyor. Hanefî fıkh âlimlerinden, Rüknüddîn Ebû Bekr 
Muhammed Kirmânî buyuruyor ki, (Ziyâret ederken, nemâzda olduğu gibi, sağ el sol 
elin üstüne konur). Şebekeden dört zrâ’ [iki metre] kadar uzakda durmak 
müstehabdır. (Tahkîk-ul-hakkıl mübîn) kitâbından terceme temâm oldu. 
Şemsüddîn Muhammed Kirmânî başka olup, 786 [m. 1384] de vefât etmişdir. 
28 - (Feth-ul-mecîd)
kitâbının, 66, 107 ve 386. cı sahîfelerinde, her zemân ictihâd yapılmalıdır 
diyor. 387 ve 390. cı sahîfelerinde, mezheb taklîd edenlerin, mezheblerinin 
delîllerini bilmeleri lâzımdır. Bilmezlerse, müşrik olurlar diyor. 432. ci 
sahîfesinde, câhiller ictihâd yapamaz diyerek, kendi kendini yalanlıyor. 78, 
167, 183, 503 ve 504. cü sahîfelerinde, meyyitden şefâ’at istiyen müşrik olur 
diyor. Ölüden kerâmet olarak fâide beklemek şirkdir diyor. 115, 140, 173, 179 ve 
220. ci sahîfelerinde, müslimânlar Evliyâya tapınıyorlar diyor. 133, 134, 136, 
139, 140, 484 ve 485. ci sahîfelerinde, kabrden bereket, fâide beklemek şirkdir 
diyor. 143, 146, 191 ve 503. cü sahîfelerde, meyyitden düâ istemek şirkdir 
diyor. 169, 179, 416 ve 503. cü sahîfelerde meyyitde his yokdur, birşey duymaz 
diyor. 222, 223, 234, 247, 274 ve 486. cı sahîfelerde, Evliyâ kabrini ziyâret 
edip, fâidelenmek şirk olur diyor. 181 ve 211. ci sahîfelerinde, şefâ’at 
istemek, Allaha şerîk yapmakdır diyor. 258, 259 ve 260. cı sahîfelerde selâm 
vermek için Resûlullahın (Hucre-i se’âdet)i yanına gelmek yasakdır diyor. 
486. cı sahîfede, Eshâb “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în”, Resûlullahın 
kabrine arka çevirip düâ ederdi diyor. 
Bu iftirâlara, 
Ehl-i sünnet âlimleri, onlardan yüzlerce sene önce cevâblar vermişlerdir. Bu 
cevâblar arasında, Kâdî Iyâd hazretlerinin (Şifâ)sı, hadîs âlimi 
Abdül’azîm-i Münzirînin (Ettergîb vet-terhîb)i, Veliyyüddîn-i Tebrîzînin
(Mişkat-ül-Mesâbîh)i, imâm-ı Kastalânînin (Mevâhib-ül-ledünniyye)si, 
imâm-ı Süyûtînin (Câmi’us-sagîr)i, Abdül-Vehhâb-i Şa’rânînin (Elyevâkît-vel-cevâhir)i, 
imâm-ı Semhûdînin (Hulâsât-ül-vefâ)sı, Abdülganî Nablüsînin (Cem’ul-esrâr)ı, 
seyyid Ahmed Dahlânın (Takrîb-ül-üsûl)i, Fahrüddîn-i Râzînin (Metâlib)i, 
İbni Hacer-i Mekkînin (Tuhfet-üz-züvvâr)ı, İbni Hacer-i Askalânînin (Feth-ul-bârî)si, 
Şihâbüddîn Haffâcînin (Şerh-ı şifâ)sı, Allâme Halîl Mâlikînin (Mensek)i, 
Muhammed Zerkânî Mâlikînin (Şerh-ul-mevâhib)i, imâm-ı Münâvînin 
(Şerh-i şemâil)i, Mustâfa Şattî Hanbelînin (Nükûl-üş-şer’ıyye firreddi 
alelvehhâbiyye)si, Abdüllah Yâfi’înin (Neşr-ul-mehâsin)i, seyyid 
Mürtedâ Hanefînin (Şerh-ul-ihyâ)sı, Yûsüf Nebhânînin (Se’âdet-i dâreyn)i, 
imâm-ı Kastalânînin (Mesâlik-ül-hunefâ)sı, imâm-ı Ahmedin (Kitâb-üz-zühd)ü, 
Ebû Muhammed Halîlin (Hilye-tül-Evliyâ)sı, İbni Cevzînin (Safvet-üs-safve)si, 
Lâlkâinin (Kerâmet-ül Evliyâ)sı, İbni Hacer-i Mekkînin (Fetâvâ-i 
hadîsiyye)si, yine onun (El-cevher-ülmünzam)ı, allâme Ebû Abdüllah 
Mâlikînin ve Kilâ’înin (Misbâh-uz-zulâm) kitâbları, Nûreddîn Alî 
Şâfi’înin (Bugyet-ül-ahkâm)ı, Yûsüf Nebhânînin (Huccet-ullahi alel-âlemîn)i, 
Tâhir Sünbül efendinin (El-intisâr lil-Evliyâ-il-ebrâr)ı, Nûreddîn Alî 
Semhûdînin (Cevâhir-ül-akdeyn)i, Hasen Advî Mısrînin (Nefehât-i 
Şâziliyye)si, Abdülvehhâb-i Şa’rânînin (Ecvibet-ül-merdıyye)si, yine 
onun (Bahr-ül-mevrûd)u, Mustafa Bekrînin (Ber’ül-eskâm)ı, yine 
onun (Lem’u-berk-ıl-makâmât)ı, Abdülganî Nablüsînin (Keşf-ün-nûr)u, 
Ahmed Zerrûk Mâlikînin (Şerh-i Hızb-il bahr)i, allâme seyyid Alevînin 
(Cilâ-üz-zulâm firreddi alen Necdillezîedallel-avâm)ı ve Fadl-ı Resûl 
Bedâyînin (Seyf-ül-Cebbâr)ı ve Eyyüb Sabri pâşanın 1296 İstanbul baskılı 
türkçe (Târîh-i Vehhâbiyyân) kitâbı ilm adamları arasında şöhret 
bulmuşlardır . 
Bir mezâr 
ziyâret edilince, kabrdekinin rûhu, gelenin rûhuna, ayna gibi aks eder. Gelenin 
rûhu, dahâ üstün ise, kalbi sıkılır, râhatsız olur, zarar eder. Bunun için, 
islâmiyyetin başlangıcında, kabr ziyâreti yasak edilmişdi. Sonradan, müslimânlar 
da ölünce, bunları ziyârete müsâ’ade olundu. (Kabrimi ziyâret eden, beni diri 
iken ziyâret etmiş gibi olur) hadîsi, Hucre-i se’âdeti ziyâret ederek 
fâidelenmeği emr buyurmakdadır. Onu diri iken ziyâret eden, çok fâidelenerek 
ayrılırdı. Mubârek kabrini ziyâret edenlerin de, böyle ayrılacaklarını, bu 
hadîs-i şerîf bildiriyor. 
İslâm 
âlimlerinin büyüklerinden Abdülkâdir-i Geylânî, Muhyiddîn-i Arabî, Takıyyüddîn-i 
Alî Sübkî, Ahmed ibni Hacer-i Mekkî ve Abdülganî Nablüsî “rahimehümullah”, 
Evliyânın kabrlerini ziyâret edip, onlara tevessül ederek, Allahü teâlâdan afv 
ve merhamet istemek câiz olduğunu vesîkalarla isbât etmişlerdir. Yûsüf Nebhânî 
hazretleri (Şevâhid-ül-hak) kitâbında, o yüksek âlimlerin “rahmetullahi 
teâlâ aleyhim ecma’în” kitâblarından uzun yazılar ve vesîkalar alarak 
Hindistândaki vehhâbîleri rezîl etmekdedir. Bu arabî kitâbdan elli sahîfesi, 
(Ulemâ-ül-müslimîn) kitâbında [m. 1972] de basdırılmışdır. Bir kısmının 
türkceye tercemesi de (Fâideli Bilgiler) kitâbının (Doğruya inan, 
Bölücüye aldanma) kısmına eklenmişdir. Okuyan akllı gençler, kimlerin 
dalâlet yolunda, olduklarını anlarlar. 
(Reşehât) 
kitâbında Alâüddîn-i Attâr “kuddise sirruh” hazretleri buyuruyor ki, (Evliyânın 
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” mezârlarını ziyâret eden, kabrdeki zâtın 
büyüklüğünü ne kadar anlamış ise ve o Velîye ne düşünce ile teveccüh etmiş, 
ya’nî kalbini Ona bağlamış ise, Ondan o kadar feyz alabilir. Kabr ziyâretinin 
fâidesi çok olmakla berâber, Evliyânın rûhlarına teveccüh edebilen kimse için, 
uzaklık zarâr vermez. Behâüddîn-i Buhârî, Hak teâlâya [teveccüh edebilenlerin 
doğruca Ona] teveccüh etmelerini emr buyururdu. Evliyânın kabrlerini ziyâret, 
Hak teâlâya teveccüh için olmalıdır. O Velînin rûhunu, Hakka tam teveccüh 
edebilmek için vesîle yapmalıdır. İnsanlara tevâdû’ ederken, Hakka teveccüh 
etmek lâzımdır. Çünki, insanlara tevâzu’, Allah için olursa, makbûl olur). 
Doğrudan 
doğruya Allahü teâlâya teveccüh ederek, her ân nâzil olan feyz-i ilâhîden nasîb 
alabilmek için, kalbin gafletden uyanık, dünyâ düşüncelerinden ârî olması 
lâzımdır. Böyle olmıyan ve küfr, bid’at ve günâh zulmetleri ile kararmış olan 
kalbler, Allahü teâlâya teveccüh edemez. Feyz-i ilâhîye kavuşamaz. Bunların, 
(Lâyese’unî...) hadîs-i şerîfine uyarak, Allahü teâlânın feyzlerine kavuşmuş 
olan kâmil ve mükemmil, ya’nî Resûlullahın vârisi olan hakîkî rehber bularak, 
yanında edeble oturmaları, onun kalbine gelen ilâhî feyzlerden almağa 
çalışmaları lâzımdır. Hakîkî rehber bulunmadığı zemânda, kendinden haberi 
olmıyan ve îmân ve küfrü birbirinden ayıramıyan tarîkatcılara, taklîdci şeyhlere 
aldanmamalıdır. 
Abdüllah-ı 
Dehlevî hazretleri sekizinci mektûbunda, (Bu fakîrin rûhâniyyetine teveccüh 
ediniz! Yâhud, mirzâ Mazher-i Cân-ı Cânânın mezârına gidip, onun rûhâniyyetine 
teveccüh ediniz! Ona teveccüh edince, Allahü teâlânın feyzlerine kavuşulur. O, 
zemânımızdaki binlerce diriden dahâ fâidelidir) buyurmakdadır. (Makâmat-i 
Mazheriyye) 58. sahîfesinde buyuruyor ki, (Evliyâ mezârlarını ziyâret 
ederek, feyz vermeleri için yalvar! Fâtiha ve Salevât okuyup, sevâblarını 
mubârek rûhlarına göndererek, onları Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için 
vesîle yap ki, zâhir ve bâtın se’âdetlerine bu vesîle ile kavuşulur. Fekat, 
kalbi tasfiye etmeden, Evliyâ kalblerinden feyz almak güçdür. Bunun için, hâce 
Behâüddîn “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” evvelâ, Evliyânın kalblerinden feyz 
almağı nasîb etmesini Allahü teâlâdan istemek, dahâ iyidir, demişdir). 
Vehhâbîler 
ve bunların aldatdıkları ba’zı din adamları, mevlid okumağa günâh diyor. Böyle 
inanmaları ve söylemeleri ile, kendileri büyük günâha giriyorlar. Ahmed Sa’îd-i 
Fârûkî hazretleri, bunlara vesîkalarla cevâb olarak bir kitâb yazdığı gibi, (Mektûbât-i 
Ahmediyye)sinin otuzyedinci mektûbunda ve Yûsüf-i Nebhânî “kaddesallahü 
teâlâ sirrehül’azîz”, (Huccet-ullahi alel’âlemîn fî mu’cizât’i Seyyid-il-Mürselîn) 
kitâbının ikiyüzotuzüçüncü sahîfesinden başlıyarak ve (El-besâir li-münkirit-tevessül-i 
bi’ehl-il-mekâbir) kitâbının sonunda ve (En-ni’met-ül kübrâ alel-âlem fî-mevlid-i 
seyyid-i veled-i Âdem) kitâbında mevlid okumanın meşrû ve çok sevâb olduğunu 
isbât etmekdedirler. Bu üç kitâb ve aşağıdaki dört kitâb, İstanbulda 
basdırılmışdır. Mevlid okutmağa mâni’ olmamalı, tegannî ile okumağa ve 
kadınların erkeklere görünerek dinlemelerine mâni’ olmalıdır.  
29 - Şâm 
âlimlerinden Ebû Hâmid bin Merzûkun “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” (Ette’akkub-ül-müfîd) 
kitâbında ve iki cild (El-berâet-ül-eş’ariyyîn) kitâbından özetlenen 
(Et-tevessül-ü bin Nebî ve bis-Sâlihîn) kitâbında İbni Teymiyyeye ve İbni 
Kayyıma ve Abdülvehhâb oğluna cevâb verilmekdedir. 
30 - Bağdâd 
âlimlerinden Cemîl Sıdkî efendinin (El-fecr-üs-sâdık fir-redd-i alel-münkiri-t-tevessül-i 
vel-havârik) kitâbı vehhâbîleri rezîl etmekdedir. 
31 - Tayland 
âlimlerinden Mustafâ bin İbrâhîm Siyâmî hazretlerinin (Nûrul-yakîn) 
kitâbı, 1345 de basılmış, 1396 [m. 1976] da İstanbulda ofset yolu ile tekrâr 
basdırılmışdır. Taylanddaki vehhâbîlere vesîkalarla cevâb vermekdedir. 
32 - Hindistân 
âlimlerinden Muhammed Abdürrahmân Silhetî (Seyf-ül ebrâr-il-meslûl...) 
kitâbında Hindistândaki vehhâbîlerin sapık olduklarını bildiriyor. 
33 - Hindistân 
âlimlerinden müftî Mahmûd Sâhib (Reddi vehhâbî-yi Hindî) kitâbında 
vehhâbîlere cevâb vermekde, Ehl-i sünnet yolunu bildirmekdedir. 
34 - 
Hindistânın Kerala eyâletinde Calicut şehrinde (Fârûk Collège) 
profesörlerinden mevlânâ Muhammed Kutty “rahmetullahi teâlâ aleyh” Maleyalam 
dilindeki üç cild, (Kitâb-üs-sünnî) kitâbında vehhâbîlere cevâb vermişdir. 
35 - Dârendeli 
Muhammed Hilmi Efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Mîzân-üş-şerî’a Burhân-üt-tarîka) 
kitâbında, ba’zı kimselerin tesavvuf âlimlerine yapdıkları hücûmları yazmakda, 
çok kıymetli cevâblar vermekdedir. Kitâb türkçe ve yazmadır. İstanbulda 
Gümüşhâneli Ziyâüddîn efendiden, sonra Sivâsda Hâcı Ahmed efendiden feyz 
almışdır. Ahmed efendi, küçük Âşık efendinin, bu da Hâlid-i Bağdâdînin 
halîfesidir. 1334 [m. 1916] de, Mer’aşda vefât etmişdir. Halîfeleri, bilhâssa 
oğulları Bahrî ve Abdurrahmân ve dâmâdı Vehbî ve bu kitâbın kâtibi Berberzâde 
Muhammed Nef’î efendiler, milleti irşâda devâm etmişlerdir. 
36 - Afrikadaki 
Mali hükûmetinin Koutiala şehrindeki (Medreset-ül-irfân) kolejinin müdîri 
Mâlik Beh, (El-hakâik-ul-islâmiyye) kitâbında,vehhâbîlerin, çok zarârlı 
bölücülük yapdıklarını bildirmekde, bunlara nasîhat vermekdedir. 
37 - Suriyede 
Hamâda Sultân Câmi’i hatîb ve müderrisi allâme Muhammed Hâmid, (Lüzûm-ü 
ittibâ’ı mezâhib-il-eimme) kitâbında, hanefî mezhebini uzun anlatmakda ve 
dört mezhebden birine tâbi’ olmanın vâcib olduğunu isbât etmekdedir. Kitâb 1388 
[m. 1968] de yazılmış, 1984 de, İstanbulda (Miftâh-ul-felâh) kitâbının 
sonunda ofset baskısı yapılmışdır. 
38 - Ahmed 
Hamevî hanefînin (Nefehât-ül-kurb vel-ittisâl bi-isbât-it-tesarrufi li-Evliyâ-illâhi 
teâlâ vel-kerâmeti ba’del-intikal) kitâbı meşhûrdur. 
39 - Afrikada 
Gana devleti âlimlerinden Medrese-i vataniyye müdîri Ahmed Bâbe, (Seyf-ül-Hak) 
kitâbında, vehhâbîlere, vesîkalarla cevâb vermekdedir. 
40 - 
İngilizler, islâmiyyeti imhâ etmek, içerden yıkmak için, misyoner teşkilâtı 
kurdular. Bu misyonerler, kitâblar yazarak, islâmiyyete ve islâm âlimlerine âdî, 
alçak yazılarla saldırdılar. Kitâblarının üzerine, satın aldıkları din 
adamlarının ismlerini koyarak, islâm memleketlerine, parasız yaydılar. Ehl-i 
sünnet âlimleri, bu alçak iftirâlara cevâblar yazarak, ingiliz siyâsetini 
hezîmete uğratdılar. Bu cevâblardan, (Misbâh-ul-enâm ve cilâ-ül-zulâm) 
kitâbını Habîb Alevî bin Alevî Haddâd yazmışdır. 1216 da yazılmış, 1325 de 
İstanbulda basılmışdır. Kenârında Ahmed bin Zeynî Dahlânın (Cevâzüt-tevessül) 
kitâbı vardır. 1416 [m. 1995] de, Hakîkat kitâbevi tarafından ikinci baskısı 
yapılarak, bütün dünyâya gönderilmekdedir. 
[(1381) de 
İstanbuldan hacca giden bir müslimân, Hucre-i se’âdet önünde (Yâ Resûlallah, 
günâhım çok. Bana şefâ’at eyle!) diye düâ ederken, Afrikalı bir vehhâbî gelip, 
(O ölüdür, birşey duymaz) gibi şeyler söyler, yakasından çeker. Bu sünnî 
müslimân da, Bekara sûresinde, (Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz! 
Onlar diridir. Fekat, siz bunu anlamıyorsunuz) meâlindeki, yüzellidördüncü 
âyet-i kerîmeyi okur. İnsanların en üstününe sen nasıl ölüdür diyorsun der.] 
İlk olarak 1205 
[m. 1791] de, Vehhâbîler ile Mekkeliler arasında ihtilâf oldu. 
Bu senelerde, 
Osmânlı devleti, hâricî düşmanlarla muhârebede idi. Dâhilde de karışıklık vardı. 
[Şöyle ki, Fransa ile senelerden beri dost iken, Napolyon Bonapart, 1213 [1799] 
de Mısra ellibin askerle saldırdı. Denizden ve karadan muhârebelerle [1216] da, 
Mısr düşmandan temizlendi. [1221] de, Rusya, hudûdumuza saldırıp, harb i’lân 
edildi. İngiliz donanması Çanakkaleden girip, Yedikuleye kadar geldi. Başda 
pâdişâh üçüncü Selîm hân olmak üzere, bütün me’mûr, asker ve halk, büyük 
gayretle üç günde, sâhillere binden fazla top yerleşdirip, donanmayı, harb 
olmadan, kaçırdı. Rusya sulh istedi ise de, [1224] de tekrâr hücûm ederek Tunayı 
geçdi. Uzun muhârebelerden sonra, [1227] de Bükreş Muahedesi yapıldı. Dâhilde 
ise, yeryer dinsizler türeyip, halka zulm ediyor ve devleti dinlemiyorlardı. O 
zemân, halîfe olan üçüncü Selîm hân, bir yandan ta’lîmli asker yetişdiriyor, bir 
yandan da, top fabrikası yapdırıp çalışdırıyordu. Ta’lîmli yeni askeri gören 
yeni-çerilerden, Karadeniz buğazı tabyalarında bulunanlar, Kabakcı Mustafâ 
kumandasında ısyân etdi. Pâdişâh, müslimân kanı dökülmesini istemedi. Bütün 
ilerlemeler durdu. Selîm hânı şehîd etdiler. İkinci Mahmûd hân-ı Adlî, evvelâ 
dinsizleri terbiye ve itâ’ate getirdi. [1227] de Rusya ile sulh yapdı.] 
[1226] da Mısr 
vâlîsine fermân buyurularak, Mehmed Alî pâşa, müslimânlar arasındaki bölücülüğü 
önlemek için, oğlu Tosun pâşayı Hicâza gönderdi ise de, sulh ve sükûnu temîn 
edemedi. Madde başından buraya kadar yazılanların çoğunu (Hülâsat-ül-Kelâm) 
ve (Mir’ât-ül-Haremeyn) kitâblarından aldım. Kendimin bir fikri 
katılmamışdır. Bu yazıların vesîkalarını arzû eden, mezkûr iki kitâbı ve 
(Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının (Müslimâna nasîhat) kısmını mütâle’a 
buyursun! 
Mekke-i 
mükerreme ile Medîne-i münevvere, Osmânlılar tarafından adâlet ve hurmet ile 
idâre edilip, milyonlar sarf edilerek, mukaddes makâmlar ta’mîr ve tezyîn 
edildi. Haremeynin mubârek ehâlîsi, râhat ve refâh içinde yaşadı. Bu se’âdet 
zemânı, birinci cihân harbine kadar devâm etdi. Birinci cihân harbi [1332 (m. 
1914)-1336 (m. 1918)] sonunda, islâm ittihâdını parçalamak arzûsuna kavuşan 
düşmanlar, Mekke emîri olan şerîf Hüseyn bin Alîyi ve ileri gelenleri, Hicâzdan 
çıkardılar. Bütün dünyâya da, kaçdı diye bildirdiler. Necdde yaşıyan Abdül Azîz 
bin Sü’ûd, 1344 [m. 1926] senesinde Mekkeye gelerek yeni bir hükûmet kurdu. 
                                                |