| 
 
70 - CEMÂ’AT İLE NEMÂZ 
Câmi’e sağ ayak 
ile girilir. Câmi’den çıkarken, önce sol ayak ile çıkılır. (Uyûn-ül-besâir)de 
diyor ki, (Câmi’e girerken, girmeden evvel, önce sol, sonra sağ ayakkabı 
çıkarılır. Bundan sonra, önce sağ ayakla câmi’e girilir. Önce sol ayakla 
çıkdıkdan sonra [veyâ çıkmadan evvel], önce sağ ayakkabı giyilir). (Hadîka)da, 
el ve ayak âfetlerinde diyor ki, (İmâm-ı Nevevî Müslim şerhinde buyuruyor ki, 
mubârek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehabdır. Ayakkabı, 
don, gömlek giyerken, baş traş ederken ve tararken, bıyık kırkarken, misvâk 
kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide, (müslimânın evine) ve 
odasına girerken, halâdan çıkarken, sadaka verirken, yemek yirken, su içerken 
sağdan başlanır. Bunların zıddı olanları yaparken, meselâ ayakkabı, çorab, 
elbise çıkarırken, câmi’den ve müslimânın evinden, odasından çıkarken, halâya 
girerken, sümkürürken, tahâretlenirken soldan başlamak müstehabdır. Bunları 
tersine yapmak, tenzîhî mekrûh olur. Çünki heyetde, şeklde olan sünneti terk 
etmek olur.) [Bulunduğu yerin âdetine uymak için sakalı kazımak da böyledir. 
249.cu sahîfeye bakınız!] 
İbni Âbidîn 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (İki cins  imâmlık vardır. Evvelâ 
(İmâmet-i kübrâ)yı bildireceğiz.) Üçüncü cildde bâgîleri anlatırken, 
üçyüzonuncu sahîfede de bildirilecekdir. Abdülganî Nablüsînin “rahmetullahi 
teâlâ aleyh” (El-Hadîkat-ün-nediyye) kitâbının yüzkırküçüncü ve iki 
yüzdoksandördüncü ve üçyüzellibirinci sahîfelerinde de yazılıdır. İmâmlığın 
ikincisi (İmâmet-i sugrâ)dır ki, farz nemâzı kıldırmak için imâm olmakdır. 
Beş vakt nemâzın farzlarını cemâ’at ile kılmak, erkeklere hanefî, şâfi’î ve 
mâlikîde sünnetdir. Cum’a ve bayram nemâzlarında ise şartdır. Nâfile nemâzları 
cemâ’at ile kılmak mekrûhdur. Beş vakt nemâzda, bir kişi de cemâ’at olarak 
yetişir. Kırâeti güzel olan imâm olur, ya’nî Kur’ân-ı kerîmin harflerini 
tanıyan, tecvîd ile okumasını bilen olur. Sesi güzel ve tegannî ile okuyan 
değil! Fâsıkın imâm olması mekrûhdur. Çok âlim olsa bile, ona uymak tahrîmen 
mekrûhdur. Hadîs-i şerîfde, (Müttekî bir âlim ile nemâz kılan, bir Peygamber 
ile kılmış gibidir) buyuruldu. 
(Uyûn-ül-besâir) 
kitâbının yüzotuzbeşinci sahîfesinde buyuruyor ki, ([Özrlü olmadığı hâlde] 
câmi’e gitmeyip, evinde âilesi ile cemâ’at yapan kimse, câmi’deki cemâ’atin 
sevâbına kavuşamaz. Ya’nî, câmi’e mahsûs olan, fazla sevâba kavuşamaz. Yoksa, 
evde cemâ’at ile kılınca da, cemâ’at sevâbına, ya’nî yirmiyedi kat sevâba 
kavuşur. Şunu da bildirelim ki, iki cemâ’at de, şartlara, sünnetlere uygun 
olduğu zemân böyledir. Evdeki cemâ’at dahâ uygun ise, evde kılmak lâzımdır). 
(Halebî-i kebîr)in dörtyüziki, altıyüzonüç ve altıyüzondokuzuncu 
sahîfelerinde de yazılıdır. 
[Görülüyor ki, 
nemâzın şartlarına ehemmiyyet vermiyen imâmların arkasında nemâz kılmamalıdır. 
Bunların nemâzı sahîh olmaz. Günâh işlediği hâlde, meselâ içki içdiği, fâiz 
yidiği, kadınlara, kızlara bakdığı, kumar oynadığı hâlde, abdestin, nemâzın 
farzlarını bilen ve ehemmiyyet veren imâm arkasında kılmak câiz olsa da, 
mekrûhdur. Ebüssü’ûd efendi fetvâsında buyuruyor ki, (Sâlih ve fâcir 
arkasında nemâz kılınız!) hadîs-i şerîfi, câmi’ imâmları için değil, Cum’a 
kıldıran emîrler, vâlîler içindir. Bunlara uymak ve itâ’at etmek içindir. Günâh 
işlediği bilinen imâmların arkasında nemâz kılmamalıdır. İmâmlık şartları 
bulunmıyan, Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okuyan imâma uymamalıdır. Dînine bağlı 
imâmın mescidine gitmelidir. Her nemâz için, câmi’e gitmeli, fâsık, câhil, 
mezhebsiz, dinde reformcu olduğu bilinen imâma rastlanınca, ona uymamalıdır. 
Böyle imâm var zan etmekle, câmi’i terk etmemelidir. Molla Murâd kütübhânesi, 
[1114] numaralı, Ebüssü’ûd efendi fetvâsında buyuruyor ki, (Harâm yiyen, fâiz 
alan imâmı azl etmek vâcibdir. Kur’ân-ı kerîmi tecvîd üzere okumasını bilmek 
farzdır. Tecvîdi bilmiyen, mehâric-i hurûfu gözetemez. Harflerin ağızdaki 
yerlerini gözetemiyen bir kimsenin okuduğu Kur’ân-ı kerîm ve kıldığı nemâz sahîh 
olmaz). İkinci kısmda birinci maddeye bakınız! İmâmlık şartları bulunan kimsenin 
imâm olması için uğraşmak, her müslimânın vazîfesidir. 
(Nûr-ül-îzâh) 
şerhi hâşiyesinde buyuruyor ki, (İmâm olmak için altı şart lâzımdır). 
Bunlardan biri bulunmadığı bilinen imâmın arkasında nemâz sahîh olmaz: 
1 - Müslimân 
olmak, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Ömer Fârûkun halîfe olduğuna inanmıyan ve te’vîlini 
bilmeden mi’râca, kabr azâbına inanmıyan, imâm olamaz. 
2 - Bulûg 
yaşında olmak.  
3 - Akllı 
olmak. Serhoş ve bunak imâm olamaz. 
4 - Erkek 
olmak. Kadın, erkeklere imâm olamaz. 
5 - Hiç 
olmazsa, Fâtiha ile bir âyeti doğru okuyabilmek. Bir âyeti ezberlememiş olan ve 
ezberlese de, tecvîd ile okuyamayan, nağme yapan, imâm olamaz. 
6 - Özrsüz 
olmakdır. Özrü olan, özrü olmayanlara imâm olamaz. Özr, bir yerinden durmadan 
kan akmak, yel kaçırmak, idrâr kaçırmak, te ve fe harflerini tekrârlayarak 
okumak, sin harfini se, ra harfini gayn okumak, abdestsiz veyâ dirhemden fazla 
necâsetli olmak ve avret mahalli açık olmakdır. Gözü ağrıyan, gözyaşı 
kesilmezse, özr sâhibi olur. Kulakdan, göbekden, burundan, memeden ağrı ile 
çıkan her sıvı da, devâmlı akarsa, özr sâhibi olur. Adı geçen yerlerden ve 
yaradan çibandan çıkan kan, irin ve sarı su, ağrı ile olmasa da, böyledir. 
Özrleri birbirine benziyenler birbirlerine ve bir özrlü olan, iki özrlü olana 
imâm olabilir. Mâlikîde ve şâfi’îde, özrlü olan, özrsüz olana imâm olabilir. 
[Yara üstündeki merheme, sargıya mesh eden ve kaplama veyâ dolgu dişi olduğu 
için, mâlikî ve şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” mezhebini taklîd edenler 
özrlü sayılmaz.] 
(Dürr-ül-muhtâr) 
üçyüzyetmişaltıncı sahîfede buyuruyor ki, ([İsterse profesör olsun] din 
câhillerinin, fâsıkların, ya’nî büyük günâh işliyenin, meselâ içki içenin, zinâ 
edenin, fâiz yiyenin, karısını, kızlarını çıplak gezdirenin, a’mânın imâm olması 
mekrûhdur. [Fâsıkın imâm olması, mâlikîde sahîh değildir (Halebî).] 
Ebüssü’ûd efendinin “rahmetullahi aleyh” fetvâsını yukarıda bildirmişdik. A’mâ, 
âlim ise, imâm olur. Veled-i zinânın, ya’nî nikâhsız doğmuş kimsenin imâm olması 
da mekrûhdur. Emred kimsenin, ya’nî henüz bâlig olmuş, sakalı çıkmamış, parlak 
kimsenin imâm olması, âlim olsa bile, mekrûhdur. Çünki, fitneye sebeb olur. 
Parlak olmıyan, köse [sakalsız] arkasında kılmak mekrûh değildir). [Görülüyor 
ki, imâm olmak için, sakallı olmak şart değildir. Özr ile sakal traşı olanın 
arkasında nemâz kılınır. Sakalı sünnete uygun olmıyan [ya’nî, çenedeki ile 
birlikde bir tutam uzun olmıyan] kimse, bid’at sâhibi olur. Sakalın sünnete 
uygun olmasına ehemmiyyet vermiyen, kâfir olur. Yetmişbirinci maddeye bakınız!]. 
İmâma 
uymanın doğru olması için, on şart vardır: 
1 - Nemâza 
dururken, tekbîri söylemeden önce, imâma uymağa niyyet etmekdir. İmâmın kim 
olduğunu niyyet lâzım değildir. 
2 - İmâmın, 
kadınlara imâm olmağa niyyet etmesi lâzımdır. [İbni Âbidîn, nemâzın mekrûhlarını 
bildirirken buyuruyor ki, (Kızların, kadınların, acûzelerin, beş vakt nemâza ve 
cum’a ve bayram nemâzları için ve va’z dinlemek için câmi’e gitmeleri câiz 
değildir. Eskiden yalnız acûzelerin akşam ve yatsı zemânı gitmesine izn verilmiş 
idi ise de, şimdi bunların gitmesi de, câiz değildir). Hele kadınların başı, 
kolu, bacağı açık, câmi’e gelip, mevlid, va’z ve hâfız dinlemeleri harâmdır, 
büyük günâhdır. Hıristiyan kadınları bile, kiliseye giderken, böyle açık 
değildir. Açık kadınların, erkekler arasına karışdığı yerlere câmi’ denmez. 
Böyle yerlere, nemâz kılmak için dahî gidilmez. İmâmın erkeklere imâm olmağa 
niyyet etmesi lâzım değildir. Fekat niyyet ederse, kendisi cemâ’atin sevâbına da 
kavuşur. (Hadîka) kitâbı, yüzkırksekizinci sahîfede diyor ki, (Fıkh 
âlimleri buyurdu ki, imâm nemâza dururken kendisine uyan cemâ’ate imâm olmağa 
niyyet etmezse, buna uymak sahîh olur ise de, imâmın kendisi imâmlık sevâbına 
kavuşamaz. İmâm olmağa niyyet etmediği için, yalnız kılmış gibi, yalnız kendi 
nemâzının sevâbını alır. Başkalarının kendisine uymasına niyyet edince, 
cemâ’atin sayısı kadar, imâmlık sevâbı da alır).] 
3 - Cemâ’atin 
topuğu, imâmın topuğunun gerisinde olmak. 
4 - İmâm ile 
cemâ’at, aynı farz nemâzı kılmak. Farzı kılmış olan kimse, tekrâr imâma uyunca, 
imâm ile kıldığı nâfile olur. 
5 - İmâm ile 
cemâ’at arasında, kadın safı bulunmamak. Kadınlar bir safdan az olup arada perde 
varsa veyâ alçakda, yüksekde iseler câiz olur. [(Tergîb-üs-salât)da diyor 
ki, dört kadın yan yana durunca bir saf sayılır. Kadın safının arkasında olan 
erkeklerin hepsinin nemâzları fâsid olur. Üç kadın yan yana ise, yalnız bunların 
arkasındaki üç erkeklerin ve kenârdaki kadınların yanındaki birer erkeğin 
nemâzları fâsid olur. Kadın ile yanlarındaki erkek arasında direk veyâ perde, 
dıvar varsa, nemâzları fâsid olmaz. Kadın ile erkeğin, mahrem olmaları da 
böyledir. Kadınların evde, erkeksiz cemâ’at yapmaları mekrûhdur.] 
6 - İmâmın 
kendisini görse, yâhud sesini işitse, aradaki dıvar mâni’ olmaz. Arada kayık 
geçecek nehr ve araba geçecek yol mâni’ olur. Yolda veyâ nehrdeki köprüde iki 
saf imâma uyunca, arkadakilerin de nemâzı sahîh olur. İkinci kısm, elliikinci 
maddenin ortasına bakınız! 
7 - İmâma 
uymanın sahîh olması için, imâmın veyâ müezzinin sesini işitmek yâhud bunları 
görmek veyâ cemâ’atin hareketlerini görmek lâzımdır. İşitmeğe, görmeğe elverişli 
penceresi olmayan dıvar arada olmamalıdır. 
[Radyodan, 
televizyondan, ho-parlörden çıkan sesin, insan sesi olmadığını ezân bahsinde 
bildirmişdik. Sinema perdesinde, televizyonda nemâz kıldığı görülen imâmın 
kendisi değildir, benzeridir. Buna uymak câiz olmadığı gibi, bu seslerle ibâdet 
yapmak da sahîh olmaz. Bid’at ve büyük günâh olur.] 
(El-mukaddimet-ül-hadremiyye) 
ve (Envâr) ve (El-fıkh-ü-alel-mezâhib-il-erbe’a) ve (Misbâh-un-necât) 
kitâblarında diyor ki, (Şâfi’î mezhebinde, câmi’ hâricinde bulunan kimsenin, 
câmi’deki imâma uymasının sahîh olması için, imâmın intikalâtını, imâmı veyâ 
cemâ’atden birini görerek yâhud imâmı veyâ müezzini işiterek bilmek şart olduğu 
gibi, son safdan uzaklığı takrîben üçyüz zrâ’dan [300 x 0,42 = 126 metreden] 
fazla olmaması da şartdır. (Tergîb-üs-salât)da diyor ki, (Câmi’ 
hâricindeki kimsenin, imâma uyması sahîh olmak için, câmi’in dolu olması 
lâzımdır. Dolu olmaz ise ve dolu olup da,  son saf ile, dışarıdaki kimse 
arasında, araba geçecek kadar mesâfe varsa, imâma uyması sahîh olmaz). Ho-parlör 
sesi ile ve televizyondaki imâma uyarak kılanların nemâzlarının sahîh olmadığı, 
Hindistân âlimlerinin Keralada çıkardıkları (El-Muallim) mecmû’asının 
Rebî’ul-evvel 1406 ve Dessembr [Aralık] 1985 târîhlisinde uzun yazılıdır. 1401 
h. ve 1981 m. senesinde Pâkistânda çıkan (Süyûf-ullahil-ecille) kitâbının 
beşinci sâhifesinde, ho-parlör ile nemâz kıldıran imâma uymak câiz olmadığı açık 
yazılıdır. Bu kitâb, (Hakîkat Kitâbevi) tarafından, (Fitnet-ül 
vehhâbiyye) sonunda basdırılmışdır. Yahyâ efendi fetvâsına bakınız! 
8 - İmâm 
hayvânda, cemâ’at yerde veyâ bunun tersi olmamak. 
9 - İmâm ile 
cemâ’at, yapışık olmıyan iki gemide bulunmamak. 
10 - Başka 
mezhebdeki imâma uyan cemâ’atin, kendi mezheblerine göre nemâzı bozan bir şeyin, 
imâmda bulunduğunu bilmemesi lâzımdır. Meselâ, imâmdan kan akması veyâ başının 
dörtde birinden az mikdârını mesh etmesi, Hanefî mezhebinde câiz olmadığından, 
böyle yapdığı bilinen bir şâfi’î imâma uymak âlimlerin çoğuna göre câiz olmaz. 
Bu kavl sahîhdir. Şâfi’î imâmdan kan akdığı görülse, sonra imâm bir zemân gayb 
olup tekrâr gelse, buna uyulur. Çünki, o zemânda abdest almış olabilir. Hüsn-i 
zan etmek iyidir. [Bu âlimlere göre, bir hanefînin, kaplama ve dolgu dişi 
görülen şâfi’î imâma uymaması lâzımdır.] İbni Âbidînde ve Tahtâvînin (İmdâd) 
hâşiyesinde ve Ahmed Hamevînin (Eşbâh) hâşiyesi, ikinci cild, 
ikiyüzonyedinci sahîfesinde diyor ki, (Muhammed Hindüvânî ve ba’zı âlimler 
dediler ki, nemâzı kendi mezhebine göre sahîh olan şâfi’î imâma uyulabilir). 
(Nihâye) kitâbı, bu kavlin kıyâsa dahâ uygun olduğunu bildiriyor ve (bu 
kavle göre, Hanefî mezhebinde câiz olmıyan bir hâli görülen şâfi’î imâma 
uyulabilir) diyor. Bu kavlin de sahîh olduğu (Halebî-yi kebîr)de 
yazılıdır. Mâlikîde de câizdir. Bu âlimlere göre, kaplama ve dolgusu görülen 
mâlikî veyâ şâfi’î imâma uymak câiz olur. Hanefî mezhebinde olup da, kaplama ve 
dolgusu olduğu için, İmâm-ı Mâlikin veyâ Şâfi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” 
mezhebini taklîd eden bir kimsenin, bu âlimlere göre, kaplama ve dolgusu olmıyan 
hanefîlere de imâm olabileceği anlaşılmakdadır. Çünki bu kimse, mâlikî veyâ 
şâfi’î mezhebindeki imâm gibidir. Ayrıca, kendi mezhebinin diğer şartlarına 
uymakda, vitr nemâzını vâcib bilerek kılmakdadır. Kaplama veyâ dolgusu olup 
olmadığını, varsa, mâlikîyi veyâ şâfi’îyi taklîd edip etmediğini sormak, 
tecessüs etmek câiz değildir. Başka mezhebden olan imâm, hanefîdeki şartları da 
gözetiyorsa, buna uymak yalnız kılmakdan, Hanefîye uymak, ona uymakdan dahâ 
iyidir. [Dolgusu, kaplaması olan, imâmlık vazîfesi almamalıdır.] 
Cemâ’at bir 
kişi ise, imâmın sağ yanında hizâsında durur. Solunda durması mekrûhdur. 
Arkasında durması da mekrûh olur. Ayağının topuğu, imâmın topuğundan ileri 
olmazsa, nemâzı sahîh olur. İki ve dahâ çok kişi, imâmın arkasında durur. 
Birincisi, imâmın tam arkasına, ikincisi birincinin sağına, üçüncüsü birincinin 
soluna, dördüncüsü ikincinin sağına, beşincisi üçüncünün soluna... olarak 
dururlar. İkinci, sonradan gelirse, arkaya durur. Birinci, nemâzı bozmadan 
arkaya geçer. İmâm ileri gitmez. 68. ci maddede, 23. cü sıraya bakınız! 
İmâm ile 
cemâ’at arasında, iki safdan ziyâde alacak boş meydân veyâ büyük havuz 
bulunursa, bunun gerisinde olanların uyması câiz olur ise de, yalnız kılması 
mekrûh olur. Havuzun ve meydânın iki yanlarında cemâ’atin bulunması şart 
değildir. Mescide bitişik açık ve kapalı yerler, odalar da böyledir. [Tahtâvî 
İmdâd hâşiyesi.] İkinci kısm, 52. ci maddeye bakınız! 
Abdest alan, 
teyemmüm etmiş olana, ayakda kılan, oturarak kılana ve nâfile kılan, farz kılana 
uyabilir. Dînini bilen bir imâm arayıp ona uymalıdır. 
Mahalle 
câmi’inde, ezân ve ikâmet okuyarak bir kerre cemâ’at ile nemâz kılınır. Yoldaki 
câmi’lerde ve imâmı, müezzini olmıyan câmi’lerde, her cemâ’at için ayrı ayrı 
ezân ve ikâmet ile kılınır. Cin imâm olur. Melek imâm olamaz. Çünki melek, 
mükellef değildir. Melek, cin ve çocuk, bir de olsa, cemâ’at olur. Nâfile kılan 
bir kişinin, farz kılana uyması ile cemâ’at sevâbı hâsıl olur. 
Cemâ’at ile 
kılmak vâcibdir diyenler de çokdur. Irâk âlimlerine göre “rahmetullahi teâlâ 
aleyhim ecma’în”, vâcibi özrsüz bir kerre bile terk etmek günâh olur. Terk 
etmeği âdet ederse, sözbirliği ile günâh olur. Sünneti terk ise, günâh olmaz. 
Bir câmi’de cemâ’ati kaçıran kimsenin, başka câmi’de araması müstehabdır. 
Hastanın, 
felclinin, bir ayağı kesik olanın, yürüyemiyen ihtiyârın ve a’mânın cemâ’ate 
gitmesi lâzım değildir. Yardımcıları, nakl vâsıtaları olsa da, lâzım değildir. 
Yağmur, çamur, çok soğuk ve karanlık da, özrdür. Çok rüzgâr, yalnız gece özr 
olur. Hırsız ve başka sebeble malı gitmek korkusu, fakîr olanın alacaklısından 
korkusu, canı ve malı için zâlimden korkusu, abdest sıkışdırması, yolcunun nakl 
vâsıtasını kaçırmak korkusu, hastaya bakmak, imrendiği yemeği kaçırmak korkusu, 
fıkh bilgisini öğrenmeği kaçırmak korkusu, cemâ’ate gitmemek için özrdür. İmâmın 
bid’at sâhibi olduğunu veyâ abdestin, guslün, nemâzın şartlarını gözetmediğini 
bilmek de özrdür. Bu şartları dahâ çok bilenin ve gözetenin, başkalarından önce 
imâm seçilmesi lâzımdır. Bundan sonra, tecvîd ile okuyan seçilir. Hâfız olması 
şart değildir. Bunlar birkaç kişi ise, vera’ sâhibi olan seçilir. Vera’, 
şübhelilerden kaçınmak demekdir. Bundan sonra, yaşı çok olan seçilir. Bundan 
sonra, sıra ile, huyu, yüzü, nesebi, sesi, elbisesi güzel olan seçilir. Bunlar 
birkaç kişi ise, aralarından malı, mevkı’i çok olan seçilir. Bunlar da benziyor 
ise, mukîm müsâfire imâm olur. Seçimde uyuşulmazsa, çoğunluğun seçdiği imâm 
olur. Dahâ üstünü varken, başkası seçilirse, çirkin olur. Fekat, günâh olmaz. 
Emîr ve vâlî seçimi de böyledir. Halîfe seçiminde ise, en üstün olanı seçmemek 
günâhdır. Bir evde, ziyâfetde, seçim aranmadan, ev sâhibi, ziyâfet sâhibi imâm 
olur. Yâhud, imâmı bu seçer. Kirâcı, ev sâhibi demekdir. İstenmiyen kimsenin 
imâm olması mekrûhdur. 
Bid’at sâhibi 
kimsenin imâm olması tahrîmen mekrûhdur. Ehl-i sünnet i’tikâdına uymıyan bir 
inanış sâhibine (Mezhebsiz) denir. Mezhebsiz, eğer Kur’ân-ı kerîmde ve 
hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş olan bir şeye inanmamış veyâ şübhe etmiş 
ise, (Küfr) olur. Açık olarak bildirilmemiş şübheli olan delîlleri te’vîl 
ederek yanlış ma’nâ vermiş ise, (Bid’at) olur. Dünyânın yaratıldığına 
inanmamak, böyle gelmiş, böyle gider demek, küfrdür. Cennetde, mü’minlerin 
Allahü teâlâyı göreceğine inanmamak bid’atdir. Fekat, nasslara yanlış anladığı 
için inanmamak bid’at olur. (Böyle şey olmaz. Aklım kabûl etmez) diyerek tahkîr 
ederse, yine kâfir olur. Bid’at hakkındaki hadîs-i şerîfler, (Hadîka) ve
(Berîka)nın başında ve fârisî (Eşi’at-ül-leme’ât)ın 125.ci 
sahîfesinde mevcûddur. (Eşi’a)dekiler, (Mazheriyye) kitâbımıza da 
nakl edilmişdir.Küfre sebeb olan birşey söylemedikçe ve yapmadıkça (Ehl-i 
kıble)ye, ya’nî nemâz kılana (Kâfir) denmez. Fekat, Kur’ân-ı kerîmde 
ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilen ve müslimânların asrlar boyunca inandığı 
bir şeye uymıyan söz ve işde bulunan bir kimse, bütün ömrünce nemâz kılsa, her 
ibâdeti yapsa da, buna (Kâfir) denir. Meselâ, Allahü teâlâ zerreleri, 
yaprak sayısını, gizlileri bilmez dese, kâfir olur. Ebû Bekr ile Ömerden 
“radıyallahü anhümâ” başka sahâbîyi, dînî bir sebeble kötüleyen, bid’at sâhibi 
olur. Bir harâma mubâh diyen kimse, bir âyete veyâ hadîs-i şerîfe dayanarak, 
samîmî söyliyorsa, kâfir olmaz. Nassa dayanmadan, keyfi için söylüyorsa, kâfir 
olur. Ebû Bekr ile Ömerin hilâfete seçilmeleri haklı değildi demek, bid’atdir. 
Hilâfete hakları yok idi demek küfrdür. 
İmâmlık 
şartlarını taşıyan bir kimse, ücret veyâ ma’âş karşılığı imâmlık yapıyorsa, 
bunun arkasında kılmak câiz olduğuna fetvâ verilmişdir. Elhân ederek, mûsikî 
perdelerine uyarak, tegannî eden ve nemâzı vaktinden evvel kıldıran imâm 
arkasında kılınan nemâzı iâde etmek lâzım olduğu, (Halebî-i kebîr) 
sonunda yazılıdır. [İmâmlık şartları bulunmıyan, mezhebsiz, dinde reformcu 
olduğu bilinen imâmın yerine, Ehl-i sünnet i’tikâdında olan imâm ta’yîn edilmesi 
için uğraşmalıdır.] 
Cemâ’at istese 
de, imâmın, farz kıldırırken kırâeti ve tesbîhleri sünnetden fazla okuması 
tahrîmen mekrûhdur. Kadın imâm olup kadınlara nemâz kıldırması tahrîmen 
mekrûhdur. Erkek olmadığı zemân, cenâze nemâzını cemâ’at ile kılmaları mekrûh 
olmaz. Çünki, yalnız kılarsa, ilk kılan kadın farzı kılmış olur. Sonra 
kılanlarınki nâfile olur. Cenâze nemâzını nâfile kılmak da mekrûhdur. Cenâze 
nemâzını bir kerre kılmak farzdır. Cenâze nemâzında, kadın erkeklere imâm 
olursa, erkekler tekrâr kılmaz. Çünki, yalnız kadının nemâzı kabûl olup, farz, 
bir kişi ile yapılmış olur. Kadın, kadınlara imâm olursa, ilk safın ortasında 
durur. İleri geçmesi günâh olur. 
Evde, erkek, 
mahremi olan kadınlara imâm olur. Yabancı kadınlara imâm olamaz. Çünki, halvet 
olur. Eğer cemâ’at arasında, bir erkek veyâ imâmın mahremi kadın bulunursa, 
yabancı kadınlar da cemâ’ate girebilir. Burada da, süt ve nikâh ile olan 
mahremlerin, halvetde olduğu gibi, genc olmaları mekrûhdur. Mescidde halvet 
hâsıl olmaz. Bir kadın, imâmın arkasında durur. Yanında durmaz. Erkek de var 
ise, kadın erkeğin arkasında durup imâmla kılar. 
Mescid-i 
harâmda, imâmın Makâm-ı İbrâhîmde durması efdaldir. Oturanlara eziyyet vermemek 
için câmi’e gelenin, ileri safa geçmemesi efdaldir. Farza başlanırken, öndeki 
safdaki boş yere geçilir. Cenâze nemâzında, arkadaki saflar, öndeki saflardan 
dahâ sevâbdır. İmâmı rükü’da bulan, rek’ati kaçırmamak için, son safda durur. 
İleri saflara geçmez. Son safda yer yoksa, o rek’ati kaçırsa da, yalnız durmaz. 
Birinci safda boş yer olup ikinci safda yoksa, ikinciyi yarıp birinciye geçilir. 
Ön safa geçmek için, cemâ’atin önünden geçmek günâh olmaz. 
Cemâ’at ile 
kılan adam, aynı imâma uyan herhangi bir kadınla, bir rükn mikdârı bir hizâda 
durursa ve aralarında kalın perde veyâ parmakdan kalın bir direk yâhud bir insan 
sığacak kadar açıklık yoksa, erkeğin nemâzı bozulur. Bir safda kadın kılınca, 
yalnız iki yanındaki ve tam arkasındaki üç erkeğin nemâzı bozulur. Arkasındaki 
dokuz ayakdan uzak ise bunun bozulmaz. Aynı imâma uymayan bir kadının, erkekle 
bir hizâda kılmaları mekrûhdur. Erkek, yanında, imâma uyacak bir kadını görünce, 
geride durması için, eli ile işâret etmelidir. Geri gitmezse, kadının nemâzı 
kabûl olmaz. Erkeğin nemâzı bozulmaz. Bir hizâda olan kadın, adam boyu yüksekde 
veyâ aşağıda ise, zararı olmaz. 
Rükü’ ve secde 
yapamayan, yapana imâm olamaz. Nâfile kılan, farz kılana imâm olamaz. 
(Elsağ) 
olan kimse, elsağ olmayana imâm olamaz. Elsağ, sin harfini, se harfi okuyandır. 
Başka harfleri doğru okuyamayan da, doğru okuyanlara imâm olamaz. Böyle 
kimselerin, harfleri doğru söylemek için, gece gündüz çalışması farzdır. Çalışıp 
da söyleyemezse, kendi nemâzı câiz olur. Çalışmazsa, kendi nemâzları fâsid olur. 
Harfleri doğru okuyan bir imâma uyarak cemâ’at ile kılması mümkin iken, yalnız 
kılarsa, harfi doğru okumadığı için, nemâzı yine kabûl olmaz. Doğru 
söyleyemediği harf bulunmayan bir âyet varsa, bunu veyâ böyle birkaç âyet-i 
kerîmeyi ezberlemesi ve nemâzlarda, bunları okuması lâzımdır. Doğru okuyabildiği 
âyet-i kerîme var iken, bunu ezberlemeyip, söyleyemediğini okursa, nemâzı yine 
kabûl olmaz. Fâtihayı her nemâzda okumak lâzım olduğundan, bunu güzel okumağa 
çalışması lâzımdır. [Görülüyor ki, bir harf doğru söylenmezse, Kur’ân-ı kerîm 
doğru olmuyor ve nemâz kabûl olmuyor. Radyo ve ho-parlör ile iletilen seslerde, 
harfler doğru çıkmadığı için, bunlarla Kur’ân-ı kerîm okumak, dinlemek ve nemâz 
kılmak doğru olmaz, kabûl olmaz. Suç olur. Günâh olur.] 
Meste veyâ 
sargıya mesh eden, bu uzvları yıkayana, farz kılan nâfile kılana imâm olur. 
Bütün sünnetlerin ve terâvîhin de hep böyle olduğu, İbni Âbidînde yazılıdır. 
Dört rek’at sünnet kılarken, farz kılan imâma uyan, nemâzı farz gibi kılar. 
Üçüncü ve dördüncü rek’atlerde zamm-ı sûre okuması vâcib iken, şimdi nâfile 
olur. Nâfile nemâz kılan, nâfile nemâz kılana imâm olur. 
Farzı cemâ’at 
ile kılacak kimse, niyyet ederken, (uydum hâzır olan imâma) diyerek de 
kalbinden geçirmesi lâzımdır. İmâmla birlikde, yalnız kılar gibi kılınır. Ancak, 
ayakda iken, imâm içinden okusa da, yüksek sesle okusa da, o hiçbir şey okumaz. 
Yalnız, birinci rek’atde (Sübhâneke) okur. İmâmın arkasında Fâtiha 
okumak, hanefîde tahrîmen mekrûhdur. Şâfi’îde farzdır. Mâlikîde, imâm yüksek 
sesle okurken, tahrîmen mekrûh, sessiz okurken müstehabdır. İmâm, yüksek sesle 
Fâtihayı bitirince, o yavaşça (Âmîn) der. Bunu yüksek sesle 
söylememelidir. Rükü’dan kalkarken, imâm (Semî’ Allahü limen hamideh) 
deyince, o yalnız (Rabbenâ lekel-hamd) der. Sonra eğilirken (Allahü 
ekber) diyerek, imâmla birlikde secdeye yatar. Rükü’da, secdelerde ve 
otururken, yalnız kılar gibi okur. 
İmâmda nemâzı 
bozan birşey bulunduğunu anlayan kimse, bu nemâzı tekrâr kılar. Bunu imâm 
nemâzda hâtırlarsa yâhud nemâzda iken nemâzı bozan birşey hâsıl olursa, bunu 
hemen cemâ’ate bildirir. Nemâzdan sonra anlarsa, o cemâ’atden olduklarını 
hâtırladığına, söyliyerek, haber göndererek, yazarak bildirir. Haber alan, iâde 
eder. Alamayan afv olur. Bir kavlde ve şâfi’îde imâmın cemâ’ate haber vermesi 
lâzım değildir. Nemâz içinde imâmın abdesti bozulursa, hemen birisini 
elbisesinden çekip yerine geçirmesi de câizdir. Sonra, dışarda abdest alıp 
gelip, vekîline uyarak nemâzını temâmlar. Câmi’de abdest alırsa, vekîle lüzûm 
olmaz. Vekîl bırakmayıp câmi’den çıkınca, cemâ’at birden fazla ise, nemâzları 
fâsid olur. 
Vitr nemâzı, 
Ramezânda cemâ’at ile kılınır. Başka zemânda yalnız kılınır. 
Regâib, Berât 
ve Kadr nemâzlarını cemâ’at ile kılmak mekrûhdur. Regâib nemâzı, Recebin ilk 
Cum’a gecesi kılınan nâfile nemâzdır. Hicretin dörtyüzsekseninde meydâna 
çıkmışdır. Birçok âlimler, bunun çirkin bid’at olduğunu yazıyor. Çok kimsenin 
kılmasına aldanmamalı, sünnet sanmamalıdır. 
Farzı yalnız 
kılan kimsenin yanında, o farzı cemâ’at ile kılmağa başlasalar, birinci rek’atde 
secde etmedi ise, ayakda iken bir yana selâm vererek, nemâzı bozar. İmâma uyar. 
Birinci rek’atin secdesini yapdı ise, dört rek’atli farzlarda, iki rek’ati temâm 
kılıp selâm verir. Üçüncü rek’atin secdesini yapmadı ise, ayakda bir tarafa 
selâm verip bozar ve cemâ’ate katılır. Üçüncü rek’atin secdesini yapdı ise, dört 
rek’ati temâmlar. Sonra, imâma uyup, dört rek’at nâfile kılması iyi olur. 
İkindiyi, böyle cemâ’at ile kılamaz. Sabâh ve akşam farzında birinci rek’atde 
secde etdikden sonra da, nemâzı bozar. Fekat, ikinci rek’atin secdesini yapdı 
ise, nemâzını temâmlar. Sonra imâmla nâfile kılmaz. Sünneti kazâ niyyeti ile 
kılarken farza veyâ Cum’a hutbesine başlanırsa, nemâzı bozmaz. İki veyâ dört 
rek’ate temâmlar. Öğle veyâ Cum’a sünnetinde iki rek’atde selâm veren, farzdan 
sonra, iki dahâ kılarak, dörde temâmlar. Yeniden dört rek’at kılması, dahâ iyi 
olur. Kazâ kılarken cemâ’ate başlanırsa, tertîb sâhibi olan bozmaz. Mâlikî 
mezhebinde de böyledir. 
Câmi’de olan 
kimsenin, ezân okununca, bu nemâzı cemâ’at ile kılmadan, özrsüz dışarı çıkması 
tahrîmen mekrûhdur. Belli bir câmi’ cemâ’atine devâm âdeti ise, oraya ve 
mahallesi câmi’indeki cemâ’ate gitmesi ve hocasının veyâ başkasının dersini, 
va’zını kaçırmamak için bunların câmi’indeki cemâ’ate ve iş yerindeki câmi’e 
gitmesi özrdür. Farzı, cemâ’atden önce yalnız kılan da câmi’den çıkabilir. Fekat 
yalnız kılması mekrûh olur. Bu özrlülerin hepsi, ikâmet getirilirken çıkamaz. 
Farzı yalnız kılmış olan, öğle ve yatsı nemâzlarında, cemâ’at ile nâfile kılar. 
Diğer üç nemâzı yalnız kılmış olanın, cemâ’at ile kılınırken bile, câmi’den 
çıkması vâcib olur. Çünki, cemâ’ate uymamak büyük günâhdır. Sabâh sünnetini 
kılmamış olan kimse, sünneti kılarsa, cemâ’at ile nemâzda oturmağı da 
kaçıracağını anlarsa, sünnetini kılmaz. Hemen imâma uyar. Cemâ’at ile, ikinci 
rek’atde oturabileceğini anlarsa, sünneti, câmi’in dışında sofada, çabuk kılar. 
Sofa yoksa, içerde direk arkasında kılar. Böyle, boş yer yoksa sünneti kılmaz. 
Çünki, cemâ’at ile kılınırken, nâfile nemâza başlamak mekrûhdur. Mekrûh 
işlememek için sünneti terk etmek lâzımdır. [Mekrûh işlememek için, sabâh 
nemâzının bile sünnetini terk etmek lâzım olunca, sünnetler yerine kazâ kılmak 
lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.] Öğle ve Cum’a nemâzları cemâ’at ile 
kılınırken gelen, birinci rek’ati kaçırmak korkusu varsa, sünneti kılmaz. Hemen 
imâma uyar. Öğlenin sünnetini farzdan sonra kılar. Sabâh ve öğle cemâ’atini 
kaçırmamak için sünnete başlayıp ve hemen selâm vererek, sünneti farzdan sonra 
kazâ etmek doğru değildir. Çünki, özrsüz nemâz bozmak harâmdır. Bundan başka 
sabâh farzından sonra nezr kılınmaz. Bozulan sünnetin tekrâr kılınması, nezr 
kılmak kadar mühim değildir. Bozulan nâfileleri tekrâr kılmak vâcibdir. Bozulan 
farzları tekrâr kılmak farzdır. [Uyûn-ül-besâir.] Çünki, nâfileye 
başlanınca, bunu temâmlamak vâcib olur. Sabâh nemâzını kılamayan, o gün öğleden 
önce, sünneti ile birlikde kazâ eder. Öğleden sonra, yalnız farzını kazâ eder. 
Cum’a veyâ öğle farzına yetişen, ilk sünneti farzdan sonra kılar. Rükü’a 
yetişemiyen, o rek’ati imâmla kılmış olmaz. İmâm rükü’da iken gelen, niyyet eder 
ve ayakda tekbîr getirip, nemâza girer. Hemen rükü’a eğilip imâma uyar. Rükü’a 
eğilmeden, imâm rükü’dan kalkarsa, rükü’a yetişmemiş olur. Bu rek’ate yetişmiş 
sayılmaz ise de, secdeleri imâmla yapması lâzımdır. Yapmazsa, nemâzı bozulmaz. 
Bir vâcibi terk etmiş olur. İmâm ayakda iken, imâma uyup imâmla birlikde rükü’a 
eğilmiyen kimse, rükü’u imâmdan sonra yalnız yapıp, imâma secdede yetişirse câiz 
olur. Fekat geç kaldığı için günâh olur. İmâmdan önce rükü’a eğilmek, secdeye 
yatmak veyâ önce kalkmak, tahrîmen mekrûhdur. 67. ci maddenin 24. cü sayısına 
bakınız! 
[İmâmın 
hareketlerine uymak lâzımdır. Sesine uymak şart değildir. İmâmı göremiyen, imâmı 
görenlerin hareketlerine uyarsa, imâmın hareketlerine uymuş olur. İmâmın 
tekbîrleri ve imâmı görenlerin hareketleri, imâmın hareketlerini gösterdikleri 
için, bunlara uymak câiz olmakdadır. İmâmı görmiyenlerin, imâmın hareketlerini 
görebilmeleri için, câmi’in muhtelif yerlerine televizyon koymağa ihtiyâc yokdur. 
İmâmın sesini duymıyanların da, imâmı görenlerin hareketlerine ve müezzinlerin 
seslerine uymaları lâzımdır. Bu kolaylıklar varken, câmi’lere televizyon ve ho-parlör 
koymak, islâmiyyetin bildirdiğini beğenmeyip, kendi aklına göre ibâdet yapmak 
olur. Bu ise bir müslimânın yapacağı şey değildir. Minârelere ho-parlör koymak 
da böyledir.] İmâmın, son sünneti, farzı kıldığı yerde kılması mekrûhdur. Biraz 
sağda veyâ solda kılar. Nemâzdan sonra, kıbleye karşı oturması da mekrûhdur. İlk 
safda imâma karşı nemâz kılan yoksa, cemâ’ate karşı oturmalıdır. Nemâz kılan 
varsa sağa veyâ sola dönmelidir. Cemâ’at için ve yalnız kılan için, bunlar 
mekrûh değildir. Son sünneti başka yerde, hattâ evlerinde kılmaları dahâ iyi 
olduğu (İmdâd)da, ezândan önce yazılıdır. Farz nemâzları kılınca, safları 
bozmak müstehabdır. 
(Mevkûfât)da, 
vitr nemâzını anlatırken diyor ki: 
(Beş şey’i 
imâm yapmazsa, cemâ’at de yapmaz: 
1 - İmâm kûnut 
okumazsa, cemâ’at de okumaz. 
2 - İmâm bayram 
nemâzlarındaki tekbîrleri yapmazsa, cemâ’at de yapmaz. 
3 - Dört 
rek’atli nemâzın, ikinci rek’atinde oturmazsa, cemâ’at de oturmaz. 
4 - İmâm secde 
âyeti okuyup, secde etmezse, cemâ’at de etmez. 
5 - İmâm 
secde-i sehv yapmazsa, cemâ’at de yapmaz. 
Dört şey’i 
imâm yaparsa, cemâ’at yapmaz: 
1 - İmâm ikiden 
çok secde yaparsa, cemâ’at yapmaz. 
2 - İmâm bayram 
tekbîrini, bir rek’atde üçden çok yaparsa, cemâ’at yapmaz. 
3 - İmâm cenâze 
nemâzında, dörtden çok tekbîr yaparsa, cemâ’at yapmaz. 
4 - Beşinci 
rek’ate kalkarsa, cemâ’at kalkmaz. Berâber selâm verirler. 
On şey’i 
imâm yapmazsa, cemâ’at yapar. Bunlar: 
1 - İftitâh 
tekbîrinde el kaldırmak. 
2 - Sübhâneke 
okumak. İki imâm, cemâ’at de okumaz dedi. 
3 - Rükü’a 
eğilirken tekbîr getirmek.  
4 - Rükü’da 
tesbîh okumak. 
5 - Secdelere 
yatıp kalkarken tekbîr söylemek. 
6 - Secdelerde 
tesbîh okumak.  
7 - Semi’ 
Allahü demezse, rabbenâlekelhamd denir.  
8 - 
Ettehıyyâtüyü sonuna kadar okumak. 
9 - Nemâz 
sonunda selâm vermek.  
10 - Kurban 
bayramında, yirmiüç farzdan sonra, selâm verir vermez, tekbîr okumakdır). 
Mesbûk, ya’nî 
imâma birinci rek’atde yetişemiyen bir kimse, imâm iki tarafa da selâm verdikden 
sonra, ayağa kalkarak yetişemediği rek’atleri kazâ eder ve kırâetleri, birinci, 
sonra ikinci, sonra üçüncü rek’at kılıyormuş gibi okur. Oturmağı ise, dördüncü, 
üçüncü ve ikinci rek’at sırası ile, ya’nî sondan başlamış olarak yapar. Meselâ, 
yatsının son rek’atine yetişen kimse, imâm selâm verdikden sonra, kalkıp, 
birinci ve ikinci rek’atde Fâtiha ve sûre okur. Birinci rek’atde oturur, 
ikincide oturmaz. (Umdet-ül-islâm)da (Fetâvâyı Attâbî)den alarak 
diyor ki, (Mesbûk, ya’nî imâma birinci rek’atde yetişemiyen, imâm son rek’atde 
otururken, Et-tehıyyâtüyü erken bitirse, imâm selâm verinciye kadar Kelime-i 
şehâdeti tekrar tekrar okur. Süküt etmez. Nemâzda, okumak lâzım olan yerde, 
süküt etmek harâmdır. Salevât da okumaz. Çünki, son rek’atde oturan salevât 
okur. Birinci ka’dede salevât okursa, secde-i sehv lâzım olur. Ka’de-i ûlâda 
Allahümme selli derse, nemâzı fâsid olur.). Mukîm, edâ ederken ve kazâ ederken 
de, müsâfire uyabilir. [66. cı maddeye bakınız!]. Müsâfir, dört rek’atli olan 
farzları edâ ederken, mukîme uyabilir. Yetişemediği rek’at olursa, imâm selâm 
verdikden sonra dörde temâmlar. Çünki, mukîm imâma vakt içinde uyan müsâfirin 
nemâzı değişerek, imâmın nemâzı gibi dört rek’at olur. Kazâyı iki rek’at kılması 
lâzım olduğundan, mukîm imâma uyamaz. Çünki, oturması ve okuması farz olan, 
nâfile olana uymuş olur. Mukîm olan müsâfir olana uyunca, nasıl kılacağı, 64. cü 
maddede bildirilmişdir. Bir rek’ati kaçıran kimse, o nemâzı cemâ’at ile kılmamış 
olur. Fekat, cemâ’at sevâbına kavuşur. Son rek’ati de kaçıran, imâma teşehhüdde 
yetişirse, cemâ’at sevâbını kazanır. İftitâh tekbîrini imâmla birlikde 
söylemenin ayrıca çok sevâbı vardır. 
(Umdet-ül-islâm)da 
diyor ki, (Cemâ’ate gelen, imâmı rükü’da görürse, ayakda tekbîr getirip, rükü’a 
eğilir. Tekbîri eğilirken söylerse, nemâzı sahîh olmaz. Eğilmeden, imâm 
kalkarsa, o rek’ate yetişmemiş olur). 
  
Ey, insan 
adını taşıyan varlık, 
kendine gel, 
uyan gafletden artık! 
  
Se’âdet 
yolun, göremezsen nâdân, 
niye vermiş 
sana, bu aklı Yezdân? 
  
niçin geldin 
fânî cihâna, böyle! 
yalnız yimek 
içmek için mi, söyle? 
  
Bilirsin, 
bir rûh da vardır insanda, 
psikoloji 
olayları meydanda. 
  
Muhakkak, 
dünyâya gelen, ölüyor, 
o zemân 
rûhlar, aceb n’oluyor? 
  
İleriyi 
görmek, elbet insanlık, 
bunu sağlar 
sanma, hıristiyanlık. 
  
İslâmı 
kötüler, onlar dâimâ, 
İncîlde, 
böyle mi söyledi Îsâ? 
  
İslâmiyyeti 
bilmiyorum dersin, 
nasıl, 
münevverlik iddiâ edersin? 
  
Gençlik 
geçdi, sanki tatlı bir rü’yâ, 
bütün ömür 
de, bir sâ’atdır güyâ, 
  
İslâmı, 
sanırım etmezsin teslîm, 
anlamadan 
hiç, verilir mi hüküm? 
  
Din dersine 
lüzûm yokmuş lisede, 
böyle mi 
söyleniyor, kilisede? 
  
İslâmı 
bilmediğin, pek âşikâr, 
ki bunu 
eyliyemezsin, hiç inkâr, 
  
Ne olur, bir 
din kitâbı okusan, 
İnsanlığı 
öğrenirsin, o zemân.  
                                                |