17 -
VEHHÂBÎLİK NEDİR?
Ehl-i
sünnet âlimleri, Vehhâbîleri red için, çok kitâb yazdı. Bunlardan kırk adedinin
ismleri aşağıdadır:
1 - Medîne-i
münevverenin Şâfi’î ulemâsından Muhammed ibni Süleymânın “rahmetullahi aleyh”
çok kıymetli (Fetvâ) kitâbıdır.
2 - Mekke-i
mükerreme Reîs-ül-ulemâsı Ahmed Zeynî Dahlân-ı Şâfi’înin (Eddürerüsseniyye)
kitâbı, İstanbulda Belediyye kütübhânesinde, [1079] numarada mevcûddur.
İstanbulda, ofset yolu ile tekrâr basdırılmışdır.
3 - Mustafâ
Kırîmînin “rahmetullahi aleyh” (Risâlet-üs-sünniyyîn firreddi alel-mübtedî’în)
kitâbı, Belediyye kütübhânesinde, [992] numarada mevcûddur.
4 - (Müncid)
kitâbında, (Hâlidî) kelimesinde yazılı olan Dâvüd bin Süleymân Bağdâdînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Minhat-ül-vehbiyye) kitâbı, Belediyye
kütübhânesinde, [292] numarada mevcûddur. İstanbulda tekrâr basdırılmışdır.
5 - Muhammed
Ebû Zühre, (Târîh-ul-mezâhib-il-islâmiyye)de, vehhâbîleri ve bunların
bid’at ehli olduklarını uzun bildirmekdedir.
6 - Allâme İbni
Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesinde, üçüncü
cild, üçyüzdokuzuncu sahîfede buyuruyor ki: (Zemânımızdaki mezhebsizler
kendilerine müslimân diyip, kendi i’tikâdlarına inanmıyanlara müşrik, ya’nî
kâfir diyor. Bunun için, Ehl-i sünneti ve âlimlerini öldürmek sevâbdır diyorlar.
[1233] de, Ehl-i sünnet bunlara zafer bulup, kahr ve perîşân oldular).
Yukarıdaki yazının foto-kopisi, (Kitâb-ül-eymân) ismi ile İstanbulda neşr
olunmuşdur.
7 - Zebid
müftîsi, Seyyid Abdürrahmân “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki: Ehl-i sünnetden
ayrılanları red ve bozuk olduklarını bildirmek için, şu hadîs-i şerîfi okumak
yetişir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Arabistânın
şark tarafından bir kimseler çıkar. Kur’ân-ı kerîmi okurlar. Fekat, Kur’ân-ı
kerîm, bunların buğazlarından aşağıya gitmez. Ok yaydan çıkar gibi islâmiyyetden
çıkarlar. Yüzleri de hep traşlıdır). Çoğunun en mühim vazîfelerinden biri,
başı traş etmekdir. Yanaklarını traş edip, yalnız çeneleri üzerinde sivri sakal
bırakırlar. Bu hadîs-i şerîf, doğru yoldan çıkdıklarını göstermekdedir.
8 - Zâhid-ül-Kevserînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Esseyf-üs-sakîl) kitâbında ve (Makâlât)ında,
İbni Teymiyyenin ve İbni Kayyımın fikrleri îzâh ve red edilmekdedir.
9 -
Doksanaltıncı şeyh-ul-islâm seyyid Muhammed Atâullah efendinin “rahmetullahi
teâlâ aleyh” (Vehhâbîlere reddiyye) kitâbı meşhûrdur.
10 - (Müslimâna
nasîhat) kitâbı türkcedir. (Feth-ul-mecîd) kitâbından parçalar
alınarak, herbirine, islâm âlimlerinin kitâblarından cevâblar verilmişdir. İlk
baskısı, [m. 1970] de İstanbulda yapılmışdır. İngilizce tercemesi de
basdırılmışdır.
11 - Yûsüf-i
Nebhânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Şevâhid-ül-hak) kitâbı, İbni
Teymiyyeyi kuvvetli vesîkalarla çürütmekdedir. Bu kitâbdaki kıymetli yazılardan
bir kısmı [m. 1972] de basılan (Eshâb-ı kirâm) kitâbının sonunda, (Yûsüf-i
Nebhânî) maddesinde yazılmışdır.
12 - Yûsüf-i
Nebhânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Es-sihâm-üs-sâibe) kitâbı da,
mezhebsizleri, âyet-i kerîmelerle isbât ederek red etmekdedir.
13 - Ahmed
Dahlân (Hulâsat-ül-kelâm) ve (El-fütûhât-ül-islâmiyye)
kitâblarında, mezhebsizlerin iftirâlarına vesîkalarla cevâb vermişdir. Birinci
kitâbın ikinci kısmı Hakîkat Kitâbevi tarafından ofset yolu ile basdırılmışdır.
14 - İmâm-ı
Sübkî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Şifâ-üs-sikâm) kitâbında, Resûlullahı
ve Evliyâyı ziyâretin ve rûhlarından istigâse etmenin câiz olduğunu isbât
etmekdedir. Mısrda Bulak Matba’asında, 1318 [m. 1900] de basılmışdır. İstanbulda,
ofset yolu ile çeşidli baskıları yapılmışdır.
15 -
Abdülvehhâb oğlu Mehmedin kardeşi şeyh Süleymân, Ehl-i sünnet âlimlerinden idi.
Kardeşi Mehmedin yeni bir çığır açdığını anlayınca, onun kitâblarına reddiyyeler
yazdı. Bunlardan (Savâik-ul ilâhiyye fir-redd-i alel-vehhâbiyye) kitâbı
1306 da basılmış ve 1395 [m. 1975] de İstanbulda ofset ile tekrâr basdırılmışdır.
16 - Haleb
kâdîsı, Şâfi’î âlimlerinden Muhammed bin Alî Zemlikânî “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Dürret-ül-madıyye firreddi-alâ-ibni Teymiyye) kitâbında,
Peygamberlerin kabrlerinden istigâse etmenin câiz olduğunu isbât etmekdedir.
17 - Rumeli
Kâdî-askeri Ehî-zâde Abdülhalîm bin Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Fî-isbât-il-kerâmâti-lil-Evliyâ
hâlelhayât ve ba’delmemât) kitâbında, Evliyânın öldükden sonra da kerâmet
sâhibi olduklarını isbât etmekdedir. Kendisi, binonüç 1013 [m. 1590] senesinde
vefât etmişdir.
18 - Hasen Cân
Fârûkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (El-akâidüssahîha fî terdîd-il-vehhâbiyye)
kitâbı, arabî olarak, Hindistândaki vehhâbîlerin islâmiyyeti içerden
yıkdıklarını isbât etmekdedir. İstanbulda Hakîkat Kitâbevi tarafından 1994 de
ofset baskısı yapılmışdır.
19 - Büyük âlim
ve Veliyyi kâmil seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh, (Keşkül)
kitâbındaki yazısını şöyle bitirmekdedir: Keşf ve şühûd sâhibi olan milyonlarca
âşık, Fahr-i âlemi “sallallahü aleyhi ve sellem” ziyâret ederek, Allahü teâlânın
sonsuz ni’metlerine kavuşmuşlardır. İmâm-ül-eimme ve sirâc-ül-ümme Ebû Hanîfe
Nu’mân bin Sâbit hazretleri ziyâret ederken, (Ey Seyyidler seyyidi! Senin için
geldim. Benden râzı olmanı ricâ ediyorum. Sana sığınarak korunuyorum!) diyerek
başladığı kasîdesi meşhûrdur.
20 -
(Sebîl-ün-necât) kitâbı arabî olarak Hindistândaki vehhâbîlerin bozuk ve
sapık inanışlarını bildirmekde, bunlara vesîkalarla cevâb vermekdedir. İlk
olarak 1394 de Hindistânda basılmış, İstanbulda ofset yolu ile neşr olunmuşdur.
21 - (El-mesâil-ül-müntehabe)
kitâbı arabî olup, Hindistândaki vehhâbîlerin gençler arasına yaymağa
çalışdıkları inanışları yazmakda, bunları vesîkalarla çürütmekdedir. İlk olarak
1391 senesinde Pâkistânda basılmış, sonra İstanbulda (Hakîkat Kitâbevi)
tarafından ofset yolu ile neşr olunmuşdur.
22 - (El-habl-ül-metîn)
arabî olup, dört mezhebden birini taklîd etmek lâzım olduğunu ve kerâmeti ve
Evliyânın “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” rûhlarından istifâde etmeği
bildirmekdedir. İlk olarak Pâkistânda basılmış, İstanbulda ofset baskısı
yapılmışdır.
23 - (Fetâvâ-yül-haremeyn)
kitâbını Hindistânın büyük âlimlerinden Ahmed Rızâ hân Berilevî “rahmetullahi
teâlâ aleyh” yazmışdır. Hindistândaki vehhâbîlere ve bütün mezhebsizlere
vesîkalarla cevâb vermekdedir. Hindistânda Lüknov şehrinde bulunan (Nudvet-ül’ulemâ)
ismindeki teşkilâtın da islâmiyyete zararlı bir kuruluş olduğunu uzun
yazmakdadır. Kitâb arabî olup, 1317 senesinde yazılmış, sonra Pâkistânda
basılmış, İstanbulda 1397 [m. 1977] de ofset baskısı yapılmışdır.
24 - (El-medâric-üs-seniyye
firreddi alel-vehhâbiyye-yi Hindiyye) kitâbı, arabî ve urdu dilleri ile
Karaşide yazılmışdır. Hindistândaki vehhâbîlere cevâb vermekdedir. İstanbulda
Hakîkat Kitâbevi tarafından 1994 de basdırılmışdır.
25 -
(Tarîk-un-necât) kitâbını Muhammed Hasen Cân Fârûkî yazmış, 1931 de Sind
Haydarâbâd şehrinde basılmış, İstanbulda Hakîkat Kitâbevi tarafından 1994 de
ofset baskısı yapılmışdır. Arabî ve urdu dillerindedir.
26 - Mekke-i
mükerreme âlimlerinden Sun’ullah-i Halebî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Seyfullah
alâ men kezzebe alâ Evliyâillah) kitâbında, Evliyânın “kaddesallahü teâlâ
esrârehümül’azîz” öldükden sonra da kerâmetlere mazhar olduklarını isbât
etmekdedir. Bu kitâbını, hicretin binyüzonyedi [1117] senesinde yazmışdır.
Kerâmetin ve tevessülün câiz olduğu (Fetâvâyı Hayriyye)de Kerâhet
kısmında da yazılıdır.
27 - Şâh Ahmed
Sa’îd-i Dehlevî hazretleri (Tahkîk-ul-hakkıl-mübîn) kitâbında,
Hindistândaki vehhâbîlerin kırk bozuk sözüne vesîkalarla cevâb vermekdedir.
Kırkıncı cevâbında buyuruyor ki, Abdül’Azîz-i Dehlevî, Fâtiha tefsîrinde:
(Birisinden yardım istenirken, yalnız ona güvenilirse, onun, Allahü teâlânın
yardımına mazhar olduğu düşünülmezse, harâmdır. Eğer yalnız, Allahü teâlâya
güvenilip, o kulun Allahın yardımına mazhar olduğu, Allahü teâlânın herşeyi
sebeb ile yaratdığı, o kulun da bir sebeb olduğu düşünülürse, câiz olur.
Peygamberler ve Evliyâ da, böyle düşünerek başkasından yardım istemişlerdir.
Böyle düşünerek birisinden yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur) diyor.
(Abese) sûresinin tefsîrinde, (Ölüyü yakmak, rûhu yersiz bırakmak olur.
Ölüyü toprağa gömmek ise, rûh için bir yer belli etmek olur. Bunun içindir ki,
gömülmüş olan Velîlerden ve başka Sâlihlerden fâidelenilmekdedir. Ölülere yardım
etmek de mümkin olmakdadır. Yakılan ölüler için bunlar düşünülemez) diyor.
Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri de (Mişkât) tercemesinde buyuruyor ki,
(Peygamberler ve Evliyâ öldükden sonra, bunlardan yardım istemeğe, meşâyıh-ı
ızâm ve fıkh âlimlerinin çoğu câizdir dedi. Keşf ve kemâl sâhibleri, bunun doğru
olduğunu bildirdi. Bunlardan çoğu rûhlardan feyz alarak yükseldiler. Böyle
yükselenlere (Üveysî) dediler. İmâm-ı Şâfi’î buyuruyor ki, imâm-ı Mûsâ
Kâzımın kabri, düâmın kabûl olması için bana tiryâk gibidir. Bunu çok tecribe
etdim. İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki, diri iken tevessül olunan, feyz alınan kimseye,
öldükden sonra da tevessül olunarak feyz alınır. Meşâyıh-ı kirâmın büyüklerinden
biri diyor ki, diri iken tesarruf yapdıkları gibi, öldükden sonra da tesarruf,
yardım yapan dört büyük Velî gördüm. Bunlardan ikisi, Ma’rûf-i Kerhî ve
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleridir. Batı âlimlerinin ve Evliyânın büyüklerinden
olan Ahmed bin Zerrûk diyor ki, Ebül’Abbâs-ı Hadremî hazretleri bana sordu ki,
diri olan Velî mi, yoksa ölü olan mı dahâ çok yardım eder? Herkes, diri olan
diyor. Ben ise, ölü olan dahâ çok yardım eder diyorum dedim. Doğru söyliyorsun.
Çünki, diri iken, kullar arasındadır. Öldükden sonra ise, Hakkın huzûrundadır
buyurdu. Ahmed bin Ukbe Ebül’Abbâs Hadremî, Evliyânın büyüklerindendir. (Câmi’u
kerâmât-il-Evliyâ)da Demirdaş isminde hâl tercemesi yazılıdır. İnsan ölürken
rûhunun ölmediğini âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler açıkca bildiriyor. Rûhun
şu’ûr sâhibi olduğu, ziyâret edenleri ve onların yapdıklarını anladıkları da
bildiriliyor. Kâmillerin, Velîlerin “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz”
rûhları, diri iken olduğu gibi, öldükden sonra da, yüksek mertebededirler.
Allahü teâlâya ma’nevî olarak yakındırlar. Evliyâda, dünyâda da, öldükden sonra
da kerâmet vardır. Kerâmet sâhibi olan, rûhlardır. Rûh ise, insanın ölmesi ile
ölmez. Kerâmeti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Herşey Onun kudreti ile
olmakdadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü
iken de hiçdir. Bunun için, Allahü teâlânın, dostlarından biri vâsıtası ile, bir
kuluna ihsânda bulunması şaşılacak birşey değildir. Diri olanlar vâsıtası ile
çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zemân görmekdedir. İnsan diri iken de,
ölü iken de birşey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vâsıta, sebeb
olmakdadır).
Mevlâna
Abdülhakîm-i Siyâlkütî hazretleri, (Zâd-ül-lebîb) kitâbında, Abdülhak-ı
Dehlevînin (Eşi’at-ül-leme’ât)ından alarak buyuruyor ki: (Çok kimse, kabr
ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. Kabr ziyâreti, ölülere okumak, onlara
düâ etmek için yapılır diyorlar. Tesavvuf büyükleri ve fıkh âlimlerinden çoğu
ise, kabrdekilerden yardım görüldüğünü bildirdiler. Keşf sâhibi olan Evliyâ da,
bunu sözbirliği ile bildirdiler. Hattâ, bunlardan çoğu, rûhlardan feyz alarak
olgunlaşdıklarını haber vermişlerdir. Bunlara (Üveysî) demişlerdir).
Siyâlkütî hazretleri, bundan sonra buyuruyor ki: (Ölü yardım yapamaz diyenlerin,
ne demek istediklerini anlıyamıyorum. Düâ eden, Allahü teâlâdan istemekdedir.
Düâsının kabûl olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vâsıta
yapmakdadır. Yâ Rabbî! Kendisine bol bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun
hâtırı ve hürmeti için bana da ver demekdedir. Yâhud, Allahü teâlânın çok
sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek, (Ey Allahın Velîsi, bana şefâ’at et!
Benim için düâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol!)
demekdedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî,
yalnız vesîledir, sebebdir. O da fânîdir. Yok olacakdır. Hiçbirşey yapamaz.
Tesarrufa, gücü, kuvveti yokdur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı,
Allahdan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de düâ istemek, birşey istemek
yasak olurdu. Diriden düâ istemek, birşey istemek, dînimizde yasak edilmemişdir.
Hattâ müstehab olduğu bildirilmişdir. Her zemân yapılmışdır. Buna inanmıyanlar,
öldükden sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır.
Evet, Evliyânın bir kısmı öldükden sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzûr-i
ilâhîde herşeyi unuturlar. Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz.
Düâları duymazlar. Birşeye vâsıta, sebeb olmazlar. Dünyâda olan, diri olan
Evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur. Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor
ise, hiç ehemmiyyeti yokdur. Sözlerini isbât edemez. Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i
şerîfler ve asrlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmakdadır. Bir
câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, Velî yaratır,
yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da
yapmalıdır. Bunu ileri sürerek, islâm âlimlerine, âriflere dil uzatılamaz. Çünki
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kabr ziyâret ederken, mevtâya selâm
verirdi. Mevtâdan birşey istemeği yasak etmedi. Ziyâret edenin ve ziyâret
olunanın hâllerine göre, kimine düâ edilir, kiminden yardım istenir.
Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kabrde diri olduklarını her
müslimân biliyor. Buna karşı kimse birşey diyemiyor. Fekat, Evliyânın kabrde
yardım yapacaklarına, onlardan yardım istenmesine inanmıyanları işitiyoruz).
Abdülhak-ı
Dehlevî, (Cezb-ül-kulûb) kitâbında buyuruyor ki: (İbni Ebî Şeybe haber
verdi: Hazret-i Ömer zemânında Medînede kaht oldu. Bir kimse, Kabr-i Nebevîye
gelip, yâ Resûlallah! Ümmetin için yağmur düâsı yap! Helâk olacağız dedi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” rü’yâsında görünüp, Ömere git! Yağmur
geleceğini müjdele buyurdu. İbni Cevzî diyor ki, Medînede kaht oldu. Hazret-i
Âişeye gelip, yalvardılar. Resûlullahın türbesinin tavanını deliniz buyurdu.
Öyle yapdılar. Çok yağmur yağdı. Kabr-i şerîf ıslandı). Bu iki haber, Eshâb-ı
kirâm zemânında kabrden yardım istenildiğini gösteriyor. Hattâ, müctehid olan
hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ” kabrden yardım istenilmesini emr buyurmuşdur.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de, kabrinden yardım istiyene yağmur
yağacağını müjdelemişdir. Bunun için, Resûlullahın kabrinden yardım istemeğe
inanmamak, Eshâb-ı kirâmın icmâ’ını inkâr etmek olur. (Hısn-ül-hasîn)de
bildirildiği gibi, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hayvanı kaçan
kimse: Ey Allahın kulları! Bana yardım ediniz! Allahü teâlâ da, size merhamet
eylesin desin!) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Korkulu olan yerde, üç
kerre: Ey Allahın kulları! Bana yardım ediniz demeli) buyuruldu. Bu düâ çok
tecribe edilmişdir. Bir hadîs-i şerîfde, (Birşeyden zarâr gören, abdest alıp
iki rek’at nemâz kılsın! Sonra; Yâ Rabbî! Senden istiyorum. Senin âlemlere
rahmet olan Peygamberin Muhammed aleyhisselâmı vesîle kılarak sana yalvarıyorum.
Yâ Muhammed! Dileğimi kabûl etmesi için Rabbime seni vesîle ediyorum. Yâ Rabbî!
Onu bana şefâ’atcı et desin) buyuruldu. Her müslimân nemâz kılarken, (Esselâmü
aleyke eyyühen-Nebiyyü!) diyerek Resûlullaha seslenmekdedir. İnanmıyanlara
cevâb olarak yalnız bu yetişir. Hem de, (Râbıta) yapmanın câiz olduğunu
isbât etmekdedir. Evliyâya “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” râbıta yapmak,
iyi göremiyen yaşlı kimsenin gözlük kullanmasına benzer. (Vesîle arayınız!)
âyet-i kerîmesi, Allahü teâlâdan feyz alabilmek için büyük âlim aramak lâzım
olduğunu göstermekdedir.
(Tavâli’ ul-envâr)
kitâbında diyor ki, (Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ziyâret
ederken, dünyâ düşüncelerini kalbinden çıkarmalı. Yalnız Resûlullahdan yardım
beklemeli. Dünyâ düşünceleri yardım gelmesine mâni’ olur. Kabrde diri olduğunu,
ziyâret edenleri tanıdığını, dilenilenleri vermeğe Allahü teâlâdan izn verilmiş
olduğunu, Allahü teâlâya ancak Onun vâsıtası ile kavuşulacağını düşünmelidir).
İmâm-ı a’zam
Ebû Hanîfe, (Müsned) kitâbında, Abdüllah ibni Ömerden haber veriyor ki, (Kabr-i
se’âdeti ziyâret eden, kıble tarafından yaklaşır. Kıbleye arkasını döner. Yüzünü
kabre döner. Sonra, (Esselâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetullahi ve
berekâtüh) der). Ayakda ziyâret etmenin, oturarak ziyâretden efdal olduğunu,
İbni Hacer-i Mekkî bildiriyor. Hanefî fıkh âlimlerinden, Rüknüddîn Ebû Bekr
Muhammed Kirmânî buyuruyor ki, (Ziyâret ederken, nemâzda olduğu gibi, sağ el sol
elin üstüne konur). Şebekeden dört zrâ’ [iki metre] kadar uzakda durmak
müstehabdır. (Tahkîk-ul-hakkıl mübîn) kitâbından terceme temâm oldu.
Şemsüddîn Muhammed Kirmânî başka olup, 786 [m. 1384] de vefât etmişdir.
28 - (Feth-ul-mecîd)
kitâbının, 66, 107 ve 386. cı sahîfelerinde, her zemân ictihâd yapılmalıdır
diyor. 387 ve 390. cı sahîfelerinde, mezheb taklîd edenlerin, mezheblerinin
delîllerini bilmeleri lâzımdır. Bilmezlerse, müşrik olurlar diyor. 432. ci
sahîfesinde, câhiller ictihâd yapamaz diyerek, kendi kendini yalanlıyor. 78,
167, 183, 503 ve 504. cü sahîfelerinde, meyyitden şefâ’at istiyen müşrik olur
diyor. Ölüden kerâmet olarak fâide beklemek şirkdir diyor. 115, 140, 173, 179 ve
220. ci sahîfelerinde, müslimânlar Evliyâya tapınıyorlar diyor. 133, 134, 136,
139, 140, 484 ve 485. ci sahîfelerinde, kabrden bereket, fâide beklemek şirkdir
diyor. 143, 146, 191 ve 503. cü sahîfelerde, meyyitden düâ istemek şirkdir
diyor. 169, 179, 416 ve 503. cü sahîfelerde meyyitde his yokdur, birşey duymaz
diyor. 222, 223, 234, 247, 274 ve 486. cı sahîfelerde, Evliyâ kabrini ziyâret
edip, fâidelenmek şirk olur diyor. 181 ve 211. ci sahîfelerinde, şefâ’at
istemek, Allaha şerîk yapmakdır diyor. 258, 259 ve 260. cı sahîfelerde selâm
vermek için Resûlullahın (Hucre-i se’âdet)i yanına gelmek yasakdır diyor.
486. cı sahîfede, Eshâb “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în”, Resûlullahın
kabrine arka çevirip düâ ederdi diyor.
Bu iftirâlara,
Ehl-i sünnet âlimleri, onlardan yüzlerce sene önce cevâblar vermişlerdir. Bu
cevâblar arasında, Kâdî Iyâd hazretlerinin (Şifâ)sı, hadîs âlimi
Abdül’azîm-i Münzirînin (Ettergîb vet-terhîb)i, Veliyyüddîn-i Tebrîzînin
(Mişkat-ül-Mesâbîh)i, imâm-ı Kastalânînin (Mevâhib-ül-ledünniyye)si,
imâm-ı Süyûtînin (Câmi’us-sagîr)i, Abdül-Vehhâb-i Şa’rânînin (Elyevâkît-vel-cevâhir)i,
imâm-ı Semhûdînin (Hulâsât-ül-vefâ)sı, Abdülganî Nablüsînin (Cem’ul-esrâr)ı,
seyyid Ahmed Dahlânın (Takrîb-ül-üsûl)i, Fahrüddîn-i Râzînin (Metâlib)i,
İbni Hacer-i Mekkînin (Tuhfet-üz-züvvâr)ı, İbni Hacer-i Askalânînin (Feth-ul-bârî)si,
Şihâbüddîn Haffâcînin (Şerh-ı şifâ)sı, Allâme Halîl Mâlikînin (Mensek)i,
Muhammed Zerkânî Mâlikînin (Şerh-ul-mevâhib)i, imâm-ı Münâvînin
(Şerh-i şemâil)i, Mustâfa Şattî Hanbelînin (Nükûl-üş-şer’ıyye firreddi
alelvehhâbiyye)si, Abdüllah Yâfi’înin (Neşr-ul-mehâsin)i, seyyid
Mürtedâ Hanefînin (Şerh-ul-ihyâ)sı, Yûsüf Nebhânînin (Se’âdet-i dâreyn)i,
imâm-ı Kastalânînin (Mesâlik-ül-hunefâ)sı, imâm-ı Ahmedin (Kitâb-üz-zühd)ü,
Ebû Muhammed Halîlin (Hilye-tül-Evliyâ)sı, İbni Cevzînin (Safvet-üs-safve)si,
Lâlkâinin (Kerâmet-ül Evliyâ)sı, İbni Hacer-i Mekkînin (Fetâvâ-i
hadîsiyye)si, yine onun (El-cevher-ülmünzam)ı, allâme Ebû Abdüllah
Mâlikînin ve Kilâ’înin (Misbâh-uz-zulâm) kitâbları, Nûreddîn Alî
Şâfi’înin (Bugyet-ül-ahkâm)ı, Yûsüf Nebhânînin (Huccet-ullahi alel-âlemîn)i,
Tâhir Sünbül efendinin (El-intisâr lil-Evliyâ-il-ebrâr)ı, Nûreddîn Alî
Semhûdînin (Cevâhir-ül-akdeyn)i, Hasen Advî Mısrînin (Nefehât-i
Şâziliyye)si, Abdülvehhâb-i Şa’rânînin (Ecvibet-ül-merdıyye)si, yine
onun (Bahr-ül-mevrûd)u, Mustafa Bekrînin (Ber’ül-eskâm)ı, yine
onun (Lem’u-berk-ıl-makâmât)ı, Abdülganî Nablüsînin (Keşf-ün-nûr)u,
Ahmed Zerrûk Mâlikînin (Şerh-i Hızb-il bahr)i, allâme seyyid Alevînin
(Cilâ-üz-zulâm firreddi alen Necdillezîedallel-avâm)ı ve Fadl-ı Resûl
Bedâyînin (Seyf-ül-Cebbâr)ı ve Eyyüb Sabri pâşanın 1296 İstanbul baskılı
türkçe (Târîh-i Vehhâbiyyân) kitâbı ilm adamları arasında şöhret
bulmuşlardır .
Bir mezâr
ziyâret edilince, kabrdekinin rûhu, gelenin rûhuna, ayna gibi aks eder. Gelenin
rûhu, dahâ üstün ise, kalbi sıkılır, râhatsız olur, zarar eder. Bunun için,
islâmiyyetin başlangıcında, kabr ziyâreti yasak edilmişdi. Sonradan, müslimânlar
da ölünce, bunları ziyârete müsâ’ade olundu. (Kabrimi ziyâret eden, beni diri
iken ziyâret etmiş gibi olur) hadîsi, Hucre-i se’âdeti ziyâret ederek
fâidelenmeği emr buyurmakdadır. Onu diri iken ziyâret eden, çok fâidelenerek
ayrılırdı. Mubârek kabrini ziyâret edenlerin de, böyle ayrılacaklarını, bu
hadîs-i şerîf bildiriyor.
İslâm
âlimlerinin büyüklerinden Abdülkâdir-i Geylânî, Muhyiddîn-i Arabî, Takıyyüddîn-i
Alî Sübkî, Ahmed ibni Hacer-i Mekkî ve Abdülganî Nablüsî “rahimehümullah”,
Evliyânın kabrlerini ziyâret edip, onlara tevessül ederek, Allahü teâlâdan afv
ve merhamet istemek câiz olduğunu vesîkalarla isbât etmişlerdir. Yûsüf Nebhânî
hazretleri (Şevâhid-ül-hak) kitâbında, o yüksek âlimlerin “rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” kitâblarından uzun yazılar ve vesîkalar alarak
Hindistândaki vehhâbîleri rezîl etmekdedir. Bu arabî kitâbdan elli sahîfesi,
(Ulemâ-ül-müslimîn) kitâbında [m. 1972] de basdırılmışdır. Bir kısmının
türkceye tercemesi de (Fâideli Bilgiler) kitâbının (Doğruya inan,
Bölücüye aldanma) kısmına eklenmişdir. Okuyan akllı gençler, kimlerin
dalâlet yolunda, olduklarını anlarlar.
(Reşehât)
kitâbında Alâüddîn-i Attâr “kuddise sirruh” hazretleri buyuruyor ki, (Evliyânın
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” mezârlarını ziyâret eden, kabrdeki zâtın
büyüklüğünü ne kadar anlamış ise ve o Velîye ne düşünce ile teveccüh etmiş,
ya’nî kalbini Ona bağlamış ise, Ondan o kadar feyz alabilir. Kabr ziyâretinin
fâidesi çok olmakla berâber, Evliyânın rûhlarına teveccüh edebilen kimse için,
uzaklık zarâr vermez. Behâüddîn-i Buhârî, Hak teâlâya [teveccüh edebilenlerin
doğruca Ona] teveccüh etmelerini emr buyururdu. Evliyânın kabrlerini ziyâret,
Hak teâlâya teveccüh için olmalıdır. O Velînin rûhunu, Hakka tam teveccüh
edebilmek için vesîle yapmalıdır. İnsanlara tevâdû’ ederken, Hakka teveccüh
etmek lâzımdır. Çünki, insanlara tevâzu’, Allah için olursa, makbûl olur).
Doğrudan
doğruya Allahü teâlâya teveccüh ederek, her ân nâzil olan feyz-i ilâhîden nasîb
alabilmek için, kalbin gafletden uyanık, dünyâ düşüncelerinden ârî olması
lâzımdır. Böyle olmıyan ve küfr, bid’at ve günâh zulmetleri ile kararmış olan
kalbler, Allahü teâlâya teveccüh edemez. Feyz-i ilâhîye kavuşamaz. Bunların,
(Lâyese’unî...) hadîs-i şerîfine uyarak, Allahü teâlânın feyzlerine kavuşmuş
olan kâmil ve mükemmil, ya’nî Resûlullahın vârisi olan hakîkî rehber bularak,
yanında edeble oturmaları, onun kalbine gelen ilâhî feyzlerden almağa
çalışmaları lâzımdır. Hakîkî rehber bulunmadığı zemânda, kendinden haberi
olmıyan ve îmân ve küfrü birbirinden ayıramıyan tarîkatcılara, taklîdci şeyhlere
aldanmamalıdır.
Abdüllah-ı
Dehlevî hazretleri sekizinci mektûbunda, (Bu fakîrin rûhâniyyetine teveccüh
ediniz! Yâhud, mirzâ Mazher-i Cân-ı Cânânın mezârına gidip, onun rûhâniyyetine
teveccüh ediniz! Ona teveccüh edince, Allahü teâlânın feyzlerine kavuşulur. O,
zemânımızdaki binlerce diriden dahâ fâidelidir) buyurmakdadır. (Makâmat-i
Mazheriyye) 58. sahîfesinde buyuruyor ki, (Evliyâ mezârlarını ziyâret
ederek, feyz vermeleri için yalvar! Fâtiha ve Salevât okuyup, sevâblarını
mubârek rûhlarına göndererek, onları Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için
vesîle yap ki, zâhir ve bâtın se’âdetlerine bu vesîle ile kavuşulur. Fekat,
kalbi tasfiye etmeden, Evliyâ kalblerinden feyz almak güçdür. Bunun için, hâce
Behâüddîn “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” evvelâ, Evliyânın kalblerinden feyz
almağı nasîb etmesini Allahü teâlâdan istemek, dahâ iyidir, demişdir).
Vehhâbîler
ve bunların aldatdıkları ba’zı din adamları, mevlid okumağa günâh diyor. Böyle
inanmaları ve söylemeleri ile, kendileri büyük günâha giriyorlar. Ahmed Sa’îd-i
Fârûkî hazretleri, bunlara vesîkalarla cevâb olarak bir kitâb yazdığı gibi, (Mektûbât-i
Ahmediyye)sinin otuzyedinci mektûbunda ve Yûsüf-i Nebhânî “kaddesallahü
teâlâ sirrehül’azîz”, (Huccet-ullahi alel’âlemîn fî mu’cizât’i Seyyid-il-Mürselîn)
kitâbının ikiyüzotuzüçüncü sahîfesinden başlıyarak ve (El-besâir li-münkirit-tevessül-i
bi’ehl-il-mekâbir) kitâbının sonunda ve (En-ni’met-ül kübrâ alel-âlem fî-mevlid-i
seyyid-i veled-i Âdem) kitâbında mevlid okumanın meşrû ve çok sevâb olduğunu
isbât etmekdedirler. Bu üç kitâb ve aşağıdaki dört kitâb, İstanbulda
basdırılmışdır. Mevlid okutmağa mâni’ olmamalı, tegannî ile okumağa ve
kadınların erkeklere görünerek dinlemelerine mâni’ olmalıdır.
29 - Şâm
âlimlerinden Ebû Hâmid bin Merzûkun “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” (Ette’akkub-ül-müfîd)
kitâbında ve iki cild (El-berâet-ül-eş’ariyyîn) kitâbından özetlenen
(Et-tevessül-ü bin Nebî ve bis-Sâlihîn) kitâbında İbni Teymiyyeye ve İbni
Kayyıma ve Abdülvehhâb oğluna cevâb verilmekdedir.
30 - Bağdâd
âlimlerinden Cemîl Sıdkî efendinin (El-fecr-üs-sâdık fir-redd-i alel-münkiri-t-tevessül-i
vel-havârik) kitâbı vehhâbîleri rezîl etmekdedir.
31 - Tayland
âlimlerinden Mustafâ bin İbrâhîm Siyâmî hazretlerinin (Nûrul-yakîn)
kitâbı, 1345 de basılmış, 1396 [m. 1976] da İstanbulda ofset yolu ile tekrâr
basdırılmışdır. Taylanddaki vehhâbîlere vesîkalarla cevâb vermekdedir.
32 - Hindistân
âlimlerinden Muhammed Abdürrahmân Silhetî (Seyf-ül ebrâr-il-meslûl...)
kitâbında Hindistândaki vehhâbîlerin sapık olduklarını bildiriyor.
33 - Hindistân
âlimlerinden müftî Mahmûd Sâhib (Reddi vehhâbî-yi Hindî) kitâbında
vehhâbîlere cevâb vermekde, Ehl-i sünnet yolunu bildirmekdedir.
34 -
Hindistânın Kerala eyâletinde Calicut şehrinde (Fârûk Collège)
profesörlerinden mevlânâ Muhammed Kutty “rahmetullahi teâlâ aleyh” Maleyalam
dilindeki üç cild, (Kitâb-üs-sünnî) kitâbında vehhâbîlere cevâb vermişdir.
35 - Dârendeli
Muhammed Hilmi Efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Mîzân-üş-şerî’a Burhân-üt-tarîka)
kitâbında, ba’zı kimselerin tesavvuf âlimlerine yapdıkları hücûmları yazmakda,
çok kıymetli cevâblar vermekdedir. Kitâb türkçe ve yazmadır. İstanbulda
Gümüşhâneli Ziyâüddîn efendiden, sonra Sivâsda Hâcı Ahmed efendiden feyz
almışdır. Ahmed efendi, küçük Âşık efendinin, bu da Hâlid-i Bağdâdînin
halîfesidir. 1334 [m. 1916] de, Mer’aşda vefât etmişdir. Halîfeleri, bilhâssa
oğulları Bahrî ve Abdurrahmân ve dâmâdı Vehbî ve bu kitâbın kâtibi Berberzâde
Muhammed Nef’î efendiler, milleti irşâda devâm etmişlerdir.
36 - Afrikadaki
Mali hükûmetinin Koutiala şehrindeki (Medreset-ül-irfân) kolejinin müdîri
Mâlik Beh, (El-hakâik-ul-islâmiyye) kitâbında,vehhâbîlerin, çok zarârlı
bölücülük yapdıklarını bildirmekde, bunlara nasîhat vermekdedir.
37 - Suriyede
Hamâda Sultân Câmi’i hatîb ve müderrisi allâme Muhammed Hâmid, (Lüzûm-ü
ittibâ’ı mezâhib-il-eimme) kitâbında, hanefî mezhebini uzun anlatmakda ve
dört mezhebden birine tâbi’ olmanın vâcib olduğunu isbât etmekdedir. Kitâb 1388
[m. 1968] de yazılmış, 1984 de, İstanbulda (Miftâh-ul-felâh) kitâbının
sonunda ofset baskısı yapılmışdır.
38 - Ahmed
Hamevî hanefînin (Nefehât-ül-kurb vel-ittisâl bi-isbât-it-tesarrufi li-Evliyâ-illâhi
teâlâ vel-kerâmeti ba’del-intikal) kitâbı meşhûrdur.
39 - Afrikada
Gana devleti âlimlerinden Medrese-i vataniyye müdîri Ahmed Bâbe, (Seyf-ül-Hak)
kitâbında, vehhâbîlere, vesîkalarla cevâb vermekdedir.
40 -
İngilizler, islâmiyyeti imhâ etmek, içerden yıkmak için, misyoner teşkilâtı
kurdular. Bu misyonerler, kitâblar yazarak, islâmiyyete ve islâm âlimlerine âdî,
alçak yazılarla saldırdılar. Kitâblarının üzerine, satın aldıkları din
adamlarının ismlerini koyarak, islâm memleketlerine, parasız yaydılar. Ehl-i
sünnet âlimleri, bu alçak iftirâlara cevâblar yazarak, ingiliz siyâsetini
hezîmete uğratdılar. Bu cevâblardan, (Misbâh-ul-enâm ve cilâ-ül-zulâm)
kitâbını Habîb Alevî bin Alevî Haddâd yazmışdır. 1216 da yazılmış, 1325 de
İstanbulda basılmışdır. Kenârında Ahmed bin Zeynî Dahlânın (Cevâzüt-tevessül)
kitâbı vardır. 1416 [m. 1995] de, Hakîkat kitâbevi tarafından ikinci baskısı
yapılarak, bütün dünyâya gönderilmekdedir.
[(1381) de
İstanbuldan hacca giden bir müslimân, Hucre-i se’âdet önünde (Yâ Resûlallah,
günâhım çok. Bana şefâ’at eyle!) diye düâ ederken, Afrikalı bir vehhâbî gelip,
(O ölüdür, birşey duymaz) gibi şeyler söyler, yakasından çeker. Bu sünnî
müslimân da, Bekara sûresinde, (Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz!
Onlar diridir. Fekat, siz bunu anlamıyorsunuz) meâlindeki, yüzellidördüncü
âyet-i kerîmeyi okur. İnsanların en üstününe sen nasıl ölüdür diyorsun der.]
İlk olarak 1205
[m. 1791] de, Vehhâbîler ile Mekkeliler arasında ihtilâf oldu.
Bu senelerde,
Osmânlı devleti, hâricî düşmanlarla muhârebede idi. Dâhilde de karışıklık vardı.
[Şöyle ki, Fransa ile senelerden beri dost iken, Napolyon Bonapart, 1213 [1799]
de Mısra ellibin askerle saldırdı. Denizden ve karadan muhârebelerle [1216] da,
Mısr düşmandan temizlendi. [1221] de, Rusya, hudûdumuza saldırıp, harb i’lân
edildi. İngiliz donanması Çanakkaleden girip, Yedikuleye kadar geldi. Başda
pâdişâh üçüncü Selîm hân olmak üzere, bütün me’mûr, asker ve halk, büyük
gayretle üç günde, sâhillere binden fazla top yerleşdirip, donanmayı, harb
olmadan, kaçırdı. Rusya sulh istedi ise de, [1224] de tekrâr hücûm ederek Tunayı
geçdi. Uzun muhârebelerden sonra, [1227] de Bükreş Muahedesi yapıldı. Dâhilde
ise, yeryer dinsizler türeyip, halka zulm ediyor ve devleti dinlemiyorlardı. O
zemân, halîfe olan üçüncü Selîm hân, bir yandan ta’lîmli asker yetişdiriyor, bir
yandan da, top fabrikası yapdırıp çalışdırıyordu. Ta’lîmli yeni askeri gören
yeni-çerilerden, Karadeniz buğazı tabyalarında bulunanlar, Kabakcı Mustafâ
kumandasında ısyân etdi. Pâdişâh, müslimân kanı dökülmesini istemedi. Bütün
ilerlemeler durdu. Selîm hânı şehîd etdiler. İkinci Mahmûd hân-ı Adlî, evvelâ
dinsizleri terbiye ve itâ’ate getirdi. [1227] de Rusya ile sulh yapdı.]
[1226] da Mısr
vâlîsine fermân buyurularak, Mehmed Alî pâşa, müslimânlar arasındaki bölücülüğü
önlemek için, oğlu Tosun pâşayı Hicâza gönderdi ise de, sulh ve sükûnu temîn
edemedi. Madde başından buraya kadar yazılanların çoğunu (Hülâsat-ül-Kelâm)
ve (Mir’ât-ül-Haremeyn) kitâblarından aldım. Kendimin bir fikri
katılmamışdır. Bu yazıların vesîkalarını arzû eden, mezkûr iki kitâbı ve
(Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının (Müslimâna nasîhat) kısmını mütâle’a
buyursun!
Mekke-i
mükerreme ile Medîne-i münevvere, Osmânlılar tarafından adâlet ve hurmet ile
idâre edilip, milyonlar sarf edilerek, mukaddes makâmlar ta’mîr ve tezyîn
edildi. Haremeynin mubârek ehâlîsi, râhat ve refâh içinde yaşadı. Bu se’âdet
zemânı, birinci cihân harbine kadar devâm etdi. Birinci cihân harbi [1332 (m.
1914)-1336 (m. 1918)] sonunda, islâm ittihâdını parçalamak arzûsuna kavuşan
düşmanlar, Mekke emîri olan şerîf Hüseyn bin Alîyi ve ileri gelenleri, Hicâzdan
çıkardılar. Bütün dünyâya da, kaçdı diye bildirdiler. Necdde yaşıyan Abdül Azîz
bin Sü’ûd, 1344 [m. 1926] senesinde Mekkeye gelerek yeni bir hükûmet kurdu.
|