| 
                                                         
                                                        
                                                        65 
                                                        - 
                                                        
                                                        YOLCULUKDA NEMÂZ 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (Seferî) 
                                                        veyâ (Müsâfir) 
                                                        olmak demek, yolcu olmak 
                                                        demekdir. Bir kimse, 
                                                        bulunduğu yerden veyâ 
                                                        gitdiği yolun iki 
                                                        tarafında dizili evlerin 
                                                        sonuncuları hizâsından 
                                                        ayrılırken, senenin kısa 
                                                        günlerinde, insan veyâ 
                                                        deve yürüyüşü ile, üç 
                                                        günde gidilecek yere 
                                                        gitmeği niyyet ederse, 
                                                        müsâfir olur. Niyyet 
                                                        etmez ise, bütün dünyâyı 
                                                        dolaşsa bile, müsâfir 
                                                        olmaz. Düşmânı arayan 
                                                        askerlerin hâli 
                                                        böyledir. Fekat, geri 
                                                        dönüşde müsâfir olur. 
                                                        İki günlük uzakda olan 
                                                        bir yere gitmeğe niyyet 
                                                        eden kimse, yolda iken 
                                                        veyâ o yere varınca, iki 
                                                        günlük yere dahâ gitmeğe 
                                                        niyyet etse, o dört 
                                                        günlük yere giderken 
                                                        müsâfir olmaz. Üç günlük 
                                                        yere gitmek niyyeti ile 
                                                        yola çıkan kimse, 
                                                        konakladığı bir yerden 
                                                        üç günlük yola gitmeğe 
                                                        niyyet ederek, 
                                                        ayrılırsa, gideceği 
                                                        yolun iki tarafındaki 
                                                        evlerin hizâsından 
                                                        ayrıldığı zemân müsâfir 
                                                        olur. Son evin gözünden 
                                                        gayb olması lâzım 
                                                        değildir. Bir tarafda 
                                                        evlerin hizâsını geçmesi 
                                                        lâzım olmaz. Deniz veyâ 
                                                        orman yanında konmuş 
                                                        olan göçebeler, 
                                                        çadırlardan ayrılınca 
                                                        müsâfir olur. Yolun bir 
                                                        veyâ iki tarafında, 
                                                        şehrden kendisine kadar 
                                                        evler dizilmiş bulunan 
                                                        köyleri de aşması 
                                                        lâzımdır. Şehre bitişik 
                                                        boş erâzîyi ve bağları, 
                                                        tarlaları, bostanları 
                                                        aşmak lâzım değildir. 
                                                        Bostanlarda, tarlalarda 
                                                        çiftçilerin, bekcilerin 
                                                        evleri bulunsa da, 
                                                        buralar ve bunlardan 
                                                        sonra gelen köyler, 
                                                        şehrden sayılmazlar. Boş 
                                                        erâzîden, kasabaya yakın
                                                        (Finâ) denilen 
                                                        büyük mezârlıklar 
                                                        [fabrika, mekteb ve 
                                                        kışlalar] ve 
                                                        kasabadakilerin harman 
                                                        yapmak, hayvan koşdurmak, 
                                                        eğlenmek için devâmlı 
                                                        kullandıkları yerler ve 
                                                        avlandıkları, 
                                                        kullandıkları deniz ve 
                                                        göl kısmları şehrden 
                                                        sayılır. Ya’nî, buraları 
                                                        da aşmak lâzımdır. Finâ, 
                                                        ikiyüz metreden ziyâde 
                                                        uzakda ise veyâ arada 
                                                        tarla varsa, şehrden 
                                                        sayılmaz. Fekat uzak 
                                                        olan Finâda da, Cum’a ve 
                                                        bayram nemâzlarının 
                                                        kılınması sahîh olur. 
                                                        Arada Finâ bulunan 
                                                        şehrler, köyler şehrden 
                                                        sayılmaz. Böyle köyleri 
                                                        aşmak lâzım değildir. 
                                                        Yalnız Finâyı aşmakla 
                                                        seferî olur. Finâ, büyük 
                                                        şehrlerde ikiyüz 
                                                        metreden dahâ uzakda 
                                                        olunca da, şehrden 
                                                        sayılır. Muhtâr olan 
                                                        kavle göre, arada Finâ 
                                                        veyâ evler bulunursa da, 
                                                        köyleri aşmak lâzım 
                                                        olmadığı (İmdâd)ın 
                                                        Tahtâvî hâşiyesinde 
                                                        yazılıdır. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Akşama kadar hep 
                                                        yürümesi şart değildir. 
                                                        Kısa günde, sabâh 
                                                        nemâzından, öğleye kadar 
                                                        yürümesi kâfîdir. Bu da, 
                                                        bir merhale, ya’nî bir 
                                                        menzil, bir konak 
                                                        denilen yoldur. Arada 
                                                        dinlenmesi de câizdir. 
                                                        Üç günlük yola, sür’atli 
                                                        bir vâsıta ile, meselâ 
                                                        trenle, dahâ az zemânda 
                                                        giderse, yine müsâfir 
                                                        olur [Mecelle 
                                                        1664]. Bir yere, iki 
                                                        başka yoldan gidilse, 
                                                        biri kısa, öteki uzun 
                                                        olsa, kısa yoldan giden 
                                                        müsâfir olmaz. Uzun yol, 
                                                        üç günlük yürüyüş ise, 
                                                        bu yoldan, her vâsıta 
                                                        ile giden de, müsâfir 
                                                        olur. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (İbni Âbidîn) 
                                                        buyuruyor ki, (Âlimlerin 
                                                        hepsi, üç günlük yolu,
                                                        (Fersah) 
                                                        dedikleri, bir sâatda 
                                                        gidilen yolun uzunluğu 
                                                        ile bildirdiler. Bir 
                                                        kısmı, üç günlük yol 
                                                        yirmibir fersahdır dedi. 
                                                        Bir kısmı da, onsekiz, 
                                                        bir kısmı ise, onbeş 
                                                        fersahdır dedi. Fetvâ, 
                                                        ikinci söze göre, 
                                                        verilmişdir). Çoğunluğun 
                                                        fetvâsına göre, bir 
                                                        merhale, ya’nî bir günde 
                                                        gidilen yol, ârızasız 
                                                        olan düz yerde altı 
                                                        fersahdır. Bir fersah üç 
                                                        mîldir. Bir merhale 
                                                        onsekiz mîl, üç merhale 
                                                        54 mîl olur. Bir mîlin 
                                                        dörtbin zrâ’ olduğu ve 
                                                        dörtbin hatve kavlinin 
                                                        za’îf olduğu ve bir 
                                                        zrâ’ın kelime-i tevhîd 
                                                        harfleri adedince, 
                                                        yirmidört parmak 
                                                        genişliğinde olduğu (İbni 
                                                        Âbidîn)de teyemmüm 
                                                        bahsinde yazılıdır. Bir 
                                                        parmak genişliği, 
                                                        ortalama 2 
                                                        santimetredir. Bir zrâ’, 
                                                        48 santimetre, bir mîl 
                                                        [1920] metre, bir fersah 
                                                        [5760] metredir. Bir 
                                                        merhale, otuzdört 
                                                        kilometre beşyüzaltmış 
                                                        metre, üç günlük yol da, 
                                                        takrîben yüzdört 
                                                        [103,680] kilometre 
                                                        olmakdadır. [Coğrafî 
                                                        mîl, bir dakîkalık 
                                                        Ekvator kavsinin 
                                                        uzunluğu olup [1852] 
                                                        metredir.] İstanbulda 
                                                        Küçükçekmeceden 
                                                        ayrılarak Tekirdağına 
                                                        giden seferî olur. 
                                                        (El fıkh-u alel mezâhib)de 
                                                        diyor ki, (Şâfi’î, 
                                                        mâlikî ve hanbelî 
                                                        mezheblerinde, sefer 
                                                        mesâfesi, iki merhale 
                                                        [Konak]dır. Bu da, 
                                                        onaltı fersahdır. Bu da 
                                                        48 mîldir. Çünki bir 
                                                        fersah, üç mîldir. Bir 
                                                        mîl altıbin zrâ’ [insan 
                                                        kolu]dur. Seferî olmak 
                                                        mesâfesi, seksen 
                                                        kilometre altıyüzkırk 
                                                        metrelik bir yoldur.) Bu 
                                                        kadar kilometre olmak 
                                                        için, bir mîlin 4000 zrâ’ 
                                                        ve bir zrâ’ın 42 cm. 
                                                        olması lâzımdır. Nitekim 
                                                        1404 [m. 1984] de ikinci 
                                                        baskısı yapılan (El-mukaddimet-ül 
                                                        hadremiyye) Şâfi’î 
                                                        fıkh kitâbının şerhinde 
                                                        de, (Şâfi’îde seferî 
                                                        olmak mesâfesi, dört 
                                                        Berîd, ya’nî iki 
                                                        merhaledir. Bir berîd, 
                                                        dört fersahdır. Bir 
                                                        fersah üç mîldir. Bir 
                                                        mîl, bin bâ’ [Kolaç]dır. 
                                                        Bir bâ’, dört zrâ’ 
                                                        [insan kolu]dur. Bir zrâ’, 
                                                        iki karışdır) demekdedir. 
                                                        Seferîlik mesâfesi, bu 
                                                        şerhe göre de, 16 
                                                        fersah, ya’nî 48 mîl 
                                                        olmakda ve bir mîl, dört 
                                                        bin zrâ’ olmakdadır. 
                                                        (Mir’ât-i Medîne)nin 
                                                        beşyüzyirmiüçüncü 
                                                        sahîfesinde diyor ki, 
                                                        (Kitâbımızda zrâ’ 
                                                        dediğimiz uzunluk, insan 
                                                        kolu olup, Mısr ve 
                                                        Hicâzda şimdi kullanılan 
                                                        demir ölçünün sekizde 
                                                        yedisidir. Takrîben iki 
                                                        karışdır). Bu demir ölçü 
                                                        birimi, hanefî fıkh 
                                                        kitâblarında yazılı olan 
                                                        zrâ’ olup, 24 parmak 
                                                        genişliğindedir. 48 
                                                        santimetredir. Bunun 
                                                        sekizde yedisi 42 
                                                        santimetredir. Görülüyor 
                                                        ki, Şâfî’îde bir mîl 
                                                        dörtbin zrâ’dır. Bu da 
                                                        1680 metredir. 48 mîl de 
                                                        80 kilometre 640 
                                                        metredir. Sefer 
                                                        mesâfesinin, tam bu 
                                                        kadar kilometre olması 
                                                        şart değildir. Meşhûr 
                                                        olan veyâ zann-ı gâlib 
                                                        ile anlaşılan mesâfe 
                                                        kâfîdir. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Denizde, orta rüzgârlı 
                                                        havâda giden yelkenlinin 
                                                        hızı esâsdır. 
                                                        İstanbuldan Mudanyaya 
                                                        giden, seferî olmaz. 
                                                        Bursaya giden, seferî 
                                                        olur. Tayyâre ile giden, 
                                                        altında bulunan yoldan 
                                                        veyâ denizden gitmiş 
                                                        gibidir. İstanbulda, 
                                                        Fâtihden otobüs ile 
                                                        sefere çıkan, bugün 
                                                        için, Edirne-kapı 
                                                        kabristânını geçince, 
                                                        Aksaraydan çıkan, 
                                                        Topkapı kabristânını, 
                                                        sâhil yolundan ise, 
                                                        Yedikule kapısını 
                                                        geçince, Üsküdardan 
                                                        çıkan, Selimiyye kışlası 
                                                        ile Karaca Ahmed 
                                                        kabristânı arasından 
                                                        geçince, İstanbuldan 
                                                        Anadoluda 104 
                                                        kilometreye gitmeğe 
                                                        niyyet edenlerin hepsi, 
                                                        buğazın karşı sâhiline 
                                                        geçince seferî olurlar. 
                                                        Seferî olan kimsenin, 
                                                        dört rek’at olan farz 
                                                        nemâzları iki rek’at 
                                                        kılması hanefîde vâcib, 
                                                        mâlikîde sünnet-i 
                                                        müekkede, şâfi’îde 
                                                        efdaldir. Mukîm olan 
                                                        imâma uyması hanefîde, 
                                                        edâ ederken câiz, 
                                                        şâfi’îde hem edâ, hem 
                                                        kazâ ederken câiz, 
                                                        mâlikîde ikisinde de 
                                                        mekrûhdur. Müsâfire uyan 
                                                        mukîmin nasıl kılacağı, 
                                                        64. cü maddede 
                                                        bildirilmişdir. Mest 
                                                        üzerine, üç gün üç gece 
                                                        mesh edebilir. Orucunu 
                                                        bozabilir. Kurban 
                                                        kesmesi vâcib olmaz. 
                                                        Müsâfir râhat ise, 
                                                        orucunu bozmamalıdır. 
                                                        Günâh için sefere çıkan, 
                                                        yalnız hanefî mezhebinde 
                                                        müsâfir olur. 59. cu 
                                                        maddeye bakınız! 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Mukîm olsun, müsâfir [ya’nî 
                                                        yolcu] olsun, özrlü 
                                                        olsun, özrsüz olsun, 
                                                        herkes, şehr ve köy 
                                                        dışında, hayvan üstünde 
                                                        otururken nâfile nemâz 
                                                        kılabilir. Hayvan 
                                                        yürürken de, dururken de 
                                                        kılınabilir. Beş vakt 
                                                        farz nemâzlardan önce ve 
                                                        sonra olan sünnetler de 
                                                        nâfile nemâz demekdir. 
                                                        Yalnız, sabâh nemâzının 
                                                        sünneti nâfile değildir. 
                                                        Fâtiha ve sûre okurken, 
                                                        sağ eli sol el üstüne 
                                                        bağlayıp göbek altına 
                                                        koymak iyi ise de, 
                                                        elleri uylukları üstüne 
                                                        koymak da olur. Her 
                                                        dürlü oturmak câizdir. 
                                                        Kendi yürürken nemâz 
                                                        kılmak, kimseye câiz 
                                                        değildir. Çünki yürümek 
                                                        nemâzı bozar 
                                                        [Cevhere]. 
                                                        Altmışdokuzuncu maddeye 
                                                        bakınız! Yolda rast 
                                                        geldiği şehrlerden 
                                                        geçerken de böyle 
                                                        kılabilir. Kendi 
                                                        şehrinde kılması 
                                                        mekrûhdur. Îmâ ile 
                                                        rükü’a ve secdeye 
                                                        eğilir. Başını birşey 
                                                        üzerine koymaz. Nemâza 
                                                        başlarken ve kılarken 
                                                        kıbleye dönmek lâzım 
                                                        değildir. Hayvanın 
                                                        yürüdüğü tarafa doğru 
                                                        kılması lâzımdır. 
                                                        Hayvanın veyâ yularının 
                                                        veyâ eğerinin üzerinde 
                                                        çok necs [pislik] 
                                                        bulunsa da, nemâz câiz 
                                                        olur. Fekat, necsli 
                                                        yerin üzerinde oturursa 
                                                        câiz olmaz. Necs 
                                                        ayakkabıyı da çıkarmak 
                                                        lâzımdır. Ayağı ile 
                                                        dürterek, yuları 
                                                        çekerek, az hareketle 
                                                        hayvanı idâre etmesi 
                                                        nemâzı bozmaz. Hayvan 
                                                        üzerinde nâfile nemâza 
                                                        başlıyan kimse, hızla 
                                                        yere inerek, yerde 
                                                        temâmlaması câizdir. 
                                                        Yerde başlayıp, hayvan 
                                                        üstünde temâmlamak câiz 
                                                        değildir. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Farzları ve vâcibleri, 
                                                        zarûret olmadıkca hayvan 
                                                        üzerinde kılmak câiz 
                                                        değildir. (Halebî)de, 
                                                        (Farzları hayvan 
                                                        üzerinde kılmak, 
                                                        sünnetleri kılmak gibi 
                                                        olup, ancak teyemmüm 
                                                        yapmak için 
                                                        bildirdiğimiz özrler ile 
                                                        câizdir) diyor. 
                                                        Farzların da mukîm iken 
                                                        ve seferî iken, şehr 
                                                        dışında hayvan üzerinde 
                                                        zarûret olunca 
                                                        kılınacağı 
                                                        anlaşılmakdadır. 
                                                        Malının, canının, 
                                                        hayvanının tehlükede 
                                                        olması, inince hayvanın 
                                                        veyâ hayvandaki veyâ 
                                                        yanındaki malın 
                                                        çalınması, yırtıcı 
                                                        hayvan, düşman, yerde 
                                                        çamur olması, yağmur 
                                                        olması, hastanın, 
                                                        inerken, binerken, iyi 
                                                        olmasının gecikmesi veyâ 
                                                        hastalığının artması, 
                                                        arkadaşlarının 
                                                        beklemeyip tehlükede 
                                                        kalması, indikden sonra, 
                                                        hayvana yardımcısız 
                                                        binememek, hep zarûret 
                                                        olan özrdür. Az çamur 
                                                        özr değildir. Yüzü, 
                                                        içine girerek gayb 
                                                        olursa, özr olur. 
                                                        Hayvanı olmıyan kimse, 
                                                        böyle çamurda ayakda ve 
                                                        îmâ ile kılar. Hayvana 
                                                        binemiyenin yardımcısı 
                                                        olursa, imâmeyn özr 
                                                        olmaz dedi. Farz veyâ 
                                                        vâcib kılarken, hayvanı 
                                                        kıbleye karşı 
                                                        durdurmalıdır. 
                                                        Durduramazsa, mümkin 
                                                        olduğu kadar 
                                                        durdurmalıdır. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Müsâfir, 
                                                        vaktin sonuna doğru 
                                                        özrün biteceğini ümmîd 
                                                        etse, bekleyip, yerde 
                                                        kılması iyi ise de, 
                                                        hemen hayvan üstünde 
                                                        kılması da câizdir. 
                                                        Bunun gibi, su bulmak 
                                                        ümmîdi olanın, vaktin 
                                                        başında, teyemmüm ile 
                                                        kılması câizdir. Hayvan 
                                                        üstündeki (Mahmil)
                                                        denilen iki sandıkda 
                                                        kılmak, hayvan üstünde 
                                                        kılmak gibidir. İnebilen 
                                                        kimse, farzları mahmilde 
                                                        kılamaz. Mahmilin 
                                                        ayakları toprağa 
                                                        indirilirse, sedir 
                                                        [kanepe] gibi olur ve 
                                                        burada farzları ayakda 
                                                        kılması câiz olur. 
                                                        Oturarak kılamaz. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        İki tekerlekli araba, 
                                                        hayvana bağlanmadıkca, 
                                                        yerde düz 
                                                        duramıyacağından 
                                                        yürürken de, dururken de 
                                                        hayvan gibidir. Üç, dört 
                                                        tekerlekli olup da 
                                                        hayvana bağlanmadan 
                                                        yerde düz duran araba, 
                                                        [otobüs, tren] yürümüyor 
                                                        ise, sedir gibidir. 
                                                        İçinde farz nemâz ayakda 
                                                        câiz olur. Araba gidiyor 
                                                        ise, hayvan gibidir. 
                                                        İçinde özrsüz farz 
                                                        kılmak câiz olmaz. 
                                                        Durdurup kıbleye karşı 
                                                        ve ayakda kılmalıdır. 
                                                        [Durduramazsa, ücretli 
                                                        olan vâsıtadan inerek 
                                                        nemâzı kılmalıdır; 
                                                        vâsıta giderse, arkadan 
                                                        gelen veyâ o kasabadan 
                                                        kalkacak olan başka 
                                                        vâsıta ile gitmelidir. 
                                                        Birinci vâsıtaya 
                                                        binerken, buna göre 
                                                        pazarlık yapmalıdır. 
                                                        Buna da imkân olmazsa, 
                                                        nemâzda oturur gibi yere 
                                                        oturarak ve imkân olduğu 
                                                        kadar kıbleye dönerek 
                                                        kılması câiz olur.] 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Hastanın ve seferde 
                                                        olanın farzları, 
                                                        sedirde, sandalyada, 
                                                        ayaklarını sarkıtarak 
                                                        oturup, îmâ ile 
                                                        kılmaları câiz değildir. 
                                                        Hasta, yerde veyâ 
                                                        uzunluğu kıble 
                                                        istikâmetinde olan 
                                                        sedirin üstünde, kıbleye 
                                                        karşı oturarak kılar. 
                                                        Birinci kısm, 74. cü 
                                                        maddeye bakınız! Seferî 
                                                        olanın, diğer üç mezhebi 
                                                        taklîd ederek, vâsıta 
                                                        yolda durduğu zemân, 
                                                        öğle ile ikindiyi ve 
                                                        akşam ile yatsıyı 
                                                        birleşdirerek kıbleye 
                                                        karşı, ayakda kılması 
                                                        dahâ iyi olur. Mâlikî ve 
                                                        şâfi’î mezheblerinde, 
                                                        günâh olmıyan seferde, 
                                                        ya’nî 80 kilometreden 
                                                        ziyâde süren seferde, 
                                                        ikindiyi öğle nemâzı 
                                                        vaktinde ve yatsıyı 
                                                        akşam nemâzı vaktinde 
                                                        takdîm ederek veyâ 
                                                        öğleyi ikindi vaktinde 
                                                        ve akşamı yatsı vaktinde 
                                                        te’hîr ederek iki nemâzı 
                                                        bir arada kılmak 
                                                        câizdir. Yola çıkmadan 
                                                        nemâz kasr ve cem’ 
                                                        edilemez. Dört günden az 
                                                        kalmak niyyet etdiği yer 
                                                        (seferî yer) olur. Bu 
                                                        yerde kasr eder ve harac 
                                                        olunca, cem’ edebilir. 
                                                        Yağmur sebebi ile 
                                                        câmi’de cemâ’at ile 
                                                        cem’i takdîm câiz ise de 
                                                        yedi şartı vardır. 
                                                        Hastanın cem’ etmesi 
                                                        ihtilâflıdır. [Başka bir 
                                                        mezhebi taklîd etmek, 
                                                        mezheb değişdirmek demek 
                                                        değildir. İmâm-ı 
                                                        Şâfi’îyi “rahmetullahi 
                                                        teâlâ aleyh” taklîd eden 
                                                        bir hanefî, mezhebinden 
                                                        çıkmaz.] Yola çıkmadan 
                                                        ve yolculuk bitdikden 
                                                        sonra dört rek’at olan 
                                                        farzların iki rek’at 
                                                        kılınamıyacağı ve iki 
                                                        vaktin nemâzının 
                                                        birlikde kılınamıyacağı, 
                                                        Şâfi’î âlimlerinden 
                                                        Şemsüddîn Muhammed Remlî 
                                                        fetvâsında ve (İ’ânet-ut-tâlibîn 
                                                        alâ-hall-i elfâz-ı Feth-il-mu’în)de 
                                                        bildirilmekdedir. Bu 
                                                        fetvâ, (Fetâvâ-yı 
                                                        Kübrâ) kenârında 
                                                        basılmışdır. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Ayrı ayrı hayvanlar 
                                                        üzerinde olarak cemâ’at 
                                                        ile kılınmaz. Bir 
                                                        mahmilde, bir araba veyâ 
                                                        otobüsde, dururken, 
                                                        odada kılar gibi cemâ’at 
                                                        ile kılınabilir. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (Halebî-i kebîr)de 
                                                        diyor ki, (Şemsül Eimme 
                                                        Halvânî buyurdu ki, 
                                                        hayvan üzerinde kıbleye 
                                                        karşı durup, nemâzda 
                                                        iken, hayvan kıbleden 
                                                        dönerse, farz nemâz 
                                                        kabûl olmaz. Bir rükn 
                                                        kadar kıbleden 
                                                        ayrılmamalıdır. [Araba, 
                                                        tren de böyledir.] 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Giden gemide farzları, 
                                                        özrsüz oturarak kılmak, 
                                                        iki imâma göre câiz 
                                                        değildir. Baş dönmesi 
                                                        özrdür. İmâm-ı a’zam 
                                                        “rahmetullahi aleyh”, 
                                                        ayakda kılması iyi olur 
                                                        buyurdu. İmkânı varsa, 
                                                        gemiden çıkınca, 
                                                        toprakda kılmak dahâ 
                                                        iyidir. Deniz ortasında 
                                                        demirli gemi, rüzgârla 
                                                        çok sallanıyorsa, giden 
                                                        gemi gibidir. Çok 
                                                        sallanmıyorsa veyâ 
                                                        sâhile yanaşmış ise, 
                                                        farz nemâzları oturarak 
                                                        kılmak câiz olmaz. 
                                                        Yanaşmış gemide, karaya 
                                                        oturmuş ise, ayakda 
                                                        olarak her zemân 
                                                        câizdir. Karaya 
                                                        oturmamış ise, âlimlerin 
                                                        çoğuna göre, dışarı 
                                                        çıkmak mümkin ise, bu 
                                                        gemide farz kılmak câiz 
                                                        olmaz. Böyle gemi, 
                                                        hayvan gibidir. Karaya 
                                                        oturan gemi [ve deniz 
                                                        dibine direk, zincirle 
                                                        bağlı iskele, köprü] 
                                                        ise, toprak üzerindeki 
                                                        sedir, masa gibidir. 
                                                        Giden gemide, nemâza 
                                                        başlarken kıbleye karşı 
                                                        durmak ve gemi dönünce, 
                                                        nemâz içinde kıbleye 
                                                        dönmek lâzımdır. Çünki, 
                                                        gemilerde kıbleye 
                                                        dönmek, odadaki gibidir. 
                                                        Rükü’ ve secdeleri 
                                                        yapabilen kimsenin, 
                                                        gemide nâfile nemâzları 
                                                        da îmâ ile kılması câiz 
                                                        olmaz). 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (Merâkıl-felâh)da 
                                                        diyor ki, (Nâfileleri 
                                                        özrsüz oturarak kılmak 
                                                        câizdir. Yalnız sabâh 
                                                        nemâzının sünnetini 
                                                        ayakda kılar. Nâfileleri 
                                                        oturarak kılana, sevâbın 
                                                        yarısı verilir. Rükü’ 
                                                        için eğilir. Secde için, 
                                                        başını yere koyar. Yâhud, 
                                                        rükü’ için ayağa kalkar 
                                                        ve sonra rükü’a eğilir. 
                                                        Ayakda kılamıyan, 
                                                        oturarak kılar. Rükü’ 
                                                        için eğilir. Secde için, 
                                                        başını yere koyar. Secde 
                                                        için, başını yere 
                                                        koyamıyan kimse, îmâ ile 
                                                        kılar). 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (Hidâye) 
                                                        ve (Nihâye)de, 
                                                        (Yanaşmış gemide farz 
                                                        kılmak câizdir. Dışarı 
                                                        çıkıp karada kılmak iyi 
                                                        olur) diyor. (Behce)de 
                                                        diyor ki, (İstanbuldan 
                                                        kayıkla Üsküdara 
                                                        giderken, öğle vakti 
                                                        çıkacak olsa, öğleyi 
                                                        oturarak kılması câiz 
                                                        olur). Seferî olmadığı 
                                                        için, şâfi’îyi taklîd 
                                                        ile, öğleyi ikindi ile 
                                                        birlikde kılamaz. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Mi’râc 
                                                        gecesi, akşam nemâzı üç 
                                                        rek’at, öteki nemâzlar 
                                                        iki rek’at farz oldu. 
                                                        Medîne-i münevverede 
                                                        ikinci emrle sabâh ve 
                                                        akşamdan başkası dört 
                                                        rek’ate çıkarıldı. 
                                                        Hicretin dördüncü 
                                                        yılında bunlar, müsâfir 
                                                        için, yine ikiye 
                                                        indirildi. Müsâfirin 
                                                        bunları dört kılması 
                                                        hanefîde günâh olur
                                                        
                                                        
                                                        (Dürr-ül-muhtâr). 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Müsâfir 
                                                        farzı dört rek’at 
                                                        kılarsa, son iki rek’atı 
                                                        nâfile olur. Emri 
                                                        dinlemediği için ve 
                                                        nâfilenin iftitâh 
                                                        tekbîrini terk etdiği 
                                                        için ve farzın selâmını 
                                                        terk etdiği için ve 
                                                        nâfileyi farz ile 
                                                        karışdırdığı için, günâh 
                                                        olur. Tevbe etmezse 
                                                        Cehenneme gidebilir. 
                                                        Unutarak dört rek’at 
                                                        kılan kimse secde-i sehv 
                                                        yapar. Müsâfir olan 
                                                        imâm, yanılarak dört 
                                                        rek’at kılarsa, buna 
                                                        uymuş olan mukîmin 
                                                        nemâzı fâsid olur. 
                                                        İkinci rek’atde 
                                                        oturmazsa, farzı kabûl 
                                                        olmaz. Üçüncü rek’atin 
                                                        secdesini yapmadan, o 
                                                        şehrde onbeş gün kalmağa 
                                                        niyyet ederse, o farzı 
                                                        dört rek’at kılması 
                                                        lâzım olur. Fekat, 
                                                        üçüncü rek’atin kıyâmını 
                                                        ve rükü’unu tekrârlaması 
                                                        lâzım olur. Çünki, bu 
                                                        ikisini nâfile olarak 
                                                        yapmışdı. Nâfile olarak 
                                                        yapılan ibâdet farz 
                                                        yerine geçemez. 
                                                        [Nâfilelerin, 
                                                        sünnetlerin, kazâya 
                                                        kalmış farzlar yerine 
                                                        geçemiyeceği, buradan da 
                                                        anlaşılmakdadır.] 
                                                        Yetmişinci maddenin 
                                                        sonuna bakınız! Müsâfir 
                                                        sûreleri kısa okur. 
                                                        Tesbîhleri üçden az 
                                                        yapmaz. Yolda iken, 
                                                        ya’nî sıkıntılı 
                                                        zemânında, sabâh 
                                                        nemâzından başka 
                                                        sünnetleri terk 
                                                        edebilir. Sünnetleri özr 
                                                        ile terk etmek câizdir. 
                                                        [Sünnetleri kazâ nemâzı 
                                                        niyyeti ile kılmak lâzım 
                                                        olduğu, buradan da 
                                                        anlaşılmakdadır.] 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Üç günlük yol gitmeden, 
                                                        geri dönmeğe niyyet 
                                                        ederse, o anda 
                                                        müsâfirlikden çıkar. 
                                                        Mukîm olur. Üç günlük 
                                                        yola gitmeğe niyyet edip 
                                                        şehrden çıkan bir kimse, 
                                                        üç günlük yoldan dahâ az 
                                                        veyâ dahâ çok gitdikden 
                                                        sonra, kendi şehrine 
                                                        girince veyâ başka bir 
                                                        yerde onbeş gün kalmağa 
                                                        niyyet ederse, yine 
                                                        mukîm olur. Onbeş günden 
                                                        az kalmağa niyyet ederse 
                                                        veyâ hiç niyyet etmeden 
                                                        yıllarca kalsa, müsâfir 
                                                        olur. Asker, dâr-ül-harbde, 
                                                        bir yerde onbeş gün 
                                                        kalmağa niyyet etse de, 
                                                        mukîm olmaz. Denizdeki 
                                                        gemide veyâ hayât, ev 
                                                        olmıyan adada, onbeş gün 
                                                        kalmağa niyyet eden 
                                                        müsâfir, mukîm olmaz. 
                                                        Gemicilerin malı, çoluk 
                                                        çocuğu da gemide olsa, 
                                                        yine mukîm olmaz. Gemi 
                                                        vatan değildir. Mekke, 
                                                        Minâ ve #Arafât gibi 
                                                        başka başka yerlerde 
                                                        topdan onbeş gün kalmağa 
                                                        niyyet eden de, mukîm 
                                                        olmaz. Kadın, talebe, 
                                                        asker, me’mur, işçi ve 
                                                        çocuk gibi emr altında 
                                                        olanlar, kendi 
                                                        niyyetleri ile değil, 
                                                        zevcinin veyâ 
                                                        mahreminin, hocasının, 
                                                        kumandanının, iş verenin 
                                                        emrini alınca, emre göre 
                                                        hareket ederler. 
                                                        Âmirleri onbeş gün 
                                                        kalmağa niyyet etse, 
                                                        bunlar emri işitinceye 
                                                        kadar müsâfir olur. 
                                                        İşitince mukîm olurlar. 
                                                        Düşman memleketine giren 
                                                        veyâ bir kal’ayı 
                                                        karadan, denizden saran 
                                                        askerler, onbeş güne 
                                                        niyyet etseler bile, 
                                                        müsâfir olurlar. Düşman 
                                                        memleketine harb için 
                                                        gitmiyen, niyyetine göre 
                                                        müsâfir veyâ mukîm olur.
                                                        (Dâr-ül-harb)de 
                                                        yeni müslimân olana 
                                                        eziyyet edilmiyorsa, 
                                                        mukîm olur. Çadırda 
                                                        yaşıyanlar çölde onbeş 
                                                        gün kalmağa niyyet 
                                                        edince, mukîm olurlar. 
                                                        Başkaları olmaz. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Nemâz 
                                                        vaktinin sonunda sefere 
                                                        çıkan, bu nemâzı 
                                                        kılmamış ise, iki rek’at 
                                                        kılar. Vaktin sonunda 
                                                        vatanına gelen, bu 
                                                        vaktin nemâzını kılmamış 
                                                        ise, dört kılar. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        İnsanın mukîm olduğu, 
                                                        yerleşdiği yere 
                                                        (Vatan) denir. 
                                                        Hanefî mezhebinde, üç 
                                                        dürlü vatan vardır. 
                                                        (Vatan-ı aslî) asl 
                                                        yer, insanın doğduğu 
                                                        veyâ evlendiği veyâ 
                                                        başka yere yerleşmemek, 
                                                        orada hep kalmak niyyeti 
                                                        ile yerleşdiği yerdir. 
                                                        Senelerce oturup da 
                                                        sonra çıkmağı veyâ 
                                                        düşündüğü birşey hâsıl 
                                                        olunca çıkmağı niyyet 
                                                        ederse, burada senelerce 
                                                        otursa bile, yerleşmiş 
                                                        olmaz. Bir kimse, bir 
                                                        yerde, onbeş gün kalmağa 
                                                        niyyet etmeden bile 
                                                        evlense, o yer, vatan-ı 
                                                        aslî olur. Orada mukîm 
                                                        olur. İki yerde zevcesi 
                                                        olan, o şehrlerin 
                                                        herbirine gidince, o 
                                                        yer, vatan-ı aslî olur. 
                                                        Oralarda mukîm olur. 
                                                        Zevcesi ölse, orada 
                                                        evleri, toprağı olsa 
                                                        bile, orası (asl yeri) 
                                                        olmakdan çıkar. 
                                                        Evlenmediği bir yere 
                                                        gidip yerleşmeğe niyyet 
                                                        edince, orası (asl yeri) 
                                                        olur. Bâlig bir çocuğun 
                                                        ana babasının bulunduğu 
                                                        yer, doğduğu yer bile 
                                                        olsa, buradan ayrılıp 
                                                        başka yerde, çıkmamak 
                                                        üzere niyyet edip 
                                                        yerleşse veyâ evlense, 
                                                        orası (Asl yeri) 
                                                        olur. Ana babasının 
                                                        yanına gidince, 
                                                        yerleşmeğe niyyet 
                                                        etmedikce, burası, 
                                                        çocuğun asl yeri olmaz. 
                                                        Onun asl yeri, evlendiği 
                                                        veyâ son yerleşdiği 
                                                        yerdir. Bir yere 
                                                        yerleşince, araları üç 
                                                        günden az olsa ve sefer 
                                                        niyyeti ile çıkmamış 
                                                        olsa bile, önce 
                                                        yerleşmiş olduğu ve 
                                                        doğduğu vatan-ı aslîleri 
                                                        bâtıl olur. Başka yere 
                                                        yerleşmek için asl 
                                                        yerinden ayrılan kimse, 
                                                        dahâ başka yere 
                                                        yerleşmek için yolunu 
                                                        değişdirse, birinci 
                                                        yerinden geçerken 
                                                        nemâzlarını dört kılar. 
                                                        Çünki, başka vatan 
                                                        edinmemişdir. Zevcesini 
                                                        bir yerde yerleşdirip, 
                                                        sonra kendisi başka yere 
                                                        yerleşse, ikisi de 
                                                        vatan-ı aslîsi olur. Bir 
                                                        kimse, vatan-ı aslîye 
                                                        girince mukîm olur. 
                                                        Onbeş gün kalmağa niyyet 
                                                        etmesi lâzım olmaz. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        İkinci vatan, 
                                                        (Vatan-ı ikâmet) 
                                                        geçici vatandır. Giriş 
                                                        ve çıkış günlerinden 
                                                        başka hanefîde onbeş, 
                                                        şâfi’î ve mâlikîde dört 
                                                        gün veyâ çok devâmlı 
                                                        kalıp, sonra çıkmağa 
                                                        niyyet edilen yere 
                                                        (Geçici vatan) 
                                                        denir. Bir yerde bu 
                                                        mikdâr kalmağa niyyet 
                                                        ederken, bu müddet 
                                                        içinde, başka yere gidip 
                                                        kalmağa ve yine buraya 
                                                        dönmeğe de niyyet 
                                                        edilirse, burası geçici 
                                                        vatan olmaz. Geceleri 
                                                        burada, gündüzleri başka 
                                                        yerde kalmağa niyyet 
                                                        ederse, burası vatan-ı 
                                                        ikâmet olur. Okumak için 
                                                        veyâ vazîfe yapmak için 
                                                        bir yerde senelerce 
                                                        kalmağa ve sonra buradan 
                                                        çıkmağa niyyet ederse, 
                                                        burası (Vatan-ı ikâmet) 
                                                        olur. Burada, çıkmamak 
                                                        niyyeti ile yerleşseydi, 
                                                        vatan-ı aslî olurdu. 
                                                        Vatan-ı ikâmet üç şeyle 
                                                        bozulur: Başka bir 
                                                        vatan-ı ikâmete gidince, 
                                                        sefer niyyeti ile 
                                                        çıkmamış olsa ve 
                                                        aralarındaki uzaklık üç 
                                                        günlük yoldan az olsa 
                                                        bile, önceki vatan-ı 
                                                        ikâmet bozulur. Vatan-ı 
                                                        aslîye gidince de 
                                                        bozulur. Bir hanefî, 
                                                        Mekke-i mükerremede 
                                                        onbeş gün oturup sonra, 
                                                        Minâya gidip evlenirse, 
                                                        Minâ vatan-ı aslî olur. 
                                                        Mekke-i mükerreme 
                                                        vatan-ı ikâmet olmakdan 
                                                        çıkar. Üçüncü sebeb, 
                                                        sefere niyyet ederek 
                                                        çıkmakdır. Ya’nî vatan-ı 
                                                        ikâmetden üç gün üç gece 
                                                        uzağa gitmeğe niyyet 
                                                        ederek ayrılınca, burası 
                                                        vatan-ı ikâmet olmakdan 
                                                        çıkar. Dahâ az yola 
                                                        niyyet ile gidip 
                                                        gelseydi, geçici vatanı 
                                                        bozulmazdı. Vatan-ı 
                                                        ikâmetden niyyetsiz 
                                                        çıkıp, başka yerde üç 
                                                        günlük yola gitmek için 
                                                        niyyet ederse, üç günlük 
                                                        yol yürümeden önce, 
                                                        vatan-ı ikâmete girerse, 
                                                        seferî olması bozulur. 
                                                        Mukîm olur. Niyyet 
                                                        etdikden başlıyarak üç 
                                                        günlük yol gitdikden 
                                                        sonra, buraya girerse 
                                                        veyâ buradan hiç 
                                                        geçmezse, mukîm olmaz. 
                                                        Şâfi’îde bir yerdeki 
                                                        işinin dört günden önce 
                                                        bitmiyeceğini bilirse, 
                                                        niyyet etmese de, oraya 
                                                        girince mukîm olur. 
                                                        Müddetini iyi bilmezse, 
                                                        onsekiz gün sonra mukîm 
                                                        olur. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        İstanbuldan 
                                                        Bağdâda ve Mekke-i 
                                                        mükerremeden Kûfeye 
                                                        onbeş gün kalmak niyyeti 
                                                        ile giden birer hanefî, 
                                                        bu vatan-ı 
                                                        ikâmetlerinden çıkarak, 
                                                        Kasr denilen yere 
                                                        gelseler, her ikisi de 
                                                        Kasra giderken müsâfir 
                                                        olmaz. Çünki, Kasr 
                                                        denilen yer, Bağdâd ile 
                                                        Kûfe arasındadır. Her 
                                                        ikisinden iki günlük yol 
                                                        uzakdır. Kasrda onbeş 
                                                        gün kalmağa niyyet 
                                                        ederlerse, Bağdâd ve 
                                                        Kûfe, vatan-ı ikâmet 
                                                        olmakdan çıkar. Çünki 
                                                        Kasr şehri, yeni vatan-ı 
                                                        ikâmetleri olur. Onbeş 
                                                        gün sonra Kasrdan Kûfeye 
                                                        gelseler, müsâfir 
                                                        olmazlar. Kûfeden bir 
                                                        gün sonra çıkıp Bağdâda 
                                                        gitseler, yolda Kasrdan 
                                                        geçseler, yolda hep 
                                                        müsâfir olmazlar. Çünki, 
                                                        Kasr, ikisi için de 
                                                        vatan-ı ikâmet idi. Üç 
                                                        günlük yola niyyet 
                                                        etmeden çıkıp gelince, 
                                                        müsâfir olmazlar. Bunlar 
                                                        Bağdâddan ve Kûfeden ilk 
                                                        çıkışlarında dört günlük 
                                                        yola niyyet etselerdi ve 
                                                        Kasrda karşılaşıp, her 
                                                        ikisi de Kûfeye gidip, 
                                                        bir gün kalıp, sonra 
                                                        Bağdâda gitselerdi, hep 
                                                        müsâfir olurlardı. Çünki, 
                                                        üç gün sefer niyyet 
                                                        etmişlerdir. İstanbullu, 
                                                        bu yolu yürümüşdür. 
                                                        Mekke-i mükerremeli ise, 
                                                        sefere çıkınca, Kûfe, 
                                                        vatan-ı ikâmet olmakdan 
                                                        çıkmışdır. Kasr şehri, 
                                                        vatanları olmadığı için, 
                                                        buradan geçmeleri, mukîm 
                                                        olmalarına sebeb olmaz. 
                                                        İstanbuldan gelen, 
                                                        Kûfede onbeş gün 
                                                        kaldıkdan sonra, Mekkeye 
                                                        gitmek niyyeti ile yola 
                                                        çıksaydı, üç günlük yol 
                                                        gitmeden, bir iş için, 
                                                        yine Kûfeye dönseydi, 
                                                        mukîm olmazdı. Çünki, üç 
                                                        günlük yola gitmek 
                                                        niyyeti ile çıkınca, 
                                                        Kûfe şehri vatan-ı ikâmet 
                                                        olmakdan çıkmışdır. Kûfe, 
                                                        Bağdâdın ve Kerbelânın 
                                                        cenûbundadır. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Üçüncü vatan, 
                                                        (Vatan-ı süknâ) 
                                                        uğradığı yer olup, onbeş 
                                                        günden az kalmak için 
                                                        niyyet edilen yâhud 
                                                        yarın çıkarım diyerek, 
                                                        senelerle oturulan 
                                                        yerdir. Müsâfir vatan-ı 
                                                        süknâda farzları hep iki 
                                                        rek’at kılar. Bir köye, 
                                                        bir şehre gelince, on 
                                                        gün kalmağa niyyet edip, 
                                                        on gün sonra, bir hafta 
                                                        dahâ kalmağa niyyet 
                                                        ederse mukîm olmaz. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Vatan-ı ikâmetde veyâ 
                                                        vatan-ı süknâda 
                                                        bulunmak, vatan-ı 
                                                        aslînin bozulmasına 
                                                        sebeb olmaz. Sefere 
                                                        çıkmak da, vatan-ı 
                                                        aslîyi bozmaz. Vatan-ı 
                                                        süknâda bulunmak vatan-ı 
                                                        ikâmeti bozmaz. Birinci 
                                                        vatan-ı süknâyı bozar. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Seferî olan kimse, 
                                                        vatan-ı süknâda iken, 
                                                        mukîm sayılmaz. Seferî 
                                                        olmıyan, vatan-ı süknâ 
                                                        yapdığı yerde, mukîm 
                                                        sayılır. Sefer mesâfesi 
                                                        kadar uzak olmıyan bir 
                                                        köye gitmek için 
                                                        şehrinden çıkan, bu 
                                                        köyde onbeş günden az 
                                                        kalsa, burası 
                                                        (Vatan-ı süknâ) 
                                                        olur. Burada müsâfir 
                                                        olmaz. Farzları temâm 
                                                        kılar. Sonra, bu köyden, 
                                                        sefer niyyet etmeden 
                                                        çıksa, şehrine veyâ 
                                                        başka bir vatan-ı 
                                                        süknâya girmeden, yolda 
                                                        sefere niyyet etse, 
                                                        yolda farzları iki 
                                                        rek’at kılar. Bu köye 
                                                        girerse, mukîm olur. 
                                                        Çünki, vatan-ı aslîye 
                                                        veyâ vatan-ı süknâya 
                                                        girmediği için ve sefer 
                                                        niyyeti ile çıkmadığı 
                                                        için, vatan-ı süknâsı 
                                                        bozulmamışdır. Görülüyor 
                                                        ki, vatan-ı süknânın 
                                                        bozulması, vatan-ı 
                                                        ikâmet gibi oluyor. 
                                                        Vatan-ı süknâda mukîm 
                                                        olmak için, bunun ile 
                                                        vatan-ı aslî veyâ 
                                                        vatan-ı ikâmet arası 
                                                        sefer müddetinden [üç 
                                                        günden] az olmalıdır. 
                                                        Meselâ: 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Bir kimse Kûfeden 
                                                        Kadsiyeye gidiyor. İkisi 
                                                        arası üç günlük yoldan 
                                                        azdır. Kadsiyeden Hîreye 
                                                        doğru yola çıkıyor. 
                                                        İkisi arası da üç günden 
                                                        azdır. Hîreye gelmeden, 
                                                        Kadsiyeye dönüyor. 
                                                        Unutduğunu alıp, Şâma 
                                                        gidecekdir. Kûfeye 
                                                        uğramıyor, Kadsiyede, 
                                                        nemâzı temâm kılar. 
                                                        Çünki, buradan 
                                                        ayrılırken sefere niyyet 
                                                        etmediği ve Hîreye 
                                                        girmediği için, Kadsiye 
                                                        vatanlıkdan çıkmadı. 
                                                        Hîre, Kûfenin beş 
                                                        kilometre cenûb-i 
                                                        şarkındadır. Kadsiye, 
                                                        biraz dahâ cenûbdadır. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Üç günlük yola sefer 
                                                        niyyeti ile çıkan kimse, 
                                                        üç günlük yol gitmeden 
                                                        önce, bir köyde onbeş 
                                                        günden az kalsa, sonra 
                                                        buradan çıksa, buraya 
                                                        tekrâr gelirse, mukîm 
                                                        olmaz. Çünki, ilk 
                                                        geldiğinde de müsâfir 
                                                        idi. Yanında zevci veyâ 
                                                        mahremi bulunmayan 
                                                        hayzlı kadının sefer 
                                                        niyyeti ile yola çıkması 
                                                        kıymetsizdir. 
                                                        Temizlendikden sonra üç 
                                                        gün dahâ gitmeden önce 
                                                        kaldığı yerde müsâfir 
                                                        olmaz. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        (Berîka) 
                                                        ve (Hadîka) 
                                                        kitâblarında diyor ki, 
                                                        (Hür kadının, zevci veyâ 
                                                        ebedî mahrem 
                                                        akrabâsından biri 
                                                        yanında bulunmadan, 
                                                        yalnız veyâ başka 
                                                        kadınlarla yâhud âkıl, 
                                                        bâlig ve sâlih olmıyan 
                                                        mahremi ile üç günlük 
                                                        yola gitmesi [üç 
                                                        mezhebde] harâmdır. 
                                                        Şâfi’î mezhebinde, 
                                                        kadınlar ile mahremsiz 
                                                        olarak, farz olan hacca 
                                                        gidebilir. Bir veyâ iki 
                                                        erkeğin sefere gitmesi 
                                                        mekrûhdur. Üç erkeğin 
                                                        gitmesi mekrûh olmaz. 
                                                        Dört erkeğin gitmesi ve 
                                                        içlerinden birini emîr 
                                                        (Başkan) seçmeleri 
                                                        sünnetdir). (Hindiyye)de 
                                                        nafaka bahsinde ve (Tahtâvî), 
                                                        (Dürr-ül-muhtâr) ve
                                                        (Dürr-ül-müntekâ)da 
                                                        hac bahsinde diyor ki, 
                                                        (Kadın, mürâhık olan, 
                                                        ya’nî bülûğa yaklaşmış, 
                                                        oniki yaşındaki mahremi 
                                                        ile sefere gidebilir).
                                                        (Kadîhân)da diyor 
                                                        ki, (Kadın, sâlih 
                                                        cemâ’at ile sefere 
                                                        gidebilir). [Bu iki kavl, 
                                                        zarûret hâlinde câiz 
                                                        olur.] (Mecelle)de 
                                                        dokuzyüzseksen altıncı 
                                                        maddede diyor ki, (Sinn-i 
                                                        bülûğun mebdei, erkekde 
                                                        oniki ve kızda dokuz 
                                                        yaşları doldurmakdır. 
                                                        Müntehâsı, ikisinin de 
                                                        onbeş yaşdır. Onbeş 
                                                        yaşını ikmâl edince 
                                                        bâlig sayılırlar. 
                                                        
                                                        
                                                        
                                                        Oniki 
                                                        ve dokuz yaşlarını 
                                                        doldurup da, bâlig 
                                                        olmamış çocuğa (Mürâhık) 
                                                        denir.) 
                                                        
                                                          
                                                |