69 -
TERÂVÎH NEMÂZI VE CÂMİ’LERE
SAYGI
TERÂVÎH
NEMÂZI - (Nûr’ül-îzâh)
şerhinde ve hâşiyesinde buyuruyor ki, (Erkeklerin ve kadınların, yirmi rek’at
terâvîh kılması, sünnet-i müekkededir. İnanmıyan sapıkdır ve şâhidliği kabûl
olmaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, birkaç gece, terâvîhi cemâ’at
ile sekiz rek’at kıldı. [Evlerine gidince, yirmi rek’ate temâmladılar.]Yalnız
olarak yirmi rek’at kıldığı da bildirilmişdir. [Dört mezhebde de yirmi rek’atdir.]
Sünnet olduğu buradan anlaşıldı. Üç halîfe ve zemânlarındaki Eshâb-ı kirâmın
hepsi, cemâ’at ile yirmi rek’at kıldılar. Bu halîfelere ve Eshâb-ı kirâmın
icmâ’ına uymamız, hadîs-i şerîf ile emr olunmuşdur).
Terâvîh,
yatsının son sünnetinden sonra ve vitrden önce kılınır. [Bir kimse, yatsıyı
kılmadan önce terâvîhi kılamaz (İbni Âbidîn s. 295). Vitrden sonra da
kılınabilir. Sabâh nemâzına kadar kılınabilir. Fecr doğunca kılınamaz. Kazâ da
edilmez. Çünki, terâvîh kuvvetli sünnet ise de, akşam ve yatsı son sünnetleri
kadar kuvvetli değildir. Bu sünnetler ise, kazâ edilmez. Yalnız farz nemâzlar
ile vitrin kazâsı lâzımdır. Terâvîh, şâfi’îde kazâ edilir. Terâvîhi cemâ’at ile
kılmak, sünnet-i kifâyedir. Ya’nî câmi’de cemâ’at ile kılındıkda, başkaları evde
yalnız kılabilir, günâh olmaz. Fekat, câmi’deki cemâ’at sevâbından mahrûm
kalır.] Evde, bir veyâ birkaç kişi ile, cemâ’at ile kılarsa, yalnız kılmakdan
yirmiyedi kat fazla sevâb kazanır. Her iki rek’atde bir selâm verilip, hemen
sonraki rek’ate kalkılır. Yâhud dört rek’atde bir selâm verilir. Her dört rek’at
arasında, dört rek’at kılacak zemân kadar oturup, salevât veyâ tesbîh yâhud
Kur’ân-ı kerîm okurlar. Veyâ sessiz otururlar. İki rek’atde bir selâm vermek ve
her iftitâh tekbîrinde niyyet etmek dahâ iyidir. Yatsıyı cemâ’at ile kılmıyanlar,
toplanıp da, terâvîhi cemâ’at ile kılamazlar. Çünki, terâvîhin cemâ’ati, farzın
cemâ’ati olmak lâzımdır. Yatsıyı cemâ’at ile kılmıyan bir kimse, farzı yalnız
kılıp, sonra terâvîhi kılan cemâ’ate katılabilir. [74. cü maddeye bakınız!]
Terâvîh
nemâzına kalkarken okunacak düâ:
Sübhâne zil
mülki vel melekût. Sübhâne zil izzeti vel azameti vel celâli vel cemâli vel
ceberût. Sübhânel melikil mevcûd. Sübhânel melikil ma’bûd. Sübhânel melikil
hayyillezî lâ yenâmü ve lâ yemût. Sübbûhun kuddûsün Rabbünâ ve Rabbül melâiketi
verrûh. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehre Ramezân. Merhaben, merhaben merhabâ
yâ şehrel-bereketi vel gufrân. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ şehret-tesbîhi vet-tehlîli
vez-zikri ve tilâvet-il Kur’ân. Evvelühû, âhiruhû, zâhiruhû, bâtınühû yâ men lâ
ilâhe illâ hüv.
Terâvîh bitince
okunacak düâ:
Allahümme
salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ Âli seyyidinâ Muhammed. Biadedi külli dâin
ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ.
Üç def’a okunur
ve üçüncüsünde (ve salli ve sellim ve bârik aleyhi ve aleyhim kesîran kesîrâ.)
denir. Yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Deyyân,
yâ Burhân. Yâ Zel-fadlı vel-ihsân nercül-afve vel gufrân. Vec’alnâ min utekâi
şehri Ramezân bi hurmetil Kur’ân.
CÂMİ’DE
YAPILMASI CÂİZ OLMIYAN ŞEYLER YİRMİİKİDİR:
İbâdet yapmak
için, toplanılan yerlere (Ma’bed) veyâ (İbâdethâne) denir.
Yehûdîlerin ma’bedlerine (Sinagog) ve (Havra) denir.
Hıristiyanların ma’bedine (Kilise) ve (Bî’a) veyâ (Savme’a)
denir. Müslimânların ma’bedine (Mescid) ve (Câmi’) denir.
Ma’bedlerde ibâdet yapılması ve dinlerin emrleri, yasakları, öğretilir. Şimdi
ma’bedlerde konuşan vazîfeliler iki şey üzerinde durmakdadırlar:
1 - Parlak,
yaldızlı sözlerle, acıklı hikâyelerle, nağmeli hazîn okumalarla, hattâ çalgı ve
ho-parlörlerle, dinleyicileri rikkate, heyecâna getirmek, kalbleri alarak,
onların teslîm olmalarını, bir gâyeye sürüklenmelerini sağlamak.
2 - Dînin
emrlerini, yasaklarını öğretmek ve bunlara uyulmasını sağlamak.
Bugün
hıristiyanların kiliselerinde ve yehûdîlerin havralarında, kalblerin, rûhların
değil de, yalnız nefslerin, düşüncelerin birleşdirilmesine çalışılmakdadır. Dînî
vecîbeler olarak da, eski din adamlarının koydukları ve her zemân, her yerde
başka olan şeyler öğretilmekdedir. Bunun için, kiliseler, havralar, bir ma’bed
değil, bir politika, bir konferans yeri olup, insanları uyuşdurarak, liderlerin,
şeflerin arzû ve düşüncelerine sürüklemekdedirler.
Câmi’lerde de,
din adamları arasına sızarak, böyle siyâset ve kazanc gâyesi ile konuşan her
zemân görülmüşdür. Bunlar, islâm âlimlerinin kitâblarını okumamış,
mezhebsizlerin, sapık kimselerin bozuk kitâblarına aldanmış din câhili
(Yobaz)lardır. İslâmiyyetin îcâblarını öğretmek ve yapdırmak şöyle dursun,
kendileri bile öğrenememiş zevallı kimselerdir. Bunlar, doğru dürüst abdest ve
gusl almasını, şartlarına uygun ve ihlâs ile nemâz kılmasını bilmiyen câhil ve
sapık kimseler olup, her asrda müslimânları şaşırtmışlar, islâmiyyete ve millete
zararlı olmuşlardır. Uzun cübbe, büyük sarıkla, minberlerde, va’z kürsîlerinde
tegannî ile, nota ile okuyup, yaldızlı sözlerle, heyecânlı hikâyelerle
konuşarak, dinleyicileri köksüz ve geçici bir te’sîr altına alabilen birer hatîb,
konferanscı olmuşlardır. Siyâsî partilerin, diktatörlerin, faşist idârecilerin
ve kiliselerin sözcüleri gibi, geçici heyecân vererek dindârları aldatmışlardır.
Âlimlerimiz bunlara din adamı değil, din ve îmân hırsızı, (Yobaz)
demişlerdir. İslâm âlimlerinin kitâblarından anlatan ve sözleri, hâlleri,
işleri, bu kitâblara uygun olan hakîkî din adamları, islâmiyyeti bunların
zararlarından korumuşlardır.
Ebüssü’ûd
efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” fetvâsında buyuruyor ki, (Bir köyde veyâ
mahallede mescid olmayıp, cemâ’at ile nemâz kılmasalar, hükûmet bunlara zorla
mescid yapdırmalıdır. Cemâ’ati ihmâl edenleri ta’zîr etmelidir. 940 [m. 1533]
senesinde bu husûsda her vilâyete emr gönderilmişdir). (Mecmû’a-i cedîde)de
diyor ki, (Eski bir mescid, cemâ’ati alamazsa, mahalle halkı kendi paraları ile
bunu yıkarak genişini yapmaları câizdir).
(Halebî-yi
kebîr),
613. cü sahîfede diyor ki, (Mahalle mescidinde, cemâ’at az olsa dahî, nemâzı
burada kılmak, cemâ’ati çok olan büyük câmi’de kılmakdan efdaldir. Mahalle
câmi’indeki cemâ’ati kaçıranın, başka câmi’deki cemâ’ate gitmesi efdaldir. Başka
câmi’ cemâ’atine yetişemezse, yalnız kılmak için, mahalle mescidini tercîh etmek
efdaldir. Mahalle mescidinde imâm, müezzin bulunmazsa, cemâ’atden biri, bu
vazîfeyi yapar. Başka câmi’e gitmezler. Mahalle mescidinin imâmı, yatsı nemâzını,
beyâzlığın gayb olmasını beklemeyip, dahâ erken güneşin batdığı yerde kırmızılık
gayb olunca kılarsa, bununla birlikde, erken kılmayıp, beyâzlığın da gayb
olmasını bekleyip, yalnız kılmak efdaldir. [Ya’nî dahâ iyidir. Büyük şehrlerde
yatsı ezânları erken okunuyor. İmâm-ı a’zamın ictihâdına uyulmıyor ise de,
imâmeyn kavline göre okunduğu için, bu cemâ’at ile kılmak câizdir.] Mahallenin
imâmı fısk ile meşhûr ise, ya’nî büyük günâh işliyorsa,[meselâ, ezânı ahkâm-ı
islâmiyyeye uygun olarak okumuyorsa] başka mescidin cemâ’atine gitmelidir. Çünki,
mekrûhdan sakınmak, sünnet işlemekden dahâ önce gelir).
İbni Âbidîn
buyuruyor ki:
1 - Câmi’
kapısını kilidlemek mekrûhdur. Hırsız tehlükesi varsa, mekrûh olmaz.
2 - Câmi’
üzerinde cimâ’, tahrîmen mekrûhdur. Kâ’be-i mu’azzama ve câmi’ üzerine basmak da
mekrûhdur. Câmi’ üzerine cünüb çıkmak harâmdır.
3 - Câmi’
üzerine abdest etmek tahrîmen mekrûhdur. [Câmi’in altına ve mihrâb dıvarının
önüne abdesthâne yapmanın mekrûh olduğu (Tergîb-üs-salât)da yazılıdır.]
Çünki, câmi’lerin üstü, semâya kadar mesciddir. Altı da böyledir. Altını
şadırvan, hamâm yapmak câizdir.
4 - Câmi’den
ba’zan geçmek câizdir. Yol hâline getirmek mekrûhdur. Özr olursa, mekrûh olmaz.
Hergün mescide ilk girişde (Tehıyyet-ül-mescid) kılar. Sonraki
girişlerinde kılmaz. Hamevî (Eşbâh) şerhinde diyor ki, (Câmi’e girenin
(Tehıyyet-ül-mescid) olarak, iki rek’at nemâz kılması, sözbirliği ile
sünnetdir. Ba’zan, müstehab deyince sünnet anlaşılır. Kur’ân-ı kerîm okunuyorsa,
tehıyyet kılınmaz. Çünki, Kur’ân-ı kerîmi dinlemek farzdır. Farz-ı kifâye için
dahî sünneti terk etmek evlâdır. Kur’ân-ı kerîmi tegannî ile okumak ve bunu
dinlemek harâmdır). [Dört vakt nemâzın sünnetlerini kazâ niyyeti ile kılmak
lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.] (Kâdîhân)da diyor ki, (İmâm
tegannî ile okuyorsa, başka mescide gitmek efdaldir. Zânî veyâ fâiz yiyici ise
[veyâ başka harâm işlediği, zevcesini, kızını açık gezdirdiği ma’lûm ise] başka
mescide gitmelidir). Zarûretsiz câmi’den geçmeği âdet eden, fâsık olur. Câmi’e
hangi ayakla girip çıkılacağı, 70. ci madde başında yazılıdır.
5 - Câmi’lere
necâset sokmak mekrûhdur. Üzerinde necâset bulunan kimse, câmi’e giremez. Necs
yağ ile kandil yakmak câizdir. (Fetâvâ-i fıkhiyye)de diyor ki, (Mescidde
necâset gören kimsenin, bunu hemen temizlemesi lâzımdır. Temizlemeği özrsüz
gecikdirirse, günâh olur. Nemâz kılanın üzerinde, secde yerinde necâset görenin,
bunu ona bildirmesi lâzımdır. Bunu haber vermek ve nemâzı geçecek olanı
uyandırmak vâcib değildir, sünnetdir).
6 - Necs su ile
yapılmış harç ve çamur ile câmi’ sıvamak mekrûhdur. Temiz su ile yapılmış, tezek
karışık çamurla sıvamak mekrûh olmaz. Çünki, bunda zarûret vardır. [(Hindiyye).]
Ellialtıncı maddeye bakınız!
7 - Câmi’de,
kap içine abdest bozmak mekrûhdur. Kan aldırmak da böyledir. Yel kaçırmak mekrûh
olmaz.
8 - Necâset
bulaşdıracak olan deliyi ve küçük çocukları câmi’e sokmak harâmdır. Necâset
tehlükesi olmazsa, mekrûhdur.
9 - Câmi’de
pazar kurmak, yüksek sesle konuşmak, nutk söylemek, kavga etmek, silâh çekmek,
cezâ vermek tahrîmen mekrûhdur. [Cum’a ve bayram hutbelerinde nutk verir gibi
okumak, konuşmak harâmdır.]
10 - Sokakda
gezilen na’lın, ya’nî ayakkabı ile câmi’e girmek mekrûhdur. Temiz mest ve na’lın
ile nemâz kılmak, çıplak ayakla kılmakdan efdaldir. Yehûdîlere muhâlefet olur.
Birinci kısm, 68. ci maddeye bakınız! [Na’leyn, altı deri, üstü açık ve tasmalı
ayakkabıdır. Altı tahta na’leyn ile gezmek mekrûhdur].
Bir odası
mescid yapılmış olan ev üzerine ve içinde mushaf bulunan oda üzerine abdest
bozmak ve cimâ’ etmek mekrûh olmaz. Cenâze ve bayram nemâzları kılınan yerler de
böyle ise de, buralardaki imâma, câmi’deki cemâ’at uyabilir. Buralara, câmi’
avlularına, medrese ve tekkelere, hâid kadın ve cünüb girebilir.
11 - Câmi’lerin
kıbleden başka dıvarlarını süslemek câizdir. Fekat, bu parayı fakîrlere harc
etmek efdaldir. Kıble dıvarını kıymetli şeylerle, renklerle süslemek mekrûhdur.
Yan dıvarların fazla süslü olması da mekrûh olur.
(Dürr-ül-muhtâr)da
nemâzın mekrûhları sonunda buyuruyor ki, (Câmi’lerin efdali Kâ’be-i mu’azzama,
sonra bunun etrâfındaki (Mescid-i harâm), sonra Medîne-i münevveredeki
(Mescid-i Nebî)dir. Sonra, Kudüsdeki (Mescid-i aksâ), sonra, Medîne-i
münevvere şehri yanındaki (Kubâ) mescididir. Mescid-i Nebînin yüz zrâ’
eni, yüz zrâ’ boyu vardı. Bir zrâ’ yarım metredir. Sonra, zemânla genişletildi.
Şimdiki hâlinde de efdaldir).
[En kıymetli
toprak, kabr-i se’âdetde, cesed-i Peygamberîye “sallallahü aleyhi ve sellem”
temâs eden topraklar olup, Arşdan, Cennetlerden dahâ kıymetlidir. Ona yakın olan
zemân, mekân, evlâdı, bütün eşyâ, Ona uzak olanlardan dahâ kıymetli, efdaldir.
Câmi’ler ve Peygamberler, bundan müstesnâdır].
12 -
Câmi’lerde, [sarkıntılık ederek] dilenmek harâmdır.
13 - Câmi’de,
sarkıntılık eden dilenciye sadaka vermek harâmdır.
14 - Gayb olan
şeyleri, câmi’de araşdırmak mekrûhdur.
15 - Mü’minin
hicvi, aşk, ahlâksızlık gibi harâm şeyler bulunan şi’ri okumak tahrîmen
mekrûhdur. Va’z, nasîhat, hikmet, Allahü teâlânın ni’metleri bulunan, mü’minleri
medh eden şi’rleri [ya’nî ilâhî ve mevlid] tegannî etmeden okumak sevâb ve
târihî şi’rleri nâdiren okumak mubâh ise de, şi’rle meşgûl olmak makbûl
değildir. Câmi’lerde ilâhî ve mevlidleri [nemâz kılanlara mâni’ olmamak şartı
ile], ara sıra okumak câizdir. Her zemân okuyup, âdet hâline getirmek câiz
değildir.
16 - Özrü
olmıyanların Kur’ân-ı kerîmi dinlemeleri farz-ı kifâyedir. İş görenler,
uyuyanlar ve câmi’de nemâz kılan, va’z veren yanında yüksek sesle Kur’ân-ı kerîm
okumağa başlamak günâhdır. [Radyoyu, teybi açan gibi, bunlara sesini vermiş olan
hâfız da, Kur’ân-ı kerîme hurmetsizlik etmiş, günâh işlemiş olur.]
17 - Câmi’lere
abdest suyu sıçratmak, balgam, sümük bulaşdırmak mekrûhdur. Câmi’de husûsî
hâzırlanmış yerde abdest almak câiz olur.
Zemzem
kuyusunun etrâfında abdest almak ve gusl etmek câiz değildir. Çünki, burası
câmi’ içindedir. Buraya cünüb girmek câiz değildir.
18 - Câmi’lere,
lüzûmsuz ağaç dikmek mekrûhdur. Câmi’in rütûbetini çekmek, gölge yapmak gibi
umûma fâidesi olursa, câiz olur. Şahsî menfe’ati için dikmek, mekrûh olur.
19 - Câmi’de
birşey yimek, uyumak mekrûhdur. Müsâfir olan müstesnâdır. Müsâfir, câmi’e
girerken (İ’tikâf)a niyyet etmeli, önce tehıyyet-ül-mescid olarak, nemâz
kılmalıdır. Sonra, yiyebilir ve dünyâ kelâmı konuşur. İ’tikâf eden yiyebilir,
yatabilir. İ’tikâf sünnet-i müekkededir. İ’tikâfı terk etmek, beş vakt nemâzın
sünnetlerini özrsüz kılmamak gibi olduğu (Berîka)da yazılıdır.
Câmi’de soğan,
sarmısak gibi fenâ kokulu şeyleri yiyene [sigara içene] mâni’ olmalıdır.
Kasabları, balıkcıları, ciğercileri, yağcıları, üzerleri pis ise ve pis kokarsa
ve üzeri pis kokanları ve cemâ’ati dili ile incitenleri, câmi’den çıkarmalıdır.
İlâc olarak kokulu şey özr ile veyâ unutarak yiyen, cemâ’ate gelmez. Ma’zûr
olur. Pis koku insanlara ve meleklere eziyyet verir.
20 - Câmi’de,
alış veriş olan her akd [sözleşme] mekrûhdur. Nikâh yapmak ise müstehabdır.
21 - İbâdet
etmeyip, câmi’de dünyâ kelâmı ile meşgûl olmak tahrîmen mekrûhdur. Ateş odunu
yiyip bitirdiği gibi, câmi’de dünyâ kelâmı konuşmak da, insanın sevâblarını
giderir. İbâdetden sonra, mubâh olan şeyleri, hafîf sesle konuşmak câizdir.
İslâmiyyetin beğenmediği şeyleri konuşmak, her zemân câiz değildir.
22 - Câmi’de
kendine muayyen yer ayırmak mekrûhdur. Fekat, dışarı çıkarken, kimse oturmasın
diye, yerine ceketini bırakırsa, gelince oraya tekrâr oturabilir. Umûmi
yerlerde, Minâda, #Arafâtda, [vapurda, otobüslerde de] böyledir. Ya’nî oturmağı
âdet etdiği yere başkası oturmuş ise, kaldıramaz. Kendine, ihtiyâcından fazla
yer ayırırsa, fazlasını başkası alabilir. Bu yerin fazlasını, iki kişi isterse,
hangisine verirse, o oturur. İkisi de istemeden, bu fazla yere biri oturursa,
bundan alıp ikincisine veremez. Fekat, burayı, onun emri ile, onun için ayırdım,
kendim için ayırmadım diye yemîn ederse, kaldırabilir. Satıcıların pazar yerinde
yerleşdikleri yer de böyle olup, önce geleni sonra gelen yerinden kaldıramaz.
Bütün bu umûmî yerlerde, ilk oturan, herkese zararlı olmuş ise, kaldırılabilir.
Nemâz kılanlar
sıkışıyorsa, kılmıyanları kaldırabilirler.
Mahalle mescidi
dar geliyor ise, o mahalleden olmıyanları, dışarı çıkarabilirler.
Mahalle
câmi’inin gelirini toplaması, ta’mîrini, masraflarını idâre etmesi için, mahalle
halkının bir (Mütevellî) ta’yîn etmesi câizdir [ve lâzımdır].
Câmi’in bir
tarafında hâfız Kur’ân-ı kerîm okuyor, bir tarafda da Ehl-i sünnet olan sâlih
bir kimse va’z veriyor ise, va’z dinlemek efdaldir. [Hele hâfız fâsık ise,
tegannî ile okuyorsa, dinlemek câiz değildir. Câmi’, kubbesi, minâresi olan binâ
demek değildir. İçinde, hergün beş kerre, cemâ’at ile nemâz kılınan binâ
demekdir. Nemâzdan evvel veyâ sonra, bu cemâ’ate va’z vermek de câizdir. Va’z,
Ehl-i sünnet i’tikâdında olan bir zâtın, Ehl-i sünnet âlimlerinden birisinin bir
kitâbına bakarak okuduğu veyâ ezberden söylediği bir sözünü açıklaması demekdir.
Mezhebsizlerin, ingiliz câsûslarının ve misyonerlerin konuşmalarına va’z denmez,
nutuk ve konferans vermek denir. Câmi’lerde nutuk ve konferans vermek ve bunları
dinlemek câiz değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin her sözü, Kur’ân-ı kerîmin ve
hadîs-i şerîflerin tefsîrleri, îzâhlarıdır.]
Câmi’lerdeki
yarasa ve güvercinleri koğmak ve yuvalarını dışarı atmak câizdir. Çünki,
câmi’leri kirletirler. Câmi’lerin temiz olması için bunlar çıkarılır. (Fetâvâ-i
kâri-ül-Hidâye)de ve (Cevâhir-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Câmi’leri
kirleten kuşları çıkarmak mümkin olmazsa, öldürmek câizdir. Eziyyet veren
hayvanlar heryerde öldürülebilir). Câmi’ dışındaki kuş yuvalarını bozmak, câiz
değildir.
Kâdîhân
“rahmetullahi aleyh” fetvâsında diyor ki, (Bir şehrde, bir köyde, bir mahallede
ezân okunmazsa, hükûmetin zorla okutması lâzımdır.) (Fetâvâ-yı Hindiyye)de
diyor ki, (Ezân, câmi’in dışında veyâ minârede okunur. Yüksekde okumak ve sesini
çoğaltmak için kendini zorlamamak sünnetdir). Görülüyor ki, ezân ve ikâmeti ho-parlör
ile okumağa lüzûm yokdur. Çünki, her mahallede ezân okunmakdadır. İbâdetleri
teyp, radyo ve ho-parlörle ve televizyonla yapmak bid’atdir. Bid’at büyük
günâhdır. [Müezzin ezânı ve imâm efendi kırâeti câmi’ cıvârında bulunan ve
câmi’deki cemâ’ate işitdirecek kadar tabi’î sesleri ile okur. Uzaklardan
işitilmesi için, kendilerini zorlamaları mekrûhdur. Ho-parlör [Mizmâr]
kullanmağa lüzûm olmadığı buradan da anlaşılmakdadır. (Müncid)de diyor
ki, her dürlü ses çıkaran âletlere (Mizmâr) denir. Davul, def, ney,
zurna, keman, ud, ho-parlör, teyp, televizyon, birer mizmârdır. İbni Hâcer-i
Mekkî, (Keffür-reâ’ an muharremât-ilâ lehvi vessimâ’) kitâbında diyor ki,
(Hadîs-i şerîfde (Davulu ve mizmârı yok etmek için emr olundum) ve
(Bir zemân gelir ki, Kur’ân-ı kerîmi mizmârlardan okurlar. Okuyanlara ve
dinleyenlere Allahü teâlâ la’net eder) buyuruldu.) Ezân ve mevlid okumak da
böyledir. 3.cü kısmda, 52.ci maddeye bakınız!]
Kişi
noksânını bilmek gibi, irfan olmaz!
Bî-vefâdır
ey denî dünyâ senin her ni’metin.
Sarsar-ı bâd-ı
ecel, mahv eyliyor her rif’atin!
|