64 - NEMÂZ NASIL KILINIR
Nemâza
başlarken, erkekler iki eli kaldırır. Baş parmak uçları kulak yumuşağına değer.
Avuç içleri kıbleye döndürülmüş olmalıdır. Eller, kulakdan ayrılırken (Allahü
ekber) demeğe başlanıp, göbek altına bağlarken bitirilir.
NİYYET:
İftitâh tekbîri söylerken niyyet edilir. Dahâ önce
de niyyet etmek câizdir. Hattâ, cemâ’at ile nemâz kılmak için evinden çıkan
kimse, niyyet etmeden imâma uysa, câiz olur. Fekat yolda, nemâzı bozan şeylerden
birini yapmamak lâzımdır. Yürümek ve abdest almak zarar vermez.
Nemâza niyyet
etmek demek, ismini, vaktini, kıbleyi, imâma uymağı irâde etmek, kalbinden
geçirip, kılmağı tercîh etmek demekdir. Yalnız ilm, ya’nî ne yapacağını bilmek
niyyet olmaz. Şâfi’î mezhebinde, nemâzın rüknlerini de hâtırlamak lâzımdır.
Cemâ’ate, nemâz arasında yetişen kimse, yatsının farzı mı, terâvîh mi
anlıyamasa, farz niyyet ederek imâma uyar. Terâvîh kılınıyorsa, bunun nemâzı,
farzdan önce olduğu için nâfile olur. Çünki farzdan önce terâvîh kılınmaz. Hemen
farzı yalnız kılıp, terâvîhin bir kısmını cemâ’at ile kılar. Noksân kalan
rek’atlerini, sonra yalnız kılar. Bundan sonra, vitr nemâzını kılar.
İftitâh
tekbîrinden sonra edilen niyyet, sahîh olmaz ve o nemâz, kabûl olmaz. Farzlarda
ve vâciblerde niyyet ederken, hangi farz ve hangi vâcib olduğunu bilmek
lâzımdır. Meselâ (Bugünki öğleyi kılmağa) diye, farzın ismini bilmek veyâ
(Vaktin farzı) demek lâzımdır. Bayram, vitr ve nezr nemâzlarını kılarken,
bunların vâcib olduklarını ve ismlerini düşünmek lâzımdır. Rek’at sayısını
niyyet lâzım değildir. Sünnet kılarken (Nemâza) niyyet etmek kâfîdir. Cenâze
nemâzına (Allahü teâlâ için nemâza, meyyit için düâya) diye niyyet edilir.
Öğlenin ilk sünnetini kılarken öğlenin farzı diye niyyet ederse, öğlenin farzını
kılmış olur. Bundan sonra kıldığı farz, nâfile olur. İmâmın, erkeklere imâm
olmağa niyyet etmesi lâzım değildir. Fekat, cemâ’at ile kılmak sevâbına
kavuşamaz. İmâm olmağa niyyet ederse, bu sevâba da kavuşur. Yalnız kılan
kimseye, sonra başkasının gelip uyması câizdir. Cemâ’atin (Uydum hâzır olan
imâma) diye de, niyyet etmesi lâzımdır. İmâmın, (Kadınlara imâm olmağa) niyyeti
lâzımdır. Cemâ’atin imâmı tanıması, bilmesi şart değildir. İmâm tekbîr
söylerken, ona uymağa niyyet etmeli ve hemen nemâza durmalıdır. İmâm, yerinde
durunca, ona uymağa niyyet edip, nemâza berâber başlamak da iyidir.
Vaktin içinde
olduğunu bilerek, vaktin farzı diyerek, başladığı nemâzı kılarken, vakt çıksa ve
çıkdığını bilmese sahîh olmaz. Bu günün farzı deseydi, sahîh olup, kazâ olurdu.
Vakti girmeden kılınan farz, nâfile olur. Vakti çıkdıkdan sonra kılınmış ise,
kazâ olur. Ya’nî (Bu günün öğle nemâzını edâ etmeğe) diye niyyet eden kimse,
vakt çıkmış ise, öğleyi kazâ etmiş olur. Bunun gibi, öğle vakti çıkdı sanarak,
(Bugünki öğleyi kazâ etmeğe) niyyeti ile kılınca, vakt çıkmadığı anlaşılınca,
öğleyi edâ etmiş olur. Her ikisinde de aynı nemâza niyyet etmiş, yalnız vaktin
çıkmasında yanılmışdır. Fekat, geçmiş öğle nemâzını kazâya niyyet ederek kıldığı
nemâz, o günün öğle nemâzının yerine geçmez. Çünki, bugünün nemâzına diye niyyet
etmemişdir. Böylece, edâ niyyeti ile kılınan öğle nemâzı geçmişde kılınmamış bir
öğle nemâzının yerine geçmez. Bunun gibi, bir kimse, hâzır olan imâma uymağa
niyyet etse ve bunun Zeyd olduğunu sansa, hâlbuki imâm başkası ise, bu kimsenin
nemâzı kabûl olur. Fekat, Zeyde uymağa niyyet etse, imâm başka birisi ise,
bununla kıldığı nemâz kabûl olmaz. Bir kimse, senelerce, öğleyi vaktinden önce
kılmış olsa, ve hepsine (Üzerime farz olan öğleyi kılmağa) diye niyyet etse, o
günkü öğleyi düşünmese, hergün bir evvelki öğleyi kazâ etmiş olur. Yalnız son
öğleyi ayrıca kazâ etmesi lâzım olur. O günkü öğleyi niyyet etse, edâ dese de,
demese de, hergün o günkü öğleyi edâ etmiş olup, vaktinden önce oldukları için,
hiçbiri öğlenin farzı olmaz. Nâfile olurlar. Hepsini kazâ etmesi lâzım olur.
Görülüyor ki, nemâzların vaktlerini bilmek ve vaktin içinde kılmış olduğunu
bilmek lâzımdır.
İbâdetler
yapılırken, yalnız ağız ile söylemeğe niyyet denmez. Kalb ile niyyet edilmezse,
dört mezhebde de nemâz sahîh olmaz. Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin
ve hattâ dört imâmın ağız ile niyyet etdikleri işitilmemişdir. [1. ci kısm,
elliikinci maddenin 2. ci sahîfesine bakınız!] İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi
aleyh”, birinci cildin yüzseksenaltıncı mektûbunda buyuruyor ki, (Niyyet kalb
ile olur. Ağız ile niyyet etmek bid’atdir. Bu bid’ate, hasene demişlerdir.
Hâlbuki bu bid’at, yalnız sünneti yok etmekle kalmıyor. Farzı da yok ediyor.
Çünki, çok kimseler, yalnız ağız ile niyyet ederek, kalb ile niyyet etmiyorlar.
Böylece, nemâzın farzlarından biri olan kalb ile niyyet yapılmıyor. Nemâz kabûl
olmıyor. Bu fakîr, hiçbir bid’ati, (hasene) olarak bilmiyorum. Hiçbir bid’atde
güzellik görmüyorum). Ağız ile niyyet etmek, şâfi’î ve hanbelîde sünnetdir. İbni
Âbidîn diyor ki, (Nemâza başlarken niyyet etmenin farz olduğu sözbirliği ile
bildirildi. Niyyet yalnız kalb ile olur. Yalnız ağız ile söylemek bid’atdir.
Kalb ile niyyet edenin, şübheden, vesveseden kurtulmak için, söz ile de niyyet
etmesi câiz olur).
TAHRÎME:
Nemâza başlarken, (Allahü ekber) demekdir
ki, farzdır. Başka kelime söylemekle olmaz. Yetmişbirinci maddeye bakınız! Bu
iftitâh tekbîri, nemâzın şartlarındandır. Rükn değildir.
Kadınlar, iki
ellerini, omuz hizâsına kaldırır ve iftitâh tekbîrini getirir. Sonra, sağ eli,
sol elin üstünde olarak, göğüse kor. Bilek kavramazlar. AAAllahü veyâ ekbaar
gibi, uzun söylenirse, nemâz kabûl olmaz. İmâmdan önce, ekber denirse, nemâza
başlamış olmaz. Ayakda iken, sağ eli, sol el üzerine koyup, sağ elin küçük ve
baş parmaklarını, sol bilek etrâfına halka yapmak, Sübhâneke okumak ve yalnız
kılarken, Sübhâneke okudukdan sonra E’ûzü, Besmele okumak sünnetdir. Cemâ’ate
geç gelen, imâm sessiz okuyorsa, Sübhâneke okur ve imâm selâm verdikden sonra,
kalkınca, tekrâr okur.
Yalnız kılan,
Fâtiha okur. Fâtihadan sonra, Besmele çekmek lâzım değildir. Çekerse iyi olur.
Şâfi’î mezhebini taklîd eden hanefîlerin bu Besmeleyi okumaları lâzımdır. Sonra
bir sûre veyâ üç âyet okur. Fâtihadan sonra, imâm ve cemâ’at, sessiz olarak,
(Âmîn) der. İmâm ile kılarken, cemâ’at Fâtiha ve sûre okumaz. (Âmîn), (Kabûl et)
demekdir.
KIYÂM:
Nemâzın beş rüknünden birincisi kıyâmdır. Kıyâm,
ayakda durmak demekdir. Ayakda duramıyan hasta, oturarak kılar, oturamıyan
hasta, sırt üstü yatıp başı ile kılar. Yüzü, semâya karşı değil, kıbleye karşı
olması için, başı altına yasdık konur. Ayakları Kıbleye karşı, dizlerini dikerek
yatar. (İbni Âbidîn) diyor ki, (Sağlam bir kimsenin gemide, trende,
hareket hâlinde, farzları oturarak kılması, İmâm-ı a’zama göre câizdir. İmâmeyn
ise, özrsüz câiz görmedi. Fetvâ da böyledir. [Birinci kısmda altmışbeşinci ve
yetmişdördüncü maddelerin 3. cü sahîfelerine bakınız!] Ayakda iken, iki ayak
birbirinden dört parmak eni kadar açık olmalıdır. Ayakda duramıyan hasta, ayakda
başı dönen, başı, dişi, gözü veyâ başka yeri çok ağrıyan, idrâr, yel kaçıran,
yarası akan, ayakda düşman korkusu, malın çalınmak tehlükesi olan, ayakda
kılınca orucu veyâ okuması bozulacak veyâ avret yeri açılacak olan kimseler,
oturarak kılar. Ayakda kılınca hastalığının artacağını veyâ iyi olmasının
gecikeceğini kendi tecribesi ile veyâ mütehassıs müslimân bir tabîbin bildirmesi
ile anlıyan hasta da, yere oturarak kılar. Haber veren doktorun fâsık olmaması,
açıkça harâm işlememesi lâzımdır. Bunlar, kolayına geldiği gibi bağdaş kurarak
veyâ dizlerini dikip kollarını kavuşdurarak yâhud başka dürlü yere oturur. Rükü’
için, biraz eğilir. Secde için, başını yere kor. Başını yere koyamıyan hasta,
yüksekliği 25 santimetreden az olan sert birşey üzerine koyar. Böyle secdesi
sahîh olur. Dahâ yüksek ise veyâ yumuşak ise, îmâ olur. Böyle sert şey üzerine
de koyamazsa, ayakda durabilse bile, oturarak yerde îmâ ile kılar. Ya’nî yere
oturarak kılıp, rükü’ için biraz, secde için ise, dahâ çok eğilir. Secde için
eğilmesi, rükü’ için eğilmesinden dahâ çok olmazsa, nemâzı sahîh olmaz. Kendisi
veyâ başkası birşey kaldırıp, bunun üstüne secde ederse, nemâzı sahîh olur ise
de, tahrîmen mekrûh olur. Bu şey, rükü’ için eğilmesinden alçak olmazsa, nemâzı
sahîh olmaz). 274. cü sahîfeye bakınız!
KIRÂET:
Kırâet, ağız ile okumak demekdir. Kendi kulakları
işitecek kadar sesli okumağa, (hafî okumak) denir. Yanında olan
kimselerin de işitecekleri kadar sesli okumağa, (cehrî) ya’nî yüksek sesle
okumak denir. [Elmalılı Hamdi tefsîrinde diyor ki, (Mizmârdan, ya’nî ses çıkaran
âletden, teypden, hoparlörden çıkan sese okumak denmez, zırlamak denir). Bu
seslerle okunan ezân ve nemâz sahîh olmaz. Hem de günâh olur.] Sünnetlerin ve
vitrin her rek’atinde ve yalnız kılarken farzların iki rek’atinde, ayakda,
Kur’ân-ı kerîmden bir âyet okumak farzdır. Kısa sûre okumak dahâ sevâbdır.
Kırâet olarak, buralarda Fâtiha okumak ve sünnetlerin ve vitr nemâzının her
rek’atinde ve farzların iki rek’atinde Fâtihadan başka bir de, sûre veyâ üç âyet
okumak, vâcibdir. Farzlarda Fâtihayı ve sûreyi ilk iki rek’atde okumak vâcib
veyâ sünnetdir. Fâtihayı sûreden önce okumak da, ayrıca vâcibdir. Fâtihayı her
rek’atde bir kerre okumak da vâcibdir. Bu beş vâcibden biri unutulursa, secde-i
sehv yapmak lâzım gelir. Farzların üçüncü ve dördüncü rek’atlerinde imâmın ve
yalnız kılanın Fâtiha okuması sünnet olması dahâ kuvvetlidir. Zamm-ı sûre de
okursa veyâ hiçbirşey okumasa da olur. (İbni Âbidîn, sahîfe 343). Doğru
okumıyan için 67. ci maddeye bakınız! Diğer üç mezhebde, her nemâzda ve her
rek’atde Fâtiha okumak farzdır.
Müsâfire uyan
mukîm kimse, imâm ikinci rek’atde selâm verince, kalkıp iki rek’at dahâ
kılarken, kırâet etmez. Ya’nî, Fâtihayı ve sûreyi okumaz. İmâm arkasında kılar
gibi, ayakda, birşey okumaz. (Câmi’ur-rümûz) yetmişüçüncü sahîfede ve
(Tâtârhâniyye)de yüzaltıncı sahîfede diyorlar ki, (Âlimlerin bir kısmı,
müsâfir arkasında kılan mukîm, üçüncü ve dördüncü rek’atlerde kırâet etmez,
ya’nî birşey okumaz dedi. Şemsül eimme Abdül’azîz Halvânî ve başka âlimler,
kırâet eder dedi. O hâlde, ihtiyât ederek, okuması dahâ iyi olur). Kıyâm, kırâet
mahalli olduğundan, okumanın zararı yokdur. (Halebî-yi kebîr) sonunda
diyor ki, (Diş ağrısını kesen ilâc, okumağa mâni’ oluyorsa ve vaktin sonu ise,
imâma uyar. İmâm bulamazsa, okumadan kılar). Çünki, ağrı meşakkat olup, zarûrî
hâsıl olmuşdur.
Kırâetde,
Kur’ân-ı kerîmin tercemesini okumak câiz değildir.
İbni Âbidîn
“rahmetullahi teâlâ aleyh” üçyüzaltmışdördüncü sahîfede diyor ki, imâmın Cum’a
ve bayram nemâzlarından başka her nemâzda, birinci rek’atde, ikinci rek’atde
okuduğunun iki misli uzun okuması sünnetdir. Yalnız kılan, her rek’atde aynı
mikdârda okuyabilir. Her nemâzda, ikinci rek’atde, birinciden üç âyet uzun
okumak mekrûhdur. İmâmın aynı nemâzların aynı rek’atlerinde, aynı âyetleri
okumağı âdet edinmesi mekrûhdur. Yalnız kılanlar için de her nemâz için böyledir
denildi. Arasıra başka âyet de okumalıdır. Birinci rek’atde okuduğunu, ikinci
rek’atde de okumak tenzîhen mekrûhdur. Birincide Kul’e’ûzü bi-Rabbin-nâs okursa,
ikincide tekrâr okur. Çünki, tersine okumak, dahâ kerîhdir. İkincide,
birincideki âyetin devâmını okumak efdaldir. İkincide, birinci rek’atde
okuduğundan sonraki bir kısa sûreyi atlıyarak, dahâ sonrakini okumak mekrûhdur.
Bir rek’atde, sıra ile birkaç sûre okumak mekrûh değil ise de, bir sûre okumak
efdaldir. İkincide, birincide okuduğundan önceki âyetleri veyâ sûreleri okumak
mekrûhdur. Kur’ân-ı kerîmi mushafdaki sıra ile okumak, her zemân vâcibdir. Hatm
indirirken, Kul’e’ûzü okudukdan sonra, hemen Fâtiha ve Bekara sûresi başından
beş âyet okumak çok sevâbdır. Bir kısa sûre kadar üç âyet okumak, bir uzun âyet
okumakdan efdaldir.
RÜKÜ’:
Sûreden sonra, tekbîr getirerek rükü’a eğilir.
Rükü’da, erkekler parmaklarını açıp, dizlerin üstüne kor. Sırtını ve başını düz
tutar. Rükü’da, en az, üç kerre (Sübhâne rabbiyel-azîm) der. Üç kerre
okumadan, imâm başını kaldırsa, o da, hemen kaldırır. Rükü’da, bacaklar ve
kollar dik tutulur. Kadınlar parmaklarını açmaz. Sırtını ve başını, bacaklarını,
kollarını dik tutmaz. Rükü’dan kalkarken (Semi’allahü limen hamideh)
demek, imâma ve yalnız kılana sünnetdir. Cemâ’at bunu söylemez. Bunun
arkasından, yalnız kılan ve cemâ’at, hemen (Rabbenâ lekel-hamd) der ve
dik durulur ve (Allahü ekber) diyerek secdeye varılırken, önce sağ, sonra
sol diz, sonra sağ, sonra sol el, sonra burun ve alın kemikleri yere konur.
SECDE:
Secdede el parmakları, birbirine bitişik, kıbleye
karşı, kulaklar hizasında, baş iki el arasında olmalıdır. Alnı temiz yere, ya’nî
taş, toprak, tahta, yaygı üzerine koymak farz olup, burnu da berâber koymak
vâcib denildi. Özrsüz yalnız burnu koymak câiz değildir. Yalnız alnı koymak
mekrûhdur. Secdede en az üç kerre (Sübhâne rabbiyel-a’lâ) denir. Şî’îler,
Kerbelâ toprağından bir kerpiç üzerine secde efdaldir diyorlar. İki ayağı veyâ
hiç olmazsa herbirinin birer parmaklarını yere koymak farzdır veyâ vâcibdir.
Sünnet de denilmişdir. Ya’nî, iki ayak yere konmazsa nemâz sahîh olmaz veyâ
mekrûh olur. Secdede, alın, burun ve ayaklar yerden az zemân kalkmış olursa,
zararı olmaz. Secdede ayak parmaklarını bükerek, uçlarını kıbleye çevirmek
sünnetdir. Farz veyâ vâcib diyenlerin hatâ etdiği (Redd-ül-muhtâr)da
yazılıdır. Erkekler, kolları ve uylukları, karından ayrı bulundurur. Elleri ve
dizleri yere koymak sünnetdir. Topukları kıyâmda, birbirinden dört parmak eni
kadar uzak, rükü’da, kavmede ve secdede bitişik tutmak sünnetdir. (Halebî-i
kebîr)de, üçyüzonbeşinci sahîfede ve (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki,
(Rükü’da sünnetlerden birisi de, topuk kemiklerini birbirine bitişdirmekdir).
Bunun için, rükü’a eğilirken, sol ayağın topuğu, sağ ayak yanına getirilir.
Secdeden kıyâma kalkarken açılır.
Alnı, sarığının
sargıları ve takkenin kenârı ve alından sarkan saç üzerine ve elbisenin kolu
ağzı, eteği veyâ elleri üzerine koymak sahîh olur ise de, özrsüz iken tenzîhen
mekrûh olur. Kadınların da, nemâzda alnı açık olması lâzımdır. Yerin sertliğini
duyacak kadar, ya’nî başını basdırınca, alnı artık gömülmiyecek kadar
basdırarak, halı, hasır, buğday, arpa, serîr, kanape ve yerde duran araba
üzerine secde etmek sahîh olur. Hayvan, iki ağaç arasına gerilmiş salıncak ve
çuvalda olmıyan pirinç ve darı üzerine secde sahîh olmaz. Üzerindeki elbise,
kendi uzvları gibi sayıldığı için, bunların altındaki yerlerin temiz olmaları
lâzımdır. Bunun içindir ki, abdestsiz olanın, eli ile mıshafı tutması câiz
olmadığı gibi, elbisesinin kolu ağzı ile de tutması câiz değildir. Havlu, mendil
ve üstünde olmıyan çamaşır, elbise gibi şeylerle tutması câiz olur. Bunlar necs
yere serildikleri zemân üzerlerinde nemâz kılınır. Altı necs olan ayakkabı ile
veyâ necs yere basarak, cenâze nemâzı kılınmaması, bu ayakkabıyı çıkarıp, temiz
olan üst tarafına basarak kılmanın sahîh olması da, böyledir.
(Halebî)de
buyuruyor ki, (Secdeye yatarken, kamîs, ya’nî antâri ve pantalon paçalarını
yukarı çekmek mekrûhdur ve bunları yukarı çekip, kıvırıp da, nemâza durmak
mekrûhdur. Kolları, bacakları, etekleri sığalı, kıvrık [kısa] nemâz kılmak
mekrûhdur). Tenbellikle veyâ başı kapalı kılmanın ehemmiyyetini düşünmiyerek,
başı açık nemâz kılmak mekrûhdur. Nemâza ehemmiyyet vermemek ise küfrdür.
Kendini âciz, zevallı göstermek, Allahü teâlâdan korkduğu için başını örtmemek
mekrûh olmaz. [Ya’nî, Allahü teâlânın korkusundan rengi sararıp, vücûdü
titreyip, kendini ve herşeyi unutan kimse, başını örtmezse, mekrûh olmaz.]
Fekat, bunların da örtmesi, dahâ iyi olur. Çünki, başı açmak (Nemâzda zînetli
elbisenizi alınız, örtünüz!) âyet-i kerîmesine uymamak olur. Başına beyâz
sarık sarmak müstehabdır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” siyâh sarık
da sardığı (Ma’rifetnâme)de yazılıdır. Sarığının ucunu iki küreği
arasına, iki karış uzatırdı.
Secde için
eğilemiyen hasta ve câmi’de başka yer bulamıyan sağlam kimse, yerden yirmibeş
santimetreden dahâ yüksek birşey üzerine secde etmezler. Yalnız, yer bulamıyan
kimse, önünde aynı nemâzı kılarak yere secde edenin sırtına secde edebilir.
Fekat, dizlerinin yerde olması lâzımdır. Bu sağlam kimsenin, kalabalık
dağıldıkdan sonra kılması veyâ kalabalık olmıyan câmi’e gidip orada kılması
müstehabdır. Câmi’de kalabalık olmadığı zemân, yirmibeş santimetreden dahâ az
yükseğe secdenin câiz olduğu da bildirildi ise de, mekrûhdur. Çünki, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” az yüksek şey üzerine dahî secde etmemişdir. [İbni
Âbidîn, sahîfe 338.] Az yükseğe bile câiz olmadığı (Câmi’ur-rumûz)
altmışdokuzuncu sağ sahîfesinde ve Şelbînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
(Tebyîn) hâşiyesinde yazılıdır. [Bunun için, özrü olanların dahî az yükseğe
de secde etmemeleri lâzımdır. Yükseğe secde etmeli, yere secde etmemeli demek
ise, ibâdeti değişdirmek olur. İbâdeti değişdirmek istiyen, kâfir olur.
Kâfirler, Resûlullahın düşmanları, câmi’leri kiliseye benzetmek istiyorlar.
Kiliselerde olduğu gibi, masada oturup, secde olarak, başını masaya koymağa ve
câmi’lere çalgı, müzik sokmağa çalışıyorlar. Önce secde yerlerini biraz biraz
yükseltmeğe ve ibâdetleri ho-parlörle yapmağa alışdırıyorlar. İbni Âbîdîn
buyuruyor ki, (Nemâz kılarken istikbâl-i kıble farzdır. Ya’nî nemâz Kâ’be-i
mu’azzama cihetine dönerek kılınır. Nemâz Allah için kılınır. Secde yalnız Allah
için yapılır. Kâ’beye karşı yapılır. Kâ’be için yapılmaz. Kâ’be için secde eden,
kâfir olur.).
KA’DE-İ
AHÎRE:
Son rek’atde, tehıyyât okuyacak kadar oturmak
farzdır. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Otururken, el parmakları ile
işâret edilmez. Fetvâ da böyledir.). Erkekler, otururken, sol ayağını parmak
uçları sağa doğru dönük olarak, yere döşer. Bu ayağın üzerine oturur. Sağ
ayağını dik tutar. Bunun parmakları yere değer. Parmaklarının ucu, kıbleye karşı
biraz bükülmüş olur. Böyle oturmak sünnetdir. Kadınlar (Teverrük) ederek
oturur. Ya’nî, kaba etlerini yere koyarak oturur. Uylukları birbirine yakın
olur. Ayaklarını sağ tarafdan dışarı çıkarır.
(Merâkıl-felâh)da
ve (Tahtâvî) şerhinde ezkârın keyfiyyetini anlatırken diyor ki, (Farzdan
sonra, hemen son sünnete kalkmak, arada birşey okumamak, hanefîde sünnetdir.
Peygamberimiz, farzı kılınca Allahümme entesselâm ve minkesselâm tebârekte yâ
zelcelâli velikrâm diyecek kadar oturup, fazla oturmaz, hemen son sünneti
kılardı. (Âyet-el-kürsî) ile tesbîhleri, farzla sünnet arasında okumazdı.
Bunları, son sünnetden sonra okumak, farzdan sonra okuma sevâbını hâsıl eder.
Farzdan önceki sünnetler de, böyle olup, farz ile sünnet arasında birşey
okunursa, nemâzın sevâbı azalır. Son sünneti, imâmın farz kıldığı yerde kılması
mekrûhdur. Cemâ’atin kılması mekrûh değil ise de, başka yerde kılmaları
müstehabdır. Müstehabı yapmıyanın nemâzı noksân olmaz. Sevâbından mahrûm kalır.
Farzı veyâ son sünneti kılınca, imâmın sağa, sola veyâ cemâ’ate dönmesi
müstehabdır. İşlerini görmesi için, hemen gitmesi de câizdir. Hadîs-i şerîfde,
(Her nemâzdan sonra, üç kerre, Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv
el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh okuyanın, bütün günâhları afv olur)
buyuruldu. İstigfârdan sonra, Âyet-el-kürsî ve otuzüç kerre (Sübhânallah),
otuzüç kerre (Elhamdü-lillah) ve otuzüç kerre (Allahü ekber) ve
bir (kelime-i tehlîl) ya’nî (Lâ ilâhe illallah vahdehû lâ şerîke
leh...) okumaları ve ellerini göğüs hizâsına kaldırarak, kendileri için ve
bütün müslimânlar için düâ etmeleri de müstehabdır. Hadîs-i şerîfde, (Beş
vakt farz nemâzdan sonra yapılan düâ kabûl olur) buyuruldu. Fekat düâ,
uyanık kalb ile ve sessiz yapılmalıdır. Düâyı yalnız nemâzlardan sonra veyâ
belli zemânlarda yapmak ve belli şeyleri ezberleyip, şi’r okur gibi düâ etmek
mekrûhdur. Nemâzdan sonra, düâ bitince, elleri yüze sürmek sünnetdir. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” nemâz içinde ve tavâfda, yemekden sonra ve
yatarken de düâ ederdi. Bu düâlarında kollarını kaldırmaz ve ellerini yüzüne
sürmezdi. Düânın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Tarîkatcıların yapdıkları
gibi, raks etmek, dönmek, el çırpmak, def, dümbelek, ney, saz çalmak, sözbirliği
ile harâmdır). Görülüyor ki, cemâ’atin imâm ile birlikde, sessizce düâ etmeleri
efdaldir. Ayrı ayrı düâ yapmaları ve düâ etmeden kalkıp gitmeleri de câizdir.
Düâdan sonra, onbir İhlâs ve bir kerre iki Kul-e’ûzü okunur. Muhammed Ma’sûm
“rahmetullahi aleyh”, bu düâdan sonra 67 kerre de yalnız (Estagfirullah)
okuduğunu, ikinci cildin 80. ci mektûbunda yazmakdadır. En sonra, (Sübhâne
Rabbike...) âyeti okunur.
(Dürr-ül-muhtâr)da
(Tehıyyetülmescid nemâzı)nı anlatdıkdan sonra diyor ki, (Sünnet ile farz
arasında konuşmak, sünneti iskât etmez ise de, sevâbını azaltır. Bir şey okumak
da böyledir. Ba’zı âlimler, sünnet kabûl olmaz. Evvelki sünneti tekrâr kılmak
lâzım olur dedi.) Oturarak kılan imâma uymak câiz olduğunu anlatdıkdan sonra
diyor ki, (İmâmın sesi yetişmediği zemân, müezzinlerin yüksek sesle, cemâ’ate
bildirmesi câiz ise de, çok bağırmaları nemâzlarını bozar. Çünki, bağırarak
okumak, dünyâ sözü konuşmak gibidir. İmâmın nemâzda, ihtiyâcdan fazla yüksek
sesle okuması, nemâzı bozmaz ise de, harâmdır). Görülüyor ki, müezzinlerin
bağırarak, nemâz kılanları şaşırtmaları harâmdır. (Medâric-ün-nübüvve)de
diyor ki, (Selâm verince, istigfâr nasıl okunacağı Evzâ’îden soruldu. Üç kerre
(Estagfirullah) denir buyurdu). [Bunları yüksek sesle okumak bid’at
olduğu, Mısrda (Kibâr-ı ulemâ hey’eti) a’zâsından Şeyh Alî Mahfûzun 1375 [m.
1956] baskılı (El-ibdâ’) kitâbında, 59. cu sahîfede yazılıdır.]
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yatarken de, Âyet-el-kürsî
okuyun) buyurdu. Nemâzlardan sonra düâ ediniz de buyurdu.
Nemâzdan
sonra düâ:
Düâda, erkekler kolları göğüs hizâsına kaldırır.
Dirsekler fazla bükülmez. Düâdan sonra, sübhâne rabbike... âyet-i kerîmesini
okuyup, elleri yüze sürerler. Hastalık veyâ soğuk gibi sebeble ellerini
kaldıramıyan kimse, şehâdet parmağı ile işâret eder. Parmaklar kıbleye karşı
çevrilir. Kollar, sağa sola doğru açılmaz, birbirine yakın, ileri doğru tutulur.
[Farz
nemâzlardan sonra, imâmın ve cemâ’atin, her biri temâm olarak, üç istigfâr ve
Âyet-el-kürsî ve 99 tesbîh ve düâdan sonra, her birinde Besmele çekerek, onbir
İhlâs ve iki Kul-e’ûzü okumaları ve 67 Estagfirullah demeleri müstehabdır. Onbir
İhlâs okumağı emr eden hadîs-i şerîf, (Berîka) birinci cild, son
sahîfesindedir. Sabâh nemâzı sonunda, on kerre (Lâ ilâhe illallah vahdehu
lâ-şerîke-leh lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey’in
kadîr) okuyana çok sevâb verileceği, hadîs-i şerîfde bildirildi (İmdâd).
Cenâze olduğu zemân, bunları terk etmemelidir. Çeşidli sebeblerle, cenâze,
sâatlerce bekletilip de, bunları okumak için bir iki dakîka bekletilemez mi?
Cemâ’atin bunları okumalarına mâni’ olanlar, Bekara sûresinin yüzondördüncü
âyet-i kerîmesinde zâlim oldukları ve Cehennemde şiddetli azâb görecekleri
bildirilenlerin arasında bulunmakdan, çok korkmalıdırlar. Cemâ’atin bunları
okumalarına mâni’ olmıyan dindâr imâmlara ve müezzinlere müjdeler olsun! Bunlar,
her nemâzda yüz şehîd sevâbı kazanıyorlar. Çünki, Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Unutulmuş bir sünnetimi meydâna çıkarana yüz
şehîd sevâbı vardır). Müezzin efendiler, bid’atden kurtulmak için ezânı,
yüksek sesle minârede, ikâmeti câmi’de okumalı, nemâz tekbîrlerini, ancak lüzûm
olunca, yüksek sesle okumalı, hiç ho-parlör kullanmamalıdır. Âyet-el-kürsîyi,
tesbîhleri ve kelime-i tehlîli, sessiz olarak, hanefîde son sünnetden sonra,
şâfi’îde ve mâlikîde hemen farzdan sonra okumalıdır. Düâ ederken, Resûlullaha
salât ve selâm okumanın müstehab olduğu, (İmdâd)ın Tahtâvî şerhinde Vitr
nemâzında yazılıdır.
Nemâzdan sonra
secde etmek harâm olduğu (Dürr-ül-muhtâr)da tilâvet secdesinde yazılıdır.
Nemâzlardan sonra imâm ile, eli göğse koyarak, selâmlaşmak bid’atdir.
Müslimânlıkda el ile ve vücûd hareketi ile selâmlaşmak yokdur. İbni Nüceym
Zeynel’âbidîn Mısrî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, böyle selâmların günâh olduğunu
bildiriyor. Üçüncü kısmda elliyedinci madde sonunu okuyunuz!].
(Şir’at-ül-islâm)
şerhınde diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, (Gece seher vaktinde ve nemâzlardan
sonra yapılan düâ kabûl olunur) buyuruldu. Düâya hamd ve senâ ve salevât ile
başlamak ve sonunda iki avucu yüze sürmek sünnetdir). (Fetâvâ-yi Hindiyye)de,
beşinci cüz’de diyor ki, (Düâ ederken, avuçlar semâya karşı açık, iki el aralık
ve göğüs hizâsında olmalıdır). Sünnet kılmanın düâ etmekden efdal olduğu
(Bezzâziyye)de yazılıdır. [Şî’î ve vehhâbîler, düâ ederken, iki avuç açık,
birbirlerine bitişik, parmaklar yapışık, göğüs hizâsında, yüze karşı
tutmakdadır.]
(Ni’met-i
islâm)da
diyor ki, (Kadın nemâzda iki elini omuzu hizâsına kaldırır. Ayakda sağ elini
solu üstüne getirir. Sağ el parmaklarını sol bilek üzerine halka yapmaz.
Ellerini göğsü üzerine koyar. Rükü’da ellerini dizleri üstüne kor. Dizlerini
kavramaz. Parmaklarının arasını açmaz. Dizleri dik olmaz. Sırtları düz olmaz.
Secdede alçalıp, kollarını yanlarına ve karnını uyluklarına bitişdirir. Kaynağı
üzerine oturup, ayaklarını sağa yatık çıkarır. Kadın erkeğe imâm olamaz. Kadının
kadına imâm olması mekrûhdur. Erkeğe uyunca, en arkada saf olurlar. Öpülen
kadının nemâzı bozulur. Aynı imâma uyan kadın, erkeğin önünde veyâ yanında
kılarsa, erkeğin nemâzı fâsid olur. Erkek, kadına geride durmasını işâret eder,
o da geride durmazsa, yalnız kadının nemâzı fâsid olur. Ateşdeki yemeğin
taşması, çocuğun ağlaması hâlinde nemâzını bozması câiz olur.) Düâ ederken
ellerini ileri uzatmaz, yüzüne karşı eğik tutar.
Nefsini terketmeden Rabbini
arzûlarsın,
hayvânı sen geçmeden, insanı
arzûlarsın.
(Men arefe nefsehü, fekad arefe
rabbeh),
kendini sen bilmeden, Sübhânı
arzûlarsın!
Sen bu evin kapısın, henüz bulup
açmadan,
ma’şûka kavuşacak, zemânı
arzûlarsın.
Dışarı üfürmekle, yakılır mı bu
ocak?
Gönlün Hakka vermeden, ihsânı
arzûlarsın!
Dağlar gibi kuşatmış, tenbellik,
kardeş seni,
günâhını bilmeden, gufrânı
arzûlarsın!
Konuk için evin yok, hiç hâzırlığın
da yok,
ıssız dağın başında, mihmânı
arzûlarsın!
Bostânı, bağı gezdim; meyvesin
bulamadım,
sen söğüt ağacından, rummânı
arzûlarsın!
Gece sayıklar gibi, anlaşılmaz söz
ile,
sen de mi ey Niyâzi, irfânı
arzûlarsın?
Camı temizlemeden, aynayı
arzûlarsın,
zünnârını kesmeden, îmânı
arzûlarsın!
Küçük çocuklar gibi, binersin ağaç
ata,
tecriben yok, topun yok, meydânı
arzûlarsın!
Karıncalar gibi sen, ufak ufak
yürürsün,
meleklerden ileri, seyrânı
arzûlarsın!
Topuğuna çıkmadan, suyu deniz
sanırsın,
sen dereyi geçmeden, ummânı
arzûlarsın!
Haydi Niyâzi yürü, atma okun ileri,
derdiyle kul olmadan, sultânı
arzûlarsın!
|