65
-
YOLCULUKDA NEMÂZ
(Seferî)
veyâ (Müsâfir)
olmak demek, yolcu olmak
demekdir. Bir kimse,
bulunduğu yerden veyâ
gitdiği yolun iki
tarafında dizili evlerin
sonuncuları hizâsından
ayrılırken, senenin kısa
günlerinde, insan veyâ
deve yürüyüşü ile, üç
günde gidilecek yere
gitmeği niyyet ederse,
müsâfir olur. Niyyet
etmez ise, bütün dünyâyı
dolaşsa bile, müsâfir
olmaz. Düşmânı arayan
askerlerin hâli
böyledir. Fekat, geri
dönüşde müsâfir olur.
İki günlük uzakda olan
bir yere gitmeğe niyyet
eden kimse, yolda iken
veyâ o yere varınca, iki
günlük yere dahâ gitmeğe
niyyet etse, o dört
günlük yere giderken
müsâfir olmaz. Üç günlük
yere gitmek niyyeti ile
yola çıkan kimse,
konakladığı bir yerden
üç günlük yola gitmeğe
niyyet ederek,
ayrılırsa, gideceği
yolun iki tarafındaki
evlerin hizâsından
ayrıldığı zemân müsâfir
olur. Son evin gözünden
gayb olması lâzım
değildir. Bir tarafda
evlerin hizâsını geçmesi
lâzım olmaz. Deniz veyâ
orman yanında konmuş
olan göçebeler,
çadırlardan ayrılınca
müsâfir olur. Yolun bir
veyâ iki tarafında,
şehrden kendisine kadar
evler dizilmiş bulunan
köyleri de aşması
lâzımdır. Şehre bitişik
boş erâzîyi ve bağları,
tarlaları, bostanları
aşmak lâzım değildir.
Bostanlarda, tarlalarda
çiftçilerin, bekcilerin
evleri bulunsa da,
buralar ve bunlardan
sonra gelen köyler,
şehrden sayılmazlar. Boş
erâzîden, kasabaya yakın
(Finâ) denilen
büyük mezârlıklar
[fabrika, mekteb ve
kışlalar] ve
kasabadakilerin harman
yapmak, hayvan koşdurmak,
eğlenmek için devâmlı
kullandıkları yerler ve
avlandıkları,
kullandıkları deniz ve
göl kısmları şehrden
sayılır. Ya’nî, buraları
da aşmak lâzımdır. Finâ,
ikiyüz metreden ziyâde
uzakda ise veyâ arada
tarla varsa, şehrden
sayılmaz. Fekat uzak
olan Finâda da, Cum’a ve
bayram nemâzlarının
kılınması sahîh olur.
Arada Finâ bulunan
şehrler, köyler şehrden
sayılmaz. Böyle köyleri
aşmak lâzım değildir.
Yalnız Finâyı aşmakla
seferî olur. Finâ, büyük
şehrlerde ikiyüz
metreden dahâ uzakda
olunca da, şehrden
sayılır. Muhtâr olan
kavle göre, arada Finâ
veyâ evler bulunursa da,
köyleri aşmak lâzım
olmadığı (İmdâd)ın
Tahtâvî hâşiyesinde
yazılıdır.
Akşama kadar hep
yürümesi şart değildir.
Kısa günde, sabâh
nemâzından, öğleye kadar
yürümesi kâfîdir. Bu da,
bir merhale, ya’nî bir
menzil, bir konak
denilen yoldur. Arada
dinlenmesi de câizdir.
Üç günlük yola, sür’atli
bir vâsıta ile, meselâ
trenle, dahâ az zemânda
giderse, yine müsâfir
olur [Mecelle
1664]. Bir yere, iki
başka yoldan gidilse,
biri kısa, öteki uzun
olsa, kısa yoldan giden
müsâfir olmaz. Uzun yol,
üç günlük yürüyüş ise,
bu yoldan, her vâsıta
ile giden de, müsâfir
olur.
(İbni Âbidîn)
buyuruyor ki, (Âlimlerin
hepsi, üç günlük yolu,
(Fersah)
dedikleri, bir sâatda
gidilen yolun uzunluğu
ile bildirdiler. Bir
kısmı, üç günlük yol
yirmibir fersahdır dedi.
Bir kısmı da, onsekiz,
bir kısmı ise, onbeş
fersahdır dedi. Fetvâ,
ikinci söze göre,
verilmişdir). Çoğunluğun
fetvâsına göre, bir
merhale, ya’nî bir günde
gidilen yol, ârızasız
olan düz yerde altı
fersahdır. Bir fersah üç
mîldir. Bir merhale
onsekiz mîl, üç merhale
54 mîl olur. Bir mîlin
dörtbin zrâ’ olduğu ve
dörtbin hatve kavlinin
za’îf olduğu ve bir
zrâ’ın kelime-i tevhîd
harfleri adedince,
yirmidört parmak
genişliğinde olduğu (İbni
Âbidîn)de teyemmüm
bahsinde yazılıdır. Bir
parmak genişliği,
ortalama 2
santimetredir. Bir zrâ’,
48 santimetre, bir mîl
[1920] metre, bir fersah
[5760] metredir. Bir
merhale, otuzdört
kilometre beşyüzaltmış
metre, üç günlük yol da,
takrîben yüzdört
[103,680] kilometre
olmakdadır. [Coğrafî
mîl, bir dakîkalık
Ekvator kavsinin
uzunluğu olup [1852]
metredir.] İstanbulda
Küçükçekmeceden
ayrılarak Tekirdağına
giden seferî olur.
(El fıkh-u alel mezâhib)de
diyor ki, (Şâfi’î,
mâlikî ve hanbelî
mezheblerinde, sefer
mesâfesi, iki merhale
[Konak]dır. Bu da,
onaltı fersahdır. Bu da
48 mîldir. Çünki bir
fersah, üç mîldir. Bir
mîl altıbin zrâ’ [insan
kolu]dur. Seferî olmak
mesâfesi, seksen
kilometre altıyüzkırk
metrelik bir yoldur.) Bu
kadar kilometre olmak
için, bir mîlin 4000 zrâ’
ve bir zrâ’ın 42 cm.
olması lâzımdır. Nitekim
1404 [m. 1984] de ikinci
baskısı yapılan (El-mukaddimet-ül
hadremiyye) Şâfi’î
fıkh kitâbının şerhinde
de, (Şâfi’îde seferî
olmak mesâfesi, dört
Berîd, ya’nî iki
merhaledir. Bir berîd,
dört fersahdır. Bir
fersah üç mîldir. Bir
mîl, bin bâ’ [Kolaç]dır.
Bir bâ’, dört zrâ’
[insan kolu]dur. Bir zrâ’,
iki karışdır) demekdedir.
Seferîlik mesâfesi, bu
şerhe göre de, 16
fersah, ya’nî 48 mîl
olmakda ve bir mîl, dört
bin zrâ’ olmakdadır.
(Mir’ât-i Medîne)nin
beşyüzyirmiüçüncü
sahîfesinde diyor ki,
(Kitâbımızda zrâ’
dediğimiz uzunluk, insan
kolu olup, Mısr ve
Hicâzda şimdi kullanılan
demir ölçünün sekizde
yedisidir. Takrîben iki
karışdır). Bu demir ölçü
birimi, hanefî fıkh
kitâblarında yazılı olan
zrâ’ olup, 24 parmak
genişliğindedir. 48
santimetredir. Bunun
sekizde yedisi 42
santimetredir. Görülüyor
ki, Şâfî’îde bir mîl
dörtbin zrâ’dır. Bu da
1680 metredir. 48 mîl de
80 kilometre 640
metredir. Sefer
mesâfesinin, tam bu
kadar kilometre olması
şart değildir. Meşhûr
olan veyâ zann-ı gâlib
ile anlaşılan mesâfe
kâfîdir.
Denizde, orta rüzgârlı
havâda giden yelkenlinin
hızı esâsdır.
İstanbuldan Mudanyaya
giden, seferî olmaz.
Bursaya giden, seferî
olur. Tayyâre ile giden,
altında bulunan yoldan
veyâ denizden gitmiş
gibidir. İstanbulda,
Fâtihden otobüs ile
sefere çıkan, bugün
için, Edirne-kapı
kabristânını geçince,
Aksaraydan çıkan,
Topkapı kabristânını,
sâhil yolundan ise,
Yedikule kapısını
geçince, Üsküdardan
çıkan, Selimiyye kışlası
ile Karaca Ahmed
kabristânı arasından
geçince, İstanbuldan
Anadoluda 104
kilometreye gitmeğe
niyyet edenlerin hepsi,
buğazın karşı sâhiline
geçince seferî olurlar.
Seferî olan kimsenin,
dört rek’at olan farz
nemâzları iki rek’at
kılması hanefîde vâcib,
mâlikîde sünnet-i
müekkede, şâfi’îde
efdaldir. Mukîm olan
imâma uyması hanefîde,
edâ ederken câiz,
şâfi’îde hem edâ, hem
kazâ ederken câiz,
mâlikîde ikisinde de
mekrûhdur. Müsâfire uyan
mukîmin nasıl kılacağı,
64. cü maddede
bildirilmişdir. Mest
üzerine, üç gün üç gece
mesh edebilir. Orucunu
bozabilir. Kurban
kesmesi vâcib olmaz.
Müsâfir râhat ise,
orucunu bozmamalıdır.
Günâh için sefere çıkan,
yalnız hanefî mezhebinde
müsâfir olur. 59. cu
maddeye bakınız!
Mukîm olsun, müsâfir [ya’nî
yolcu] olsun, özrlü
olsun, özrsüz olsun,
herkes, şehr ve köy
dışında, hayvan üstünde
otururken nâfile nemâz
kılabilir. Hayvan
yürürken de, dururken de
kılınabilir. Beş vakt
farz nemâzlardan önce ve
sonra olan sünnetler de
nâfile nemâz demekdir.
Yalnız, sabâh nemâzının
sünneti nâfile değildir.
Fâtiha ve sûre okurken,
sağ eli sol el üstüne
bağlayıp göbek altına
koymak iyi ise de,
elleri uylukları üstüne
koymak da olur. Her
dürlü oturmak câizdir.
Kendi yürürken nemâz
kılmak, kimseye câiz
değildir. Çünki yürümek
nemâzı bozar
[Cevhere].
Altmışdokuzuncu maddeye
bakınız! Yolda rast
geldiği şehrlerden
geçerken de böyle
kılabilir. Kendi
şehrinde kılması
mekrûhdur. Îmâ ile
rükü’a ve secdeye
eğilir. Başını birşey
üzerine koymaz. Nemâza
başlarken ve kılarken
kıbleye dönmek lâzım
değildir. Hayvanın
yürüdüğü tarafa doğru
kılması lâzımdır.
Hayvanın veyâ yularının
veyâ eğerinin üzerinde
çok necs [pislik]
bulunsa da, nemâz câiz
olur. Fekat, necsli
yerin üzerinde oturursa
câiz olmaz. Necs
ayakkabıyı da çıkarmak
lâzımdır. Ayağı ile
dürterek, yuları
çekerek, az hareketle
hayvanı idâre etmesi
nemâzı bozmaz. Hayvan
üzerinde nâfile nemâza
başlıyan kimse, hızla
yere inerek, yerde
temâmlaması câizdir.
Yerde başlayıp, hayvan
üstünde temâmlamak câiz
değildir.
Farzları ve vâcibleri,
zarûret olmadıkca hayvan
üzerinde kılmak câiz
değildir. (Halebî)de,
(Farzları hayvan
üzerinde kılmak,
sünnetleri kılmak gibi
olup, ancak teyemmüm
yapmak için
bildirdiğimiz özrler ile
câizdir) diyor.
Farzların da mukîm iken
ve seferî iken, şehr
dışında hayvan üzerinde
zarûret olunca
kılınacağı
anlaşılmakdadır.
Malının, canının,
hayvanının tehlükede
olması, inince hayvanın
veyâ hayvandaki veyâ
yanındaki malın
çalınması, yırtıcı
hayvan, düşman, yerde
çamur olması, yağmur
olması, hastanın,
inerken, binerken, iyi
olmasının gecikmesi veyâ
hastalığının artması,
arkadaşlarının
beklemeyip tehlükede
kalması, indikden sonra,
hayvana yardımcısız
binememek, hep zarûret
olan özrdür. Az çamur
özr değildir. Yüzü,
içine girerek gayb
olursa, özr olur.
Hayvanı olmıyan kimse,
böyle çamurda ayakda ve
îmâ ile kılar. Hayvana
binemiyenin yardımcısı
olursa, imâmeyn özr
olmaz dedi. Farz veyâ
vâcib kılarken, hayvanı
kıbleye karşı
durdurmalıdır.
Durduramazsa, mümkin
olduğu kadar
durdurmalıdır.
Müsâfir,
vaktin sonuna doğru
özrün biteceğini ümmîd
etse, bekleyip, yerde
kılması iyi ise de,
hemen hayvan üstünde
kılması da câizdir.
Bunun gibi, su bulmak
ümmîdi olanın, vaktin
başında, teyemmüm ile
kılması câizdir. Hayvan
üstündeki (Mahmil)
denilen iki sandıkda
kılmak, hayvan üstünde
kılmak gibidir. İnebilen
kimse, farzları mahmilde
kılamaz. Mahmilin
ayakları toprağa
indirilirse, sedir
[kanepe] gibi olur ve
burada farzları ayakda
kılması câiz olur.
Oturarak kılamaz.
İki tekerlekli araba,
hayvana bağlanmadıkca,
yerde düz
duramıyacağından
yürürken de, dururken de
hayvan gibidir. Üç, dört
tekerlekli olup da
hayvana bağlanmadan
yerde düz duran araba,
[otobüs, tren] yürümüyor
ise, sedir gibidir.
İçinde farz nemâz ayakda
câiz olur. Araba gidiyor
ise, hayvan gibidir.
İçinde özrsüz farz
kılmak câiz olmaz.
Durdurup kıbleye karşı
ve ayakda kılmalıdır.
[Durduramazsa, ücretli
olan vâsıtadan inerek
nemâzı kılmalıdır;
vâsıta giderse, arkadan
gelen veyâ o kasabadan
kalkacak olan başka
vâsıta ile gitmelidir.
Birinci vâsıtaya
binerken, buna göre
pazarlık yapmalıdır.
Buna da imkân olmazsa,
nemâzda oturur gibi yere
oturarak ve imkân olduğu
kadar kıbleye dönerek
kılması câiz olur.]
Hastanın ve seferde
olanın farzları,
sedirde, sandalyada,
ayaklarını sarkıtarak
oturup, îmâ ile
kılmaları câiz değildir.
Hasta, yerde veyâ
uzunluğu kıble
istikâmetinde olan
sedirin üstünde, kıbleye
karşı oturarak kılar.
Birinci kısm, 74. cü
maddeye bakınız! Seferî
olanın, diğer üç mezhebi
taklîd ederek, vâsıta
yolda durduğu zemân,
öğle ile ikindiyi ve
akşam ile yatsıyı
birleşdirerek kıbleye
karşı, ayakda kılması
dahâ iyi olur. Mâlikî ve
şâfi’î mezheblerinde,
günâh olmıyan seferde,
ya’nî 80 kilometreden
ziyâde süren seferde,
ikindiyi öğle nemâzı
vaktinde ve yatsıyı
akşam nemâzı vaktinde
takdîm ederek veyâ
öğleyi ikindi vaktinde
ve akşamı yatsı vaktinde
te’hîr ederek iki nemâzı
bir arada kılmak
câizdir. Yola çıkmadan
nemâz kasr ve cem’
edilemez. Dört günden az
kalmak niyyet etdiği yer
(seferî yer) olur. Bu
yerde kasr eder ve harac
olunca, cem’ edebilir.
Yağmur sebebi ile
câmi’de cemâ’at ile
cem’i takdîm câiz ise de
yedi şartı vardır.
Hastanın cem’ etmesi
ihtilâflıdır. [Başka bir
mezhebi taklîd etmek,
mezheb değişdirmek demek
değildir. İmâm-ı
Şâfi’îyi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” taklîd eden
bir hanefî, mezhebinden
çıkmaz.] Yola çıkmadan
ve yolculuk bitdikden
sonra dört rek’at olan
farzların iki rek’at
kılınamıyacağı ve iki
vaktin nemâzının
birlikde kılınamıyacağı,
Şâfi’î âlimlerinden
Şemsüddîn Muhammed Remlî
fetvâsında ve (İ’ânet-ut-tâlibîn
alâ-hall-i elfâz-ı Feth-il-mu’în)de
bildirilmekdedir. Bu
fetvâ, (Fetâvâ-yı
Kübrâ) kenârında
basılmışdır.
Ayrı ayrı hayvanlar
üzerinde olarak cemâ’at
ile kılınmaz. Bir
mahmilde, bir araba veyâ
otobüsde, dururken,
odada kılar gibi cemâ’at
ile kılınabilir.
(Halebî-i kebîr)de
diyor ki, (Şemsül Eimme
Halvânî buyurdu ki,
hayvan üzerinde kıbleye
karşı durup, nemâzda
iken, hayvan kıbleden
dönerse, farz nemâz
kabûl olmaz. Bir rükn
kadar kıbleden
ayrılmamalıdır. [Araba,
tren de böyledir.]
Giden gemide farzları,
özrsüz oturarak kılmak,
iki imâma göre câiz
değildir. Baş dönmesi
özrdür. İmâm-ı a’zam
“rahmetullahi aleyh”,
ayakda kılması iyi olur
buyurdu. İmkânı varsa,
gemiden çıkınca,
toprakda kılmak dahâ
iyidir. Deniz ortasında
demirli gemi, rüzgârla
çok sallanıyorsa, giden
gemi gibidir. Çok
sallanmıyorsa veyâ
sâhile yanaşmış ise,
farz nemâzları oturarak
kılmak câiz olmaz.
Yanaşmış gemide, karaya
oturmuş ise, ayakda
olarak her zemân
câizdir. Karaya
oturmamış ise, âlimlerin
çoğuna göre, dışarı
çıkmak mümkin ise, bu
gemide farz kılmak câiz
olmaz. Böyle gemi,
hayvan gibidir. Karaya
oturan gemi [ve deniz
dibine direk, zincirle
bağlı iskele, köprü]
ise, toprak üzerindeki
sedir, masa gibidir.
Giden gemide, nemâza
başlarken kıbleye karşı
durmak ve gemi dönünce,
nemâz içinde kıbleye
dönmek lâzımdır. Çünki,
gemilerde kıbleye
dönmek, odadaki gibidir.
Rükü’ ve secdeleri
yapabilen kimsenin,
gemide nâfile nemâzları
da îmâ ile kılması câiz
olmaz).
(Merâkıl-felâh)da
diyor ki, (Nâfileleri
özrsüz oturarak kılmak
câizdir. Yalnız sabâh
nemâzının sünnetini
ayakda kılar. Nâfileleri
oturarak kılana, sevâbın
yarısı verilir. Rükü’
için eğilir. Secde için,
başını yere koyar. Yâhud,
rükü’ için ayağa kalkar
ve sonra rükü’a eğilir.
Ayakda kılamıyan,
oturarak kılar. Rükü’
için eğilir. Secde için,
başını yere koyar. Secde
için, başını yere
koyamıyan kimse, îmâ ile
kılar).
(Hidâye)
ve (Nihâye)de,
(Yanaşmış gemide farz
kılmak câizdir. Dışarı
çıkıp karada kılmak iyi
olur) diyor. (Behce)de
diyor ki, (İstanbuldan
kayıkla Üsküdara
giderken, öğle vakti
çıkacak olsa, öğleyi
oturarak kılması câiz
olur). Seferî olmadığı
için, şâfi’îyi taklîd
ile, öğleyi ikindi ile
birlikde kılamaz.
Mi’râc
gecesi, akşam nemâzı üç
rek’at, öteki nemâzlar
iki rek’at farz oldu.
Medîne-i münevverede
ikinci emrle sabâh ve
akşamdan başkası dört
rek’ate çıkarıldı.
Hicretin dördüncü
yılında bunlar, müsâfir
için, yine ikiye
indirildi. Müsâfirin
bunları dört kılması
hanefîde günâh olur
(Dürr-ül-muhtâr).
Müsâfir
farzı dört rek’at
kılarsa, son iki rek’atı
nâfile olur. Emri
dinlemediği için ve
nâfilenin iftitâh
tekbîrini terk etdiği
için ve farzın selâmını
terk etdiği için ve
nâfileyi farz ile
karışdırdığı için, günâh
olur. Tevbe etmezse
Cehenneme gidebilir.
Unutarak dört rek’at
kılan kimse secde-i sehv
yapar. Müsâfir olan
imâm, yanılarak dört
rek’at kılarsa, buna
uymuş olan mukîmin
nemâzı fâsid olur.
İkinci rek’atde
oturmazsa, farzı kabûl
olmaz. Üçüncü rek’atin
secdesini yapmadan, o
şehrde onbeş gün kalmağa
niyyet ederse, o farzı
dört rek’at kılması
lâzım olur. Fekat,
üçüncü rek’atin kıyâmını
ve rükü’unu tekrârlaması
lâzım olur. Çünki, bu
ikisini nâfile olarak
yapmışdı. Nâfile olarak
yapılan ibâdet farz
yerine geçemez.
[Nâfilelerin,
sünnetlerin, kazâya
kalmış farzlar yerine
geçemiyeceği, buradan da
anlaşılmakdadır.]
Yetmişinci maddenin
sonuna bakınız! Müsâfir
sûreleri kısa okur.
Tesbîhleri üçden az
yapmaz. Yolda iken,
ya’nî sıkıntılı
zemânında, sabâh
nemâzından başka
sünnetleri terk
edebilir. Sünnetleri özr
ile terk etmek câizdir.
[Sünnetleri kazâ nemâzı
niyyeti ile kılmak lâzım
olduğu, buradan da
anlaşılmakdadır.]
Üç günlük yol gitmeden,
geri dönmeğe niyyet
ederse, o anda
müsâfirlikden çıkar.
Mukîm olur. Üç günlük
yola gitmeğe niyyet edip
şehrden çıkan bir kimse,
üç günlük yoldan dahâ az
veyâ dahâ çok gitdikden
sonra, kendi şehrine
girince veyâ başka bir
yerde onbeş gün kalmağa
niyyet ederse, yine
mukîm olur. Onbeş günden
az kalmağa niyyet ederse
veyâ hiç niyyet etmeden
yıllarca kalsa, müsâfir
olur. Asker, dâr-ül-harbde,
bir yerde onbeş gün
kalmağa niyyet etse de,
mukîm olmaz. Denizdeki
gemide veyâ hayât, ev
olmıyan adada, onbeş gün
kalmağa niyyet eden
müsâfir, mukîm olmaz.
Gemicilerin malı, çoluk
çocuğu da gemide olsa,
yine mukîm olmaz. Gemi
vatan değildir. Mekke,
Minâ ve #Arafât gibi
başka başka yerlerde
topdan onbeş gün kalmağa
niyyet eden de, mukîm
olmaz. Kadın, talebe,
asker, me’mur, işçi ve
çocuk gibi emr altında
olanlar, kendi
niyyetleri ile değil,
zevcinin veyâ
mahreminin, hocasının,
kumandanının, iş verenin
emrini alınca, emre göre
hareket ederler.
Âmirleri onbeş gün
kalmağa niyyet etse,
bunlar emri işitinceye
kadar müsâfir olur.
İşitince mukîm olurlar.
Düşman memleketine giren
veyâ bir kal’ayı
karadan, denizden saran
askerler, onbeş güne
niyyet etseler bile,
müsâfir olurlar. Düşman
memleketine harb için
gitmiyen, niyyetine göre
müsâfir veyâ mukîm olur.
(Dâr-ül-harb)de
yeni müslimân olana
eziyyet edilmiyorsa,
mukîm olur. Çadırda
yaşıyanlar çölde onbeş
gün kalmağa niyyet
edince, mukîm olurlar.
Başkaları olmaz.
Nemâz
vaktinin sonunda sefere
çıkan, bu nemâzı
kılmamış ise, iki rek’at
kılar. Vaktin sonunda
vatanına gelen, bu
vaktin nemâzını kılmamış
ise, dört kılar.
İnsanın mukîm olduğu,
yerleşdiği yere
(Vatan) denir.
Hanefî mezhebinde, üç
dürlü vatan vardır.
(Vatan-ı aslî) asl
yer, insanın doğduğu
veyâ evlendiği veyâ
başka yere yerleşmemek,
orada hep kalmak niyyeti
ile yerleşdiği yerdir.
Senelerce oturup da
sonra çıkmağı veyâ
düşündüğü birşey hâsıl
olunca çıkmağı niyyet
ederse, burada senelerce
otursa bile, yerleşmiş
olmaz. Bir kimse, bir
yerde, onbeş gün kalmağa
niyyet etmeden bile
evlense, o yer, vatan-ı
aslî olur. Orada mukîm
olur. İki yerde zevcesi
olan, o şehrlerin
herbirine gidince, o
yer, vatan-ı aslî olur.
Oralarda mukîm olur.
Zevcesi ölse, orada
evleri, toprağı olsa
bile, orası (asl yeri)
olmakdan çıkar.
Evlenmediği bir yere
gidip yerleşmeğe niyyet
edince, orası (asl yeri)
olur. Bâlig bir çocuğun
ana babasının bulunduğu
yer, doğduğu yer bile
olsa, buradan ayrılıp
başka yerde, çıkmamak
üzere niyyet edip
yerleşse veyâ evlense,
orası (Asl yeri)
olur. Ana babasının
yanına gidince,
yerleşmeğe niyyet
etmedikce, burası,
çocuğun asl yeri olmaz.
Onun asl yeri, evlendiği
veyâ son yerleşdiği
yerdir. Bir yere
yerleşince, araları üç
günden az olsa ve sefer
niyyeti ile çıkmamış
olsa bile, önce
yerleşmiş olduğu ve
doğduğu vatan-ı aslîleri
bâtıl olur. Başka yere
yerleşmek için asl
yerinden ayrılan kimse,
dahâ başka yere
yerleşmek için yolunu
değişdirse, birinci
yerinden geçerken
nemâzlarını dört kılar.
Çünki, başka vatan
edinmemişdir. Zevcesini
bir yerde yerleşdirip,
sonra kendisi başka yere
yerleşse, ikisi de
vatan-ı aslîsi olur. Bir
kimse, vatan-ı aslîye
girince mukîm olur.
Onbeş gün kalmağa niyyet
etmesi lâzım olmaz.
İkinci vatan,
(Vatan-ı ikâmet)
geçici vatandır. Giriş
ve çıkış günlerinden
başka hanefîde onbeş,
şâfi’î ve mâlikîde dört
gün veyâ çok devâmlı
kalıp, sonra çıkmağa
niyyet edilen yere
(Geçici vatan)
denir. Bir yerde bu
mikdâr kalmağa niyyet
ederken, bu müddet
içinde, başka yere gidip
kalmağa ve yine buraya
dönmeğe de niyyet
edilirse, burası geçici
vatan olmaz. Geceleri
burada, gündüzleri başka
yerde kalmağa niyyet
ederse, burası vatan-ı
ikâmet olur. Okumak için
veyâ vazîfe yapmak için
bir yerde senelerce
kalmağa ve sonra buradan
çıkmağa niyyet ederse,
burası (Vatan-ı ikâmet)
olur. Burada, çıkmamak
niyyeti ile yerleşseydi,
vatan-ı aslî olurdu.
Vatan-ı ikâmet üç şeyle
bozulur: Başka bir
vatan-ı ikâmete gidince,
sefer niyyeti ile
çıkmamış olsa ve
aralarındaki uzaklık üç
günlük yoldan az olsa
bile, önceki vatan-ı
ikâmet bozulur. Vatan-ı
aslîye gidince de
bozulur. Bir hanefî,
Mekke-i mükerremede
onbeş gün oturup sonra,
Minâya gidip evlenirse,
Minâ vatan-ı aslî olur.
Mekke-i mükerreme
vatan-ı ikâmet olmakdan
çıkar. Üçüncü sebeb,
sefere niyyet ederek
çıkmakdır. Ya’nî vatan-ı
ikâmetden üç gün üç gece
uzağa gitmeğe niyyet
ederek ayrılınca, burası
vatan-ı ikâmet olmakdan
çıkar. Dahâ az yola
niyyet ile gidip
gelseydi, geçici vatanı
bozulmazdı. Vatan-ı
ikâmetden niyyetsiz
çıkıp, başka yerde üç
günlük yola gitmek için
niyyet ederse, üç günlük
yol yürümeden önce,
vatan-ı ikâmete girerse,
seferî olması bozulur.
Mukîm olur. Niyyet
etdikden başlıyarak üç
günlük yol gitdikden
sonra, buraya girerse
veyâ buradan hiç
geçmezse, mukîm olmaz.
Şâfi’îde bir yerdeki
işinin dört günden önce
bitmiyeceğini bilirse,
niyyet etmese de, oraya
girince mukîm olur.
Müddetini iyi bilmezse,
onsekiz gün sonra mukîm
olur.
İstanbuldan
Bağdâda ve Mekke-i
mükerremeden Kûfeye
onbeş gün kalmak niyyeti
ile giden birer hanefî,
bu vatan-ı
ikâmetlerinden çıkarak,
Kasr denilen yere
gelseler, her ikisi de
Kasra giderken müsâfir
olmaz. Çünki, Kasr
denilen yer, Bağdâd ile
Kûfe arasındadır. Her
ikisinden iki günlük yol
uzakdır. Kasrda onbeş
gün kalmağa niyyet
ederlerse, Bağdâd ve
Kûfe, vatan-ı ikâmet
olmakdan çıkar. Çünki
Kasr şehri, yeni vatan-ı
ikâmetleri olur. Onbeş
gün sonra Kasrdan Kûfeye
gelseler, müsâfir
olmazlar. Kûfeden bir
gün sonra çıkıp Bağdâda
gitseler, yolda Kasrdan
geçseler, yolda hep
müsâfir olmazlar. Çünki,
Kasr, ikisi için de
vatan-ı ikâmet idi. Üç
günlük yola niyyet
etmeden çıkıp gelince,
müsâfir olmazlar. Bunlar
Bağdâddan ve Kûfeden ilk
çıkışlarında dört günlük
yola niyyet etselerdi ve
Kasrda karşılaşıp, her
ikisi de Kûfeye gidip,
bir gün kalıp, sonra
Bağdâda gitselerdi, hep
müsâfir olurlardı. Çünki,
üç gün sefer niyyet
etmişlerdir. İstanbullu,
bu yolu yürümüşdür.
Mekke-i mükerremeli ise,
sefere çıkınca, Kûfe,
vatan-ı ikâmet olmakdan
çıkmışdır. Kasr şehri,
vatanları olmadığı için,
buradan geçmeleri, mukîm
olmalarına sebeb olmaz.
İstanbuldan gelen,
Kûfede onbeş gün
kaldıkdan sonra, Mekkeye
gitmek niyyeti ile yola
çıksaydı, üç günlük yol
gitmeden, bir iş için,
yine Kûfeye dönseydi,
mukîm olmazdı. Çünki, üç
günlük yola gitmek
niyyeti ile çıkınca,
Kûfe şehri vatan-ı ikâmet
olmakdan çıkmışdır. Kûfe,
Bağdâdın ve Kerbelânın
cenûbundadır.
Üçüncü vatan,
(Vatan-ı süknâ)
uğradığı yer olup, onbeş
günden az kalmak için
niyyet edilen yâhud
yarın çıkarım diyerek,
senelerle oturulan
yerdir. Müsâfir vatan-ı
süknâda farzları hep iki
rek’at kılar. Bir köye,
bir şehre gelince, on
gün kalmağa niyyet edip,
on gün sonra, bir hafta
dahâ kalmağa niyyet
ederse mukîm olmaz.
Vatan-ı ikâmetde veyâ
vatan-ı süknâda
bulunmak, vatan-ı
aslînin bozulmasına
sebeb olmaz. Sefere
çıkmak da, vatan-ı
aslîyi bozmaz. Vatan-ı
süknâda bulunmak vatan-ı
ikâmeti bozmaz. Birinci
vatan-ı süknâyı bozar.
Seferî olan kimse,
vatan-ı süknâda iken,
mukîm sayılmaz. Seferî
olmıyan, vatan-ı süknâ
yapdığı yerde, mukîm
sayılır. Sefer mesâfesi
kadar uzak olmıyan bir
köye gitmek için
şehrinden çıkan, bu
köyde onbeş günden az
kalsa, burası
(Vatan-ı süknâ)
olur. Burada müsâfir
olmaz. Farzları temâm
kılar. Sonra, bu köyden,
sefer niyyet etmeden
çıksa, şehrine veyâ
başka bir vatan-ı
süknâya girmeden, yolda
sefere niyyet etse,
yolda farzları iki
rek’at kılar. Bu köye
girerse, mukîm olur.
Çünki, vatan-ı aslîye
veyâ vatan-ı süknâya
girmediği için ve sefer
niyyeti ile çıkmadığı
için, vatan-ı süknâsı
bozulmamışdır. Görülüyor
ki, vatan-ı süknânın
bozulması, vatan-ı
ikâmet gibi oluyor.
Vatan-ı süknâda mukîm
olmak için, bunun ile
vatan-ı aslî veyâ
vatan-ı ikâmet arası
sefer müddetinden [üç
günden] az olmalıdır.
Meselâ:
Bir kimse Kûfeden
Kadsiyeye gidiyor. İkisi
arası üç günlük yoldan
azdır. Kadsiyeden Hîreye
doğru yola çıkıyor.
İkisi arası da üç günden
azdır. Hîreye gelmeden,
Kadsiyeye dönüyor.
Unutduğunu alıp, Şâma
gidecekdir. Kûfeye
uğramıyor, Kadsiyede,
nemâzı temâm kılar.
Çünki, buradan
ayrılırken sefere niyyet
etmediği ve Hîreye
girmediği için, Kadsiye
vatanlıkdan çıkmadı.
Hîre, Kûfenin beş
kilometre cenûb-i
şarkındadır. Kadsiye,
biraz dahâ cenûbdadır.
Üç günlük yola sefer
niyyeti ile çıkan kimse,
üç günlük yol gitmeden
önce, bir köyde onbeş
günden az kalsa, sonra
buradan çıksa, buraya
tekrâr gelirse, mukîm
olmaz. Çünki, ilk
geldiğinde de müsâfir
idi. Yanında zevci veyâ
mahremi bulunmayan
hayzlı kadının sefer
niyyeti ile yola çıkması
kıymetsizdir.
Temizlendikden sonra üç
gün dahâ gitmeden önce
kaldığı yerde müsâfir
olmaz.
(Berîka)
ve (Hadîka)
kitâblarında diyor ki,
(Hür kadının, zevci veyâ
ebedî mahrem
akrabâsından biri
yanında bulunmadan,
yalnız veyâ başka
kadınlarla yâhud âkıl,
bâlig ve sâlih olmıyan
mahremi ile üç günlük
yola gitmesi [üç
mezhebde] harâmdır.
Şâfi’î mezhebinde,
kadınlar ile mahremsiz
olarak, farz olan hacca
gidebilir. Bir veyâ iki
erkeğin sefere gitmesi
mekrûhdur. Üç erkeğin
gitmesi mekrûh olmaz.
Dört erkeğin gitmesi ve
içlerinden birini emîr
(Başkan) seçmeleri
sünnetdir). (Hindiyye)de
nafaka bahsinde ve (Tahtâvî),
(Dürr-ül-muhtâr) ve
(Dürr-ül-müntekâ)da
hac bahsinde diyor ki,
(Kadın, mürâhık olan,
ya’nî bülûğa yaklaşmış,
oniki yaşındaki mahremi
ile sefere gidebilir).
(Kadîhân)da diyor
ki, (Kadın, sâlih
cemâ’at ile sefere
gidebilir). [Bu iki kavl,
zarûret hâlinde câiz
olur.] (Mecelle)de
dokuzyüzseksen altıncı
maddede diyor ki, (Sinn-i
bülûğun mebdei, erkekde
oniki ve kızda dokuz
yaşları doldurmakdır.
Müntehâsı, ikisinin de
onbeş yaşdır. Onbeş
yaşını ikmâl edince
bâlig sayılırlar.
Oniki
ve dokuz yaşlarını
doldurup da, bâlig
olmamış çocuğa (Mürâhık)
denir.)
|