| 
 
63 - NEMÂZIN EHEMMİYYETİ 
(Dürr-ül-muhtâr)da 
nemâzı anlatmağa başlarken ve İbni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr) kitâbı, 
ikiyüzotuzdördüncü sahîfede, bunları açıklarken buyuruyor ki: 
Âdem 
aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakt nemâz var idi. Hepsinin kıldığı, bir 
araya toplanarak bize farz edildi. Nemâz kılmak, îmânın şartı değil ise de, 
nemâzın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Nemâz, düâ demekdir. 
İslâmiyyetin emr etdiği, bildiğimiz ibâdete, nemâz (Salât) ismi 
verilmişdir. Mükellef olan [ya’nî âkıl ve bâlig olan] her müslimânın, hergün beş 
vakt nemâzı kılması (Farz-ı ayn)dır. Farz olduğu, Kur’ân-ı kerîmde ve 
hadîs-i şerîflerde, açıkça bildirilmişdir. Mi’râc gecesinde, beş vakt nemâz emr 
olundu. Mi’râc, hicretden bir yıl önce, Receb ayının yirmiyedinci gecesinde idi. 
Mi’râcdan önce, yalnız sabâh ve ikindi nemâzı vardı. 
Yedi yaşındaki 
çocuğa, nemâz kılmasını emr etmek, on yaşında kılmaz ise, el ile döğmek 
lâzımdır. Mektebdeki mu’allim, talebesini de, çalışdırmak için, el ile üç kerre 
döğebilir. Dahâ fazla vuramaz. Sopa ile döğemez. [İslâm mekteblerinde falaka 
olamaz. Sopa, karakolda, habshânede olur. Dinsizler, gençleri islâmiyyetden 
soğutmak için, tiyatrolarda, filmlerde, hocaların talebeyi falakaya 
yatırdıklarını gösterip, din dersleri, islâm mektebleri kapatılarak gençlik 
falakadan, sopadan kurtarıldı derlerse islâm dînine iftirâ etmiş olurlar. 
İslâmiyyetde talebeyi sopa ile döğmek yasak olduğu, din kitâblarında, açıkça 
yazılıdır. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” el ile üçden fazla 
vurmağı bile, yasak etmişdi.] Çocuklara, başka ibâdetleri de öğretmek ve yapmağa 
alışdırmak, günâhlardan men’ etmek lâzımdır. 
Farz nemâzların 
ehemmiyyetini bildirmek için, Muhammed Rebhâmî “rahmetullahi aleyh”, 
dörtyüzkırkdört kitâbdan toplıyarak, hicretin sekizyüzelliüçüncü [853] senesinde 
Hindistânda yazdığı (Riyâd-un-nâsıhîn) adındaki, fârisî kitâbının, ikinci 
kısmı, birinci bâb, onikinci faslında buyuruyor ki: 
Sahîhayn ismi 
verilen, dîn-i islâmın iki temel kitâbında [(Buhârî) ve (Müslim)de], 
Câbir bin Abdüllahın “radıyallahü anh” bildirdiği bir hadîs-i şerîfde, 
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Birinin evi önünde nehr olsa, 
hergün beş kerre bu nehrde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?) diye sordu. 
Hayır, yâ Resûlallah! dedik. (İşte, beş vakt nemâzı kılanların da, böyle 
küçük günâhları afv olunur) buyurdu. [Ba’zı câhiller, bu hadîs-i şerîfi 
işitince, o hâlde, hem nemâz kılarım, hem de istediğim gibi, keyf sürerim. Nasıl 
olsa günâhlarım afv olur, diyor. Böyle düşünmek doğru değildir. Çünki, şartları 
ile, edebleri ile kılınıp, kabûl olan bir nemâz, günâhları döker. Sonra, küçük 
günâhları afv olsa bile, küçük günâh işlemeğe devâm etmek, ısrâr etmek, büyük 
günâh olur. Büyük günâh işlemeğe ısrâr etmek de, küfre sebeb olur.] İbni Cevzî,
(El-mugnî) ismindeki tefsîrinde buyuruyor ki, (Ebû Bekr-i Sıddîk 
“radıyallahü anh” buyurdu ki, beş nemâz vaktleri gelince, melekler der ki, ey 
Âdem oğulları, kalkınız! İnsanları yakmak için hâzırlanmış olan ateşi nemâz 
kılarak söndürünüz). Bir hadîs-i şerîfde, (Mü’min ile kâfiri ayıran fark, 
nemâzdır) buyuruldu. Ya’nî, mü’min nemâz kılar. Kâfir, kılmaz. Münâfıklar 
ise, ba’zan kılar, ba’zan kılmaz. Münâfıklar, Cehennemde çok acı azâb 
görecekdir. Müfessirlerin şâhı, Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” diyor 
ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, 
(Nemâz kılmıyanlar, kıyâmet günü, Allahü teâlâyı 
kızgın olarak bulacaklardır). 
 Hadîs 
imâmları, söz birliği ile bildiriyor ki, (Bir nemâzı vaktinde amden kılmıyan, 
ya’nî nemâz vakti geçerken, nemâz kılmadığı için üzülmeyen, kâfir olur veyâ 
ölürken îmânsız gider. Yâ nemâzı, hâtırına bile getirmiyenler, nemâzı vazîfe 
tanımıyanlar ne olur?). Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliği ile buyurdular ki, 
(İbâdetler îmândan parça değildir). Yalnız, nemâzda söz birliği olmadı. Fıkh 
imâmlarından imâm-ı Ahmed ibni Hanbel, İshâk ibni Râheveyh, Abdüllah ibni 
Mubârek, İbrâhîm Nehâî, Hakem bin Uteybe, Eyyûb Sahtiyânî, Dâvüd Tâî, Ebû Bekr 
ibni Şeybe, Zübeyr bin Harb, dahâ birçok büyük âlimler, bir nemâzı amden, ya’nî 
bile bile kılmıyan kimse, kâfir olur, dedi. O hâlde, ey din kardeşim, bir 
nemâzını kaçırma ve gevşek kılma, seve seve kıl! Allahü teâlâ kıyâmet günü, bu 
âlimlerin ictihâdlarına göre cezâ verirse, ne yaparsın? (Tefsîr-i Mugnî)de 
diyor ki: (Büyüklerden biri şeytâna dedi ki, senin gibi mel’ûn olmak istiyorum, 
ne yapayım? İblîs sevinip, benim gibi olmak istersen, nemâza ehemmiyyet verme ve 
doğru, yalan, herşeye yemîn et, ya’nî çok yemîn et! dedi. O kimse de, hiçbir 
nemâzı bırakmıyacağım ve artık yemîn etmiyeceğim, dedi). Hanbelî mezhebinde, bir 
nemâzı özrsüz kılmıyan, mürted gibi katl olunur ve yıkanmaz. Kefenlenmez ve 
nemâzı kılınmaz. Müslimânların mezârlığına gömülmez ve mezârı belli edilmez. 
Dağda bir çukura konur. Şâfi’î mezhebinde, nemâz kılmamakda ısrâr eden, mürted 
olmaz ise de, cezâsı katldir. Mâlikî mezhebi de, Şâfi’î gibi olduğu, (İbni 
Âbidîn)de ve (Milel-nihâl) tercemesi altmışüçüncü sahîfede yazılıdır. 
Hanefî mezhebinde ise, nemâza başlayıncaya kadar habs olunur veyâ kan akıncaya 
kadar döğülür. [Fekat nemâza ehemmiyyet vermiyen, vazîfe bilmiyen, dört mezhebde 
de kâfir olur. Nemâzı bile bile kılmayıp, kazâ etmeği düşünmiyen ve bunun için 
azâb çekeceğinden korkmıyan kimsenin, hanefî mezhebinde de kâfir olacağı, 
(Hadîka)da, dil âfetlerinde yazılıdır.] Allahü teâlâ, müslimân olmıyanlara 
nemâz kılmasını, oruc tutmasını emr etmemişdir. Bunlar, Allahü teâlânın 
emrlerini almakla şereflenmemişlerdir. Nemâz kılmadığı için, oruc tutmadığı için 
bunlara bir cezâ verilmez. Bunlar, yalnız küfrün cezâsı olan Cehennemi hak 
etmişlerdir. (Zâdül-mukvîn) kitâbında diyor ki; (Eski âlimler yazmış ki, 
beş şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrûm olur: 
1 — Malının 
zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez. 
2 — Uşrunu 
vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz. 
3 — Sadaka 
vermeyenin, vücûdünde sıhhat kalmaz. 
4 — Düâ 
etmeyen, arzûsuna kavuşamaz. 
5 — Nemâz vakti 
gelince, kılmak istemeyen, son nefesde kelime-i şehâdet getiremez. Nemâz 
kılmanın birinci vazîfe olduğuna inandığı hâlde, tenbellik ederek kılmıyan 
fâsıkdır. Sâliha kızın küfvü değildir. Ya’nî o kıza lâyık ve uygun değildir). 
Görülüyor ki, 
farz nemâzı kılmamak, îmânsız gitmeğe sebeb olmakdadır. Nemâza devâm, kalbin 
nûrlanmasına ve se’âdet-i ebediyyeye kavuşmağa vesîledir. Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem” (Nemâz nûrdur) buyurdu. Ya’nî, dünyâda 
kalbi parlatır. Âhıretde sırâtı aydınlatır. Allahın dostlarına, nemâzda neler 
oluyor, murâdlarına, nemâzda, nasıl kavuşuyorlar biliyor musunuz? 
Hikâye:
Horasan vâlîsi Abdüllah bin Tâhir, çok âdil idi. 
Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâlîye bildirmişlerdi. Hırsızlardan biri 
kaçdı. Hiratlı bir demirci, Nişâpûra gitmişdi. Bir zemân sonra, evine dönüp gece 
giderken, bunu yakaladılar. Hırsızlarla berâber, vâlîye çıkardılar. Habs edin! 
dedi. Demirci, habshânede abdest alıp nemâz kıldı. Ellerini uzatıp, (Yâ Rabbî! 
Günâhım olmadığını, ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan, ancak sen 
kurtarırsın. Yâ Rabbî! Beni kurtar!) diye düâ etdi. Vâlî, o gece, rü’yâda, dört 
kuvvetli kimse gelip, tahtını, tersine çevirecekleri vakt uyandı. Hemen abdest 
alıp, iki rek’at nemâz kıldı. Tekrâr uyudu. Tekrâr, o dört kimsenin, tahtını 
yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde, bir mazlûmun âhı bulunduğunu 
anladı. Nitekim şi’r: 
  
Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ, 
Gözyaşının seher vakti yapdığını, 
Düşman kaçıran süngüleri, çok def’a, 
Toz gibi yapar, bir mü’minin düâsı. 
  
Yâ Rabbî! Büyük 
yalnız sensin! Sen öyle bir büyüksün ki, büyükler ve küçükler, sıkışınca, ancak 
sana yalvarır. Sana yalvaran, ancak murâdına kavuşur. 
Hemen, o gece, 
habshâne müdîrini çağırıp, bir mazlûm kalmış mı, dedi. Müdîr, bunu bilemem. 
Yalnız, biri nemâz kılıp, çok düâ ediyor. Göz yaşları döküyor deyince, onu 
getirtdi. Hâlini sorup anladı. Özr dileyip, hakkını halâl et ve bin gümüş 
hediyyemi kabûl et ve herhangi bir arzûn olunca bana gel! diye ricâ etdi. 
Demirci, hakkımı halâl etdim ve hediyyeni kabûl etdim. Fekat işimi, dileğimi 
senden istemeğe gelemem, dedi. Niçin, deyince: Çünki, benim gibi bir fakîr için, 
senin gibi bir sultânın tahtını birkaç def’a tersine çeviren sâhibimi bırakıp 
da, dileklerimi başkasına götürmekliğim kulluğa yakışır mı? Nemâzlardan sonra 
etdiğim düâlarla, beni nice sıkıntıdan kurtardı. Nice murâdıma kavuşdurdu. Nasıl 
olur da, başkasına sığınırım? Rabbim, nihâyeti olmıyan rahmet hazînesinin 
kapısını açmış, sonsuz ihsân sofrasını, herkese yaymış iken, başkasına nasıl 
giderim? Kim istedi de, vermedi? İstemesini bilmezsen alamazsın. Huzûruna edeble 
çıkmazsan, rahmetine kavuşamazsın. Şi’r: 
  
İbâdet eşiğine, kim ki, bir gece baş kodu, 
Dostun lutfu, açar ona, elbette binbir kapu. 
  
Evliyânın 
büyüklerinden Râbia-i Adviyye “rahmetullahi aleyhâ”, adamın birinin, düâ ederken 
(Yâ Rabbî! Bana rahmet kapısını aç!) dediğini işitince; Ey câhil! Allahü 
teâlânın rahmet kapısı, şimdiye kadar kapalı mı idi de, şimdi açılmasını 
istiyorsun? dedi. [Rahmetin çıkış kapısı her zemân açık ise de, giriş kapısı 
olan kalbler, herkesde açık değildir. Bunun açılması için düâ etmeliyiz!] 
İlâhî! Herkesi 
sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin. Bizi dünyâda ve âhıretde sıkıntıda bırakma! 
Muhtâclara, herşeyi gönderen, yalnız sensin! Dünyâda ve âhıretde hayrlı, fâideli 
olan şeyleri, bize gönder! Dünyâda ve âhıretde, bizi kimseye muhtâc bırakma! 
Âmîn. (Rıyâd-un-nâsıhîn)den terceme temâm oldu. 
(Kitâb-ül-fıkh-alel-mezâhib-il-erbe’a)da, 
nemâzı anlatmağa başlarken diyor ki, (Nemâz, islâm dîninin direklerinden en 
ehemmiyyetlisidir. Allahü teâlâ, kullarının yalnız kendisine ibâdet etmeleri 
için, nemâzı farz etdi. Nisâ sûresinin yüzüçüncü âyeti, nemâz mü’minler üzerine, 
vaktleri belirli bir farz oldu demekdir. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, 
hergün beş vakt nemâz kılmağı farz etdi. Kıymet vererek ve şartlarına uyarak, 
hergün beş vakt nemâz kılanı Cennete sokacağını, Allahü teâlâ söz verdi) 
buyuruldu. Nemâz, ibâdetlerin en kıymetlisidir. Hadîs-i şerîfde, (Nemâz 
kılmıyanın, islâmdan nasîbi yokdur!) buyuruldu. (Mişkât)da ve 
(Künûz-üd-dekâ’ık)da ve (Sahîhayn)de ve (Halebî)de bildirilen 
hadîs-i şerîfde de, (İnsan ile küfr arasındaki fark, nemâzı terk etmekdir!) 
buyuruldu. Bunun ma’nâsı, (İnsan ile küfr, ayrı ayrı iki varlıkdır. İkisini 
birleşdiren yol, nemâz kılmamakdır. Aralarından, nemâz kılmamak kalkınca, ya’nî 
bir insan nemâz kılarsa, bu insan ile küfr arasında yol kalmaz. İkisi birbiri 
ile birleşmez. Bunun ma’nâsı (Küfr bir özellikdir. Kendi kendine bulunmaz. Ba’zı 
insanda bulunur. Küfr bulunan insanda nemâz kılmamak vardır. Küfr bulunmıyan 
insanda nemâz kılmamak yokdur. Küfr bulunan insan ile küfr bulunmıyan insan 
arasındaki fark, nemâz kılıp kılmamakdır) demekdir. Bu hadîs-i şerîf, (İnsan ile 
ölüm arasındaki fark, nefes almamakdır) sözüne benzemekdedir. Ölüm bulunan insan 
nefes almaz. Ölüm bulunmayan insanda nefes almamak yokdur. Nefes almamak bulunan 
insanın ölü olduğu anlaşılır. Bu hadîs-i şerîf, nemâz kılmakda tenbellik 
edenleri şiddetle korkutmakdadır. Nemâz kılmak, Allahü teâlânın büyüklüğünü 
düşünerek, Onun karşısında kendi küçüklüğünü anlamakdır. Bunu anlıyan kimse, hep 
iyilik yapar. Hiç kötülük yapamaz. Nefsine uyanın nemâzı sahîh olsa da, bu 
meyvelerini veremez. Hergün beş kerre, Rabbinin huzûrunda olduğuna niyyet eden 
kimsenin kalbi ihlâs ile dolar. Nemâzda yapılması emr olunan her hareket, kalbe 
ve bedene fâideler sağlamakdadır. Câmi’lerde cemâ’at ile nemâz kılmak, 
müslimânların kalblerini birbirlerine bağlar. Birbirlerinin kardeşleri 
olduklarını anlarlar. Büyükler, küçüklere merhametli olur. Küçükler de, 
büyüklere saygılı olur. Zenginler, fakîrlere ve kuvvetliler za’îflere yardımcı 
olur. Sağlamlar, hastaları, câmi’de göremeyince, evlerinde ararlar. (Din 
kardeşinin yardımına koşanın, yardımcısı Allahdır) hadîs-i şerîfindeki 
müjdeye kavuşmak için yarış ederler.) 
  
Âkıl isen kıl nemâzı, çün se’âdet tâcıdır. 
Sen nemâzı öyle bil ki, mü’minin mi’râcıdır! 
  
(Kurretül’uyûn) 
kitâbındaki hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, 
(Nemâzı özrsüz kılmıyan kimseye, Allahü teâlâ 
onbeş sıkıntı verir. Bunlardan altısı dünyâda, üçü ölüm zemânında, üçü kabrde, 
üçü kabrden kalkarkendir. Dünyâda olan altı azâb: 
1 — Nemâz 
kılmıyanın ömründe bereket olmaz. 
2 — Allahü 
teâlânın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendinde kalmaz. 
3 — Hiçbir 
iyiliğine sevâb verilmez. 
[Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, farzları vaktinde 
kılmıyanların sünnetleri kabûl olmaz. Ya’nî sünnetlerine sevâb verilmez.] 
4 — Düâları 
kabûl olmaz. 
5 — Onu 
kimse sevmez. 
6 — 
Müslimânların iyi düâlarının buna fâidesi olmaz. 
Ölürken 
çekeceği azâblar: 
1 — Zelîl, 
kötü, çirkin can verir. 
2 — Aç 
olarak ölür. 
3 — Çok su 
içse de, susuzluk acısı ile ölür. 
Kabrde 
çekeceği acılar: 
1 — Kabr onu 
sıkar. Kemikleri birbirine geçer. 
2 — Kabri 
ateşle doldurulur. Gece, gündüz onu yakar. 
3 — Allahü 
teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünyâ yılanlarına benzemez. Hergün, her 
nemâz vaktinde onu sokar. Bir ân bırakmaz. 
Kıyâmetde 
çekeceği azâblar: 
1 — 
Cehenneme sürükliyen azâb melekleri yanından ayrılmaz. 
2 — Allahü 
teâlâ, onu kızgın olarak karşılar. 
3 — Hesâbı 
çok çetin olup, Cehenneme atılır). 
  
Geçirme 
ömrünü mü’min, sakın ki, kîl-ü kal üzre! 
sözün 
ma’nâsını anla, ne yürürsün hayâl üzre? 
  
Bu 
dünyânın süslerine, amân aldanma ey gâfil! 
buna her 
kim gönül verse, geçer ömrü melâl üzre. 
  
Bir 
dikkatli nazar etsen, bu dünyâ ehline cânım, 
kazanırlar para dâim, bunlar cenk ve cidâl üzre. 
  
Bu 
dünyâya neler geldi, ben diyenler geçüp gitdi, 
bilmeli, 
bu fânî mülkü, yaratdı Hak zevâl üzre. 
  
Kaçarsan 
arkandan gelir, kovalarsan yetişmezsin, 
ki, dünyâ 
gölgeye benzer, denildi bu misâl üzre. 
  
Akıllı 
olan bir kişi, gönül vermez bu dünyâya, 
düşkün 
olmaz ondan yana, bilir onu kemâl üzre. 
  
Bir kalb 
dünyâya bağlansa, ibâdet zevkını duymaz, 
onunçün 
Zâtî bu şi’ri, getirdi hasbihâl üzre. 
                                                |