| 
 
78 
- 
ZEKÂT VERMEK 
İHTİYÂC 
EŞYÂSI - 
İnsanı ölümden koruyan şeylerdir. Bunların 
birincisi nafakadır. Nafaka da üçdür: Yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek 
deyince, mutfak eşyâsı da anlaşılır. Ev demek, ev eşyâsı da demekdir. Binek 
hayvanı veyâ arabası, silâhları, hizmetcisi ve san’at âletleri ve lüzûmlu 
kitâbları da ihtiyâc eşyâsı sayılır. 
Hacca gitmek 
için de, yine bu ihtiyâc eşyâsından fazla parası, malı olması lâzımdır. Nafaka, 
kendinin ve bakması vâcib olanların nafakasıdır. Bunların ihtiyâcdan fazla olanı 
ve din ve meslek kitâblarından başka kitâbların hepsi, hac parası için satılır 
ve kurban, fıtra nisâbına katılır. Fekat, ticâret niyyeti olmadıkça, zekât 
nisâbına katılmaz. Hacca gitmek için, oturduğu evden fazla evi satılır. Fekat, 
bir evin fazla odaları satılmaz. Oturduğu evini satıp, kirâ ile ev tutmak lâzım 
değildir. Hac vakti gelmeden önce, ihtiyâc eşyâsı satın almak câizdir. Hac farz 
oldukdan sonra, bunları alarak hac parasını yimek câiz değildir. Önce hacca 
gitmesi lâzımdır. İbni Âbidîn haccı anlatırken buyuruyor ki, (Bir senelik 
yiyecek veyâ parası nafaka sayılır. Dahâ fazlasını satıp hacca gidilir. 
Tüccârın, esnafın, san’at sâhiblerinin, çiftcinin kendi memleketlerinde âdet 
olan sermâyeleri, hac için ihtiyâc eşyâsıdır. Kendinin ve bakması kendine vâcib 
olanların nafakası, bulunduğu şehrin âdetine ve arkadaşlarına göre hesâb edilir. 
İyi, temiz ve güzel yimek, giyinmek lâzımdır. İsrâf da etmemelidir. Kul hakkı, 
Allahü teâlânın hakkından önce ödenir. Hacca gitmek için ödünc almamalıdır. 
Ödemesi muhakkak ise alınabilir). 
İhtiyâc 
eşyâsını almak için ve cenâze masrafının yapılması için ayırdığı para nisâb 
hesâbına katılır. Yalnız bu parası bulunan kimse, nisâb mikdârı olduğu günden 
bir sene sonra, yine nisâb mikdârından az olmazsa, elinde kalan bu paranın 
zekâtını verir. Çünki, zekât, fıtra ve kurban için, ihtiyâc eşyâsına mâlik olmak 
şart değildir. Bu eşyâdan elde bulunanı nisâba katılmaz. 
Altın ile 
gümüşün ağırlığı ve ticâret eşyâsının mal oluş kıymeti, nisâb mikdârı oldukdan 
i’tibâren, bir hicrî sene, ya’nî arabî sene [354 gün] elde kalırsa, yıl sonunda 
elde bulunanın kırkda birini, zekât niyyeti ile ayırıp, müslimân fakîrlere 
vermek farzdır. Acele edip, hemen vermek vâcibdir. Özrsüz gecikdirmek mekrûh 
olur. Verirken dört mezhebde de niyyet etmek ve zekât olduğunu söylemek lâzım 
değildir. 
Altının nisâbı 
yirmi miskaldir. Miskal, ağırlık ölçü birimidir.  Ağırlık, uzunluk, hacm, zemân 
ve kıymet [para] ölçü birimleri, şer’î birimler ve urfî birimler olarak, ikiye 
ayrılır: Şer’î birimler, Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” 
zemânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde ismleri geçen birimlerdir. Bunlardan 
ba’zılarının mikdârları ne kadar olduğunu dört mezheb imâmları farklı 
bildirmişlerdir. Urfî birimler, kullanılması âdet olan veyâ hükûmetlerin kabûl 
etdikleri birimlerdir. Meselâ, hanefîdeki miskal ile şâfi’îdeki ve mâlikîdeki 
miskal birbirinden farklı olduğu gibi, çeşidli urfî miskaller mevcûddur. Hanefî 
mezhebinde, bir miskal, yirmi kırâtdır. Bir kırât-ı şer’î, kabuksuz, uçları 
kesilmiş, kuru beş arpadır. [Eczâhânedeki hassâs terâzî ile yapdığım 
tecribelerle] böyle beş arpanın yirmidört santigram [0,24 gr.] ağırlığında 
olduğu görüldü. Böylece, bir şer’î miskal, yüz arpa, mâlikîde bir miskalin 
yetmiş iki arpa olduğu (Zahîre)de yazılıdır. Bir miskal, mâlikîde üçbuçuk 
[3,456] gram ve hanefîde, dört gram ve seksen santigram [4,80 gr.] ağırlığında 
olmakdadır. O hâlde, altının nisâbı, [96] gramdır. Osmânlı devletinde son kabûl 
edilen urfî miskal 24 kırât ve bir kırât da [20] santigram idi. Buna göre, urfî 
miskal 4,80 gram olmakdadır. Şer’î miskal ile urfî miskal aynı ağırlıkda 
olmakdadır. Bir Osmânlı ve Cumhûriyyet altını bir buçuk miskal ağırlığında 
olduğu için, nisâb mikdârı, 20÷1,5=13,3 adet altın liradır. Bir liralık altın, 
[7,20] gramdır. 13,3 adet altın, 96 gram olur. Demek ki, onüç aded ve bir sülüs 
[13,3] altın lirası veyâ bu kadar değerinde kâğıd parası olan kimsenin, zekât 
vermesi farz olur. Bir miskal 20 kırâtdır deyince, şer’î miskâl anlaşılır. Bu 
miskalin kaç gram olduğunu anlamak için, 20 yi bir şer’î kırâtın ağırlığı olan, 
0,24 ile çarpmak lâzım olur. Urfî kırâtın ağırlığı olan 0,20 ile çarpılırsa, 
bulunan 4 gr., şer’î miskalin ağırlığı olmadığı gibi, urfî miskalin de olmaz. 
Altının nisâb mikdârını bu yanlış  miskale göre yaparak 4x20=80 gramdır demek de 
doğru olmaz. 
Gümüşün nisâbı, 
ikiyüz dirhem-i şer’îdir. Bir dirhem-i şer’î, ondört kırât-ı şer’îdir. Yetmiş 
arpadır. Mâlikîde ellibeş arpa olup, [2,64] gramdır. Hanefîde, on dirhemin 
ağırlığı, yedi miskalin ağırlığına müsâvî olmakdadır. Bir miskalden, onda üçü 
çıkarılınca, bir dirhem olur. Bir dirheme, yedide üçü ilâve edilince bir miskal 
olur. Bir dirhem-i şer’î, 0,24x14=3,36 üç gram ve otuzaltı santi gramdır. [3,36 
gram.] O hâlde, Hanefîde gümüşün nisâbı, 2800 kırât veyâ altıyüzyetmişiki [672] 
gramdır. Bir mecidiye, beş miskaldir. Ya’nî yüz kırât-ı şer’î, ya’nî yirmidört 
gram olduğundan, yirmisekiz mecidiyesi olana zekât farz olur. Yirmi miskal altın 
ile ikiyüz dirhem gümüş, ortak bir nisâb mikdârını gösterdikleri için, 
değerlerinin birbirine eşit olması lâzımdır. Buna göre, islâmiyyetde bir miskal 
altın, on dirhem gümüş kıymetinde oluyor. Bu da, yedi miskal ağırlığında 
gümüşdür. Bir gram altın, yedi gram gümüş değerinde olur. Buna göre islâmiyyetde, 
para olarak kullanılan altının kıymeti, aynı ağırlıkdaki gümüş paranın 
kıymetinin yedi katıdır. Bugün gümüş, para olarak kullanılmıyor. Gümüş eşyânın 
değeri çok düşükdür. Bunun için, kâğıd paraların ve ticâret eşyâsının nisâbını 
hesâb etmek için, gümüşün değeri kullanılamaz. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ 
aleyh”, mal zekâtı kısmında diyor ki, (Kırât-ı urfî dört arpadır. Dirhem-i 
şer’î, yetmiş arpa, dirhem-i urfî, onaltı kırât, ya’nî 64 arpa ağırlığında 
olduğundan, dirhem-i urfî dahâ küçükdür). [O hâlde, eskiden kullanılan bu 
dirhem-i urfî, takrîben üç gramdır. Osmânlıların son zemânlarında kullanılmış 
olan bir kırât, dört buğday vezninde olup, yirmi santigram, [0,20 gram] idi ve 
bir dirhem=16 kırât=[3,20] gram idi. 
(El-mukaddemet-ül-hadremiyye)de 
diyor ki, (Şâfi’î mezhebinde bir miskal, 24 kırât ağırlığındadır. Bir dirhem-i 
şer’î, 16,8 kırât ağırlığında olur). (Misbâh-un-necât) ve (Envâr)de 
diyor ki, (Şâfi’îde, bir miskal [72] arpadır. Bir miskal, bir dirhemden, 
dirhemin yedide üçü kadar fazladır. Ticâret eşyâsının kıymeti kendi semeni ile, 
ya’nî alış fiyâtı ile hesâb edilir). Bir miskal [24] kırât, bu da 72 arpa 
olunca, şâfi’îde bir kırât üç arpa ağırlığında olur ki, bu da, 14,4 santi-gramdır. 
Bir miskal, takrîben üçbuçuk [3,45] gram, yirmi miskal, altmışdokuz [69] gram 
olur ki, yaklaşık olarak dokuzbuçuk altındır. Şâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde de 
bir dirhem, bir miskalden onda üçü noksan olduğundan, bir dirhem, 16,8 kırât, 
ya’nî iki gram ve kırkiki santigram [2,42 gr.] olur. Gümüşün nisâbı da 
dörtyüzseksendört [484] gram olmakdadır. Mâlikî mezhebinde, bir miskal [72] 
arpa, bir dirhem ise [55] arpa olduğu (Cevâhir-üz-zekiyye)de yazılıdır. 
Şâfi’î mezhebinde, bir malın zekâtı, başka cins maldan verilemez. Meselâ altın 
yerine gümüş ve buğday yerine arpa verilemez. Şâfi’îlerin Hanefî mezhebini 
taklîd ederek, mal yerine nakd vermeleri ve yedi sınıfın hepsine değil de, 
diledikleri bir veyâ birkaç sınıfa vermeleri câiz olacağı, (Kimyâ-i se’âdet)de 
ve İbni Hacer-i Mekkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Fetâvâ-i fıkhiyye)sinde 
yazılıdır. 
(Dürr-ül-muhtâr) 
ikinci cild, otuzuncu sahîfede diyor ki, (Zekât nisâbı gümüş ile hesâb edileceği 
zemân, dirhem-i şer’î kullanılır. Her şehrde kullanılmakda olan urfî dirhem de, 
kullanılabilir diyenler oldu). İbni Âbidîn bu satırları açıklarken buyuruyor ki, 
(Her şehrde kullanılmakda olan dirhem üzerinden hesâb olunur diyen âlimler diyor 
ki, fekat kullanılan dirhemlerin ağırlığı, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve 
sellem” zemânında kullanılan üç çeşid dirhemin en hafîfinden dahâ az olmaması 
lâzımdır. En hafîf dirhem, yarım miskal, ya’nî on kırat ağırlığında idi. Böyle 
değilse, nisâbın, ondört kırât olan dirhem-i şer’î ile hesâb edilmesi lâzımdır. 
Hanefî âlimlerinin çoğu, bu şer’î dirhemi söylemekdedir. Eskilerin de, yenilerin 
de kitâblarından bu dirhem anlaşılmakdadır). Görülüyor ki, bir memleketde 
eskiden kullanılmış olup sonradan bırakılmış olan veyâ yeni kullanılanı, 
dirhem-i şer’îden hafîf olan dirhemlerle zekât hesâb edilemez. Bunun için, 
gümüşe göre nisâbı, eski İstanbul veyâ Mısr dirhemleri ile hesâb etmek câiz 
değildir. Üç gram ve otuzaltı santigram [3,36 gr.] ağırlığında olan dirhem-i 
şer’î ile hesâb yapmak lâzımdır. 
Âlimlerin 
çoğuna göre, altın ile gümüş her ne hâl ve şeklde olursa olsun ve her ne niyyet 
ile saklanırsa saklansın, zekâtı verilir. Şâfi’înin sahîh kavlinde ve Hanbelî 
mezhebinde, kadınların zînet olarak kullandıkları altının ve gümüşün zekâtı 
verilmez. 
Altın ve gümüş, 
saf iken yumuşak olduklarından, para ve süs olarak kullanılamaz. Bakır veyâ 
başka ma’denle karışık halîta [alaşım, alliage, legierung] hâlinde 
kullanılırlar. Altın ve gümüşü yarıdan [% 50 den] çok olan, ya’nî ayârı onikiden 
yukarı olan altın ve gümüşlere, saf gibi bakılır. Bunların ayâr farkları 
düşünülemez. Altını ve gümüşü yarı veyâ dahâ az olan halîtalar ise, ticâret 
eşyâsı gibidir. [Kanûnî sultân Süleymân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında, 
gümüş nisâbı 840 akça olduğu, Ebüssü’ûd efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” 
fetvâsında yazılıdır. Demek ki bir akça, 0,24 dirhem, ya’nî seksen santigram 
[0,8 gr.] gümüş imiş. Abdurrahmân Şeref beğ, 1309 [m. 1892] baskılı (Târîh-i 
devlet-i Osmâniyye) kitâbında diyor ki, (Sultân Süleymân zemânında, bir 
dirhem gümüşden üç akçe basılırdı. 1100 [m. 1688] senesinden sonra, gümüş 
mikdârı altı def’a azaldı. 1308 [m. 1891] târîhli (Osmânlı takvîmi)nde, 
(Bir parça üç akçadır. Bir akça üç fülûsdur) yazılıdır.] 
Ticâret 
eşyâsının kıymeti, ya’nî nisâb hesâb edildiği vaktdeki alış fiyâtı, alış verişde 
kullanılan altın veyâ gümüş paradan hangisi ile nisâb mikdârı oluyorsa, onun ile 
hesâb edilir. İkisi ile de nisâb mikdârı oluyorsa, fakîrlere dahâ fâideli olanı 
ile hesâb edilir. Para olarak kullanılmayan altın ve gümüş ile hesâb edilmez. 
Hükûmet tarafından damgalı altın veyâ gümüş paralardan kıymeti en az olanı ile 
hesâb edilir. Hangisi ile hesâb edildi ise, yine onun ile zekât farz olduğu 
gündeki, ya’nî nisâb üzerinden bir sene geçdikden sonraki piyasaya göre, yeniden 
hesâb edilen kıymetinin, ya’nî alış fiyâtının veyâ eşyânın kendisinin kırkda 
biri verilir. Altın ile gümüşün para olarak kullanılmadığı yerlerde, başka metal 
veyâ kâğıd paralar, şimdi altın karşılığıdır. Böyle paralarla satın alınmış olan 
ticâret eşyâsının ve kâğıd paraların, fıtra ve kurbanın nisâbları, Şeyhayne 
“rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” uyarak, damgalı altın paralardan kıymeti en az 
olanı ile hesâb edilir. Gümüş ile hesâb edilmez. (Keşf-i rümûz)da diyor 
ki, (Eşyânın kıymetleri altın ve gümüş ile anlaşılır). 
Ticâret için 
olmıyan, ya’nî satılık olmıyan evlerin, apartmanların, san’at âletlerinin, motör, 
tezgâh, kamyon ve gemilerin ve ne kadar çok olursa olsun evde kullanılan eşyânın 
zekâtı verilmez. San’at sâhibleri, sanâyı’cılar, i’mâlâtcılar, ham ve işlenmiş, 
ma’mûl eşyânın zekâtını verirler. Demirbaş eşyânın zekâtı verilmez. Ticâret 
eşyâsından evde kullanılmak için ve ticâret olunan gıdâdan bir senelik ev 
ihtiyâcı için ayrılmış olanların da verilmez. Ya’nî bütün bunlar ve ödenecek 
borçlar, nisâb hesâbına katılmaz. Bütün bu eşyâyı ve yiyecek, içecek ve giyecek 
ve barınacak ev gibi lüzûmlu nafakayı satın almak için sakladığı altın, gümüş ve 
kâğıd paranın hepsi nisâb hesâbına katılır. Ya’nî zekâtları verilir. 
İbni Âbidîn 
“rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki: Ticâret eşyâsının altın ve gümüş üzerinden 
kıymetleri, nisâb mikdârını bulmaz ise ve yanında altın veyâ gümüş de varsa, 
eşyânın kıymeti altın veyâ gümüş kıymetine eklenerek, nisâb temâmlanır. Meselâ, 
yüz dirhem gümüş kıymetinde, satılık buğdayı ile, yine yüz dirhem kıymetinde beş 
miskal altını bulunursa, zekât verecekdir. Çünki, altının ve buğdayın gümüş 
üzerinden kıymetleri ikiyüz dirhem olup, nisâbı doldurmakdadır. 
Yalnız altını 
olan, zekâtını, altın olarak verir. Gümüş olarak kıymeti verilmez. Gümüşün 
zekâtı da, altın olarak verilemez. Yalnız altını veyâ gümüşü veyâ kâğıd parası 
olup da, ticâret eşyâsı bulunmıyan kimse, bunların zekâtı olarak, başka mal 
veremez. Şernblâlînin (Merâkıl-felâh) kitâbında, (Altın ve gümüş yerine, 
bunların kıymeti kadar (Urûz) [Altın ve gümüşden başka, canlı veyâ cansız, her 
çeşid mal] vermek sahîh olur) buyuruyor ise de, o sahîfe temâm okunursa, altın, 
gümüş yerine ticâret yapdığı maldan verileceği anlaşılmakdadır. Nitekim, (Tahtâvî) 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, bu kitâbı açıklarken, (Urûz ticâret malı demekdir) 
diyor. Bütün fıkh kitâblarında da, açıkca bildirildiği gibi, altın veyâ gümüş 
ile birlikde, ticâret eşyâsı da bulunan bir tüccâr, herbiri ayrı ayrı nisâb 
mikdârında olsalar dahî, altın ve gümüş zekâtı olarak da, ticâret malından 
verebilir. 
İbni Âbidîn 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, koyunların zekâtını anlatırken buyuruyor ki: Zekât 
ve uşr ve harâc ve fıtra ve nezr ve keffâret olarak verilecek mallar yerine 
bunların kıymetlerini de vermek câizdir. Ya’nî, bunların kendileri mevcûd olduğu 
hâlde, aynı değerde olan, kendi cinslerinden veyâ başka cinsden zekât malı veyâ 
altın, gümüş para da verilebilir. [Kâğıd para verilmiyeceği aşağıda 
bildirilecekdir.] Hayvanın kıymeti, verileceği gündeki piyasaya göre hesâb 
edilir. Orta dört koyun yerine, semiz üç koyun verilebilir. Fekat, ağırlık ve 
hacm ile ölçülen mal yerine kendi cinslerinden kıymetleri verilemez. Başka 
cinsden kıymetleri verilebilir. Altın ve gümüşün zekâtı ağırlıkları ile, ya’nî 
dartarak verilir. Ticâret için olan hubûbatın ise, hacmları ile, ya’nî ölçek ile 
verilir. Böyle fâiz olabilen [ya’nî vezn veyâ hacm ile ölçülen] malların kendi 
cinsinden, kıymetleri verilmez. Meselâ, beş dirhem bakırlı gümüş yerine, aynı 
kıymetde, dört dirhem saf gümüş verilemez. Beş dirhem hâlis yerine, beş dirhem 
âdî, ya’nî ayârı düşük verilir. Fekat bu sûretde, bile bile vermek mekrûh olur. 
Beş kile âdî buğday yerine, aynı kıymetde olan dört kile hâlis buğday verilemez. 
Bir kile dahâ vermek lâzım olur. Fekat bunlardan herhangi birinin zekâtı olarak 
başka cinsden ticâret malı verilirken, o memleketlerdeki alış kıymeti hesâb 
edilerek verilir. Meselâ, ikiyüz dirhem ağırlığında olan bir gümüş ibrik, san’at, 
işçilik bakımından üçyüz dirhem kıymetinde olsa, bunun zekâtı beş dirhem gümüş 
verilir. Beş dirhem gümüş kıymetinde altın verilemez. Yedi buçuk dirhem gümüş 
kıymetinde altın vermek lâzımdır. Hem altını, hem gümüşü olup, her biri ayrı 
ayrı nisâb mikdârı ise, zekâtları ayrı ayrı dartı ile verilir ise de, yalnız bu 
takdîrde, ya’nî hem altını, hem gümüşü bulunan bir kimse, nisâb mikdârı 
oldukları zemân dahî, fukâraya fâideli olmak, ya’nî geçer akça verilmiş olmak 
şartı ile, kıymeti hesâb edilerek, ikisinden birini vermek de câiz olur. Hem 
altını, hem de gümüşü olup, birisi veyâ her biri, nisâb mikdârından az ise, bu 
vakt, herhangi birinin, diğeri üzerinden kıymeti alınarak birisinin nisâbı 
doldurulabilir ise, öteki yerine de, bu verilir. Yine fukâraya fâideli olan 
hesâb edilmeli ve verilmelidir. [Birinci kısm, 83. cü maddeye bakınız!] Yüz 
dirhem ağırlığında gümüş bir ibriğin işçilik kıymeti ikiyüz dirhem olsa, zekâtı 
lâzım gelmez. Zîrâ zekât, ağırlık ile hesâb edilir. Yüzelli dirhem gümüşü ile, 
kırk dirhem kıymetinde, beş miskal altını olan, zekât verecekdir. Çünki, altının 
gümüşe ilâvesi nisâbı doldurmuyor ise de, gümüşün altına ilâvesinde nisâbı hâsıl 
olmakdadır. Doksanbeş dirhem gümüşü ile, bir miskal altını olsa ve bir miskal 
altın kıymeti, beş dirhem gümüş ise, altın nisâbını doldurduğu için zekât verir. 
Bir kimse, 
zekât niyyeti ile kırkda bir ayırmadan veyâ verirken niyyet etmeden, fakîrlere 
milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünki, ayırırken veyâ kendi 
vekîline veyâ fakîre veyâ fakîrin vekîline verirken niyyet etmesi farzdır. 
Eldeki para ve 
ticâret malı nisâb mikdârı oldukdan sonra, bir sene temâm olmadan, azalıp 
nisâbdan aşağı düşse veyâ dahâ çoğalırsa, zekâta te’sîri olmaz. Ya’nî, sene 
sonunda, nisâb mikdârından az olmaz ise, mevcûdun zekâtı verilir. Sene sonunda 
elinde bulunan paradan, yiyecek, giyecek, ev satın almak, kirâ vermek gibi 
lüzûmlu paraları düşmez. Bütün paranın zekâtını verip kalanı bunlara harc eder. 
Hanefîde ve Şâfi’îde, sene sonu gelmeden önce, nisâb telef olur veyâ telef 
ederse, ya’nî elinde zekât malı nisâb mikdârı kalmazsa, evvelki nisâb sayılmaz 
olur. Yeniden nisâba mâlik olursa, yeniden bir sene dahâ bekleyip, sene sonunda 
da, nisâb elinde kalırsa, bu elindekinin kırkda birini, niyyet ile, ayırıp, 
verir. Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde, nisâb helâk olursa, yine böyledir. Fekat, 
zekâtdan kaçmak için, kendi telef ederse, evvelki nisâb değişmez. Bir sene 
geçdikden birkaç gün sonra, eline çok para, mal gelse, bunun zekâtı hemen 
verilmez. Bir sene sonra, elinde bu da kalırsa, verilir. Alacak başkadır, ele 
geçen başkadır. (Câmi’ur-rümûz) kitâbı, seksenaltıncı sahîfede buyuruyor 
ki, (Nisâba mâlik oldukdan sonra, bir sene temâm olmadan önce satın alınan 
ticâret eşyâsı ve tevellüd ederek veyâ hediyye, mîrâs, vasıyyet sûretleri ile 
ele geçen (Sâime) hayvan ve altın, gümüş, hattâ sene sonuna yakın iken de ele 
geçseler, kendi cinsinden nisâblara eklenerek hepsinin zekâtı birlikde verilir. 
Buradan anlaşılıyor ki, sene temâm oldukdan sonra ele geçenler nisâba eklenmez. 
Ya’nî o senenin zekâtına sokulmayıp, ondan sonra gelen senenin zekâtına 
bırakılır. Yine anlaşılıyor ki, nisâbı olmıyanların eline geçerlerse, bunların, 
o sene zekâtları verilmez). 
                                                |