77 -
İKİNCİ CİLD
- 69.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb,
Muhammed Murâd-ı Bedahşîye yazılmış olup, nemâzın ta’dîl-i erkânı ve tumânîneti
ve câmi’de safların düzeltilmesi ve kâfirlere karşı harbe giderken niyyetin
düzeltilmesi ve teheccüd nemâzı ve yemeklerin halâlden seçilmesine dikkat
olunması bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya
hamd olsun! Onun seçdiği, beğendiği kullarına selâmlar, râhatlıklar olsun!
Mektûbunuz geldi. Arkadaşların, dostların, doğru yoldan ayrılmadıkları
anlaşılarak, çok sevindirdi. Allahü teâlâ, doğruluğunuzu ve doğru yolda
bulunmanızı artdırsın! Arkadaşlarımız ile birlikde verdiğiniz vazîfeyi yapmağa
devâm ediyoruz. Beş vakt nemâzı, elli altmış kişilik cemâ’at ile kılıyoruz,
diyorsunuz. Bunun için, Allahü teâlâya hamdü senâlar olsun! Kalbin Allahü teâlâ
ile olması, bedenin, a’zânın da ahkâm-ı şer’ıyyeyi yapmakla zînetlenmesi, ne
büyük bir ni’metdir. Bu zemânda insanların çoğu nemâz kılmakda gevşek
davranıyor. Tumânînete ve ta’dîl-i erkâna ehemmiyyet vermiyorlar. Bunun için,
siz sevdiklerime, bu noktayı belirtmeğe mecbûr oldum. İyi dinleyiniz!
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”: (En büyük hırsız, kendi
nemâzından çalan kimsedir) buyurdu. Yâ Resûlallah! Bir kimse, kendi
nemâzından nasıl çalar? diye sordular. (Nemâzın rükü’unu ve secdelerini temâm
yapmamakla) buyurdu. Bir def’a da buyurdu ki, (Rükü’da ve secdelerde,
belini yerine yerleşdirip biraz durmayan kimsenin nemâzını Allahü teâlâ kabûl
etmez). Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir kimseyi nemâz
kılarken, rükü’unu ve secdelerini temâm yapmadığını görüp, (Sen nemâzlarını
böyle kıldığın için, Muhammedin “aleyhissalâtü vesselâm” dîninden başka
bir dinde olarak ölmekden korkmuyor musun?) buyurdu. Yine buyurdu ki,
(Sizlerden biriniz, nemâz kılarken, rükü’dan sonra temâm kalkıp, dik durmadıkca
ve ayakda, her uzv yerine yerleşip durmadıkca nemâzı temâm olmaz). Bir kerre
de buyurdu ki, (İki secde arasında dik oturmadıkca, nemâzınız temâm olmaz).
Birgün Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, birini nemâz kılarken,
nemâzın ahkâm ve erkânına riâyet etmediğini, rükü’dan kalkınca, dikilip
durmadığını ve iki secde arasında oturmadığını görüp, buyurdu ki, (Eğer
nemâzlarını böyle kılarak ölürsen, kıyâmet günü, sana benim ümmetimden
demezler). Bir başka yerde de buyurdu, (Bu hâl üzere ölürsen, Muhammedin
“aleyhisselâm” dîninde olarak ölmemiş olursun). Ebû Hüreyre
“radıyallahü anh” buyurdu ki, (Altmış sene, bütün nemâzlarını kılıp da, hiçbir
nemâzı kabûl olmıyan kimse, rükü’ ve secdelerini temâm yapmıyan kimsedir). Zeyd
ibni Vehb “rahmetullahi teâlâ aleyh” birini nemâz kılarken rükü’ ve secdelerini
temâm yapmadığını gördü. Yanına çağırıp, ne kadar zemândır böyle nemâz
kılıyorsun, dedi. Kırk sene deyince, sen kırk senedir nemâz kılmamışsın. Ölürsen
Muhammed Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti [ya’nî dîni] üzere
ölmezsin, dedi.
Taberânînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Evsât)ında bildirilmişdir ki, bir mü’min
nemâzını güzel kılar, rükü’ ve secdelerini temâm yaparsa, nemâz sevinir ve nûrlu
olur. Melekler, o nemâzı göke çıkarır. O nemâz, nemâzı kılmış olana, iyi düâ
eder ve sen beni kusûrlu olmakdan koruduğun gibi, Allahü teâlâ da, seni muhâfaza
etsin, der. Nemâz güzel kılınmazsa, siyâh olur. Melekler o nemâzdan iğrenir.
Göke götürmezler. O nemâz, kılmış olana, fenâ düâ eder. Sen beni zâyı’
eylediğin, kötü hâle sokduğun gibi, Allahü teâlâ da, seni zâyı’ eylesin, der. O
hâlde, nemâzları temâm kılmağa çalışmalı, ta’dîl-i erkânı yapmalı, rükü’u,
secdeleri, (Kavme)yi [ya’nî rükü’dan kalkıp dikilmeği] ve (Celse)yi
[ya’nî, iki secde arasında oturmağı] iyi yapmalıdır. Başkalarının da kusûrlarını
görünce söylemelidir. Din kardeşlerinin nemâzlarını temâm kılmalarına yardım
etmelidir. Tumânînet [ya’nî uzvların hareket etmemesi] ve ta’dîl-i erkânın [Bir
kerre sübhânallah diyecek kadar hareketsiz durmak] yapılmasına çığır açmalıdır.
Müslimânların çoğu, bunları yapmak şerefinden mahrûm kalıyor. Bu ni’met, elden
çıkmış bulunuyor. Bu ameli meydâna çıkarmak çok mühimdir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki,
(Unutulmuş bir sünnetimi meydâna çıkarana, yüz
şehîd sevâbı verilecekdir).
Cemâ’at ile
nemâz kılarken safları düz yapmağa da dikkat etmelidir. Safdan ileride ve geride
durmamalıdır. Herkes, bir hizâda durmağa çalışmalıdır. Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem”, önce safları düzeltir, ondan sonra nemâza dururdu.
(Safları düzeltmek, nemâz kılmanın bir parçasıdır) buyururdu. Yâ Rabbî!
Bizlere, nihâyetsiz rahmet hazînenden nasîb eyle! Hepimizi doğru yoldan ayırma!
Ey mes’ûd ve
bahtiyâr kardeşim! Amel ve ibâdet, niyyet ile dürüst olur. Kâfirlere karşı
muhârebeye giderken, önce niyyeti düzeltmelidir. Ancak, bundan sonra sevâb
kazanılır. Muhârebeye gitmekden maksad, Allahü teâlânın ismini, dînini yaymak ve
yükseltmek ve din düşmanlarını za’îfletmek ve bozguna uğratmak olmalıdır. [Allahü
teâlânın dînini, Onun kullarına ulaşdırmak, insanları küfrden, cehâletden
kurtarıp îmâna, ebedî se’âdete kavuşdurmak olmalı. Adam öldürmek, can yakmak
niyyeti ile cihâda gitmemelidir. Cihâd, kâfirleri zorla küfrden kurtarmakdır.]
Çünki, biz müslimânlara böyle emr edilmişdir ve cihâd da, bu demekdir. Başka
şeylere niyyet ederek, cihâd sevâbından mahrûm kalmamalıdır. Gâzîlerin beyt-ül-mâldan
ma’âş almaları, cihâdı ve cihâd sevâbını bozmaz. [Bütün ibâdetlerin kabûl olması
için de, Allahü teâlâ için yapılması ve böyle niyyet edilmesi şartdır.] Kötü
niyyetler, ibâdeti bozar. Niyyeti düzeltmeli, ma’âş da almalı, cihâda
gitmelidir. Gâzîlik ve şehîdlik sevâblarını beklemelidir. Sizin hâlinize gıbta
ediyor, imreniyorum. Kalbiniz Allahü teâlâ ile, a’zâlarınız, cemâ’at ile nemâz
kılmakla ve ayrıca, din düşmanları, kâfirler ile cihâd etmekle [Allahü teâlânın
dînini kâfirlere yaymakla da] şereflenmekdesiniz. Gazâdan selâmet ile çıkan gâzî
olur, mücâhid olur. Ölen, hâlis şehîd olup, en büyük sevâblara, ni’metlere
kavuşur. Fekat, tekrâr bildireyim ki, bunlar, ancak niyyeti düzeltdikden
sonradır. Hâlis niyyet kalbe gelmezse, böyle niyyet etmeğe, kendinizi zorlamalı
ve bu niyyetin kalbde hâsıl olmasını, Allahü teâlâdan yalvararak istemelidir.
Harbde
kâfirlerin öldürdüğü, sulh zemânında zâlimlerin işkence yaparak öldürdüğü
kimsenin şehîd olması için, ölürken müslimân olması, kalbinde îmân olması
lâzımdır.
[TENBÎH:
Âdem aleyhisselâmdan bugüne kadar, her zemân, her yerde, kötü insanlar iyilere
saldırmışlardır. Allahü teâlâ herşeyi sebebler ile yaratmakdadır. Kötülerin
cezâsını da, kötü insanlar vâsıtası ile vermekdedir. İşkence edenlere dünyâda da
cezâlarını vermekdedir. Kötülerin yanı sıra, iyiler de azâb görmekdedir.
Bunların ve harbde ölenlerin ve kazâda ölen müslimânların hepsi şehîddir.
Dünyâda azâb çeken iyi, suçsuz müslimânlara âhıretde bol ni’metler verilecekdir.
Âhıretde ni’mete kavuşmak için, îmân sâhibi olmak lâzım olduğu din kitâblarında
yazılıdır. Bu kitâblar dünyânın her yerinde çok vardır. Bu kitâbları okuyup da
inanmıyana kâfir denir. İslâmiyyeti işitmiyen kâfir olmaz. İşitince (lâ ilâhe
illallah) diyen ve buna inanan müslimân olur. Bunun ma’nâsı, (Herşeyi
yaratan bir Allah vardır)dır. Müslimân olan, Onun son Peygamberine tâbi’
olur. Birçok yerde, kâfirler, zâlimler, suçsuz müslimânları, kadınları,
çocukları öldürmüşlerdir. Öldürülen müslimânlar, şehîd olur. Öldürülürken,
yapılan işkencelerin acısını duymaz. Ölürken, kabrde verilecek olan Cennet
ni’metlerini görerek çok sevinir. Şehîdler ölürken hiç acı duymaz. Sevinir ve
çok neş’elenir. Cennet ni’metlerine kavuşur. Hadîs-i şerîfde (Müslimânların
kabri Cennet bağçelerindendir) buyuruldu.]
Oradaki
ahbâbıma bir nasîhatim de, (Teheccüd) nemâzını kılmanızdır. [Ya’nî gece
sonuna doğru nemâz kılmalıdır.] Büyüklerimiz, bu nemâzı hep kılmışdı. Size
burada iken de söylemişdim ki, eğer o zemân uyanamaz iseniz, evdekilere
söyleyiniz, sizi her hâl-ü-kârda uyandırsınlar. Sizi, gaflet uykusunda
bırakmasınlar. Böylece, birkaç gece kalkınca, alışarak, kendiniz kolayca kalkar
ve bu se’âdete kavuşursunuz.
Başka bir
nasîhatim de, yenilen lokmalarda, ihtiyâtlı davranmakdır. Bir müslimânın,
heryerde bulduğu, herşeyi yimesi doğru değildir. Lokmaların halâldan mı,
harâmdan mı geldiğini düşünmek lâzımdır. İnsan, başlı başına değildir ki, her
bildiğini, aklına geleni yapsın. Sâhibimiz, yaratanımız var “celle celâlüh”.
Onun emrleri ve yasakları var. Beğendiği ve beğenmediği şeyleri, âlemlere rahmet
olan Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ile, bizlere bildirmişdir.
Sâhibinin, yaratanının beğenmediği şeyleri istiyen, ne kadar bedbaht ve
zevallıdır. Herşeyi sâhibinin izni olmadan kullanmak istiyor. Böyle kimseler,
utansın ki, dünyâda, bu şeylerin gelip geçici sâhiblerine sormadan birşeylerini
kullanmıyor. Bu, hakîkî olmıyan sâhiblerin haklarını gözetiyorlar da, bunların
hakîkî sâhibi, beğenmediği şeyleri, şiddetle, pek sıkı yasak etdiği ve yapanları
ağır cezâlarla korkutduğu hâlde, Onun sözüne iltifât etmiyor, aldırmıyorlar. Bu
hâl, müslimânlık mıdır, yoksa kâfirlik midir? İyi düşünmelidir! Şimdi ecel
gelmemiş, fırsat elden kaçmamışdır. Geçmişdeki kusûrları temâmlamak, düzeltmek
mümkindir. Çünki, (Günâhına tevbe eden, hiç günâh yapmamış gibidir)
hadîs-i şerîfi, kusûru olanlara müjdedir. Fekat bir kimse, bile bile günâh işler
ve herkese bildirir, hiç sıkılmazsa, münâfık olur. Müslimân görünmesi, onu
azâbdan kurtarmaz. Bundan dahâ çok ve dahâ ağır söylemeğe ne lüzûm var? Aklı
olana, bir işâret yetişir.
Şunu da
söyliyeyim ki, korkulu yerlerde ve düşman karşısında ve emîn ve râhat olmak için
(Li îlâfi) sûresini okumalıdır. Tecribe edilmişdir. Her gün ve her gece, hiç
olmazsa, onbirer def’a okumalıdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir yere
gelen kimse Eûzü bikelimâtillâhi-ttâmmâti min şerri mâ haleka okursa, o yerden
kalkıncaya kadar, ona hiçbirşey zarar, kötülük yapmaz). [Korkulu şeyden
kurtulmak ve bir dileğe kavuşmak için, Tâhâ sûresinin otuzyedinci
âyetinden (Velekad)dan, otuzdokuz sonuna (alâ aynî)ye kadar kâğıda
mürekkeble yazıp, bir şeye yedi kerre sarıp, yanında taşımalıdır. Fâidesi çok
görülmüşdür.] Doğru yolda gidenlere, Allahü teâlâ selâmet versin! Âmîn.
Ey gözlerimin nûru, ey cândan yakîn cânân!
Abdülhakîm Arvâsî, hasta rûhlara dermân!
Bizler nerde siz nerde, perdeler feth
olmuyor,
Sizden uzak kaldıkca, kalbler râhat
bulmuyor.
Sohbetden, muhabbetden, dâim konuşurdunuz,
Talebe, hocası ile ölçülür, diyordunuz.
Adım adım, hakîkat yolunu geçmişsiniz!
Rûhları serhoş eden, şerbetden içmişsiniz!
Dünyâ yok gözünüzde, kalb sâhibi ile meşgûl,
Sensin cihânda şimdi, Rabbin en sevdiği kul!
Tevâzû’, büyüklüğün alâmeti derdiniz,
Her hareketinizde bunu gösterirdiniz.
Cihân zûlmetde iken Fehîm nûr saçıyordu,
O haznedeki esrâr, hep size nasîb oldu!
Ya Rabbî! Seyyid Fehîm, ne büyük mürşid
imiş,
ölü kalbi dirilten, bir Hakîm yetişdirmiş.
Resûlullahdan gelen, nûru nakş etmiş size,
En büyük arzûmuzdur, kavuşmak lutfünüze!
Nûra kavuşulur mu, bir rehber olmadıkca?
Kalbleri ihlâs ile, ona bağlamadıkca.
|