| 
 
71 -  
CUM’A NEMÂZI 
Cum’a nemâzı 
onaltı rek’atdir. Bunun iki rek’atini kılmak her erkeğe farz-ı ayndır. 
İnanmayan, ehemmiyyet vermiyen kâfir olur. Öğle nemâzından dahâ kuvvetli 
farzdır. Cum’a nemâzı farz olmak için, iki dürlü şartı vardır: Birincisi (Vücûb 
şartları), ikincisi (Edâ şartları)dır. Edâ şartlarından biri noksân 
olursa, nemâz sahîh olmaz. Vücûb şartları bulunmazsa, sahîh olur. Edâ şartları 
yedidir: 
1. ci şart, 
nemâzı şehrde kılmakdır. (Şehr), cemâ’ati, en büyük câmi’e sığmayan yer 
demekdir. Hanefî mezhebi fıkh âlimlerinin çoğu “rahmetullahi teâlâ aleyhim 
ecma’în” böyle söylemişdir. Bu sözün sahîh olduğu (Velvâlciyye)de de 
yazılıdır. Yâhud islâmiyyetin emrini yapabilecek gücde müslimân vâlî ve hâkimi 
bulunan yere şehr denir. İslâmiyyetin emrlerinin hepsini yapmasa da, insanların 
haklarını, hürriyyetlerini koruması, fitne, fesâdı önlemesi, mazlûmların 
haklarını zâlimlerden alması yetişir. Hükûmetin baskısı ile, hâkim ba’zı 
farzları yapdıramazsa, özr sayılır. 
[Bugün 
hükûmetin tasdîk ve kabûl etdiği muhtârı veyâ jandarma bulunan köyler ve şimdiki 
büyük şehrlerin içinde bulunan nâhiyelerin herbiri yukarıdaki iki ta’rîfe göre 
de, Cum’a nemâzı için ayrı birer şehr sayılmakdadır. Böyle köylerde ve 
nâhiyelerde Cum’a ve bayram nemâzları kılmak, câiz olur. Bundan başka, şâfi’îde, 
kırk kişi Cum’ayı her yerde kılabilir. Başka mezhebde câiz olan birşeye hükûmet 
izn verince, diğer mezhebde de câiz olur. Hükûmet bir mubâhı emr edince, 
yapılması vâcib, men’ ederse, harâm olur. Şehr [il] deyince, yalnız 
zemânımızdaki büyük şehrleri düşünenler, (Bütün bir şehr halkının bir tek câmi’e 
sığmıyacağını açıklamağa ihtiyâc yokdur. Cum’a ile ilgili görüşlerin dîne 
uymadığına, Cum’a nemâzının şartları üzerinde ba’zı yanlışlıklara işâret 
ediyoruz) gibi yazılarla fıkh kitâblarını lekelemeğe  kalkışıyorlar. Kendi 
câhilliklerini anlamayıp da, islâm âlimlerine dil uzatanlara yazıklar olsun! 
Böyle kimselerin yaldızlı ve heyecânlı yazılarına aldanarak, onları din adamı 
sananlar, onlardan dahâ çok zevâllıdırlar]. 
Şehr halkının 
tarla, mezârlık, oyun için yayıldıkları yerler de, şehr sayılır. 
2. ci şart, 
devlet ve hükûmet reîsinin veyâ vâlînin izni ile kılmakdır. Bunların ta’yîn 
etdiği hatîb, kendi yerine başkasını vekîl edebilir. Zemânla birbirlerine vekîl 
olanlardan başkası, Cum’a kıldıramaz. Bir kimse, izn almadan kıldırınca, 
kıldırmak hakkı olan biri, bu kimseye uyarak kılarsa, nemâz kabûl olur. Şehr 
vâlîsi ölse veyâ fitne, karışıklık sebebi ile câmi’e gelemezse, vekîli veyâ 
muâvini veyâ mahkeme hâkimi kıldırsa, câiz olur. Çünki, vâlî ve bunlar, milletin 
din ve dünyâ işlerini görmeğe hükûmet tarafından iznlidir. Bunlar varken, 
cemâ’atin seçeceği bir imâm Cum’a kıldıramaz. Fekat bunlar câmi’e gelmezse veyâ 
din işlerini çevirmeğe iznleri, hakları yoksa, cemâ’atin seçdiği imâm 
kıldırabilir. Bunun gibi, sultân sebebsiz, zulm ederek cemâ’atin toplanmasına 
mâni’ olursa, bir yere toplanıp imâmları bunlara kıldırır. Sultân şehri, şehr 
hâlinden çıkarmak isterse, kılamazlar. Kâfirlerin eline geçen islâm şehrlerinde, 
vâlî ve hâkimler ahkâm-ı islâmiyyeye uygun işliyorlarsa, bu şehrler (Dâr-ül-harb) 
olmaz. (Dâr-ül-islâm) sayılır. Böyle şehrlerde, müslimânların seçdiği 
vâlî, hâkim veyâ bunların veyâ cemâ’atin seçeceği imâm, Cum’a nemâzını kıldırır. 
İbni Âbidîn 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, dördüncü cild, üçyüzsekizinci sahîfede, kâdî, ya’nî 
hâkimleri anlatırken buyuruyor ki, (Kâfirlerin elinde bulunan islâm 
memleketleri, dâr-ül-harb değildir, dâr-ül-islâmdır. Çünki, buralarda küfr 
ahkâmı yayılmamışdır. Böyle yerlerdeki hâkimler müslimândır ve hükûmet 
başkanları müslimândır. Bunlar kâfirlere istemiyerek itâ’at etmekdedir. Müslimân 
idâreciler, kâfirlere istiyerek itâ’at ederlerse, fâsık olurlar. Kâfirlerin 
ta’yîn etdikleri müslimân vâlîlerin, böyle memleketlerde Cum’a ve bayram nemâzı 
kıldırmaları, harâc almaları, hâkim ta’yîn etmeleri ve yetimleri evlendirmeleri 
câizdir. Çünki, millet müslimândır. Vâlînin kâfirlere itâ’ati mecbûrî ve hîle 
olarakdır. Böyle memleketlerde, müslimânların başındaki vâlî de kâfir ise, 
müslimânların seçeceği imâmın Cum’a ve bayram kıldırması ve seçdikleri hâkimin 
şer’î hükmleri makbûl olur. Yâhud, müslimânlar, aralarında bir vâlî seçerler. Bu 
vâlî, hâkimi ve hatîbi ta’yîn eder. Kâfir vâlînin ta’yîn etdiği müslimân hâkimi 
müslimânlar beğenirse, bunun şer’î hükmleri ve nemâz kıldırması da câiz olur. 
Sultâna ısyân edip, birkaç memleketi eline alıp, hükûmet kuran bir müslimânın 
hâkim ve imâm ta’yîn etmesi câiz olur). 
Mekke-i 
mükerremenin Minâ köyünde, hac zemânı Cum’a kılınır. Çünki, o zemân, şehr hâlini 
alır ve vâlî veyâ Mekke emîri de bulunur. Hâcılara kolaylık olmak için Minâda, 
bayram nemâzı afv edilmişdir. Hac vazîfelerini idâre eden me’mûr, ayrıca izni 
yoksa, Cum’a kıldıramaz. Arafâtda kılınamaz. Çünki, boş ovadır. Şehr hâlini 
alamaz. 
Her çeşid 
şehrde, birkaç câmi’de Cum’a nemâzı kılınabilir. Fekat, Hanefî mezhebinin ba’zı 
âlimleri ve üç mezhebin de çoğunluğu, bir câmi’den fazla Cum’a kılınmaz dedi. 
Şehr olduğu şübheli olan yerde de, Cum’anın kabûl olması şübheli olacağından, 
Cum’a nemâzının son sünneti ile vaktin sünneti arasında (Âhır zuhur), 
ya’nî (Son öğle) nemâzı kılmağa niyyet ederek, ayrıca dört rek’at 
kılmalıdır. Bu dört rek’ati kılarken, niyyete (Üzerime farz olan) diye 
eklemelidir. Fekat, (Edâsı, ya’nî kılması farz olan) dememelidir. Çünki, öğle 
nemâzı, öğle vakti farz olursa da, hemen kılmak farz olmaz. İkindiye, dört 
rek’at kılacak zemân kalınca edâsı farz olur. Edâsı dahâ önce farz olmaz. Cum’a 
nemâzı kabûl olmadı ise, bu dört rek’at, (Edâsı farz olan) deyince Cum’a günü 
öğle farzı olmaz. Bir gün önceki öğle farzı olur. Onu da, perşembe günü kılmış 
olduğundan, nâfile olur. (Üzerime farz olan âhır zuhur) deyince, Cum’a gününün 
öğle farzı yerine geçer. Fekat, Cum’a nemâzı kabûl olmuş ise, öğle farzı da 
kılınmış olacağından, bu dört rek’at nâfile olur. Çünki, farz niyyeti ile sünnet 
kılınır. Kazâ nemâzı var ise, bunu kılmış olmaz. Cum’a nemâzı kabûl olunca, öğle 
nemâzı sâkıt olur denirse, perşembe günkü öğleye niyyet edilmiş olur ve yine 
nâfile nemâz olur. Evvelce kılamadığı öğle nemâzı varsa, bunu kazâ etmiş olmaz.
(Üzerime son farz olan kılmadığım öğle nemâzını kılmağa) niyyet edilirse, 
Cum’a kabûl olmuş ise, bu nemâz, kazâ nemâzı yerine geçer ki, böyle niyyet 
uygundur. Kazâsı olmıyan, âhır zuhurun dört rek’atinde de zamm-ı sûre 
okumalıdır. Cum’a nemâzı kabûl olmayıp, öğlenin farzı yerine geçerse, farzda 
sûre okumak zarar vermez. Kazâya kalmış öğle nemâzı olan kimse, sûre okumaz. 
Çünki, Cum’a kabûl olmazsa, öğlenin farzı yerine geçer. Kabûl olmuş ise, kazâ 
yerine geçer. 
3. cü şart, 
öğle nemâzının vaktinde kılmakdır. Öğle ezânı okununca, hemen dört rek’at (Cum’a 
nemâzının ilk sünneti) kılınır. Sonra, câmi’ içinde, ikinci ezân okunur. Sonra 
hutbe okunur. Sonra, cemâ’at ile iki rek’at (Cum’a nemâzının farzı) kılınır. 
Sonra, dört rek’at (son sünneti), bundan sonra, dört rek’at (üzerime farz olan, 
kılmadığım son öğle nemâzını kılmağa) diye niyyet ederek, âhır zuhur nemâzı 
kılınır. Bundan sonra, iki rek’at (vaktin sünneti) kılınır. Cum’a sahîh olmadı 
ise, bu on rek’at, öğle nemâzı olur. Bundan sonra, Âyet-el-kürsî ve tesbîhler 
okunup, düâ edilir. Peygamber efendimiz Cum’anın iki rek’at farzından sonra, 
altı rek’at sünnet kılardı. 
(Eşi’at-ül-leme’ât)da, 
beşyüzbeşinci sahîfede diyor ki, (Emîr-ül-mü’minîn Alî “radıyallahü anh”, Cum’a 
nemâzının farzından sonra altı rek’at dahâ kılınız derdi. Abdüllah ibni Ömer 
“radıyallahü anhümâ” Cum’a farzından sonra altı rek’at dahâ kılardı). Allâme-i 
Şâmî seyyid Muhammed Emîn ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, ikinci cildde, 
İ’tikâfı anlatırken buyuruyor ki, (Bedâyı)da bildirildiği gibi, Cum’a 
nemâzının farzından sonra, İmâm-ı a’zama göre dört rek’at, imâmeyne göre altı 
rek’at sünnet kılınır. Cum’a yalnız bir mescidde kılınır diyenlere göre, dört 
rek’at dahâ (Âhır zuhur) kılmak lâzımdır. Cum’a her mescidde câiz olur 
diyenlere göre, bu dört rek’at nâfile olur. Müstehâb olur. Kılmak lâzım olmaz 
ise de, kılmamalı diyen olmamışdır. Kılmak iyi olur). 
(Fetâvâ-i 
Hindiyye)de 
diyor ki, (Köle, kadın, müsâfir ve hastanın Cum’a nemâzı kılmaları farz 
değildir. Hutbe dinliyenin en az bir erkek olması lâzımdır. Dinliyen hiç yoksa 
yâhud yalnız kadınlar dinlerse, hutbe câiz olmaz. Cemâ’atin en az üç erkek 
olması ve bunların imâm olabilecek kimseler olmaları şartdır. Kadın ve çocuk 
olurlarsa, Cum’a nemâzı sahîh olmaz). 
4. cü şart, 
vakt içinde hutbe okumakdır. Hutbeden sonra, nemâz kıldırmak için, hutbeyi 
dinleyenlerden birini vekîl edebilir. Hutbeyi dinlemeyen kıldıramaz. 
Âlimlerimiz, 
Cum’a hutbesini okumak, nemâza dururken, (Allahü ekber) demek gibidir, dedi. 
Ya’nî, ikisini de, yalnız arabca okumak lâzımdır. Fârisî okumak da olur veyâ her 
dil ile okumak câizdir diyenler de oldu ise de, bu âlimlere göre tahrîmen mekrûh 
olur. Hatîbin, hutbede emr-i ma’rûfdan başka şeyleri, arabca bile söylemesi 
mekrûhdur. Hatîb efendi, içinden E’ûzü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve senâ 
ve kelime-i şehâdet, salât-ü selâm okur. Sonra va’z, ya’nî sevâba ve azâba sebeb 
olan şeyleri hâtırlatır ve âyet-i kerîme okur. Oturup kalkar. İkinci hutbede, 
va’z yerine, mü’minlere düâ eder. Dört halîfenin ismlerini söylemesi lâzımdır, 
müstehabdır. Sultânın, hükûmet adamlarının adlarını söylemesi câiz değildir. 
Bunları, kendilerinde olmıyan sıfatlarla medh etmesi harâmdır. Adâlet ve ihsân 
etmeleri ve düşmanlara gâlib olmaları için, bunlara düâ câiz olur denildi ise 
de, düâ ederken, küfre ve harâma sebeb olacak şey söylememelidir. Hutbeye dünyâ 
sözü karışdırmak harâmdır. Hutbeyi, nutuk, konferans şekline sokmamalıdır. Zâlim 
kimseleri, âdil diye medh eden, din düşmanlarının ölüsüne, dirisine düâ eden, 
kâfir olur. Müslimânı da, yalan sözlerle medh etmek harâmdır. Hutbede va’z 
söylemesi demek, emr-i bil-ma’rûf ve nehy-i anil-münker bildirmesi demekdir. 
Hikâye, siyâset, ticâret ve başka dünyâ işlerini anlatmak demek değildir. 
[Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bir zemân gelecek 
maymun sıfatlı, insan sûretli kimseler, minbere çıkıp, sizlere, din aleyhindeki 
sözleri, dinsizliği, din diye söyliyeceklerdir).] Hatîb efendiler, vâ’ızler, 
bu hadîs-i şerîfde bildirilen kimselerden olmamağa, dinsizliğe âlet olmamağa 
dikkat etmelidir. Müslimânlar, böyle kimselerin hutbelerini, va’zlarını 
dinlememelidir. (Nûr-ül-îzâh Tahtâvî şerhi) ikiyüzseksenbirinci sahîfede, 
(Hutbeyi kısa okumak sünnetdir, uzun okumak mekrûhdur) buyurmakdadır. 
İbni Âbidîn 
hutbeyi ve iftitâh tekbîrini ve nemâzda düâyı anlatırken buyuruyor ki, (Hutbeyi, 
arabîden başka lisân ile okumak, nemâza dururken, başka dil ile iftitâh tekbîri 
almak gibidir. Bu ise, nemâzdaki diğer zikrler gibidir. Nemâz içindeki zikrleri 
ve düâyı arabîden gayrı söylemek ise, tahrîmen mekrûhdur. Hazret-i Ömer yasak 
etmişdir). Nemâzın vâciblerini anlatırken diyor ki, (Tahrîmen mekrûh işlemek, 
küçük günâh olur. Buna devâm edenin adâleti gider). (Tahtâvî)de diyor ki, 
(Küçük günâha devâm eden de fâsık olur. Fâsık olan veyâ bid’at işliyen imâmların 
arkasında nemâz kılmamalı, başka câmi’de kılmalıdır). Eshâb-ı kirâm ve Tâbi’în-i 
ızâm, Asyada ve Afrikada, hutbeleri hep arabî okudu. Çünki, başka dil ile 
okumak, bid’at ve mekrûh olur. Hâlbuki, dinliyenler arabî bilmiyor, hutbeleri 
anlamıyorlardı. Din bilgileri de yokdu. Onlara öğretmek lâzımdı. Fekat, yine 
arabî okudular. Hindistân âlimlerinden Muhammed Viltorînin 1395 [m. 1975] 
târîhli (El-edilletül-kavâti’) kitâbında, (Cum’a ve bayram hutbelerinin 
hepsini veyâ bir kısmını arabîden başka dil ile okumak bid’atdir. Tahrîmen 
mekrûhdur. Hep böyle okuyan imâmın arkasında nemâz kılınmaz) yazılıdır. Bu 
fetvâ, arabîdir. 1396 [m. 1976] da, İstanbulda basdırılmışdır. Bunun için, 
Türkiyedeki islâm âlimleri, altıyüz seneden beri, hutbeleri türkçe okutup, 
milletin anlamasını çok istediler ise de, hutbelerin kabûl olmıyacağını 
düşünerek, buna izn veremediler. Ayrıca, Cum’a vâ’ızları koydular. Bu vâ’ızlar, 
nemâzdan önce veyâ sonra, hutbenin ma’nâsını anlatırdı. Cemâ’at, hutbeyi böylece 
öğrenirdi. 
Seyyid 
Abdülhakîm Efendi “kuddise sirruh” buyurduki, (İbâdet, emrleri yapmak demekdir. 
Kur’ân-ı kerîmi, hutbeyi okumak ibâdetdir. Bunların ma’nâsını anlamak emr 
olunmadı. Bunları anlamak, ibâdet değildir. Kur’ân-ı kerîmi anlamak için, 
yetmişiki yardımcı ilmi ve sekiz temel ilmi öğrenmek lâzımdır. Ancak, bundan 
sonra, Kur’ân-ı kerîmi anlamağa isti’dâd hâsıl olup, cenâb-ı Hak, ihsân ederse, 
anlıyabilir. Herkes anlamalıdır demek, dîne müdâhene etmek olur. Kur’ân-ı kerîmi 
anlamak için, isti’dâdı çok olan on sene, orta olan elli sene çalışmak lâzımdır. 
Bizim gibi az olanlar ise, yüz sene de çalışsak anlıyamayız. İslâmiyyetde ilm 
diye, fâideli bilgilere denir. Fâideli ilm, se’âdet-i ebediyyeyi elde etmeğe, 
ya’nî Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilmdir ki, bunlara, 
(İslâm bilgileri) denir). 
5. ci şart, 
hutbeyi nemâzdan önce okumakdır. Âkıl, bâlig olan erkeklerin yanında okuması 
lâzımdır. Fekat, cemâ’atin işitmesi, anlaması şart değildir. 
[(Hindiyye), 
(Dürr-ül-muhtâr) ve (İmdâd)da diyor ki, (Hutbe okurken, cemâ’at 
olarak, bir erkek bulunması yetişir. Hepsi sağır olsalar veyâ uyusalar, hutbe 
sahîh olur. Hiç erkek bulunmasa, kadınlar dinleseler, hutbe sahîh olmaz). 
Görülüyor ki, cemâ’atin hutbeyi anlamaları zarûret değildir. Çünki, duymaları 
bile lâzım değildir. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Hutbeyi başka dil ile 
okumak, nemâza dururken, (Allahü ekber) demek gibidir. Nemâz içindeki düâ 
ve tesbîhler de böyledir). İbni Âbidîn buyuruyor ki, (İmâm-ı a’zama göre, arabî 
okuyabilen imâmın da bunları başka dil ile söylemesi câizdir. Fekat mekrûhdur. 
İki imâma göre ise, arabî okuyabilen imâmın, bunları başka dil ile okuması câiz 
değildir. [İmâm-ı a’zamın da bu kavle rücû’ etdiği (Mecma’ûl-enhür)de 
yazılıdır.] (Velvâlciyye)de, nemâz tekbîrini söylemek ibâdetdir. Allahü 
teâlâ, başka dil ile söylenmesini sevmez diyor. Bunun için, hepsini veyâ bir 
kısmını başka dil ile okumak, câiz olunca da, ibâdet içinde tahrîmen, ibâdet 
dışında tenzîhen mekrûh olur. Nemâzda ayakda, âyet-i kerîmeleri başka dil ile 
okumanın câiz olmadığı ise, sözbirliği ile bildirildi. Fetvâ da böyledir). Diğer 
üç mezheb imâmı da, iki imâmımız gibi ictihâd buyurarak, arabî okuyabilenin, 
başka dil ile okuduğu hutbe sahîh olmaz demişlerdir. (Bedâyı’)da diyor 
ki, (Hutbenin bir kısmını arabî, bir kısmını da başka dil ile okumak, arabî 
nazmı bozar. Bu ise mekrûhdur). Başka dil ile okuyan, Selef-i sâlihînin yolundan 
ayrılmış, bid’at işlemiş olur. Yoldan sapanların Cehenneme gideceği, Nisâ 
sûresinin yüzondördüncü âyetinde bildirilmişdir. İbâdet yaparken televizyon, ho-parlör 
kullananların da, bu [114]. âyet-i kerîmeyi düşünmeleri lâzımdır]. 
İmâm-ı a’zama 
göre, yalnız (Elhamdü lillah) veyâ (Sübhânallah) yahûd (Lâilâhe illallah) 
demekle hutbe okunmuş olur. Fekat tenzîhen mekrûh olur. İki imâma göre, en az, 
Ettehıyyâtü okuyacak kadar uzatmak lâzımdır. İki kısa hutbe yapmak sünnetdir. 
İki hutbe arasında oturmamak günâhdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve 
sellem” Cum’a hutbesinde bir âyet veyâ sûre okurdu. Hutbede ve her yerde, sûre 
okurken, E’ûzü ve besmele okunur. Âyet-i kerîme okurken, âlimlerin çoğuna göre, 
yalnız E’ûzü okunur. Besmele okunmaz. Hatîbin siyâh cübbe giymesi ve hutbeden 
önce, minberin sağ yanında sünnet kılması sünnetdir. Hutbeyi ayakda okumak 
sünnetdir. 
6. cı şart, 
Cum’a nemâzını cemâ’at ile kılmakdır. İmâmdan başka, hanefîde üç, şâfi’îde kırk, 
mâlikîde oniki erkek yetişir. Hutbeyi dinleyen cemâ’atin hepsi gidip, 
başkalarının kılmaları câizdir. Hanefîde, müsâfir ve hasta ile de cemâ’at hâsıl 
olur. 
7. ci şart, 
Câmi’in herkese açık olmasıdır. Kapıyı kilitleyip içerde kılınırsa, câiz olmaz. 
Fekat fitneye sebeb olmamak için, kadınları Cum’a nemâzına câmi’e sokmamak, 
nemâza zarar vermez. 
Cum’a nemâzının
(Vücûb şartları) dokuzdur. Ya’nî, bir kimseye farz olması için dokuz şart 
lâzımdır ki, şunlardır: 1- Şehrde, kasabada oturmakdır. Müsâfirlere ve köylülere 
farz değildir. Şehrde bulunup ezânı işiten köylüye farz olur. Evi, şehrin 
kenârından bir fersah, ya’nî bir sâat [altı kilometre] uzakda olanlara farz 
olur. 2- Sağlam olmakdır. Hastaya ve hastayı bırakamıyan hastabakıcıya ve çok 
ihtiyâra farz değildir. 3- Hür olmakdır. İşçilere, me’mûrlara, askerlere Cum’a 
nemâzı farzdır. Patronlar, müdîrler bunları nemâzdan men’ edemez. Yol uzak olup, 
birkaç sâat işden kalırsa, ücretlerinden kesebilirler. 4- Erkek olmakdır. Cum’a 
nemâzı kadınlara farz değildir. 5- Âkıl ve bâlig olmakdır. 6- Kör olmamakdır. 
Yolda götüren olsa bile, a’mâ olana farz değildir. Yardımcısız câmi’e gidebilen 
a’mâya, hastaya ve şaşıya farzdır. 7- Yürüyebilmekdir. Nakl vâsıtası olsa bile 
felcliye, ayaksıza farz değildir. 8- Mahbûs olmamak ve düşman korkusu, 
hükûmetden, zâlimden korkusu olmamakdır. 9- Çok yağmur, kar, fırtına, çamur 
olmamakdır. Çok soğuk olmamakdır. 
Bu özrlerden 
biri bulunan erkek, isterse Cum’a nemâzı kılabilir. Cum’a nemâzının kadınlara 
farz olmadığını bildiren hadîs-i şerîfler, (Tefsîr-i Mazherî)de ve (Mişkât-ül-mesâbîh)de 
yazılıdır. 
Müsâfir ve 
hasta Cum’a nemâzı kıldırabilir. Özrsüz Cum’a kılmıyanın, Cum’a kılınmadan önce, 
şehrde öğle kılması harâmdır. Sonra ise, kılması farzdır. Özr ile Cum’a 
kılmıyanların, öğle nemâzını şehrde cemâ’at ile kılmaları mekrûhdur. 
İmâm otururken 
veyâ secde-i sehv yaparken yetişen, imâma uyar. İmâm selâm verince, kalkarak iki 
rek’at Cum’a nemâzını temâmlar. Bayram nemâzına geç yetişen de böyle yapar. 
İmâm minbere 
çıkınca, cemâ’atin nemâz kılması ve konuşması harâm olur. Hatîb efendi düâ 
ederken, cemâ’at sesle âmîn demez. İçinden sessiz denir. Salevâti de ses ile 
değil, kalb ile söylerler. Kısacası, nemâz kılarken yapması harâm olan her şey, 
hutbe dinlerken de harâmdır. Uzakda olup, hutbeyi işitmiyenlere de harâmdır. 
Akreb, hırsız, kuyu gibi zararlı şeyleri, zararları dokunacak olana, bunu 
söyleyip kurtarmak câizdir. El ile, baş ile işâret ederek bildirmek iyi olur. 
Müezzinlerin hutbe arasında bağırarak, birşey okuması mekrûhdur. 
Cum’a nemâzı 
için, birinci ezânı işiten her müslimânın işini, alış verişini bırakıp nemâza 
gitmesi farzdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında birinci 
ezân yokdu. Yalnız minberin önünde okunurdu. Osmân “radıyallahü anh” halîfe 
iken, birinci ezânı da emr etdi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” 
minberi, mihrâbın sol tarafında idi ve üç basamak idi. [Mihrâb önünde kıbleye 
karşı duran kimsenin sağ tarafında minber ve sol tarafında (Hucre-i se’âdet) 
bulunur.] Hutbenin ikinci kısmını, aşağı basamağa inip okuyup, sonra tekrâr 
yukarı basamağa çıkmak, çirkin bir bid’âtdir. 
Hutbe ile nemâz 
arasında hatîb efendinin dünyâ işlerinden söylemesi tahrîmen mekrûhdur. Farzları 
yapmağı, harâmlardan kaçınmağı söyliyebilir. Hutbeden olmıyan şeyleri 
söyleyerek, nemâzı gecikdirirse, hutbesi kabûl olmaz. Hutbeyi tekrâr okuması 
lâzım olur. Çocuğun hutbe okuması câiz olup, nemâzı imâm kıldırır. Cum’a günü, 
öğleden evvel sefere çıkmak câizdir. Öğleden sonra Cum’a kılmadan çıkmak 
mekrûhdur. 
Mekke-i 
mükerreme ve Bursa gibi, harb ile alınan şehrlerde, minbere çıkarken sol eline 
kılınc alır. Kılınca dayanarak okur. 
Yemek yirken, 
ezân okunursa, nemâz vakti kaçacaksa, yemeği bırakır. Cemâ’ati kaçıracaksa, 
yemeği bırakmaz. Yalnız kılar. Cum’a nemâzı cemâ’atini kaçırmaz. 
Köylü Cum’a 
nemâzı için ve alış veriş için şehre gelirse, nemâz niyyeti fazla ise, Cum’a 
nemâzına gitmek sevâbına kavuşur. Nemâz sevâbı başkadır. Bu sevâba herhâlde 
kavuşur. Dünyâ işi de düşünerek yapılan her ibâdet böyledir. [Hac bahsi başına 
bakınız!] 
Hutbe 
başlamadan önce, omuza, elbiseye basmamak üzere, minbere veyâ mihrâba yakın 
olmak için saflar arasından geçmek câizdir. Hutbe okunurken yer değişdirmek, 
yanındakine sıkıntı vermek harâmdır. Cemâ’at arasında dolaşarak dilenmek ve buna 
sadaka vermek harâmdır. Böyle dileneni câmi’den çıkarmalıdır. 
Cum’a günleri 
düânın kabûl olacağı bir ân vardır. Bu ân, hutbe ile Cum’a nemâzı içindedir 
diyenler çokdur. Hutbe dinlerken, düâ kalbden olur. Ses çıkarmak câiz değildir. 
Bu ân her şehr için başkadır. Cum’a günü, gecesinden dahâ kıymetlidir. Gecesinde 
veyâ gündüzünde (Sûre-i Kehf) okumak çok sevâbdır. 
[Tefsîr-i Mazherî.] 
Cum’a nemâzı 
için gusl abdesti almak, güzel koku sürünmek, yeni, temiz giyinmek, saç, tırnak 
kesmek, câmi’de buhor [koku] yakmak, (Tebkîr) [câmi’e erken gelmek] 
sünnetdir. (Dürr-ül-muhtâr)da, beşinci cildde buyuruyor ki, (Her 
müslimânın Cum’a günleri, Cum’a nemâzından önce veyâ sonra başını traş etmesi ve 
tırnaklarını kesmesi sünnetdir. Nemâzdan sonra kesilmesi efdaldir. Nitekim 
bunlar, hacdan sonra yapılır. Cum’a günü kesemiyen, başka günlerde kesmelidir. 
Sonraki Cum’a günü kesmeği beklememelidir. Harbde tırnakları ve bıyıkları 
uzatmak müstehabdır. Her Cum’a günü yıkanarak ve koltuk ve kasık kıllarını traş 
ederek temizlemek müstehabdır. Kılları ilâc ile [Rosma pudrası ile, jilet ile] 
veyâ yolarak almak câizdir. Onbeş günde bir traş etmek de câizdir. Kırk günden 
fazla, traş etmemek tahrîmen mekrûhdur). Dübür kıllarını izâle etmenin de 
müstehab olduğu Tahtâvînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” İmdâd hâşiyesinde 
yazılıdır. 
Tırnağı uzun 
olanın rızkı meşakkat ile, sıkıntı ile hâsıl olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki,
(Cum’a günü tırnağını kesen kimse, bir 
hafta, belâlardan emîn olur). 
Bıyık kazımak 
bid’atdir. Bıyıkları kırkarak, kaşlar kadar kısaltmak sünnetdir. Sakalı 
[çenedeki ile birlikde] bir tutam uzatmak ve bundan fazlasını kesmek sünnetdir. 
Sakalın ve bıyığın arasında bulunan beyâz kılı yolmak câizdir. Sakalın bir 
tutamdan fazla uzun olması, aklın az olmasına alâmet olur, denildi. 
[Tebyîn]de 
ve bunun Şelbî’ “rahmetullahi teâlâ aleyh” hâşiyesinde, guslün farzlarını 
anlatırken diyor ki, (Müslimdeki hadîs-i şerîfde on şey sünnetdir: 
Bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvâk kullanmak, mazmaza, istinşak, tırnak 
kesmek, ayak parmaklarını yıkamak, koltuk altını temizlemek, kasıkları 
temizlemek, su ile istincâ buyuruldu). Sakal uzatmanın sünnet olduğunu bu 
hadîs-i şerîf açıkca bildirmekdedir. Sakalı bir tutam uzatmak ve bir tutamdan 
fazlasını kesmek sünnetdir. Ba’zılarının yapdığı gibi yanakları kazıyıp, yalnız 
çenede sakal bırakmak, bu sünneti, değişdirmek olur. Sakalı bir tutamdan kısa 
bırakmak da, sünnete uygun değildir. Sünnete uymak niyyeti ile kısa sakal 
bırakmak bid’at olur. Harâm olur. Böyle kısa sakalı bir tutama kadar uzatmak 
vâcib olur. Âdet olduğu için, herkese uymuş olmak için sakal kazımak mekrûh 
olur. Zâlimler arasında kalıp, alay edilmemek, eziyyet görmemek için veyâ harâm 
ve küfr işlememek, yâhud farzları yapabilmek için, nafaka kazanmak, gençlere emr-i 
ma’rûf ve nehy-i anilmünker yapabilmek için, dîn-i islâma hizmet edebilmek, 
mazlûmlara yardım edebilmek, fitne çıkmasını önlemek için, sakalı büsbütün traş 
etmek câiz ve lâzım olur. Bu sayılan şeyler, sünneti terk etmek için özr olur, 
fekat, bid’at işlemek için özr olmazlar. 
(El-halâl 
vel-harâm) 
kitâbında diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, Müşriklere muhâlefet ediniz. Sakalınızı 
uzatınız! buyuruldu. [Bu kitâbın yazarı olan Yûsüf Kardâvî, önsözünde 
mezhebsiz olduğunu i’lân etdiğinden, yazıları sened olamaz ise de, bu hadîs-i 
şerîfi Ehl-i sünnete uygun açıklamışdır.] İbni Teymiyye, bu hadîs sakal 
kazımanın harâm olduğunu gösteriyor, dedi. (Feth)de, Iyâddan alarak, 
mekrûhdur, denildi. Mubâh diyenler de oldu. Doğrusu, hadîs-i şerîf, sakal 
uzatmanın vâcib olduğunu göstermiyor. Yehûdî ve Nasârâ, sakal boyamaz. Siz 
onlara muhâlefet edip boyayınız! hadîs-i şerîfine bakarak, sakal boyamanın 
vâcib olduğunu söyliyen âlim olmamışdır. Bu hadîs-i şerîfler, müstehab olduğunu 
göstermekdedir. Selef-i sâlihîn sakal kazımazdı. Çünki, o zemân, sakal uzatmak 
âdet idi). Sakala kıymet vermiyen kâfir olur. Yüzünü, kadın gibi parlak yapmak, 
kadınlara benzemek için sakal kazıtmak, çeneyi kazıyıp, yanaklar üzerinde 
uzatmak harâmdır. Çünki, erkeklerin kadınlara ve kadınların erkeklere 
benzemeleri harâmdır. Kadınlara benzemeği düşünmeyip, genç ve güzel görünmek 
için sakal kazımanın mekrûh olduğu, (Kimyâ-i se’âdet)de, abdestin sonunda 
yazılıdır. Kadının saçını özrsüz kazıması mekrûhdur. Erkeklere benzeterek 
kazıması, traş etmesi harâm olur. Kadınların saçlarını biraraya toplıyarak, 
başda, ensede, deve hörgücü gibi, topuz yapmaları, hadîs-i şerîf ile yasak 
edilmişdir. Bu hadîs-i şerîf, (Berîka) ve (Hadîka)da ve Yûsüf 
Kardâvînin (El-halâl vel-harâm fil-islâm) kitâbında, yazılıdır. Kadının 
uzun saçını örtmesi güç veyâ fitneye sebeb olduğu zemân, kulak yumuşağına kadar 
kesip kısaltması câiz olur. 
(Hadîkat-ün-nediyye)de 
yüzkırkbirinci sahîfede diyor ki, (Sünnet iki dürlüdür: Sünnet-i hüdâ ve 
sünnet-i zevâid. Sünnet-i hüdâ, câmi’de i’tikâf etmek, ezân, ikâmet okumak, 
cemâ’at ile nemâz kılmak gibidir. Bunlar, islâm dîninin şi’ârıdır. Bu ümmete 
mahsûsdurlar. [Çocukların sünnet edilmelerinin de böyle olduğu, İbni Âbidînin 
son cildinin sonunda yazılıdır.] Bir şehr halkı, bu sünnetlerden birini terk 
ederse, bunlarla harb edilir. Beş vakt nemâzdan üçünün revâtib, ya’nî müekked 
sünnetleri de böyledir. Sünnet-i zevâid, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve 
sellem” giyim, yimek, içmek, oturmak, barınmak, yatmak ve yürümekdeki âdetleri 
ve iyi işlere sağdan başlamak, sağ el ile yiyip içmek gibidir). İkinci cildin 
beşyüzseksenikinci sahîfesinde diyor ki, (Ba’zı hadîs-i şerîflerde sakal boyamak 
emr olundu. Ba’zılarında da yasak edildi. (Hıristiyanlar boyar, Siz 
boyamayınız. Onlara benzemeyiniz!) buyuruldu. Bunun için, selef-i sâlihînden 
bir kısmı boyadı. Bir kısmı boyamadı. Çünki, buradaki emre ve yasağa uymak vâcib 
değildir. Bunun için, bu işde, bulunulan şehrin âdetine tâbi’ olunur. Âdete 
uymamak şöhret olur. Mekrûh olur). Hindistân âlimlerinden Şâh Veliyyullah-ı 
Dehlevînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Et-tefhîmât) kitâbının ikinci 
cildi, üçyüzyirmidördüncü sahîfesinde, büyük âlim Muhammed Senâüllah Pâni-pütî 
buyuruyor ki, (Resûlullah “sallallahü aley hi ve sellem”, baş örtüsü ile başını 
örter, antâri, tasmalı ayakkabı ve benzerlerini giyerdi. Halîfe Ömer 
“radıyallahü anh” da, Azerbaycândaki askerlerine mektûb yazarak, böyle 
giyinmelerini emr eyledi. Fekat şimdi, böyle giyinmek âdet değildir. Memleketde 
âdet olan şeyler giyilmezse, şöhret olur. Parmakla gösterilmeğe, fitneye sebeb 
olur. Hadîs-i şerîfde, (İnsanın parmakla gösterilmesi, kendisine kötülük 
olarak yetişir) buyuruldu. Bunun için, giyinmekde, müslimânların âdetlerine 
uymak lâzımdır. Hazret-i Ömer zemânında, antâri, baş örtüsü ve tasmalı ayakkabı 
giymek mü’minlerin âdeti idi. Böyle giyinmek, imtiyâza, şöhrete ve parmakla 
gösterilmeğe sebeb olmazdı.) Şimdi ise olur. İmâm-ı Rabbânî, üçyüzonüçüncü 
mektûbda buyuruyor ki, (Kıymetli hanefî kitâblarından anlaşılıyor ki, islâm 
kadınları, önü açık antâri ile örtünürlerdi. Kadınların, önü açık antâri 
giydikleri yerde, erkeklerin önü kapalı giymeleri, önü kapalı giydikleri yerde 
ise, önü açık antârî giymeleri lâzımdır. Şöhret âfetdir. Felâkete sebeb olur). 
İkiyüzseksensekizinci mektûbda buyuruyor ki, (Fitneyi uyandırana, Allah 
la’net etsin!) hadîs-i şerîfdir. 
(Eşi’at-ül-leme’ât)in 
birinci cild, ikiyüzonikinci sahîfesinde, (On güzel şey, Peygamberlerin 
sünnetidir) hadîs-i şerîfini açıklarken, sakal uzatmanın bu on şeyden biri 
olduğunda sözbirliği bulunmadığını bildiriyor. (Tergîb-üs-salât) 
kırkikinci faslında, bu on şeyi ve bunların (sünnet-i hüdâ) olduklarını 
yazıyor. Bunların arasında, sakal uzatmak yokdur. (Eşi’a)da sakalı bir 
tutam uzatmak, vâcibdir denilmişdir. Hadîs-i şerîfde bu on şeye açıkca sünnet 
denildiği hâlde, sakal uzatmağı bunlardan ayırarak vâcib demesi, sakalı sünnete 
uygun olarak uzatmak âdet olan yerlerde, sakal kazımanın ve bir tutamdan kısa 
yapmanın fitneye sebeb olacağı içindir. Çünki, şöhrete, fitneye sebeb olan bir 
işi yapana hadîs-i şerîfde la’net edilmişdir. Sakal bırakmanın âdet olduğu 
yerlerde, sakal kazımak fitneye sebeb olacağı gibi, sakal traşının âdet hâline 
getirildiği yerlerde sakal bırakmak da, fitneye sebeb olabilir. Bir tutamdan 
kısa bırakmak ise, bid’at olur. Bu fitneye düşmemek ve bid’at işlememek için, 
bulunduğu memleketin âdetine uyarak sakalını traş etmesi vâcib olur. (Hadîka)nın 
yüzkırksekizinci sahîfesinde, (Bid’at işlemek, sünneti terk etmekden dahâ 
zararlıdır. Bid’ati terk etmek lâzımdır. Sünneti yapmak lâzım değildir) 
demekdedir. Çünki, mubâh ve câiz olan şeylerde ve sünnet-i zevâidde, memleketin 
âdetine uymak, fitne çıkarmamak lâzımdır. Fekat farz, vâcib, sünnet-i hüdâ olan 
şeyleri yapmakda ve harâmdan, mekrûhdan ve bid’atden sakınmakda âdete uyulmaz. 
Bunlar, ancak fıkh kitâblarında bildirilmiş olan özrlerle ve ancak izn verildiği 
kadar değişdirilebilirler. Sakal bırakmanın islâmın şiârı olmadığını, islâm 
dînine mahsûs olmadığını, bunun için sünnet-i hüdâ olmadığını yukarıdaki hadîs-i 
şerîf açıkca göstermekdedir. Görülüyor ki, sakal bırakmak sünnet-i zevâiddir. 
Din görevlilerinin hiçbir zemân, ya’nî âdete uyarak da, sünnet-i zevâidi ve 
müstehabları da terk etmeleri câiz değildir. Bunlar, her zemân bir tutam sakal 
bırakmalıdır. Sakalı bir tutamdan kısa yapmak sünneti değişdirmek olur. Kısa 
sakala sünnet demek, bid’at olup, büyük günâhdır. Sakalın [Çenedeki ile birlikde] 
bir tutamdan kısa olmasına hiçbir âlimin mubâh demediği fıkh kitâblarında 
yazılıdır. Bir tutam, dört parmak genişliğidir. Çeneyi alt dudak kenârından 
avuclıyarak ölçülür. Sakalı olanın, guslde sakal diplerindeki deriyi ıslatması 
farzdır. Islatmazsa, guslü ve abdesti ve dolayısı ile nemâzı sahîh olmaz. 
Erkeklerin 
saçını sakalını siyâhdan başka renge boyaması câizdir. Siyâha boyamağa da câiz 
diyen oldu. Elini ayağını, tırnağını boyaması câiz değildir. Çünki kadınlara 
benzemek olur. Kadınların, yabancı erkeklere göstermemek şartı ile ve abdestde, 
guslde yıkamağa mâni’ olmıyan boya ile boyamaları câizdir. 
Muhammed Hâdimî 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin (Berîka) kitâbının [1284] 
İstanbul baskısında, ikinci cildi, 1229. cu sahîfesinde buyuruyor ki, 
(Kadınların saçlarını ve erkeklerin sakallarını kazımaları câiz değildir. 
Kadının sakalı olursa, kazıması câizdir. Hadîs-i şerîfde, (Bıyıklarınızı 
kısaltınız! Sakalınızı uzatınız!) buyuruldu. Bu emre göre, sakal kazımak 
sünnete muhâlif olur. Bu hadîs-i şerîf, vücûbu gösterseydi, sakal kazımak harâm 
olurdu. (Tâtârhâniyye) kitâbında, (Tecnis)den alarak diyor ki, bu 
hadîs-i şerîf, sakalı kazımayınız ve bir tutamdan kısa yapmayınız demekdir. 
Tahâvîden alındığı bildirilerek söylenen, (Sakalını kazıyan veyâ bir tutamdan 
kısa kesen kimsenin imâm olması câiz olmaz. Yalnız kıldığı nemâzı da mekrûh 
olur. Dünyâda ve âhıretde mel’ûn ve merdûddur) gibi sözlerin ve (Tefsîr-i 
Kurtubî)den alındığı bildirilen bunlara benzer sözlerin aslı yokdur, sâbit 
olmamışlardır). 1336. cı sahîfesinde buyuruyor ki, (Kadınların da kaşlarını 
yolarak inceltmeleri harâmdır. Alın, yanak, çene üzerinde çıkan kıllarını 
yolmaları, kazımaları câizdir). Kesilen saçı, sakalı ve diğer kılları ve 
tırnakları gömmeli veyâ kabr üzerine, basılmıyan yere koymalı veyâ denize 
bırakmalıdır. Halâya, bulaşık çukuruna atmak mekrûhdur. Tırnağı diş ile koparmak 
mekrûhdur. Baras hastalığı yapar. Kadınların kesilen parçaları, erkeklere 
göstermesi harâmdır. 
Erkeklerin başı 
kazımaları veyâ saçları uzatıp, tarayıp ikiye ayırmaları sünnetdir. Saç 
bükmeleri, örmeleri mekrûhdur. (Bahr-ür-râık)da, (El-kerâhiyye) kısmında 
diyor ki, (Erkeğin başının ortasını kazıyıp, etrâfındaki saçlarını uzatması 
câizdir. Fekat, sarkan saçlarını büküp fitil yapması mekrûh olur. Çünki, fitil 
yapması, ba’zı kâfirlere teşebbüh [benzemek] olur). Buradan da anlaşılıyor ki, 
kâfirlerin âdetlerine benzediği için men’ olunan şeyi yapmak, harâm olmuyor, 
mekrûh oluyor. Bunun için, (Müşriklere benzemeyiniz. Sakal uzatınız!) ve
(Nemâzınızı na’lın ile kılın. Yehûdîlere benzemeyin!) hadîs-i şerîfleri, 
sakal kazımanın ve çıplak ayak ile nemâz kılmanın, mekrûh olduğunu 
göstermekdedir. Mekrûhların 25. cisine bakınız! 
Yalnız Cum’a 
günleri oruc tutmak ve yalnız Cum’a geceleri teheccüd kılmak mekrûhdur. Güneş 
tepede iken, [ya’nî öğle nemâzının vaktinden temkin zemânı kadar evvel olan 
zemân içinde], her nemâzı kılmak harâmdır. Bu zemânda, her nemâzı kılmanın, 
Cum’a günleri de harâm olduğu sözü dahâ kuvvetlidir. 
Cum’a günü, 
rûhlar toplanır ve birbirleri ile tanışırlar. Kabrler ziyâret edilir. Bugün kabr 
azâbları durdurulur. Ba’zı âlimlere göre, mü’minin azâbı artık başlamaz. Kâfirin 
Cum’a ve Ramezânda yapılmamak üzere, kıyâmete kadar sürer. Bugün ve gecesinde 
ölen mü’minler kabr azâbı hiç görmez. Cehennem, Cum’a günü çok sıcak olmaz. Âdem 
“aleyhisselâm” Cum’a günü yaratıldı. Cum’a günü, Cennetden çıkarıldı. 
Cennetdekiler, Allahü teâlâyı Cum’a günleri göreceklerdir. 
Aşağıdaki yazı
(Riyâd-un-nâsıhîn)den terceme edildi: 
Allahü teâlâ, 
Cum’a gününü müslimânlara mahsûs kılmışdır. Cum’a sûresi sonundaki âyet-i 
kerîmede meâlen; (Ey îmân etmekle şereflenen kullarım! Cum’a günü, öğle ezânı 
okunduğu zemân, hutbe dinlemek ve Cum’a nemâzı kılmak için câmi’e koşunuz. Alış 
verişi bırakınız! Cum’a nemâzı ve hutbe, size, başka işlerinizden dahâ 
fâidelidir. Cum’a nemâzını kıldıkdan sonra, câmi’den çıkar, dünyâ işlerinizi 
yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü teâlâdan rızk bekliyerek çalışırsınız. 
Allahü teâlâyı çok hâtırlayınız ki, kurtulabilesiniz!) buyuruldu. Nemâzdan 
sonra, istiyen işine gider çalışır. İstiyen câmi’de kalıp, nemâz, Kur’ân-ı 
kerîm, düâ ile meşgûl olur. Nemâz vakti alış veriş sahîhdir. Fekat, günâhdır. 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir müslimân, Cum’a 
günü gusl abdesti alıp, Cum’a nemâzına giderse, bir haftalık günâhları afv olur 
ve her adımı için sevâb verilir). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, 
(Günlerin en kıymetlisi Cum’adır. Cum’a günü, bayram günlerinden ve aşûre 
gününden dahâ kıymetlidir. Cum’a, dünyâda ve Cennetde mü’minlerin bayramıdır).
Bir hadîs-i şerîfde, (Cum’a nemâzı kılmıyanların kalblerini, Allahü teâlâ 
mühürler. Gâfil olurlar) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, mâni’ 
yok iken, üç Cum’a nemâzı kılmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Ya’nî, 
iyilik yapmaz olur) buyurdu. Özrü yok iken, birbiri arkasında üç Cum’a 
nemâzına gitmiyen kimse münâfık olur. Ebû Alî Dekkak ölürken üç şey nasîhat 
eyledi: (Cum’a günü gusl abdesti alınız! Her akşam abdestli olarak yatınız! Her 
hâlinizde, Allahü teâlâyı hâtırlayınız!) Bir hadîs-i şerîfde, (Cum’a 
günlerinde bir ân vardır ki, mü’minin o ânda etdiği düâ red olmaz) buyurdu. 
Ba’zıları, bu ân, ikindi ile akşam ezânları arasındadır, dedi. Fârisî (Tergîb-üs-salât) 
kitâbındaki hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Cum’a günü sabâh nemâzından önce, 
üç kerre Estağfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyelkayyûme ve etûbü 
ileyh okuyanın, kendinin ve anasının ve babasının bütün günâhları afv olur). 
[Kul haklarını ve kazâya kalan farzları ödemek ve harâmlardan vaz geçmek şartdır.] 
Bir hadîs-i şerîfde, (Cum’a nemâzından sonra, yedi def’a İhlâs ve 
Mu’avvizeteyn okuyanı, Allahü teâlâ, bir hafta, kazâdan, belâdan ve kötü 
işlerden korur) buyurdu. Cum’a günü yapılan ibâdetlere en az, iki kat sevâb 
verilir. Cum’a günü işlenen günâhlar da, iki kat yazılır. Bir hadîs-i şerîfde 
buyuruldu ki, (Cumartesi günleri 
yehûdîlere, pazar günleri nasârâya verildiği gibi, Cum’a günü, müslimânlara 
verildi. Bugün, müslimânlara hayr, bereket, iyilik vardır). 
Cum’a günleri 
ve hergün şu (istigfâr düâsı)nı çok okumalıdır: 
Allahümmagfir lî ve li âbâî ve ümmehâtî ve li 
ebnâî ve benâtî ve li ihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî ve li-ahvâlî ve 
hâlâtî ve li-zevcetî ve ebeveyhâ ve li-esâtizetî ve lil-mü’minîne vel-mü’minât 
vel hamdü-lillâhi Rabbil’âlemîn!  
                                                |