14 - İKİNCİ CİLD
- 53.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb,
bir şeyhe [Şeyh Abdüssamed Sultânpûrîye] yazılmışdır. Kibr ve ucbun hastalık
olduğu bildirilmekdedir:
Allahü
teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Soruyorsunuz ki,
riyâzet yapınca, ibâdet yapınca, nefsim kabarıyor. Benim gibi sâlih, iyi kimse
yokdur sanıyor. İslâmiyyete ters düşen birşey yapınca da kendimi muhtâc, âciz
sanıyorum. Bunun ilâcı nedir diyorsunuz. Allahü teâlânın lutfüne, ihsânına
kavuşmuş olan kardeşim! İkinci olarak bildirdiğiniz ihtiyâc ve âciz olmak,
pişmânlıkdan ileri gelir ki, çok büyük ni’metdir. Allah korusun, eğer günâh
işledikden sonra, pişmân olunmazsa ve hele günâh işlemek tatlı gelirse, günâha
ısrâr etmek, dadanmak olur. Pişmânlık, tevbenin bir parçasıdır. Küçük günâha
ısrar etmek ise, büyük günâh olur. Büyük günâha ısrâr etmek, insanı küfre
götürür. Sizin bu ikinci hâliniz, büyük ni’metdir. Buna şükr ediniz ki,
pişmânlığınız çoğalsın ve islâmiyyete uymıyan işlerden sizi korusun. İbrâhîm
sûresi yedinci âyetinde meâlen, (Şükr ederseniz, ni’metimi artdırırım!)
buyuruldu. Nefsinizin birinci hâli, ucb, ya’nî ibâdet yapdığı için kendini
beğenmek [Egoizm]dir. Ucb, korkunç bir zehrdir. Öldürücü bir hastalık olup,
ibâdetleri ve iyilikleri yok eder. Ateşin odunu yakması gibidir. Bunun ilâcı,
iyi işlerini kusûrlu görmeli, bunlardaki gizli çirkinlikleri düşünmeli, böylece,
kendinin ve ibâdetlerinin kusûrlu, bozuk olduğunu anlamalıdır. Hattâ, onları
beğenilmiyecek, kovulacak bir hâlde bulmalıdır. Bir hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı
kerîm okuyan çok kimse vardır ki, Kur’ân-ı kerîm bunlara la’net eder)
buyuruldu. Başka bir hadîs-i şerîfde, (Oruc tutan çok kimse vardır ki,
onların orucu, yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur) buyuruldu. İnsan,
ibâdetinin, iyiliğinin çirkin tarafı olmadığını sanmamalıdır. Biraz incelenirse,
Allahü teâlânın yardımıyla hepsini çirkin bulur. Güzelliğin kokusunu bile
duymaz. Böyle kimsede ucb hâsıl olabilir mi? Nefs kendini beğenebilir mi? Bir
kimse, amellerini, ibâdetlerini kusûrlu görünce, bunların kıymeti artar. Kabûl
edilmeğe lâyık olurlar. İyiliklerinizi böyle görmeğe ve ucb [Egoizm] hâsıl
olmamasına çalışınız. Yoksa sonu çok kötü olur. Bu felâketden yalnız Allahü
teâlânın diledikleri kurtulabilir. İbâdetlerini, iyiliklerini kusûrlu, bozuk
görmeğe kavuşan bir kimse, öyle bir hâle gelir ki, sağ omuzundaki, iyilikleri
yazan meleğin hiçbirşey yazmadığını sanır. Çünki, yazacağı bir iyilik yapdığını
görememekdedir. Sol omuzundaki, kötülükleri yazan meleğin durmadan yazdığını
sanır. Çünki, yapdıklarının hepsinin çirkin ve kötü olduklarını görmekdedir. Bu
hâle kavuşan ârife, herkesin anlıyamıyacağı ve anlatamıyacağı iyilikler ihsân
olunur. Doğru yolda olanlara selâm olsun!
[İslâmiyyeti
anlamamış olan ba’zı kimseler, müslimânlara, egoist, ya’nî hodbin, kendini
düşünen diyor. Nemâz kılanlara, (Kendini Cehennemden kurtarmak için nemâz
kılacağına, kalk insanlara hizmet et!) diyor. İslâm dîninin, egoist dîni
olmadığını, egoist olmıyanların kıymetli olduğunu, yukarıda çok güzel bildirdik.
Nemâz kılmağa gelince, müslimânlar, câhillerin zan etdiği gibi, Cehennemden
kurtulmak, râhata kavuşmak için ibâdet etmez. Allahü teâlânın emri olduğu için,
vazîfe olduğu için ibâdet yapar. (Vazîfe, âmir tarafından emr edilen şeyi
yapmak, men’ edileni yapmamakdır). Âmirlerin emrleri birbirine benzemiyorsa,
dahâ üstün olan âmirin emri yapılır. Askerlikde bile, birinci vazîfe, büyük
âmirin emrini yapmakdır. Kâfirler, gençleri aldatmak için, vazîfe mukaddesdir.
Önce vazîfe, sonra nemâz, diyor. Evet, vazîfe onların zan etdiklerinden de dahâ
çok mukaddesdir. Fekat, birinci vazîfe, en büyük âmirin emrini yapmakdır. En
büyük âmir, Allahü teâlâdır. O hâlde birinci vazîfe, nemâzdır. Hiçbir âmir,
hiçbir kumandan, hiçbir makâm, bu birinci vazîfeyi değişdirmemelidir. İstirâhat
zemânlarında, yatakhânede, buna da imkân yoksa, abdesthânede nemâzı yine
kılmalıdır. Fekat, en iyisi, bu derece kara, katı kalbli din düşmanlarının
yanında çalışmayıp, uzaklaşmalıdır. Bu müslimâna, cenâb-ı Hak elbette başka
yoldan, dahâ çok rızk verir. İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” (Kimyâ-i
se’âdet) kitâbında buyuruyor ki, (Nemâza mâni’ olan, güçlük çıkaran vazîfede
bereket olmaz. Nemâza elverişli olan vazîfelerde bereket vardır).
Yetmişdokuzuncu sahîfede diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki, (Müslimân demek, müslimânlara eli ile, dili ile zarâr vermiyen
kimse demekdir). Her müslimânın böyle olması lâzımdır. Bir hadîs-i şerîfde,
(Îmânı kâmil olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır!) buyuruldu. Görülüyor
ki, îmân bile, ahlâk ile, insanlara fâideli olmakla ölçülmekdedir. (İslâm
ahlâkı) kitâbımızda, müslimânların güzel ahlâkı uzun yazılıdır. Nemâz
kılarken, bütün mü’minlere selâm verilmekde, düâ edilmekdedir. Nemâz kılmıyan
ise, mü’minlerin bu hakkını çiğnemekdedir. O hâlde, nemâz kılmak, hodgâmlık
değil, hayrhâhlıkdır. Nemâz kılmamak ise, zulmdür.]
Bu âdem dedikleri, el ayakla, baş
değil,
âdem rûha denilir, surat ile kaş
değil.
Beden et ve deridir, rûh bunun
serveridir.
Hakkın kudret sırrıdır, rûhsuz
kalıp hoş değil.
Âdem gerek, su gibi, temizlenip
arına,
harâmlardan kaçınır, nefsi de
serkeş değil.
Âdemdedir emânet, ondadır ilmü
hikmet.
Hakkın katında âdem, dâneyi haşhaş
değil.
Âdem olan iyi bil, çalışır hep ay
ve yıl,
rûh gıdâsı ilimdir, ekmek ve kumaş
değil.
Kendi özün anlıyan, rûh gözün
aydınlıyan,
Hak sözün pek kavrayan, er olur,
ayyaş değil.
Beden hayvanda da var, hissi, onda
pek artar.
Kurt gözü, keskinse de, nakş görür,
nakkaş değil.
|