78
-
ZEKÂT VERMEK
İHTİYÂC
EŞYÂSI -
İnsanı ölümden koruyan şeylerdir. Bunların
birincisi nafakadır. Nafaka da üçdür: Yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek
deyince, mutfak eşyâsı da anlaşılır. Ev demek, ev eşyâsı da demekdir. Binek
hayvanı veyâ arabası, silâhları, hizmetcisi ve san’at âletleri ve lüzûmlu
kitâbları da ihtiyâc eşyâsı sayılır.
Hacca gitmek
için de, yine bu ihtiyâc eşyâsından fazla parası, malı olması lâzımdır. Nafaka,
kendinin ve bakması vâcib olanların nafakasıdır. Bunların ihtiyâcdan fazla olanı
ve din ve meslek kitâblarından başka kitâbların hepsi, hac parası için satılır
ve kurban, fıtra nisâbına katılır. Fekat, ticâret niyyeti olmadıkça, zekât
nisâbına katılmaz. Hacca gitmek için, oturduğu evden fazla evi satılır. Fekat,
bir evin fazla odaları satılmaz. Oturduğu evini satıp, kirâ ile ev tutmak lâzım
değildir. Hac vakti gelmeden önce, ihtiyâc eşyâsı satın almak câizdir. Hac farz
oldukdan sonra, bunları alarak hac parasını yimek câiz değildir. Önce hacca
gitmesi lâzımdır. İbni Âbidîn haccı anlatırken buyuruyor ki, (Bir senelik
yiyecek veyâ parası nafaka sayılır. Dahâ fazlasını satıp hacca gidilir.
Tüccârın, esnafın, san’at sâhiblerinin, çiftcinin kendi memleketlerinde âdet
olan sermâyeleri, hac için ihtiyâc eşyâsıdır. Kendinin ve bakması kendine vâcib
olanların nafakası, bulunduğu şehrin âdetine ve arkadaşlarına göre hesâb edilir.
İyi, temiz ve güzel yimek, giyinmek lâzımdır. İsrâf da etmemelidir. Kul hakkı,
Allahü teâlânın hakkından önce ödenir. Hacca gitmek için ödünc almamalıdır.
Ödemesi muhakkak ise alınabilir).
İhtiyâc
eşyâsını almak için ve cenâze masrafının yapılması için ayırdığı para nisâb
hesâbına katılır. Yalnız bu parası bulunan kimse, nisâb mikdârı olduğu günden
bir sene sonra, yine nisâb mikdârından az olmazsa, elinde kalan bu paranın
zekâtını verir. Çünki, zekât, fıtra ve kurban için, ihtiyâc eşyâsına mâlik olmak
şart değildir. Bu eşyâdan elde bulunanı nisâba katılmaz.
Altın ile
gümüşün ağırlığı ve ticâret eşyâsının mal oluş kıymeti, nisâb mikdârı oldukdan
i’tibâren, bir hicrî sene, ya’nî arabî sene [354 gün] elde kalırsa, yıl sonunda
elde bulunanın kırkda birini, zekât niyyeti ile ayırıp, müslimân fakîrlere
vermek farzdır. Acele edip, hemen vermek vâcibdir. Özrsüz gecikdirmek mekrûh
olur. Verirken dört mezhebde de niyyet etmek ve zekât olduğunu söylemek lâzım
değildir.
Altının nisâbı
yirmi miskaldir. Miskal, ağırlık ölçü birimidir. Ağırlık, uzunluk, hacm, zemân
ve kıymet [para] ölçü birimleri, şer’î birimler ve urfî birimler olarak, ikiye
ayrılır: Şer’î birimler, Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
zemânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde ismleri geçen birimlerdir. Bunlardan
ba’zılarının mikdârları ne kadar olduğunu dört mezheb imâmları farklı
bildirmişlerdir. Urfî birimler, kullanılması âdet olan veyâ hükûmetlerin kabûl
etdikleri birimlerdir. Meselâ, hanefîdeki miskal ile şâfi’îdeki ve mâlikîdeki
miskal birbirinden farklı olduğu gibi, çeşidli urfî miskaller mevcûddur. Hanefî
mezhebinde, bir miskal, yirmi kırâtdır. Bir kırât-ı şer’î, kabuksuz, uçları
kesilmiş, kuru beş arpadır. [Eczâhânedeki hassâs terâzî ile yapdığım
tecribelerle] böyle beş arpanın yirmidört santigram [0,24 gr.] ağırlığında
olduğu görüldü. Böylece, bir şer’î miskal, yüz arpa, mâlikîde bir miskalin
yetmiş iki arpa olduğu (Zahîre)de yazılıdır. Bir miskal, mâlikîde üçbuçuk
[3,456] gram ve hanefîde, dört gram ve seksen santigram [4,80 gr.] ağırlığında
olmakdadır. O hâlde, altının nisâbı, [96] gramdır. Osmânlı devletinde son kabûl
edilen urfî miskal 24 kırât ve bir kırât da [20] santigram idi. Buna göre, urfî
miskal 4,80 gram olmakdadır. Şer’î miskal ile urfî miskal aynı ağırlıkda
olmakdadır. Bir Osmânlı ve Cumhûriyyet altını bir buçuk miskal ağırlığında
olduğu için, nisâb mikdârı, 20÷1,5=13,3 adet altın liradır. Bir liralık altın,
[7,20] gramdır. 13,3 adet altın, 96 gram olur. Demek ki, onüç aded ve bir sülüs
[13,3] altın lirası veyâ bu kadar değerinde kâğıd parası olan kimsenin, zekât
vermesi farz olur. Bir miskal 20 kırâtdır deyince, şer’î miskâl anlaşılır. Bu
miskalin kaç gram olduğunu anlamak için, 20 yi bir şer’î kırâtın ağırlığı olan,
0,24 ile çarpmak lâzım olur. Urfî kırâtın ağırlığı olan 0,20 ile çarpılırsa,
bulunan 4 gr., şer’î miskalin ağırlığı olmadığı gibi, urfî miskalin de olmaz.
Altının nisâb mikdârını bu yanlış miskale göre yaparak 4x20=80 gramdır demek de
doğru olmaz.
Gümüşün nisâbı,
ikiyüz dirhem-i şer’îdir. Bir dirhem-i şer’î, ondört kırât-ı şer’îdir. Yetmiş
arpadır. Mâlikîde ellibeş arpa olup, [2,64] gramdır. Hanefîde, on dirhemin
ağırlığı, yedi miskalin ağırlığına müsâvî olmakdadır. Bir miskalden, onda üçü
çıkarılınca, bir dirhem olur. Bir dirheme, yedide üçü ilâve edilince bir miskal
olur. Bir dirhem-i şer’î, 0,24x14=3,36 üç gram ve otuzaltı santi gramdır. [3,36
gram.] O hâlde, Hanefîde gümüşün nisâbı, 2800 kırât veyâ altıyüzyetmişiki [672]
gramdır. Bir mecidiye, beş miskaldir. Ya’nî yüz kırât-ı şer’î, ya’nî yirmidört
gram olduğundan, yirmisekiz mecidiyesi olana zekât farz olur. Yirmi miskal altın
ile ikiyüz dirhem gümüş, ortak bir nisâb mikdârını gösterdikleri için,
değerlerinin birbirine eşit olması lâzımdır. Buna göre, islâmiyyetde bir miskal
altın, on dirhem gümüş kıymetinde oluyor. Bu da, yedi miskal ağırlığında
gümüşdür. Bir gram altın, yedi gram gümüş değerinde olur. Buna göre islâmiyyetde,
para olarak kullanılan altının kıymeti, aynı ağırlıkdaki gümüş paranın
kıymetinin yedi katıdır. Bugün gümüş, para olarak kullanılmıyor. Gümüş eşyânın
değeri çok düşükdür. Bunun için, kâğıd paraların ve ticâret eşyâsının nisâbını
hesâb etmek için, gümüşün değeri kullanılamaz. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, mal zekâtı kısmında diyor ki, (Kırât-ı urfî dört arpadır. Dirhem-i
şer’î, yetmiş arpa, dirhem-i urfî, onaltı kırât, ya’nî 64 arpa ağırlığında
olduğundan, dirhem-i urfî dahâ küçükdür). [O hâlde, eskiden kullanılan bu
dirhem-i urfî, takrîben üç gramdır. Osmânlıların son zemânlarında kullanılmış
olan bir kırât, dört buğday vezninde olup, yirmi santigram, [0,20 gram] idi ve
bir dirhem=16 kırât=[3,20] gram idi.
(El-mukaddemet-ül-hadremiyye)de
diyor ki, (Şâfi’î mezhebinde bir miskal, 24 kırât ağırlığındadır. Bir dirhem-i
şer’î, 16,8 kırât ağırlığında olur). (Misbâh-un-necât) ve (Envâr)de
diyor ki, (Şâfi’îde, bir miskal [72] arpadır. Bir miskal, bir dirhemden,
dirhemin yedide üçü kadar fazladır. Ticâret eşyâsının kıymeti kendi semeni ile,
ya’nî alış fiyâtı ile hesâb edilir). Bir miskal [24] kırât, bu da 72 arpa
olunca, şâfi’îde bir kırât üç arpa ağırlığında olur ki, bu da, 14,4 santi-gramdır.
Bir miskal, takrîben üçbuçuk [3,45] gram, yirmi miskal, altmışdokuz [69] gram
olur ki, yaklaşık olarak dokuzbuçuk altındır. Şâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde de
bir dirhem, bir miskalden onda üçü noksan olduğundan, bir dirhem, 16,8 kırât,
ya’nî iki gram ve kırkiki santigram [2,42 gr.] olur. Gümüşün nisâbı da
dörtyüzseksendört [484] gram olmakdadır. Mâlikî mezhebinde, bir miskal [72]
arpa, bir dirhem ise [55] arpa olduğu (Cevâhir-üz-zekiyye)de yazılıdır.
Şâfi’î mezhebinde, bir malın zekâtı, başka cins maldan verilemez. Meselâ altın
yerine gümüş ve buğday yerine arpa verilemez. Şâfi’îlerin Hanefî mezhebini
taklîd ederek, mal yerine nakd vermeleri ve yedi sınıfın hepsine değil de,
diledikleri bir veyâ birkaç sınıfa vermeleri câiz olacağı, (Kimyâ-i se’âdet)de
ve İbni Hacer-i Mekkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Fetâvâ-i fıkhiyye)sinde
yazılıdır.
(Dürr-ül-muhtâr)
ikinci cild, otuzuncu sahîfede diyor ki, (Zekât nisâbı gümüş ile hesâb edileceği
zemân, dirhem-i şer’î kullanılır. Her şehrde kullanılmakda olan urfî dirhem de,
kullanılabilir diyenler oldu). İbni Âbidîn bu satırları açıklarken buyuruyor ki,
(Her şehrde kullanılmakda olan dirhem üzerinden hesâb olunur diyen âlimler diyor
ki, fekat kullanılan dirhemlerin ağırlığı, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” zemânında kullanılan üç çeşid dirhemin en hafîfinden dahâ az olmaması
lâzımdır. En hafîf dirhem, yarım miskal, ya’nî on kırat ağırlığında idi. Böyle
değilse, nisâbın, ondört kırât olan dirhem-i şer’î ile hesâb edilmesi lâzımdır.
Hanefî âlimlerinin çoğu, bu şer’î dirhemi söylemekdedir. Eskilerin de, yenilerin
de kitâblarından bu dirhem anlaşılmakdadır). Görülüyor ki, bir memleketde
eskiden kullanılmış olup sonradan bırakılmış olan veyâ yeni kullanılanı,
dirhem-i şer’îden hafîf olan dirhemlerle zekât hesâb edilemez. Bunun için,
gümüşe göre nisâbı, eski İstanbul veyâ Mısr dirhemleri ile hesâb etmek câiz
değildir. Üç gram ve otuzaltı santigram [3,36 gr.] ağırlığında olan dirhem-i
şer’î ile hesâb yapmak lâzımdır.
Âlimlerin
çoğuna göre, altın ile gümüş her ne hâl ve şeklde olursa olsun ve her ne niyyet
ile saklanırsa saklansın, zekâtı verilir. Şâfi’înin sahîh kavlinde ve Hanbelî
mezhebinde, kadınların zînet olarak kullandıkları altının ve gümüşün zekâtı
verilmez.
Altın ve gümüş,
saf iken yumuşak olduklarından, para ve süs olarak kullanılamaz. Bakır veyâ
başka ma’denle karışık halîta [alaşım, alliage, legierung] hâlinde
kullanılırlar. Altın ve gümüşü yarıdan [% 50 den] çok olan, ya’nî ayârı onikiden
yukarı olan altın ve gümüşlere, saf gibi bakılır. Bunların ayâr farkları
düşünülemez. Altını ve gümüşü yarı veyâ dahâ az olan halîtalar ise, ticâret
eşyâsı gibidir. [Kanûnî sultân Süleymân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında,
gümüş nisâbı 840 akça olduğu, Ebüssü’ûd efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”
fetvâsında yazılıdır. Demek ki bir akça, 0,24 dirhem, ya’nî seksen santigram
[0,8 gr.] gümüş imiş. Abdurrahmân Şeref beğ, 1309 [m. 1892] baskılı (Târîh-i
devlet-i Osmâniyye) kitâbında diyor ki, (Sultân Süleymân zemânında, bir
dirhem gümüşden üç akçe basılırdı. 1100 [m. 1688] senesinden sonra, gümüş
mikdârı altı def’a azaldı. 1308 [m. 1891] târîhli (Osmânlı takvîmi)nde,
(Bir parça üç akçadır. Bir akça üç fülûsdur) yazılıdır.]
Ticâret
eşyâsının kıymeti, ya’nî nisâb hesâb edildiği vaktdeki alış fiyâtı, alış verişde
kullanılan altın veyâ gümüş paradan hangisi ile nisâb mikdârı oluyorsa, onun ile
hesâb edilir. İkisi ile de nisâb mikdârı oluyorsa, fakîrlere dahâ fâideli olanı
ile hesâb edilir. Para olarak kullanılmayan altın ve gümüş ile hesâb edilmez.
Hükûmet tarafından damgalı altın veyâ gümüş paralardan kıymeti en az olanı ile
hesâb edilir. Hangisi ile hesâb edildi ise, yine onun ile zekât farz olduğu
gündeki, ya’nî nisâb üzerinden bir sene geçdikden sonraki piyasaya göre, yeniden
hesâb edilen kıymetinin, ya’nî alış fiyâtının veyâ eşyânın kendisinin kırkda
biri verilir. Altın ile gümüşün para olarak kullanılmadığı yerlerde, başka metal
veyâ kâğıd paralar, şimdi altın karşılığıdır. Böyle paralarla satın alınmış olan
ticâret eşyâsının ve kâğıd paraların, fıtra ve kurbanın nisâbları, Şeyhayne
“rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” uyarak, damgalı altın paralardan kıymeti en az
olanı ile hesâb edilir. Gümüş ile hesâb edilmez. (Keşf-i rümûz)da diyor
ki, (Eşyânın kıymetleri altın ve gümüş ile anlaşılır).
Ticâret için
olmıyan, ya’nî satılık olmıyan evlerin, apartmanların, san’at âletlerinin, motör,
tezgâh, kamyon ve gemilerin ve ne kadar çok olursa olsun evde kullanılan eşyânın
zekâtı verilmez. San’at sâhibleri, sanâyı’cılar, i’mâlâtcılar, ham ve işlenmiş,
ma’mûl eşyânın zekâtını verirler. Demirbaş eşyânın zekâtı verilmez. Ticâret
eşyâsından evde kullanılmak için ve ticâret olunan gıdâdan bir senelik ev
ihtiyâcı için ayrılmış olanların da verilmez. Ya’nî bütün bunlar ve ödenecek
borçlar, nisâb hesâbına katılmaz. Bütün bu eşyâyı ve yiyecek, içecek ve giyecek
ve barınacak ev gibi lüzûmlu nafakayı satın almak için sakladığı altın, gümüş ve
kâğıd paranın hepsi nisâb hesâbına katılır. Ya’nî zekâtları verilir.
İbni Âbidîn
“rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki: Ticâret eşyâsının altın ve gümüş üzerinden
kıymetleri, nisâb mikdârını bulmaz ise ve yanında altın veyâ gümüş de varsa,
eşyânın kıymeti altın veyâ gümüş kıymetine eklenerek, nisâb temâmlanır. Meselâ,
yüz dirhem gümüş kıymetinde, satılık buğdayı ile, yine yüz dirhem kıymetinde beş
miskal altını bulunursa, zekât verecekdir. Çünki, altının ve buğdayın gümüş
üzerinden kıymetleri ikiyüz dirhem olup, nisâbı doldurmakdadır.
Yalnız altını
olan, zekâtını, altın olarak verir. Gümüş olarak kıymeti verilmez. Gümüşün
zekâtı da, altın olarak verilemez. Yalnız altını veyâ gümüşü veyâ kâğıd parası
olup da, ticâret eşyâsı bulunmıyan kimse, bunların zekâtı olarak, başka mal
veremez. Şernblâlînin (Merâkıl-felâh) kitâbında, (Altın ve gümüş yerine,
bunların kıymeti kadar (Urûz) [Altın ve gümüşden başka, canlı veyâ cansız, her
çeşid mal] vermek sahîh olur) buyuruyor ise de, o sahîfe temâm okunursa, altın,
gümüş yerine ticâret yapdığı maldan verileceği anlaşılmakdadır. Nitekim, (Tahtâvî)
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, bu kitâbı açıklarken, (Urûz ticâret malı demekdir)
diyor. Bütün fıkh kitâblarında da, açıkca bildirildiği gibi, altın veyâ gümüş
ile birlikde, ticâret eşyâsı da bulunan bir tüccâr, herbiri ayrı ayrı nisâb
mikdârında olsalar dahî, altın ve gümüş zekâtı olarak da, ticâret malından
verebilir.
İbni Âbidîn
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, koyunların zekâtını anlatırken buyuruyor ki: Zekât
ve uşr ve harâc ve fıtra ve nezr ve keffâret olarak verilecek mallar yerine
bunların kıymetlerini de vermek câizdir. Ya’nî, bunların kendileri mevcûd olduğu
hâlde, aynı değerde olan, kendi cinslerinden veyâ başka cinsden zekât malı veyâ
altın, gümüş para da verilebilir. [Kâğıd para verilmiyeceği aşağıda
bildirilecekdir.] Hayvanın kıymeti, verileceği gündeki piyasaya göre hesâb
edilir. Orta dört koyun yerine, semiz üç koyun verilebilir. Fekat, ağırlık ve
hacm ile ölçülen mal yerine kendi cinslerinden kıymetleri verilemez. Başka
cinsden kıymetleri verilebilir. Altın ve gümüşün zekâtı ağırlıkları ile, ya’nî
dartarak verilir. Ticâret için olan hubûbatın ise, hacmları ile, ya’nî ölçek ile
verilir. Böyle fâiz olabilen [ya’nî vezn veyâ hacm ile ölçülen] malların kendi
cinsinden, kıymetleri verilmez. Meselâ, beş dirhem bakırlı gümüş yerine, aynı
kıymetde, dört dirhem saf gümüş verilemez. Beş dirhem hâlis yerine, beş dirhem
âdî, ya’nî ayârı düşük verilir. Fekat bu sûretde, bile bile vermek mekrûh olur.
Beş kile âdî buğday yerine, aynı kıymetde olan dört kile hâlis buğday verilemez.
Bir kile dahâ vermek lâzım olur. Fekat bunlardan herhangi birinin zekâtı olarak
başka cinsden ticâret malı verilirken, o memleketlerdeki alış kıymeti hesâb
edilerek verilir. Meselâ, ikiyüz dirhem ağırlığında olan bir gümüş ibrik, san’at,
işçilik bakımından üçyüz dirhem kıymetinde olsa, bunun zekâtı beş dirhem gümüş
verilir. Beş dirhem gümüş kıymetinde altın verilemez. Yedi buçuk dirhem gümüş
kıymetinde altın vermek lâzımdır. Hem altını, hem gümüşü olup, her biri ayrı
ayrı nisâb mikdârı ise, zekâtları ayrı ayrı dartı ile verilir ise de, yalnız bu
takdîrde, ya’nî hem altını, hem gümüşü bulunan bir kimse, nisâb mikdârı
oldukları zemân dahî, fukâraya fâideli olmak, ya’nî geçer akça verilmiş olmak
şartı ile, kıymeti hesâb edilerek, ikisinden birini vermek de câiz olur. Hem
altını, hem de gümüşü olup, birisi veyâ her biri, nisâb mikdârından az ise, bu
vakt, herhangi birinin, diğeri üzerinden kıymeti alınarak birisinin nisâbı
doldurulabilir ise, öteki yerine de, bu verilir. Yine fukâraya fâideli olan
hesâb edilmeli ve verilmelidir. [Birinci kısm, 83. cü maddeye bakınız!] Yüz
dirhem ağırlığında gümüş bir ibriğin işçilik kıymeti ikiyüz dirhem olsa, zekâtı
lâzım gelmez. Zîrâ zekât, ağırlık ile hesâb edilir. Yüzelli dirhem gümüşü ile,
kırk dirhem kıymetinde, beş miskal altını olan, zekât verecekdir. Çünki, altının
gümüşe ilâvesi nisâbı doldurmuyor ise de, gümüşün altına ilâvesinde nisâbı hâsıl
olmakdadır. Doksanbeş dirhem gümüşü ile, bir miskal altını olsa ve bir miskal
altın kıymeti, beş dirhem gümüş ise, altın nisâbını doldurduğu için zekât verir.
Bir kimse,
zekât niyyeti ile kırkda bir ayırmadan veyâ verirken niyyet etmeden, fakîrlere
milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünki, ayırırken veyâ kendi
vekîline veyâ fakîre veyâ fakîrin vekîline verirken niyyet etmesi farzdır.
Eldeki para ve
ticâret malı nisâb mikdârı oldukdan sonra, bir sene temâm olmadan, azalıp
nisâbdan aşağı düşse veyâ dahâ çoğalırsa, zekâta te’sîri olmaz. Ya’nî, sene
sonunda, nisâb mikdârından az olmaz ise, mevcûdun zekâtı verilir. Sene sonunda
elinde bulunan paradan, yiyecek, giyecek, ev satın almak, kirâ vermek gibi
lüzûmlu paraları düşmez. Bütün paranın zekâtını verip kalanı bunlara harc eder.
Hanefîde ve Şâfi’îde, sene sonu gelmeden önce, nisâb telef olur veyâ telef
ederse, ya’nî elinde zekât malı nisâb mikdârı kalmazsa, evvelki nisâb sayılmaz
olur. Yeniden nisâba mâlik olursa, yeniden bir sene dahâ bekleyip, sene sonunda
da, nisâb elinde kalırsa, bu elindekinin kırkda birini, niyyet ile, ayırıp,
verir. Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde, nisâb helâk olursa, yine böyledir. Fekat,
zekâtdan kaçmak için, kendi telef ederse, evvelki nisâb değişmez. Bir sene
geçdikden birkaç gün sonra, eline çok para, mal gelse, bunun zekâtı hemen
verilmez. Bir sene sonra, elinde bu da kalırsa, verilir. Alacak başkadır, ele
geçen başkadır. (Câmi’ur-rümûz) kitâbı, seksenaltıncı sahîfede buyuruyor
ki, (Nisâba mâlik oldukdan sonra, bir sene temâm olmadan önce satın alınan
ticâret eşyâsı ve tevellüd ederek veyâ hediyye, mîrâs, vasıyyet sûretleri ile
ele geçen (Sâime) hayvan ve altın, gümüş, hattâ sene sonuna yakın iken de ele
geçseler, kendi cinsinden nisâblara eklenerek hepsinin zekâtı birlikde verilir.
Buradan anlaşılıyor ki, sene temâm oldukdan sonra ele geçenler nisâba eklenmez.
Ya’nî o senenin zekâtına sokulmayıp, ondan sonra gelen senenin zekâtına
bırakılır. Yine anlaşılıyor ki, nisâbı olmıyanların eline geçerlerse, bunların,
o sene zekâtları verilmez).
|