76
-
İKİNCİ CİLD - 87.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb,
Efganistânlı Feth hâna yazılmış olup, ta’dîl-i erkânı, ahkâm-ı islâmiyyeye
yapışmağı ve bid’atden kaçınmağı bildirmekdedir:
Allahü teâlâya
hamd olsun! Onun seçdiği, sevdiği iyi insanlara selâmetler, râhatlıklar olsun!
Bu fakîre “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” karşı kıymetli sevginizi ve hâlis
bağlılığınızı bildiren mektûb-ı şerîfiniz geldi. Allahü teâlâ, büyüklerin
sevgisini kalblerimize yerleşdirsin! Mes’ûd ve muhterem ahbâblara birinci
nasîhat, Muhammed Mustafânın “aleyhissalâtü vesselâm” sünnet-i seniyyesine
yapışmakdır. Ya’nî, her müslimânın birinci vazîfesi, islâmiyyete uymakdır ve
islâmiyyetin beğenmediği şeylerden, bid’atlerden kaçmakdır.
Bir kimse, terk
edilmiş, unutulmuş bir sünneti meydâna çıkarırsa, yüz şehîd sevâbı kazanır. Yâ
bir farzı veyâ vâcibi meydâna çıkarmanın sevâbı ne kadar çok olur! O hâlde,
nemâzda, ta’dîl-i erkâna dikkat etmelidir. Ya’nî, rükü’da ve secdelerde ve
kavmede ve celsede tumânînet buldukdan, ya’nî her a’zâ hareketsiz oldukdan sonra
biraz durmalıdır ki, Hanefî âlimlerinin çoğu, buna vâcib demişdir. İmâm-ı Ebû
Yûsüf ve imâm-ı Şâfi’î [ve Mâlik] ise, farz demişdir. Ba’zı Hanefî âlimleri de
sünnet demişlerdir. Müslimânların çoğu, bunu yapmıyor. Bu bir ameli meydâna
çıkarana, Allah yolunda harb edip cânını veren yüz şehîd sevâbından çok sevâb
verilir. Ahkâm-ı şer’ıyyeden hepsi de böyledir. Ya’nî halâl, harâm, mekrûh,
farz, vâcib ve sünnetlerden birini öğretip, gereğini yapdıran, böyle sevâb
kazanır.
Bir kimseden
sebebsiz, zor ile haksız olarak alınan bir kuruşu, sâhibine geri vermek,
yüzlerle lira sadaka vermekden, katkat dahâ sevâbdır. Bir kimse, Peygamberlerin
“alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vesselâm” yapdığı ibâdetleri yapsa, fekat,
üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete
giremiyeceği bildirilmişdir. Boşadığı kadına mehr parasını ödemek de kul
hakkıdır. [İbnî Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beşinci cild,
ikiyüzyetmişaltıncı sahîfede buyuruyor ki, (Başkasının çocuğunu, babasının emri
ile de olsa, döğmek câiz değildir. Hoca, talebesini çalışdırmak için, üç kerre
eli ile döğebilir. Sopa ile vurması câiz değildir).]
Hülâsa, zâhiri,
ya’nî bütün a’zâları ahkâm-ı şer’ıyyeyi yapmakla bezedikden sonra bâtına
teveccüh etmeli, böylece, yapılan ameli gafletden uzak tutmalıdır. Kalbin imdâdı
olmadan a’zânın ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmakla bezenmesi çok güçdür. Âlimler,
böyle olur, şöyle olmaz diye fetvâ verirler. Bunları yapmak ise, Allah
adamlarının işidir. Kalbin temizlenmesine, nûrlanmasına çalışmak, her a’zânın,
ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmasına sebeb olur. Yalnız kalb ile uğraşıp, ahkâm-ı
islâmiyyeye yapışmıyan mülhiddir. Doğru yoldan sapıkdır. Böyle kimselerin
kalblerinde ve rûhlarında birşeyler hâsıl olması, istidrâcdır. Ya’nî, onları
derece derece, yavaş yavaş Cehennemin derinliklerine indirirler. Kalbde ve rûhda
hâsıl olan şeylerin doğru ve iyi olmasına alâmet, bütün a’zânın ahkâm-ı
islâmiyyeye yapışmakla süslenmesidir. Doğru yol, kurtuluş yolu, işte budur!
Allahü teâlâ, hepimizi bu doğru yoldan ayırmasın! Âmîn.
[(Mecelle)nin
otuzikinci maddesinde, (Zarûret içinde olmak, başkasının hakkını gidermez)
diyor. Açlıkdan ölecek olan kimse, başkasının malını, ölümden kurtaracak kadar
yiyebilir ise de, bunun değerini veyâ mislini ödemesi lâzım olur. Başkasının
malını yimek, şerâb içmekden dahâ büyük günâhdır].
Ne iyi O
gözler ki, güzele bakmakdadır.
Ne
tâli’li o kalb ki, Onun için yanmakdadır!
|