92
-
ÎSÂ “Aleyhisselâm” İNSAN İDİ, ONA TAPILMAZ
Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize, Necrândan bir hıristiyan hey’eti
gelmişdi. Necrân, Hicâz ile Yemen arasında bir şehr idi. Bunlar, altmış süvârî
olup, içlerinden yirmidördü büyükleri idi. Bunların içinde üçü en büyükleri idi.
Reîsleri Abdülmesîh idi. İçlerinden Ebülhâris bin Alkama, en âlimleri idi. Âhır
zemân Peygamberinin alâmetlerini İncîlde okumuş idi. Fekat, dünyâ mevkı’ini,
şöhretini sevdiği için müslimân olmıyordu. Çünki, ilmi ile meşhûr olup,
kayserlerden ikrâm görür, birçok kiliselere emr verirdi. Medîneye gelip, ikindi
nemâzından sonra, Mescid-i şerîfe girdiler. Üstlerinde süslü papas elbiseleri
vardı. O sırada, onların da nemâz vakti gelmiş olduğundan, Mescid-i şerîfde
nemâza kalkmışlar, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de, (Bırakınız
kılsınlar) buyurmuşdu. Şarka doğru kıldılar. Üç büyükleri konuşmağa başladı.
Söz arasında, Îsâ “aleyhisselâm” için, ba’zan Allah diyorlar, ba’zan Allahın
oğlu, ba’zan da, üç tanrıdan biri diyorlardı. Allah demelerine sebeb, ölüleri
diriltir, hastaları iyi ederdi. Gaybları haber verir, çamurdan kuş yapıp
üfleyince uçardı diyorlardı. Allahın oğlu olduğuna sebeb, belli bir babası
olmaması idi. Üçden birisi olmasına sebeb de, Allah (yapdık, yaratdık) diyor.
Eğer bir olsaydı, (yapdım, yaratdım) derdi diyorlardı. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”, bunları dîne da’vet etdi. Birkaç âyet-i kerîme okudu. Îmâna
gelmediler. (Biz senden önce îmân etdik) dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem”, (Yalan söyliyorsunuz! Allahın oğlu var diyenin îmânı olmaz)
buyurdu. Allahın oğlu değilse, o hâlde bunun babası kim, dediler.
Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: - Biliyor musunuz? Allahü teâlâ, hiç
ölmez ve herşeyi varlıkda tutan Odur. Îsâ “aleyhisselâm” ise yok idi ve yok
olacakdır.
Onlar - Evet
biliyoruz.
Resûlullah
- Bilmiyor musunuz, babasına benzemiyen hiçbir yavru var mı?
Onlar - Her
yavru babasına benzer. [Koyun yavrusu, koyuna benzer.]
Resûlullah
- Bilmiyor musunuz, Rabbimiz herşeyi yaratıyor, büyütüyor, besliyor. Hâlbuki Îsâ
“aleyhisselâm” bunların birini yapmıyordu.
Onlar - Evet,
yapmıyordu.
Resûlullah
- Rabbimiz, Îsâ aleyhisselâmı dilediği gibi yaratdı değil mi?
Onlar - Evet,
yaratdı.
Resûlullah
- Rabbimiz yimez, içmez. Onda değişiklik olmaz, bunu da biliyor musunuz?
Onlar - Evet,
biliyoruz.
Resûlullah
- Îsâ aleyhisselâmın anası var idi. O, her çocuk gibi dünyâya geldi. Onlar gibi
beslendi. Yir, içer, zararlı maddeleri kendinden atardı. Bunu da biliyorsunuz
değil mi?
Onlar- Evet,
biliyoruz.
Resûlullah
- O hâlde, Îsâ “aleyhisselâm” sandığınız gibi nasıl olur?
Onlar, birşey
demeyip, susdular. Biraz sonra:
Yâ Muhammed “aleyhisselâm”!
Sen onun (Allahın kelimesi ve Ondan bir rûh) olduğunu söylemiyor musun, dediler.
Resûlullah
- Evet buyurdu.
Onlar - Eh, bu
da bize yetişir deyip inâd etdiler.
Bunun üzerine,
Allahü teâlâ, onları mübâheleye çağırmasını emr etdi. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” de, bana inanmıyorsanız, gelin sizinle mübâhele edelim. Ya’nî,
(Hangimiz zâlim isek, yalancı isek, Allahü teâlâ ona la’net etsin, diyelim!)
buyurdu. Allahü teâlânın bu emri, Âl-i imrân sûresinin, altmışbirinci âyet-i
kerîmesinde bildirilmekdedir. Seyyid dedikleri Şerhabîl, bunları toplayıp,
(Bunun Peygamber olduğu herşeyinden anlaşılıyor. Bununla mübâhele edersek, ne
biz kurtuluruz, ne de, bizden sonra gelenlerimiz kurtulur. Muhakkak bir belâya
uğrarız!) dedi. Mübâhele etmekden kaçındılar ve (Yâ Muhammed “sallallahü aleyhi
ve sellem”! Senden râzıyız. Ne istersen sana verelim. Eshâbından “radıyallahü
teâlâ anhüm ecma’în” bir emîn kimseyi bizimle berâber gönder, vergilerimizi ona
verelim!) dediler.
Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” yemîn edip, gâyet emîn bir kimseyi sizinle
gönderirim buyurdu. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” emîn olarak kimin
şerefleneceğini merâk ediyorlardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
(Kalk, yâ Ebâ Ubeyde!) buyurdu. Ümmetin emîni budur, diyerek berâber
gönderdi.
Sulh şartı
şöyle idi: Her sene, ikibin elbise vereceklerdi. Bini Recebde, bini Safer ayında
teslîm edilecekdi. Her elbise ile de, kırk dirhem [135 gram] gümüş verilecekdi.
Reîsleri Abdülmesîh ile seyyidleri Şerhabîl, sonradan müslimân olup,
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hizmetinde bulunmakla şereflendiler.
|