| 
 
79 -  
RAMEZÂN ORUCU 
İslâmın beş 
şartından dördüncüsü, mubârek Ramezân ayında, hergün oruc tutmakdır. Oruc, 
hicretden onsekiz ay sonra, Şa’bân ayının onuncu günü, Bedr gazâsından bir ay 
evvel farz oldu. Ramezân, yanmak demekdir. Çünki, bu ayda oruc tutan ve tevbe 
edenlerin günâhları yanar, yok olur. 
(Riyâd-un-nâsıhîn) 
kitâbında diyor ki: (Buhârî) kitâbında, Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” 
diyor ki: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ramezân ayı 
gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytânlar 
bağlanır). İmâm-ül-eimme, Muhammed bin İshak bin Huzeyme yazıyor ki, 
Selmân-ı Fârisî “radıyallahü anh” bildirdi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve 
sellem” Şa’bân ayının son günü hutbede buyurdu ki: (Ey Müslimânlar! Üzerinize 
öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece [Kadr gecesi], 
bin aydan dahâ fâidelidir. Allahü teâlâ, bu ayda, hergün oruc tutulmasını emr 
etdi. Bu ayda, geceleri terâvîh nemâzı kılmak da sünnetdir. Bu ayda, Allah için 
ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda, bir farz 
yapmak, başka ayda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay, sabr ayıdır. Sabr edenin 
gideceği yer Cennetdir. Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda mü’minlerin rızkı 
artar. Bir kimse, bu ayda, bir orucluya iftâr verirse, günâhları afv olur. Hak 
teâlâ, onu Cehennem ateşinden âzâd eder. O oruclunun sevâbı kadar, ona sevâb 
verilir). Eshâb-ı kirâm, dediler ki: Yâ Resûlallah! Her birimiz, bir 
orucluya iftâr verecek, onu doyuracak kadar zengin değiliz. Resûl “aleyhisselâm” 
buyurdu ki: (Bir hurma ile iftâr verene de, yalnız su ile oruc açdırana da, 
biraz süt ikrâm edene de, bu sevâb verilecekdir. Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk 
günleri rahmet, ortası afv ve mağfiret ve sonu Cehennemden âzâd olmakdır. Bu 
ayda, emri altında olanların [işçinin, me’mûrun, askerin ve talebenin] 
vazîfesini hafîfletenleri [patronları, âmirleri, kumandanları ve müdîrleri],
Allahü teâlâ afv edip, Cehennem 
ateşinden kurtarır. Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allahü teâlâ 
çok sever. Bunlar, Kelîme-i şehâdet söylemek ve istiğfâr etmekdir. İkisini de, 
zâten her zemân yapmanız lâzımdır. Bunlar da Allahü teâlâdan Cenneti istemek ve 
Cehennem ateşinden Ona sığınmakdır. Bu ayda, bir orucluya su veren bir kimse, 
kıyâmet günü susuz kalmıyacakdır). 
(Sahîh-i 
Buhârî)deki 
bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Bir kimse, Ramezân ayında oruc tutmağı 
farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş 
günâhları afv olur). Demek ki, orucun Allahın emri olduğuna inanmak ve sevâb 
beklemek lâzımdır. Günün uzun olmasından ve oruc tutmak güç olmasından şikâyet 
etmemek şartdır.Günün uzun olmasını, oruc tutmayanlar arasında güçlükle oruc 
tutmasını fırsat ve ganîmet bilmelidir. 
Hâfız [ya’nî 
hadîs âlimi] Abdül’ azîm-i Münzirî, (Ettergîb vetterhîb) kitâbında ve 
hâfız Ahmed Beyhekî (Sünen) kitâbında, Câbir bin Abdüllahdan “radıyallahü 
teâlâ anh” haber verdikleri bir hadîs-i şerîfde, 
(Allahü teâlâ benim ümmetime, Ramezân-ı şerîfde 
beş şey ihsân eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemişdir: 
1 - 
Ramezânın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü’minlere rahmet eder. Rahmet ile 
bakdığı kuluna hiç azâb etmez. 
2 - İftâr 
zemânında, oruclunun ağzı kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan dahâ güzel gelir. 
3 - 
Melekler, Ramezânın her gece ve gündüzünde, oruc tutanların afv olması için düâ 
eder. 
4 - Allahü 
teâlâ, oruc tutanlara, âhıretde vermek için, Ramezân-ı şerîfde Cennetde yer 
ta’yîn eder. 
5 - Ramezân-ı 
şerîfin son günü, oruc tutan mü’minlerin hepsini afv eder) 
buyurdu. 
İmâm-ı Rabbânî 
“kuddise sirruh”, (Mektûbât)ın birinci cild, kırkbeşinci mektûbunda 
buyuruyor ki: (Ramezân-ı şerîf ayında yapılan nâfile nemâz, zikr, sadaka ve 
bütün nâfile ibâdetlere verilen sevâb, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu 
ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda, bir 
orucluya iftâr verenin günâhları afv olur. Cehennemden âzâd olur. O oruclunun 
sevâbı kadar, ayrıca buna da sevâb verilir. O oruclunun sevâbı hiç azalmaz. Bu 
ayda, emri altında bulunanların işlerini hafîfleten, onların ibâdet etmelerine 
kolaylık gösteren âmirler de afv olur. Cehennemden âzâd olur. Resûlullah, bu 
ayda, esîrleri âzâd eder, her istenilen şeyi verirdi. Bu ayda ibâdet ve iyi iş 
yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasîb olur. Bu aya saygısızlık 
edenin, günâh işleyenin bütün senesi, günâh işlemekle geçer. Bu ayı fırsat 
bilmelidir. Elden geldiği kadar ibâdet etmelidir. Allahü teâlânın râzı olduğu 
işleri yapmalıdır. Bu ayı, âhıreti kazanmak için fırsat bilmelidir. Kur’ân-ı 
kerîm Ramezânda indi. Kadr gecesi, bu aydadır. Ramezân-ı şerîfde, hurma ile 
iftâr etmek sünnetdir. İftâr edince, (Zehebezzama’ vebtelletil urûk ve sebe-tel-ecr 
inşâallahü teâlâ) okumak [sünnet olduğu (Tebyîn)in Şelbî hâşiyesinde 
yazılıdır.], terâvîh kılmak ve hatm okumak mühim sünnetdir). 
ORUCUN FARZI 
ÜÇDÜR: 
1- Niyyet etmek, 2- Niyyeti ilk ve son vaktleri 
arasında yapmak, 3- Fecr-i sâdık, ya’nî tan yeri ağarmasından, güneşin batmasına 
kadar olan zemân [ya’nî şer’î gündüz] içinde, orucu bozan şeylerden sakınmakdır. 
SEKİZ DÜRLÜ 
ORUC VARDIR: 
1- Farz oruclar: Farz oruc da, iki kısmdır: 
Mu’ayyen zemândaki oruc, Ramezân-ı şerîf orucudur. 2- Mu’ayyen zemânda olmıyan 
farz oruclar: Kazâ ve keffâret orucları böyledir. Fekat, keffâret orucları 
farz-ı amelîdir. Ya’nî, inkâr eden kâfir olmaz. 3- Vâcib oruclar: Bunlar da, 
mu’ayyen olur. Belli gün veyâ günler oruc adamak gibi. 4- Gayr-i mu’ayyen 
oruclar: Herhangi bir veyâ birkaç gün oruc adamak gibi. 5- Sünnet olan oruclar: 
Muharremin dokuzuncu ve onuncu günleri oruc tutmak gibi. 6- Müstehab oruclar: 
Her arabî ayın 13., 14. ve 15. ci günleri oruc tutmak gibi ve yalnız Cum’a günü 
oruc tutmak gibi ve kurban bayramı arefesinde oruc tutmak gibi. Yalnız Cum’a 
günü oruc tutmak mekrûh olur da denildi. Cum’a günü oruc tutmak isteyenin, 
perşembe veyâ cumartesi  günü de tutması iyi olur. Çünki, sünnet veyâ mekrûh 
denilen bir işi yapmamak lâzımdır. 7- Harâm oruclar: Fıtr bayramının birinci 
günü ve kurban bayramının her dört günü oruc tutmak harâmdır. 8- Mekrûh oruclar: 
Muharremin yalnız onuncu günü oruc tutmak ve yalnız cumartesi günleri oruc 
tutmak ve Nevruz ve Mihrican günleri oruc tutmak ve bütün sene, hergün oruc 
tutmak ve konuşmamak şartı ile oruc tutmak mekrûhdur. 
(Merâkıl-felâh)daki 
hadîs-i şerîfde, (Ayı görünce oruc tutunuz! Tekrâr görünce, orucu bırakınız!) 
buyuruldu. Bu emre göre, Ramezân ayı, hilâlin [yeni ayın] görülmesi ile başlar. 
Hilâli görmeden önce yapılan hesâb ile, takvîm ile başlamanın câiz olmadığını,
(İbni Âbidîn) kıble bahsinde ve (Eşi’at-ül-leme’ât) ve 
(Ni’met-i islâm) sâhibleri bildirmişlerdir. Şa’bân ayının otuzuncu gecesi, 
güneş gurûb edince, hilâli aramak ve görünce gidip kâdîya haber vermek, vâcib-i 
kifâyedir. Takıyyuddîn Muhammed ibni Dakîk diyor ki, (İctimâ’ı neyyireyn)den 
1-2 gün geçmeden, hilâl hiç görülemez. [89. cu maddeye bakınız!] 
Dört mezheb 
âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki, oruca fecr-i sâdık denilen beyâzlığın, 
üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında ağarması ile başlanır. (Mültekâ) 
kitâbında buyuruyor ki: (Oruc, fecrin ağarmasından, güneş batıncaya kadar, 
yimeği, içmeği ve cimâ’ı terk etmekdir. Bir gün evvel güneş batmasından, oruc 
günü (Dahve-i kübrâ)ya kadar, Ramezân orucuna kalb ile niyyet etmek de 
farzdır. Belli gün olan adak orucunun ve nâfile orucun niyyet zemânı da 
böyledir. Hergün ayrı niyyet etmek lâzımdır. Ramezân orucuna niyyet ederken, 
Ramezân demeyip, yalnız oruc demek veyâ nâfile oruc demek de câizdir. Dahve-i 
kübrâ vakti, oruc müddetinin ya’nî şer’î gündüz müddetinin yarısıdır ki, zevâl 
vaktinden öncedir. Bu iki vaktin arasındaki zemân farkı, güneşin tulû’ vakti ile 
fecr ya’nî imsâk vakti arasındaki zemân farkının ya’nî (Hisse-i fecr)in 
yarısı kadar dakîkadır. [Ezânî zemâna göre Dahve-i kübrâ, Fecr 
+(24-Fecr)÷2=Fecr+12-Fecr÷2=12+Fecr÷2 dir. Ya’nî, Fecr vaktinin yarısı, sabâh 12 
den i’tibâren Dahve-i kübrâ vakti olur.] Fecr, ya’nî imsâk vaktinden evvel 
niyyet ederken, (Niyyet etdim, yarın oruc tutmağa) denir. İmsâkdan sonra niyyet 
ederken, (bugün oruc tutmağa) denir. Ramezân-ı şerîf orucu, her müslimâna farz 
olduğu gibi, tutamıyanların kazâ etmeleri de farzdır. Kazâ ve keffâret orucuna 
ve mu’ayyen olmayan adak oruclarına fecrden sonra niyyet edilemez. 
Ramezân olmak 
için Şa’bânın yirmidokuzuncu günü, gurûb vaktinde hilâli, ya’nî gökde yeni ayı 
aramak ve ayı görmek, eğer görülmezse, Şa’bân ayı otuz gün temâm olmak lâzımdır. 
Şa’bânın otuzuncu günü öğle nemâzı zemânına kadar oruc tutup, o gün Ramezân 
olduğu i’lân edilmezse, orucu bozmak lâzım olur. Bozmayıp oruca devâm etmek 
tahrîmen mekrûhdur. Ramezâna, hilâli görmeden başlayıp, yirmidokuzuncu gecesi 
bayram hilâli görülürse, Şa’bân rüyet ile başlamış ise, bayramdan sonra birgün 
kazâ edilir. Rüyet ile başlamamış ise, iki gün kazâ tutulacağı (Hindiyye) 
ve (Kâdîhân)da yazılıdır. Bulutlu havada hilâli bir âdil müslimân kadın 
veyâ erkeğin gördüm demesi ile, açık havada ise, birçok kimsenin şehâdet etmesi 
[söylemesi] ile, kâdî ya’nî ahkâm-ı islâmiyyeyi tatbîk eden hâkim, Ramezân 
olduğunu i’lân eder. Kâdî bulunmıyan yerlerde, hilâlin bir âdilin gördüm demesi 
ile Ramezân olur. İki âdilin gördüm demeleri ile bayram olur. (Âdîl) 
demek, büyük günâh işlemiyen ve küçük günâha alışık olmıyan demekdir. [Nemâzı 
terk etmek büyük günâhdır. 74. cü maddeye bakınız!] Adâleti şübheli olanın da 
sözü kabûl olunur. Ramezâna ve bayrama takvîm ile, hesâb ile başlamak câiz 
olmadığı (Fetâvâ-ı Hindiyye)de de yazılıdır. 
[(Hadîka)nın 
yüzotuzdokuzuncu sahîfesinde diyor ki, (Bid’at sâhibi olanlar, ya’nî i’tikâdda 
Ehl-i sünnetden ayrılmış olan yetmişiki fırkanın hepsi, (Ehl-i kıble) 
oldukları, her ibâdeti yapdıkları hâlde, âdil değildirler. Çünki, yâ mülhid 
olarak, îmânları gitmişdir. Yâhud bid’at sâhibi olup ehl-i sünneti seb ediyorlar 
ki, bu da büyük günâhdır). (Dürr-ül-muhtâr) şâhidliği anlatırken diyor 
ki, (Müslimânı seb etmek, kötülemek günâhdır. Adâleti yok eder. Şâhidliği kabûl 
olmaz). Bunun için, Ramezânın, bayramın ve hac zemânının gelmesini ve iftâr ve 
nemâz vaktlerini anlamakda ve bütün din işlerinde, mezhebsizlerin sözlerine 
uymak câiz değildir.] 
Şa’bânın 
otuzuncu gecesi, bir şehrde hilâl görülünce, bütün dünyâda oruca başlamak lâzım 
olur. Gündüz görülen hilâl gelecek gecenin hilâlidir. 
[Kutblara ve 
Aya giden müslimânın da, seferî olmağa niyyet etmedi ise, bu ayda gündüzleri 
oruc tutması lâzımdır. Yirmidört sâatden dahâ uzun günlerde, oruca sâat ile 
başlar ve sâat ile bozar. Gündüzü böyle uzun olmıyan bir şehrdeki müslimânların 
zemânına uyar. Eğer oruc tutmazsa, gündüzleri uzun olmıyan yere gelince kazâ 
eder]. 
Hilâli görmekle 
Ramezânın başlaması, hesâbla anlaşılandan bir gün sonra olabilir. Fekat bir gün 
önce olamaz. #Arafâtda vakfeye durulan (Arefe) günü de böyledir. 
(Bahr)de, 283. cü sahîfede diyor ki, (Kâfir memleketinde bulunan esîr, 
Ramezân ayının zemânını bilemez ise, araşdırıp zan etdiği zemânda bir ay oruc 
tutar. Sonra, zemânını öğrenince, zemânından önce tutmuş ise, hepsini kazâ eder. 
Zemânından sonra tutmuş ve fecrden evvel niyyet etmiş ise, câiz olup, hepsi kazâ 
yerine geçer. Fıtr bayramının birinci gününe rastlamış ise, bir günü kazâ eder). 
Ramezânın ve 
bayramın, semâda hilâli görmekle değil de, takvîme göre başlatıldığı yerlerde, 
oruca ve bayrama hakîkî zemânlarından bir gün önce veyâ bir gün sonra 
başlanılmış olabilir. Oruc tutulan birinci ve sonuncu günleri hakîkî Ramezâna 
rastlamış olsalar bile, Ramezân olup olmadıkları şübheli olur. İbni Âbidîn 
“rahmetullahi aleyh”, Ramezân bahsinde diyor ki, (Ramezân olup olmadığı şübheli 
olan günlerde, Ramezân orucu tutmak, tahrîmen mekrûhdur. Müslimân memleketinde 
olup da, ibâdetleri bilmemek özr olmaz). Bunun için, Ramezânın takvîmlere veyâ 
mezhebsiz memleketlere uyarak başlatıldığı yerlerde, bayramdan sonra, iki gün 
kazâ orucu tutmak lâzımdır. [Kâfirler ve islâm düşmanları, bir tarafdan, islâm 
memleketlerini kana boyuyor. Câmi’leri, islâm eserlerini yıkıyor, yok ediyorlar. 
Diğer tarafdan da, islâm memleketlerindeki îmânı ve ahlâkı bozuk olan câhilleri 
bulup, bunlar vâsıtası ile, islâm ilmlerini yok ediyorlar. Bozuk düşüncelerini, 
yalanlarını, islâmiyyet bilgileri diyerek yazıyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin 
kitâblarına saldırıyorlar. İslâmiyyete karşı bu hücûmları, hep ingilizler 
plânlamakdadır. Meselâ (Ramezândan sonra, iki gün kazâ orucu tutmak da nerden 
çıkdı? Hiçbir kitâbda böyle bir şey yokdur diyorlar). Kitâblarda yazılı değildir 
sözü yanlışdır. Çünki, her asrda, her yerde, Ramezân ayı, hilâli görmekle 
başlardı. İki gün kazâ orucuna lüzûm yokdu. Şimdi, Ramezân ayı, hilâlin doğma 
zemânını hesâb etmekle başlatılıyor. Ramezânın başlaması, ahkâm-ı islâmiyyeye 
uygun olmıyor. Bu hatâyı düzeltmek için, bayramdan sonra iki gün kazâ orucu 
lâzım olduğu, Tahtâvînin (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde yazılıdır.] 
(Mecmû’a-i Zühdiyye)de diyor ki, (Şevvâl [bayram] hilâlini gören bir kimse, 
iftâr edemez. Çünki, bulutlu havâda, Şevvâl hilâlini, iki erkeğin veyâ bir 
erkekle iki kadının gördüm demeleri lâzımdır. Açık havâda, Ramezân ve Şevvâl 
hilâllerini çok kimsenin gördüm demeleri lâzımdır). (Kâdîhân)da diyor ki, 
(Hilâl, şafakdan sonra batarsa, ikinci gecenin, şafakdan evvel batarsa, birinci 
gecenin hilâlidir). 
Ramezân-ı şerîf 
orucuna hâzırlanmak için, Şa’bânın onbeşinden sonra, oruc tutmamalı, kuvvetli ve 
lezzetli şeyler yiyerek, vücûdü kuvvetlendirmelidir. Böylece, farzı yapmağa 
hâzırlanmalıdır. Şa’bânın onbeşinden sonra, sünnet orucları tutmak âdeti olan iş 
sâhibleri, asker, talebe, bunları, Ramezândan sonra, boş zemânlarında 
tutmalıdır. Farzı yapabilmek için sünneti te’hîr etmek de sünnetdir. 
İftârı acele 
etmek ve sahûru, fecrin ağarmasından önce olmak şartı ile gecikdirmek sünnetdir. 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bu iki sünneti yapmağa çok dikkat 
ederdi. (Dürer)de diyor ki: (Seher vaktinde yinilen yemeğe sahûr denir. 
Seher vakti, gecenin [ya’nî, şer’î gurûbdan imsâk vaktine kadar olan zemânın] 
son altıda biridir). Sahûru gecikdirmek ve iftârı çabuk yapmak, belki insanın 
aczini gösterdiği için sünnet olmuşdur. İbâdet, acz ve ihtiyâcı göstermek 
demekdir. Terâvîh düâsı, 243.cü sahîfededir. 
(Rıyâd-un-nâsıhîn)de 
diyor ki: (Bekara sûresindeki bir âyet-i kerîmede meâlen, (Beyâz iplik 
siyâhdan ayırd edilinceye kadar yiyiniz, içiniz!) buyurulmuşdur. Bu 
ipliklerin, gündüzün beyâzlığı ile gecenin siyâhlığı olduklarını anlatmak için, 
dahâ sonra (Fecrin) kelimesi nâzil oldu. Gündüzün beyâzlığı ile gecenin 
siyâhlığı, iplik gibi birbirinden ayrılınca, oruca başlanacağı anlaşıldı). 
(Mecma’ul-enhür)de ve (Hindiyye)de diyor ki, (Hanefî mezhebi 
âlimlerinin çoğuna göre, üfkun bir yerinde beyâzlık başlayınca, (İmsâk vakti)
olup, oruca başlanır. Bundan [15] dakîka sonra beyâzlık üfk üzerine ip gibi 
yayılınca, sabâh nemâzı vakti başlar. Böyle yapmak ihtiyâtlı olur. [Ya’nî, 
tedbirli, iyi olur]). Nemâzı da, orucu da, bütün âlimlere göre sahîh olur. Oruca 
ikinci vaktden sonra başlamışsa, şübheli olur. Astronomik hesâblar ile birinci 
vakt bulunmakda ve takvîmlere birinci vakt yazılmakdadır. Şimdi, ba’zı 
takvîmlere ikinci vaktin hattâ bundan sonra başlıyan kızıllığın yayıldığı 
zemânın yazıldığı görülüyor. Bu yeni takvîmlere uyanların orucları sahîh olmaz. 
İmsâkin iki vakti arasındaki [On dakîka kadar] zemâna (İhtiyât zemânı) 
denir. Bu zemâna temkîn demek doğru değildir. İmsâki şübheli zemâna 
gecikdirmenin mekrûh olduğunu, (Bahr-ür-râık) sâhibi de bildirmekdedir. 
Hele kızıllığın sonunda başlanılan oruclar hiç sahîh olmaz. Altmışıncı maddeye 
bakınız! Osmânlılarda ilk takvîm 987 [m. 1578]de yapıldı. 
Şernblâlî 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Nûr-ül-îzâh) kitâbında buyuruyor ki, 
(Bulutsuz gecelerde iftârı çabuk yapmak müstehabdır). Kendisi, bu kitâbı şerh 
ederken buyuruyor ki, (Bulutlu gecelerde orucun bozulmasından korunmak için, 
ihtiyâtlı davranmalı [ya’nî, iftârı biraz gecikdirmelidir]. Yıldızlar görünmeden 
önce iftâr eden, ta’cîl etmiş olur). Bu kitâbın hâşiyesinde, Tahtâvî buyuruyor 
ki, (Orucu nemâzdan önce bozmak müstehabdır. (Bahr) kitâbında [ve ibni 
Âbidînde] denildiği gibi, iftârda acele etmek, yıldızlar görülmeden önce, iftâr 
etmek demekdir). Akşam nemâzını da, bu vaktde, ya’nî erken kılmak müstehabdır. 
Güneşin batdığı iyi anlaşılınca, önce E’ûzü ve Besmele okuyup, (Allahümme yâ 
vâsi’al-magfireh igfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel 
müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Bir iki lokma iftârlık yiyip, 
(Zehebezzama’ vebtelletil-urûk ve sebetel-ecr inşâallahü teâlâ) 
denir ve yemeğe başlanır. Hurma veyâ su, zeytin yâhud tuz ile iftâr edilir. 
Ya’nî, oruc bozulur. Sonra, câmi’de veyâ evde, cemâ’at ile akşam nemâzı kılınır. 
Bundan sonra, akşam yemeği yinir. Sofrada yemekleri yimek, bilhâssa Ramezânda 
uzun süreceğinden, akşam nemâzının erken kılınması ve yemeğin, acele etmiyerek, 
râhat yinmesi için, az bir şeyle iftâr edip, yemeği düâdan ve nemâzdan sonra 
yimelidir. Böylece, oruc erken bozulmuş, nemâz da erken kılınmış olur. 
Deniz, ova gibi 
düz yerlerde, üfk-ı zâhirî hattının görülmesine mâni’ olan tepe, binâ gibi 
şeylerin arada bulunmadığı yerlerdeki kimse için gurûb vakti, ya’nî güneşin 
batması demek, görülen üfk hattı [Hakîkî üfk değil] altına girerek, üst 
kenârının gayb olmasıdır. Bu vakt güneş şark tarafındaki tepeleri aydınlatır. 
Güneşin bu üfk-ı zâhirî hattından batmasını göremiyen kimse için gurûb vakti, 
şer’î gurûbdur. Ya’nî güneşin üfk-ı şer’î altına girmesidir. Bu vakt, güneş şark 
tarafındaki dağları, bulutları aydınlatmaz olur. Işıkları, çekilip, şark tarafı 
kararır. Ârızalı erâzîde, güneşin, meselâ tepe, binâlar arkasında gayb olması 
kâfî olmayıp, ışıklarının her yerden çekilmesi, semânın şark tarafda kararmağa 
başlaması lâzımdır. Takvîmlerde, şer’î gurûb vakti yazılı olduğu için, üfk-ı 
zâhirî hattından gurûbu göremiyenlerin, takvîme göre iftâr etmeleri lâzımdır. 
İbni Âbidîn, orucun müstehablarını anlatırken diyor ki, (Alçak yerde olanlar, 
güneşin gurûb etdiğini görünce, iftâr ederler. Yüksekde olan, gurûb etdiğini 
görmedikce, bunlarla berâber iftâr edemez). Orucu ta’rîf ederken yazdığı 
(Oradan gece başlayınca iftâr edilir) hadîs-i şerîfinin (Şark tarafında 
karanlık başlayınca iftâr edilir) demek olduğunu bildirmekdedir. [Şark tarafda 
karanlığın başlaması, en yüksek yerde ziyânın kalmaması demekdir.] 
İftârı akşam 
nemâzından önce yapmak müstehab ise de, bir ibâdeti bozmak şübhesinden kurtarmak 
için müstehab terk edilmelidir. Önce akşam nemâzını kılmalı, sonra iftâr 
etmelidir. Böylece iftâr yine, yıldızlar görünmeden önce olur. Ya’nî, acele 
edilmiş olur ve oruc, bozulmak tehlükesinden kurtulur. Akşam nemâzını vakti 
çıkmadan, tekrâr kılmak mümkindir. Takvîm, sâat, kandil, top ve ezân yanlış 
olunca, oruc kurtulmaz. İbni Âbidîn, nemâz vaktlerini anlatırken buyuruyor ki, 
(İftâr etmek için, güneşin batdığını iki âdil müslimânın haber vermesi lâzımdır. 
Bir olursa da, be’s yokdur). [Görülüyor ki, takvîmi hâzırlayanın ve iftâr topu 
atanın, ezân okuyanın âdil olmaları lâzımdır.] 
ORUCU BOZAN 
ŞEYLER - 
Ramezân ayında, oruclu olduğunu bildiği hâlde ve 
fecr ağarmadan evvel niyyet etmiş iken, fâideli bir şey yimekle, içmekle, ya’nî 
gıdâ veyâ devâ olarak yinilmesi âdet olan veyâ zevk ve keyf veren bir şeyi 
ağızdan mi’deye sokmakla veyâ cimâ’ yapmak ve yapılmakla oruc bozulur ve kazâ ve 
keffâret lâzım olur. Bu ta’rîfe göre, sigara içmek orucu bozar. Hem kazâ, hem 
keffâret lâzım olur. Çünki, dumandaki katı ve sıvı zerreler tükrük ile mi’deye 
giderler. Hacamat, gıybet gibi, orucu bozmadığı iyi bilinen şeyden sonra, oruc 
bozuldu sanarak, bile bile yise, orucu bozularak kazâ ve keffâret lâzım olur. 
Ramezânda fecrden evvel niyyet etmiyen kimse, dahveden önce oruc bozacak birşey 
yaparsa, iki imâma göre, hem kazâ, hem de keffâret lâzım olur. Çünki, niyyet 
ederek oruc tutmak imkânı mevcûd iken, bu imkânı kaçırmışdır. İmâm-ı a’zama göre 
ise, yalnız kazâ lâzım olur. Dahve vaktinden sonra yir, içerse, üç imâma göre 
de, keffâret lâzım olmaz. Keffâret cezâsı, mubârek Ramezân ayının hurmet, nâmûs 
perdesini yırtmanın karşılığıdır. İmâm-ı a’zama göre, dört mezhebde de sahîh 
olan Ramezân orucunu bile bile bozmanın cezâsıdır. Şâfi’î mezhebinde, fecrden 
önce niyyet şart olduğundan, fecrden önce niyyet etmiyen veyâ zorla, özrle bozan 
hanefîler de, İmâm-ı a’zama göre keffâret yapmaz. Kazâ, adak ve nâfile orucları 
bozunca, keffâret yapılmaz. Ramezânın bir gününde, kazâ lâzım olan birşey 
yaparak orucunu bozan kimse, başka gününde de bu şeyi kasd ile yine yaparsa, 
keffâret de lâzım olur. 
Hatâ ederek 
bozulsa, meselâ, abdest alırken, buğazına su kaçsa veyâ zor ile orucu 
bozdurulursa, ihtikan ederse, burnuna sıvı ilâc, kolonya veyâ duman [başkasının 
içdiği sigara dumanı] yâhud, ud ağacı, anber ile tütsülenip dumanını çekerse, 
kulağına ilâc damlatırsa, derideki yaraya koyduğu ilâc içeri girerse [ve iğne 
ile ilâc şırınga ederse], kâğıd, taş, ma’den parçası, pamuk, ot, pişmemiş 
pirinc, darı, mercimek dânesi gibi, ilâc ve gıdâ olmayan şey yutarsa, zorlayarak 
ağız dolusu kusarsa, dişi kanayan, yalnız kanı veyâ tükrükle müsâvî mikdârda 
karışık kanı yutarsa, fecr doğduğunu bilmiyerek yirse, güneş batdı zan ederek 
orucu bozarsa, oruclu olduğunu unutup yidikde, orucu bozuldu sanarak, bilerek 
yimeğe devâm ederse, uyurken ağzına su akıtılır veyâ cimâ’ olunursa, niyyet 
etmeden oruc tutarsa veyâ Ramezânda sabâha kadar niyyet etmeyip, sonra niyyet 
etse bile, dahveden sonra oruc tutmazsa, bunların hepsinde oruc bozulur ve 
bayramdan sonra, bir günü için yalnız bir gün kazâ etmek lâzım olur. Keffâret 
lâzım olmaz. Buğaza yağmur, kar kaçsa, oruc da, nemâz da bozulur. Kazâ lâzım 
olur. Kucaklayıp, sarılıp, öpüp cünüb olursa bozulur ve kazâ lâzım olur. Cünüb 
olmadı ise bozulmaz. (Masturbation) ile, ya’nî el ile istimnâ edip cünüb olunca, 
yalnız kazâ lâzım olduğunu, (Hindiyye) ve (Bahr) ve 
(Dürr-ül-muhtâr) kitâblarının sâhibleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” 
bildirdiler. Geceden dişleri arasında kalan şeyi, bilerek yutsa, nohud kadar 
ise, bozulup kazâ lâzım olur. Nohuddan küçükse bozulmaz. Unutarak yiyen kimse, 
orucu bozulmadığını bildiği hâlde, yine yir, içerse, kazâ ve keffâret lâzım 
olur. 
(Mültekâ)da 
ve bütün kitâblarda diyor ki: (Başdaki ve göğdedeki yaraya konulan ilâc, beyne 
veyâ sindirim yollarına sızarsa, oruc bozulur. Yalnız kazâ lâzım olur). 
(Mültekâ) şerhinde (Gıdânın, yaradan içeri sızınca, orucu bozduğunu İmâm-ı 
a’zam söylüyor. İki imâm ise, bozmaz dedi. Çünki, yaradılışda bulunan 
deliklerden girerse, bozar dedi) yazılıdır. (Merâkıl-felâh) şerhinde, 
Tahtâvî, bunu güzel açıklıyor. Diyor ki: (Başda ve göğdedeki yaraya konulan 
ilâcın, sıvı olsun, katı olsun, beyne ve hazm yoluna gitdiği bilinirse, oruc 
bozulur. İçeri gitdiği iyi bilinmezse, ilâc sıvı ise, İmâm-ı a’zam bozulur dedi. 
İki imâm ise, içeri gitdiği iyi bilinmeyince bozulmaz dedi. İçeri sızdığı iyi 
bilinmeyen ilâc katı ise, üç imâm da, bozulmaz dedi). Bundan anlaşılıyor ki, 
sızdığı iyi bilinen ilâc, katı da olsa, sıvı da olsa, üç imâm da orucu bozar, 
buyurmuşdur. Koldan, bacakdan, heryerden deri altına, adaleye iğne ile yapılan 
aşı, ilâc injeksiyonlarının orucu bozacağı, buradan anlaşılmakdadır. 
ORUCU 
BOZMAYAN ŞEYLER - 
Ramezân-ı şerîfde veyâ kazâ, keffâret, adak ve 
nâfile oruclarda, oruclu olduğunu unutarak yise, içse, cimâ’ etse, oruclu iken 
uykuda cünüb olsa, uyanık iken bakarak cünüb olsa, tentürdiyod, yağ sürünse, 
sürme çekse, [bunların rengi, kokusu tükürükde, idrârda belli olsa bile], şehvet 
ile öpse, gıybet etse, hacamat olsa, istemiyerek ağız dolusu kussa, zorlıyarak 
biraz kussa, kulağına su kaçsa, ağzından veyâ burnundan buğazına toz, duman, 
sinek kaçsa, [oksijen gazı tüpü ile sun’î hava verilse, başkalarının içdiği 
sigaranın dumanı gelerek, ağzına, burnuna girmesinden sakınmak mümkin olmasa], 
ağzını yıkadıkdan sonra ağzında kalan yaşlığı tükürük ile yutsa, gözüne, diş 
çukuruna ilâc koysa, tadını buğazında duysa bile, bunların hiçbiri orucu bozmaz. 
[(Bahr-ür-râık) 
kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Ağız ba’zan bedenin 
dâhili sayılır. Bunun için, oruclu kimse, tükürüğünü yutarsa, orucu bozulmaz. 
İnsanın içindeki necâsetin mi’deden bağırsağa geçmesi gibi olur. Ağızdaki 
yaradan veyâ diş çekdirmeden, iğne yapılan yerden yâhud mi’deden ağza kan 
çıkması, abdesti ve orucu bozmaz. Bu kanı tükürünce veyâ yutunca, tükürük kandan 
çok ise, ya’nî sarı ise, yine bozulmazlar. Mi’deden gelen başka şeyler ağza 
geldiği zemân da böyle olup, abdest ve oruc bozulmaz. Ağız dolusu, ağızdan 
dışarı çıkarsa, ikisi de bozulur. Ağzın içi, ba’zan da, bedenin hârici gibi 
olur. Ağzına su alınca oruc bozulmaz). (Cevhere)de de böyle yazılıdır. 
Görülüyor ki, diş çıkartınca, çok kan geliyorsa, tükürünce orucu bozulmaz. 
Oruclu değil ise, yutunca, abdesti bozulmaz. Kanı tükürükden az ise, ikisi de 
hiç bozulmaz. 
(Fetâvâyı 
Hindiyye)de 
diyor ki, (İhtikan [lavman] yapmak, kulağına yağ damlatmak bozar ise de, 
keffâret lâzım olmaz. Zekerine su, yağ akıtırsa, mesâneye gitse bile bozmaz. 
Kadının fercine akıtırsa bozar. Yaş veyâ yağlı parmağını dübürüne, kadın fercine 
sokarsa, bozar. Parmak kuru ise, bozmaz. Tahâretlenirken, dübürüne su kaçarsa 
bozar.)] 
Yutmadan 
yemeğin tadına bakmak, sakız çiğnemek, cünüb olmak şübhesi varken öpmek, 
serinlemek için yıkanmak bozmazlar ise de, tenzîhen mekrûhdurlar. Sürme ve bıyık 
yağı kullanmak ve çiçek, misk, kolonya koklamak, orucu bozmadığı gibi, mekrûh da 
değildir. Sürme, bıyık yağı, zînet için, mekrûh olacağı gibi, elde, yakada çiçek 
taşımak da mekrûh olur. Tozlu dumanlı şey koklamak ve çiklet çiğnemek orucu 
bozar. Misvâk, hacamat mekrûh değildir. 
Sahûru 
gecikdirmek ve iftârı acele etmek müstehabdır. İbni Âbidîn buyuruyor ki, (Bundan 
maksad, iftârı, yıldızlar görününciye kadar gecikdirmemekdir. Bulutlu havada, 
ezân okunsa, top atılsa bile, güneş batdığına kendi kanâ’ati gelinciye kadar 
orucu bozmamalıdır). Oruca, fecr-i sâdık ağarması ile başlanacağı, Bekara 
sûresinin 187. ci âyetinde emr olundu. Allahü teâlânın bu emri değişdirilemez. 
[Madde: 60.] 
Hasta, 
hastalığı artacak ise, hâmile kadın, süt veren kadın, harb eden asker za’îf 
olursa, oruc tutmaz. İyi olunca kazâ eder. Ekmek parası kazanmak için çalışırken 
hasta olacağını bilen işçinin, hasta olmadan önce orucu bozması câiz değildir. 
Üç günlük yola [104 kilometreye] gitmek için niyyet ederek yola çıkan, müsâfir 
olur. Böyle müsâfir, orucunu ertesi gün bozabilir ve Ramezândan sonra kazâ eder 
ise de, zarâr etmezse, tutması efdaldir. Yolda ve onbeş günden az kalacağı yerde 
tutduğu orucu bozarsa, keffâret lâzım olmaz. Müsâfirliği bitip evine gelince 
veyâ gitdiği yerde onbeş gün kalmağı niyyet edince, tutmadığı günleri kazâ eder. 
Hasta olmıyan ve müsâfir olmıyanların, işçi, asker, talebe olsalar da, oruc 
tutmaları lâzımdır. Tutmazlarsa, günâhı büyükdür. Kazâ etmeleri lâzımdır. 
Niyyetli iken bozarlarsa, keffâret de lâzım olur. (Behcet-ül-fetâvâ) 
kitâbının sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Ramezân-ı şerîf, yaz 
aylarından birine geldiği zemân, din adamı şekline giren birisi, müslimânlara 
(Oruca niyyet etmeyip, oruc tutmaz iseniz ve kışın kısa günlerde kazâ ederseniz, 
câiz olur. Ramezânda oruca niyyet etmeden, yir içerseniz, keffâret lâzım olmaz) 
diyerek gençlere, talebeye, işçiye oruc tutdurmazsa, bu kimse şiddetle ta’zîr 
edilir, cezâlandırılır. Böyle söylemesi men’ edilir). 
İbni Âbidîn 
diyor ki, (Hasta, hastalığının artmasından veyâ iyi olmasının gecikmesinden 
yâhud şiddetli ağrı gelmesinden veyâ hasta bakıcı, hastalanarak, onlara 
bakamayıp helâk olmalarından korkar ise, oruc tutmayıp sonra kazâ eder. Sağlam 
kimse, hasta olacağını çok zan ederse ve nehr temizlemek gibi iş yaparken veyâ 
devletin emri ile çalışırken, çok sıcak veyâ soğuk te’sîri ile helâk olacağını 
ve [kimsesiz olup hiçbir yerden yardım görmiyen] kadın [nafakasını kazanmak 
için] çamaşır yıkamak ve yemek pişirmek ile helâk olacağını, çok zan ederek 
anlarsa, oruc tutmaması ve niyyetli orucu bozması câiz olur, başka zemân kazâ 
eder. Çok zan etmek, ölüm alâmetlerini görmekle veyâ kendi tecribesi ile yâhud 
tabîb-i müslim-i hâzıkın haber vermesi ile anlaşılır. Hâzık, mütehassıs, uzman 
olmak demekdir. Kâfir ve fâsık, ya’nî büyük günâh işlediği bilinen tabîbe 
muâyene ve tedâvî câizdir. Fekat bunların sözleri ile ibâdet bozulmaz. Orucunu 
bozarsa, keffâret lâzım olur. İkrâh bahsinde diyor ki, bir uzvun telef olması 
veyâ bütün malının gitmesi, şiddetli, işkenceli habs ve dayak, helâk olmağa yol 
açar). (İmâd-ül-islâm)da diyor ki, (Müslimân mütehassıs tabîb bulamazsa, 
kendi tecrîbesi de yoksa, önce bükülmüş kâğıd parçasını veyâ çiğ bir pirinc 
dânesini susuz yutup, sonra yimeli, ilâc almalı, böylece keffâretden 
kurtulmalıdır). (Bahr-ür-râık)da diyor ki, (Zehrli hayvan sokan kimse, 
ilâc için orucu bozup, Ramezândan sonra yalnız kazâ eder.) İbni Âbidîn orucu 
bozanların sonunda diyor ki, (Nafakaya muhtâc kimse, çalışınca hasta olacağını 
anlarsa, orucu bozar. Ücret ile çalışmağı sözleşmiş ise ve iş sâhibi, Ramezânda 
izn vermiyor ise, kendinin ve âilesinin nafakası mevcûd olan, orucu bozmaz. 
Çünki, böyle kimsenin dilenmesi harâmdır. Kendinin ve âilesinin nafakasına mâlik 
değil ise, orucun zarâr vermiyeceği başka hafîf iş bulması lâzım olur. Hafîf iş 
bulamazsa, işinde çalışarak, orucu bozması câiz olur. Bunun gibi, ekin biçen 
kimseye Ramezân ayının orucu ziyân verirse, ya’nî orucdan dolayı, ekini 
biçemeyip, ekin telef olursa yâhud çalınırsa, [veyâ binâ yapılamayıp da 
yağmurdan yıkılmak tehlükesi muhakkak olursa] ve bunları ücret ile yapacak 
bulamazsa, oruc tutmayıp, bu işlerini yapmak câiz olur. İş bitince, orucunu 
tutar ve Ramezândan sonra da, tutamadığı günleri kazâ eder. Günâh olmaz. 
Susuzlukdan hasta olması, ölmesi muhakkak olan herkes de, orucu bozup, kazâ 
edebilir. Keffâret yapmazlar). 
Oruc kazâsı:
Arka arkaya olduğu gibi, ayrı ayrı günlerde de, 
bir gün için, bir gün oruc tutmakdır. Aralıklı tutarken, araya başka Ramezân 
gelirse, önce Ramezânı tutar. İhtiyâr olup, ölünciye kadar Ramezân orucunu veyâ 
kazâya kalmış oruclarını tutamıyacak kimse ve iyi olmasından ümmîd kesilen 
hasta, gizli yimelidir. Zengin ise, hergün için bir fıtra, ya’nî beşyüzyirmi 
dirhem [binyediyüzelli gram] buğday veyâ un veyâ kıymeti kadar altın veyâ gümüş 
para, bir veyâ birkaç fakîre verir. Ramezânın başında veyâ sonunda toptan hepsi 
bir fakîre de verilebilir. Fidye verdikden sonra kuvvetlenirse, Ramezân 
oruclarını ve kazâ oruclarını tutar. Fidye vermeden ölürse, iskât yapılması için 
vasıyyet eder. Fakîr ise, fidye vermez. Düâ eder. Böyle ihtiyâr ve hasta, sıcak 
veyâ soğuk mevsimde tutamıyorsa, uygun gelen mevsimde kazâ eder. Oruc tutunca, 
nemâzı ayakda kılamıyan kimse, oruc tutar ve nemâzı oturarak kılar. Ramezân 
günü, orucu bozarsa, çocuk bâlig olursa, kâfir müslimân olursa, müsâfir şehrine 
gelirse, kadın temiz olursa, akşama kadar oruclu gibi, sakınmaları lâzımdır. 
Müsâfir ve kadın, o günü, sonra kazâ eder. 
Oruc 
keffâreti 
için, bir köle âzâd edilir. Köle âzâd edemiyen, 
ard arda, altmış gün oruc tutar. Altmış gün sonra, tutmadığı hergün için, birer 
gün dahâ tutar. 
Birkaç 
Ramezânda keffâretleri olan veyâ bir Ramezânda, iki gün keffâreti olan kimse, 
birinci keffâreti yapmamış ise, ikisi için yalnız bir keffâret yapar. Birinci 
keffâreti yapmış ise, ikinci keffâreti de, ayrıca yapar. 
Keffâret orucu, 
hastalık, yolculuk gibi bir özr ile veyâ bayram günlerine rastlamak sebebi ile 
bozulursa veyâ Ramezâna rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. Bayram 
günlerinde bozmazsa, yine yeniden başlaması lâzım olur. Kadın, hayz ve nifâs 
sebebi ile bozunca, yeniden başlamaz. Temizlenince geri kalan günleri tutarak, 
altmışı temâmlar. Fekat, yemîn keffâreti olan üç gün ard arda tutulacak orucu bu 
sebeble bozan kadının da, üç günü, yeniden tutması lâzım olur. Keffâret orucuna, 
Ramezâna ve bayramlara rastlamıyacak şeklde başlamalıdır. Recebin birinci günü 
keffâret orucuna başlayıp, Şa’bânın sonunda, altmış günü temâm olmasa, üç günlük 
yola gitmeği niyyet ederek vatanından çıkar. Ramezânın birinci günü, keffâret 
orucuna niyyet eder [Eşbâh]. Çünki, müsâfire Ramezân orucunun edâsı farz 
değildir. Kazâ etmesi câizdir. 
Devâmlı hasta 
veyâ çok yaşlı olup, altmış gün keffâret orucunu tutamaz ise, altmış fakîre bir 
gün ta’âm ibâha eder. Ya’nî doyurur. Aç olan altmış fakîri, bir günde iki kerre 
doyurmak lâzımdır. Hepsinin aynı günde yimeleri şart değildir. Bir fakîri hergün 
iki def’a doyurmak üzere altmış gün veyâ hergün bir def’a doyurmak üzere 
yüzyirmigün yidirmek de olur. Yâhud, altmış fakîrin herbirine, yarım sâ’ [bin 
yediyüz elli gram] buğday veyâ un veyâ bir sâ’ arpa, kuru üzüm, hurma temlik 
eder. Bunların kıymeti kadar ekmek, başka mal veyâ altın, gümüş vermek veyâ 
bunları bir fakîre altmış gün devâmlı vermek de câiz olur. İbâha, ya’nî, 
kendisini doyurması için fakîre Fülûs [kâğıd para] da verileceği (Bedâyı’)da 
yazılıdır. Altmış günlüğü, bir fakîre, bir günde toplu verse, bir günlük vermiş 
olur. Altmış fakîri sabâh, altmış başka fakîri de akşam doyurursa, sabâh 
doyurduklarını akşam veyâ akşam doyurduklarını sabâh, bir dahâ doyurmalıdır. 
Yâhud, bunlardan altmışının herbirine, Sadaka-i fıtr mikdârı mal temlik eder. 
İki keffâret için, altmış fakîrin herbirine, iki kat [bir sâ’] buğday verirse, 
bir keffâret ödenmiş olur. Köle satın alabilecek kimsenin oruc tutması, oruc 
tutabilenin de fakîrleri doyurması câiz değildir. Fakîr olan hasta ve ihtiyâr, 
zengin olunca doyurur. Keffâret yaparken niyyet etmek lâzımdır. 
Özrü olan 
kimseler, oruc tutamadıkları günler, gizli yimelidirler. Ramezân-ı şerîfde umûmî 
yerlerde, müslimânların karşısında, oruc yiyenlerin ve oruc tutanları aldatarak, 
oruc tutdurmıyanların îmânı gider. Ramezân günlerinde lokanta, aşhâne, gazino, 
büfe gibi yiyip içme yerlerini işletmek günâhdır. Bunların, oruc yiyenlerden 
kazandıkları, halâl ise de, habîsdir, zararlıdır. Buralarını iftârdan sonra 
açmalıdır. 
  
Ramezân 
geldi dayandı, 
câmi’ler 
nûra boyandı. 
  
Top 
atıldı, kandil yandı, 
cümlemiz 
buna inandı. 
  
İlk on 
günü, rahmet boldur, 
sonra 
günâhlar afv olur. 
  
Bayram 
gecesi, mü’minler, 
Cehennemden âzâd olur. 
  
Kardeşim, 
oruc tut sen de, 
nemâzlarını kıl, hem de! 
  
günâhdan 
sakın her demde, 
Çok azâb 
var Cehennemde! 
  
Düşman 
sana saldırıyor, 
oruc 
zaîfletir diyor. 
  
İlmi 
fenni, o çiğniyor, 
hâin, hep 
yalan söylüyor! 
  
Uyan! 
Gitdi ömrün çoku, 
oruc tut, 
anla aç toku! 
  
İslâm 
kitâblarını oku, 
insanlıkdan al bir koku! 
  
                                                |