| 
 
17 -  
VEHHÂBÎLİK NEDİR? 
Vehhâbîliği 
kuran, Mehmed bin Abdülvehhâbdır. Binyüzonbir 1111 [m. 1699] de, Necdde, 
Hureymile kasabasında dünyâya gelmiş, 1206 [m. 1791] de, Der’iyyede ölmüşdür. 
Önceleri, seyâhat ve ticâret için, Basra, Bağdâd, Îrân, Hind ve Şâm taraflarına 
gitmiş, 1125 de Basrada, ingiliz câsûslarından, Hempherin tuzağına düşerek, 
ingilizlerin (İslâmiyyeti imhâ) etmek çalışmalarına âlet olmuşdur. 
(İngiliz câsûsunun i’tirâfları) kitâbımızda, Vehhâbîliğin kuruluşu uzun 
anlatılmakdadır. Eline geçirdiği, Ahmed ibni Teymiyyenin, Ehl-i sünnete uymıyan 
kitâblarını okumuş, (Şeyh-i Necdî) diye meşhûr olmuşdur. Düşünceleri, ingiliz 
paraları ve ingiliz silâhları karşılığında, köylüler ve Der’iyye ehâlîsi ile 
reîsleri Muhammed bin Sü’ûd tarafından desteklendi. Sapık din adamı Ahmed ibni 
Teymiyyenin fikrleri ile Hempherin yalanlarının karışımına (Vehhâbîlik) 
denir. (Mir’ât-ül-Haremeyn) kitâbının basıldığı 1306 [m. 1888] senesinde 
Necd emîri, Abdüllah bin Faysal idi. 
Aşağıdaki 
bilgilerin çoğu (Mir’ât-ül-Haremeyn)den alınmışdır: 
Mehmedin 
babası Abdülvehhâb, iyi bir müslimân idi. Bu ve Medînedeki âlimler, Abdülvehhâb 
oğlunun sözlerinden, yeni bir yol tutacağını anlamış, herkese, bununla 
konuşmamasını nasîhat etmişlerdi. Fekat, [1150] de, Vehhâbîliği i’lân etdi. 
Yazdığı kitâblarda ve hele bunların en meşhûru olan (Kitâb-üt-tevhîd)de 
ve torunu Abdürrahmân bin Hasenin buna yapdığı (Feth-ul-mecîd) adındaki 
şerhde, ikiyüzelliden fazla, bozuk inanışları vardır. Bunlardan ba’zısı (Üsûlül-erbe’a) 
ikinci sahîfesinde yazılıdır. Bozuk inanışlarının temeli, üç mes’eledir: 
1 - Amel, 
ibâdet, îmânın parçasıdır diyor. Bir farzı yapmıyan, meselâ farz olduğuna 
inandığı hâlde, bir nemâz kılmıyan kâfir olur diyor. Bunu öldürmeli, mallarını 
taksîm etmelidir diyorlar. Bunlar (Feth-ul-mecîd)in 17, 48, 93, 111, 273, 
337 ve 348. ci sahîfelerinde yazılıdır. 
2 - 
Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ve Evliyânın “kaddesallahü teâlâ 
esrârehümül’azîz” rûhlarından şefâ’at istiyen, bunların mezârını ziyâret edip, 
bunları vesîle ederek düâ eden kâfir olur diyorlar. (Feth-ul-mecîd) 
kitâbının beşyüzüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Resûlullah hayâtda iken, düâ 
etmesini istemek câizdir. Hattâ, diri olan her sâlih kimseden, düâ etmesi 
istenir. Nitekim, hazret-i Ömer, Mekkeye ömre yapmağa gideceği zemân, Resûlullah,
(Yâ Ömer, bizi düândan unutma!) dedi. Dirilerin, cenâzeye ve kabrde 
olanlara da düâ etmeleri câizdir. Fekat, kabrde olandan düâ istemek câiz 
değildir. Allahü teâlâ, işitmiyenlerden düâ istemenin şirk olduğunu bildirdi. 
Ölüler ve gâib olan, uzakda olan diriler, işitmez ve cevâb vermezler. Bunların 
fâide ve zarârları olmaz. Eshâbdan ve onlardan sonra gelenlerden hiçbiri, 
Resûlullahın kabrinden birşey istemedi. Peygamber öldükden sonra, ondan birşey 
istemek câiz olsaydı, Ömer “radıyallahü anh” yağmur yağmasını Ondan isterdi. 
Hâlbuki, kabrine gelip, Ondan düâ, yardım istemedi. Diri ve hâzır olan hazret-i 
Abbâsdan düâ istedi). Yetmişinci [70] sahîfesinde diyor ki, (Ölüden ve yanında 
bulunmıyanlardan birşey istemek, onu Allaha şerîk yapmak olur). 
Vehhâbîlerin 
bu sözlerini, yine kendi kitâbları yalanlıyor. (Feth-ul-mecîd)in 
ikiyüzbirinci sahîfesinde, (Buhârîde, Abdüllah ibni Mes’ûd diyor ki, yidiğimiz 
ta’âmın tesbîh sesini işitirdik. Ebû Zer diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi 
ve sellem”, avucuna taş parçaları aldı. Bunların tesbîh sesleri işitildi. 
Resûlullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahîhdir) diyor. 
Demek ki, Resûlullahdan başka mü’minler de, herkesin işitemiyeceği sesleri 
işitirmiş. Bu taşlar hazret-i Ebû Bekrin elinde iken de tesbîhlerinin 
işitildiği, aynı haberin sonunda bildirilmekdedir. Hazret-i Ömerin, Medînede 
hutbe okurken, Îrânda harb eden ordu kumandanı Sâriyeyi görerek, (Sâriye, 
dağdaki düşmandan korun!) dediğini ve Sâriyenin işiterek, dağı ele geçirdiğini 
bütün kitâblar bildirmekdedir. Puta tapanlar için gelmiş olan âyet-i 
kerîmelerle, bu sözlerini isbâta kalkışıyorlar. Hâlbuki, mü’minler [ya’nî Ehl-i 
sünnet], Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve Evliyâya 
“aleyhirrahme” ibâdet etmez. Allahü teâlânın sevgili kulları olduğuna ve Allahü 
teâlânın, bunların hâtırı ve hurmeti ile, kullarına merhamet edeceğine inanır. 
Zararı, fâideyi yaratan, ancak Odur. Ondan başka ibâdete kimsenin hakkı yokdur, 
der. Kabr ziyâretine gidip, kabrdeki zât vâsıtası ile Allahü teâlâya düâ eder. 
(İbni 
Âbidîn) 
nikâh sözleşmesinin son sahîfesinde diyor ki, (Allah ve Resûlullah şâhid 
olsunlar diyerek evlenmek câiz değildir. Hattâ böyle söylemek küfr olur diyenler 
vardır. Resûlullah gaybı bilir demek olur. Allahdan başkası için gaybı bilir 
diyen kâfir olur dediler. Hâlbuki, (Tâtârhâniyye)de, (Hucce)de ve
(Multekıt)de küfr olmaz diyor. Çünki, Allahü teâlâ herşeyi Resûlünün 
rûhuna bildirir. Peygamberler, başkaları için gayb olan birçok şeyi bilirler. 
Cin sûresinin yirmialtıncı âyetinin meâli, (Allahü teâlâ, gaybdan bildiği 
şeylerden ba’zılarını yalnız Peygamberlerden dilediğine bildirir) ise de, 
akâid kitâblarında, Evliyânın kerâmetlerinden biri, gaybların çoğunu bilmeleri 
olduğu yazılıdır. Mu’tezile fırkası [ve onların izinde olanlar], bu âyet-i 
kerîmeye dayanarak, Evliyâ gaybı bilemez diyorlar. Bunlara cevâb olarak deriz 
ki, bu âyet-i kerîme, gaybın vâsıtasız olarak ve yalnız vahy getiren meleğe 
bildirilmesini haber veriyor. Peygamberlere ve Evliyâya diğer melekler vâsıtası 
ile veyâ başka vâsıta ile bildirilmekdedir. (Sell-ül-hisâm-il-Hindî li-nusrat-i 
seyyidinâ Hâlid-in-nakşibendî) ismindeki kitâbımda Evliyânın kerâmetleri 
uzun yazılıdır. Lutfen oradan okuyunuz!) (Tefsîr-i Mazherî)de bu âyet-i 
kerîmenin tefsîrinde buyuruyor ki, (Allahü teâlâ, Evliyâsına vâsıtasız da 
bildirir. Hazret-i Ömere Sâriyeyi gösterdi “radıyallahü teâlâ anhümâ”. Mûsâ 
aleyhisselâmın annesine, oğlunu denize koymasını, yine geriye göndereceğini ve 
Peygamber yapacağını bildirdiğini haber veriyor. Havârîlere vahy gibi 
bildirdiğini ve hazret-i Meryeme, (Hurma kütüğünü salla; tâze hurma olacak. 
Onları yi!) dediğini haber veriyor. Bunlar Peygamber değildi. Velî idiler). 
Fârisî (Usûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il vehhâbîyye) kitâbında geniş 
bildirilmişdir. Bu kitâb 1395 [m. 1975] de, İstanbulda basdırılmışdır. Bu 
kitâbdan bir kısmı terceme edilerek, (Kıyâmet ve Âhıret) ve (Fâideli 
Bilgiler) kitâblarına ilâve edilmişdir. 
(Hadîka) 
ikinci cild, yüzyirmialtıncı sahîfede diyor ki: Resûlullah ile ve Eshâb-ı kirâm 
ile ve Tâbi’în ile, bunlar öldükden sonra da, Allahü teâlâya tevessül etmek, 
ya’nî bunların hurmeti için, dilekde bulunmak câizdir ve meşrû’dur. Tevessül 
etmek, şefâ’atini istemek demekdir. Ehl-i sünnet âlimleri, bunun câiz olduğunu 
bildirdi. Mu’tezile fırkası ise inanmadı. Tevessül edenin düâsının kabûl olması, 
tevessül olunanın kerâmeti olur. Ya’nî, öldükden sonra kerâmet göstermesi olur. 
Bid’at sâhibi, sapık olanlar buna inanmadı. İmâm-ı Münâvî (Câmi’us-sagîr) 
şerhinde, bu câhillere cevâb vermekdedir. İmâm-ı Sübkî buyuruyor ki, (Resûlullah 
ile tevessül etmek, ya’nî istigâse etmek, ondan şefâ’at istemekdir. Bu ise güzel 
bir şeydir. Önceki ve sonraki islâm âlimlerinden hiçbiri buna karşı birşey 
dememişdir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etdi. Böylece doğru yoldan ayrıldı. 
Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu 
bid’ati ile müslimânların diline düşdü). Resûlullahın ismi ile kasem ederek, 
ya’nî Resûlullah hakkı için diyerek, Allahü teâlâdan birşey istemenin câiz 
olduğunu, İbni Abdüsselâm uzun bildirmekdedir. Resûlullahın vârisi olan Evliyâ 
ile de kasem câiz olduğunu, Ma’rûf-i Kerhî bildirmekde ve (Kuşeyrî) 
risâlesi yazmakdadır. Yüzellibirinci [151] sahîfesinde diyor ki, herhangi bir 
müctehidin câiz olur dediği birşeyi yapana mâni’ olmamalıdır. Çünki, dört 
mezhebden birini taklîd etmek câizdir. Bunun için, kabr ziyâret edenlere, 
Evliyânın mezârları ile teberrük edenlere, hastası iyi olmak için veyâ gâibi 
bulunmak için bunlara nezr yapanlara mâni’ olmamalıdır. Adak yaparken, Evliyâya 
adak demek mecâz olup, türbeye hizmet edenlere adak demekdir. Fakîre zekât 
verirken ödünc verdiğini söylemek gibidir ki, böyle söylemenin câiz olduğu 
bildirilmişdir. Burada söze değil, ma’nâya bakılır. Bunun gibi, fakîre verilen 
hediyye, sadaka olur. Zengine verilen sadaka da hediyye olur. [(VEKÂLET)e 
bakınız!]. İbni Hacer-i Hiytemî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Evliyânın kabrlerine 
nezr yapılırken, onun çocuklarına veyâ talebesine yâhud orada bulunan fakîrlere 
sadaka olması gibi başka bir (Kurbet), ya’nî, başka bir hayr niyyet 
edilirse, bu nezrin sahîh olacağına fetvâ vermişdir. Böyle nezrlerin, niyyet 
edilen kimselere verilmesi lâzımdır. Şimdi türbelere yapılan nezrlerin hepsinde 
böyle niyyet edilmekdedir. Velîye nezr sözünden bunu anlamak lâzımdır. Geçmiş 
Evliyâya dil uzatmak, onlara câhil demek, sözlerinden islâmiyyete uymıyan 
ma’nâlar çıkarmak, öldükden sonra da kerâmet gösterdiklerine inanmamak ve ölünce 
velîlikleri biter sanmak ve onların kabrleri ile bereketlenenlere mâni’ olmak, 
müslimânlara sû’i zan, zulm etmek, mallarını gasb etmek gibi ve hased, iftirâ ve 
yalan söylemek ve gıybet etmek gibi harâmdır. (Hadîka)dan terceme temâm 
oldu. 
(Hadîka)da, 
yüzseksenikinci sahîfede diyor ki, (Buhârînin, Ebû Hüreyreden “radıyallahü anh” 
haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, kulum farzları yapmakla bana 
yaklaşdığı gibi başka şeyle yaklaşamaz. Kulum nâfile ibâdetleri yapınca, onu çok 
severim. Öyle olur ki, benimle işitir. Benimle görür. Benimle herşeyi tutar. 
Benimle yürür. Benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca, onu korurum 
buyurdu) denilmekdedir. Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, farzlarla birlikde 
nâfile ibâdetleri yapan, Allahü teâlânın sevgisini kazanır. Bunların düâları 
kabûl olur. Sa’îd bin İsmâ’îl Ebû Osmân Hayrî Nîşâpûrî “rahmetullahi teâlâ 
aleyh” buyuruyor ki, bu hadîs-i şerîf, onun görmek, işitmek, gitmek, tutmak gibi 
her çeşid istediklerini, hemen ihsân ederim demekdir). Üçüncü kısmda sonsöz 
sonuna bakınız! (İşlerinizde sıkışdığınız zemân, kabrde olanlardan yardım 
isteyiniz!) hadîs-i şerîfi de, Allahü teâlânın, sevdiği kullarına, ölü iken 
de bu kuvveti vermiş olduğunu göstermekdedir. 
İmâm-ı Birgivî,
(Etfâl-ül-müslimîn) risâlesinde, (Bir mü’minin kabrini ziyâret 
ederken, yâ Rabbî! Muhammed aleyhisselâm hurmetine, buna azâb yapma denirse, 
Allahü teâlâ, kıyâmete kadar azâbını durdurur) hadîs-i şerîfini yazmakdadır. 
Kabrdeki 
meyyitde his bulunduğunu bildiren çok hadîs-i şerîf vardır. Eshâb-ı kirâm ve 
Tâbi’în-i ızâm (Kabr-i se’âdet)i ziyâret ve istigâse ederdi. Bunun için 
çok kitâb yazılmışdır. (Hısn-ül-hasîn)de düâ âdâbını anlatırken (Düânın 
kabûl olması için, Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve sâlih 
kulları vesîle etmelidir. (Buhârî)deki hadîs-i şerîfde böyle bildirildi) 
buyurmakdadır. 
Alî Râmîtenî 
hazretleri buyurdu ki, (Günâh işlememiş bir dil ile düâ ediniz ki, kabûl 
olsun!). Ya’nî, Hudâ dostlarının huzûrunda tevâzu’ eyleyiniz, yalvarınız da, 
sizin için düâ etsinler. İstigâse, ya’nî bir Velîye tevessül de, bu demekdir. 
Abdülvehhâb 
oğlunun, Ehl-i sünneti, puta ve mezâra tapan kâfirler gibi bilmesi ve Ehl-i 
sünneti öldürmeğe ve mallarını almağa halâl demesi, nasslara [ya’nî âyetlere, 
hadîslere] yanlış ma’nâ verdiği içindir. (Buhârî)deki hadîs-i şerîfde 
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kâfirler, kâfirler için gelmiş 
olan âyet-i kerîmeleri, müslimânlara yükletirler) buyurdu. Bir hadîs-i 
şerîfde, (Müslimân ismini taşıyanlardan en çok korkduğum kimse, Kur’ân-ı 
kerîmin ma’nâsını, yerinden değişdirenlerdir) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfler, 
böyle kimselerin meydâna çıkacağını ve bunların dalâletde olduklarını haber 
vermekdedir. 
Mezârları 
ziyâret ile tevessül eden kâfir olsaydı, Peygamberimiz ile de tevessül 
edilmezdi. Hâlbuki, O, dünyâya gelmeden önce ve dünyâda diri iken ve vefâtından 
sonra, hep tevessül edilmişdir. (Şevâhid-ül-hak) yüzelliüçüncü [153] 
sahîfede yazılı, İbni Mâce hadîsinde, Peygamberimiz (Allahümme innî es’elüke 
bihakkıssâ’ilîne aleyke), ya’nî (Yâ Rabbî! Senden isteyip de, verdiğin 
kimselerin hâtırı için, senden istiyorum!) derdi ve böyle düâ ediniz 
buyururdu. Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” annesi Fâtımayı “radıyallahü anhâ” 
kendi mubârek elleri ile mezâra koyunca (İgfir li ümmî Fâtımate binti Esed ve 
vessi’aleyhâ medhaleha bi-hakkı Nebiyyike vel Enbiyâ-illezîne min kablî inneke 
erhamürrâhimîn) buyurduğunu, Taberânî ve İbni Hibbân ve Hâkim ve Süyûtî 
bildirmekdedir. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Osmân bin Huneyf bildiriyor ki, 
iyi olması için düâ istiyen bir a’mâya, abdest alıp, iki rek’at nemâz kılmasını, 
sonra (Allahümme innî es’elüke ve eteveccehü ileyke bi-Nebiyyike Muhammedin 
Nebiyyirrahme, yâ Muhammed innî eteveccehü bike ilâ Rabbî fî hâcetî-hâzihî, li 
takdıye-li, Allahümme şeffi’hü fiyye) okumasını emr etmişdir. Bu düâ, (Merâkıl-felâh) 
ve bunun Tahtâvî hâşiyesi ve türkçe tercemesi olan (Ni’met-i islâm) 
kitâblarında, (Hâcet nemâzı) sonunda ve (Şifâ üs-sikam) ve 
(Nûr-ül-islâm)da ve (Dürerüsseniyye)de de yazılıdır. Eshâb-ı kirâm 
“radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, bu düâyı hep okurdu. Hâkimin bildirdiği sahîh 
hadîsde buyuruldu ki, Âdem “alâ Nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” Cennetden 
çıkarılınca, çok düâ etdi. Tevbesi kabûl olmadı. Nihâyet (Yâ Rabbî! Oğlum 
Muhammed hurmeti için, bu babaya merhamet et) deyince, düâsı kabûl oldu ve 
(Yâ Âdem! Muhammed aleyhisselâmın ismi ile, herne isteseydin kabûl ederdim, 
Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım) buyuruldu. Bu hadîs-i kudsî, (Mevâhib) 
ve (Envâr)ın başında da yazılıdır. Böyle olduğunu, Âlûsînin (Gâliyye) 
kitâbı da, yüzdokuzuncu sahîfesinde uzun bildirmekdedir. Bu düâlarda bulunan 
(hak) kelimesi, hurmet, kıymet demekdir. Sevdiklerine verdiği kıymetli 
dereceler hâtırı için istemekdir. Çünki, hiçbir mahlûkun, hiçbir bakımdan, 
Allahü teâlâda hakkı yokdur. 
                                                |