| 
 
91 -  
KUR’ÂN-I KERÎM, ALLAH 
KELÂMIDIR 
Bağdâd 
vâlîsi Sırrî pâşa (Sırr-ı Furkan) kitâbının, İstanbulda [1312] de basılan, 
birinci cild, üçüncü baskısı, yetmişbeşinci sahîfesinde buyuruyor ki: 
Bu kitâbımı 
yazmadan bir sene önce, Diyâr-ı Bekr şehrinde, bir Cum’a günü, şehrin ileri 
gelenleri ile oturuyorduk. Arabî dilinde ve din bilgisinde derinliği ile 
tanınmış olan meşhûr Keldânî papası Abd-i Yesû’ da aramızda idi. Müsâfirim olan 
Mûsul vâlîsi Muhammed Reşîd pâşaya yanımdakileri takdîm ederken, Abd-i Yesû’ 
için de (arab edebiyyâtında pek derindir) demişdim. Bunun için belâgat üzerinde 
çok konuşuldu. Sonraları dilden, kavmciliğe geçildi. Bu sırada, vaktîle, 
Beyrutlu bir Îsevî ile aramızda geçen bir konuşmayı, bunlara anlatdım: Herkes 
kendi kavminin büyükleri ile öğünür. Siz de Arab oğullarısınız. Size sorsalar 
ki, büyük devlet kurmak, ilm, san’at ve belâgat bakımından en büyük adamınız 
kimdir? Ne cevâb verirsiniz, demişdim. Beyrutlu hıristiyan da, hemen: Muhammed 
aleyhisselâm demeğe mecbûruz demişdi, dedim ve Abd-i Yesû’a dönerek, size 
sorsaydım, ne derdiniz, dedim. 
Abd-i 
Yesû’ - Evet, büyük devlet kurmak, medeniyyete hizmet bakımından, arabın en 
büyük, en meşhûr adamı Odur derim. Fekat, Muhammed aleyhisselâmın, arabın en 
fasîh konuşanı olduğunu kabûl etmem. Çünki, bunu gösterecek bir eseri yokdur. 
Kur’ânı gösterirseniz, Kur’ân Onun sözü değildir diyorsunuz. Kur’ânın çok fasîh, 
pek belîg olması, Onun fasîh ve belîg olmasını göstermez. Evet O, belîg ve fasîh 
idi. Fekat, Onun gibi, başkaları da vardı. Meselâ, Alînin “radıyallahü anh” 
sözleri gösteriyor ki, bu da, Onun gibi fasîh ve belîg idi. İslâmiyyetden önce 
Ümri-ül Kays ve Kus bin Sa’îdenin şöhretlerini hepimiz biliyoruz. Hattâ, Kus bin 
Sa’îdenin hutbesini, Muhammed aleyhisselâm da beğenmişdi, dedi. 
Bu sözü 
dinleyenler, birbiri ile konuşmağa, bir gürültü sezilmeğe başladığından, ayağa 
kalkıp, şimdilik kimseden yardım istemiyorum. Lutfen râhat olunuz, dedim. Herkes 
susdu. Şöyle cevâb verdim: 
Şu ânda, din 
hissimizi, teassubumuzu bir yana bırakıp, ilmî ve ciddî konuşalım! Kur’ân-ı 
kerîm için siz ne dersiniz? Kur’ân-ı kerîm kimin sözüdür? 
A.Y. - Kur’ânı, 
Muhammed “aleyhisselâm” arkadaşları ile yapdı. 
S.Pâşa - 
Geçenlerde, vâlîlik emrim okununca, siz arabca bir düâ yapmışdınız. O düâyı 
başkası yazıp size verdi deseler, susar mısınız? 
A.Y. - Susmam, 
ben yapdığımı söylerim. 
S.P. - Niçin? 
A.Y. - Çünki bu 
düâyı ben hâzırladım. 
S.P. - Hakkınız 
var. Beş beytli bir gazel yazan kimse bile, bir beytinin çalındığını görse, 
çalanın cezâlanmasını ister. Herkes eseri ile öğünür, değil mi? 
A.Y. - Evet. 
S.P. - Sizin o 
düânızdan dahâ güzeli yapılabilir mi? 
A.Y. - Evet, 
yapılabilir. 
S.P. - Sizin 
düânızla, Kur’ân-ı kerîm arasında fesâhat, belâgat bakımlarından fark var mı? 
A.Y. - Elbet, 
hem de pekçok. 
S.P. - Arab 
edîbleri ve dost ve düşman ilm adamları uğraşarak, Kur’ân-ı kerîm gibi 
söyliyememeleri, Kur’ânı yazanlar için büyük bir şeref olmaz mı? 
A.Y. - Elbet 
olur. 
S.P. - Böyle, 
yüksek bir eseri, sâhibi başkasına bağışlar mı? Muhammed aleyhisselâm, (Bu 
Kur’ân, Allah kelâmıdır. İnanmıyorsanız, bir âyeti kadar siz de söyleyiniz! 
Söyliyemezsiniz!) derdi. O kadar düşman oldukları, elele verip uğraşdıkları 
hâlde söyliyemediler. Kimisi belâgati, i’câzı görür görmez îmân etdi. Kimisi, 
insan bunu söyliyemez diyerek, ister istemez tasdîk etdi. Muhammed “aleyhisselâm”, 
bunu birkaç kimse ile birlikde yapmış olsaydı, düşmanlar da bir araya gelerek, 
bunun gibi yapabilirdi. Çünki, müslimânlarda olduğu gibi, kâfirler arasında da, 
kuvvetli edîb, fasîh kimseler vardı. Sonra, bununla meydân okurken, malı, mülkü, 
mevkı’i ve hükûmeti yokdu ki, yardımcılarını bunlarla susdurdu denilsin. Kur’ân-ı 
kerîm, Tevrât, Zebûr ve İncîl gibi, topluca meydâna konmadı ki, yardımcıları, bu 
eserlerin böyle kıymetli olacağını önceden düşünememişlerdi, sonradan pişmân 
oldularsa da, iş işden geçmişdi denilsin. Kur’ân-ı kerîm yavaş yavaş yirmiüç 
senede indi. Her âyet gelince, herkes hayrân kalıyordu. Yardımcıları olsaydı, ne 
kadar sabrlı, fedâkâr olsalar da, kendi eserlerinin, böyle şân ve şerefini görüp 
de, yirmiüç sene seslerini çıkarmaz, susabilirler mi idi? 
A.Y. - Sözün 
doğrusu, Kur’ânı, Muhammed “aleyhisselâm”, yalnız kendi yapmışdır. 
S.P. - Kur’ân-ı 
kerîmi siz, nasıl buluyorsunuz? 
A.Y. - Çok 
fasîh, pek belîg, hikmet dolu. 
S.P. - Demek, 
bunu yapan hakîm olmalı. 
A.Y. - Evet. 
S.P. - Demek 
ki, Muhammed “aleyhisselâm” hakîm idi. 
A.Y. - Şübhesiz 
hakîm idi. 
S.P. - Yalan 
söyliyen hakîm olur mu? 
A.Y. - Olmaz. 
S.P. - Muhammed 
aleyhisselâmın hakîm olduğunu söyliyorsunuz ve hakîm, doğru söyler diyorsunuz. 
Zâten, bütün hıristiyanların, Onun doğru olduğunu bilmesi lâzımdır. Çünki, 
Mardin köylerinden birinde bulunan “Deyr-i Za’ferân” adındaki büyük kilisede, 
nasârânın arabî yazılmış târîh-i mukaddes kitâbından birinde, (Muhammed 
aleyhisselâma peygamberliğinden evvel herkes, emîn olan Muhammed derdi. Çünki, 
doğruluğu ile meşhûr idi) okumuşdum. İşte, o doğru sözlü Muhammed “aleyhisselâm”, 
bize haber verdi ki, (Kur’ân-ı kerîm, insan sözü değildir. Allah kelâmıdır).
Buna ne dersiniz? Hayır inanmam derseniz, onun hakîm olduğuna da inanmamış 
olursunuz. Hakîm idi, sözünde duruyorsanız, Onun sözüne de inanmanız lâzım 
gelir. 
A.Y. - 
Doğrusunu istiyorsanız, Muhammed “aleyhisselâm” Peygamber idi. Fekat yalnız 
Arabların Peygamberi idi. 
S.P. - Teşekkür 
ederim. Şübhe bulutları sıyrılıp, hakîkat ışıkları parlamağa başladı. Hakîm 
yalan söylemez dediniz. Peygamber hiç yalan söyler mi? O hiç söylemez. Öyle ise, 
Muhammed aleyhisselâmın bütün insanlara, her millete de Peygamber olduğuna 
inanmanız lâzımdır. Çünki, O bize; (Ben bütün insanların ve Cinnîlerin 
hepsinin Peygamberiyim) diye haber veriyor. Buna ne dersiniz? 
Birkaç sâniye 
durdukdan sonra, kalkıp gitdi ve bir dahâ yanıma gelmedi. 
(Herkese 
Lâzım Olan Îmân) 
kitâbının (Müslimânlık ve Hıristiyanlık) ve (Kur’ân-ı Kerîm ve 
İncîller) ve (İslâm Dîni ve Diğer Dinler) kısmlarında ve (Cevâb 
Veremedi) kitâbında hıristiyanlık dîni üzerinde geniş bilgi vardır. 
  
Allaha 
tevekkül edenin yâveri Hakdır. 
Na-şâd 
olan bu kalbim, birgün şâd olacakdır. 
                                                |