| 
 
    
46 -  
ÜÇÜNCÜ CİLD - 17.MEKTÛB
      
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
ÎMÂN: 
 
Dinden olduğu sözbirliği ile bildirilmiş olan şeylere, kalb ile inanmağa ve dil 
ile de îmânını söylemeğe derler. Îmân edilecek şeyler, Allahü teâlânın var 
olduğuna, bir olduğuna, kitâblarına, sahîfelere ve Peygamberlere, Meleklere 
îmândır. Âhıretde Haşra, Neşre, Cennetde ebedî ni’metlere, Cehennemde ebedî 
azâblara, göklerin yarılmasına, yıldızların dağılmasına, arzın parça parça 
olmasına inanmakdır. Beş vakt nemâzın farz olduğuna ve bu nemâzların 
rek’atlarının adedlerine, malın zekâtını vermek farz olduğuna ve Ramezân-ı şerîf 
ayında hergün oruc tutmanın ve gücü yetene, Mekke-i mükerreme şehrine gidip, hac 
etmenin farz olduğuna inanmakdır. Şerâb içmenin, [domuz eti yimenin,] haksız 
yere adam öldürmenin ve anaya babaya karşı gelmenin ve hırsızlık ve zinâ etmenin 
ve yetîm malı yimenin ve fâiz alıp vermenin [ve kadınların açık, çıplak 
gezmelerinin ve kumar oynamanın] harâm olduklarına îmân lâzımdır. Îmânı olan bir 
kimse, büyük bir günâh işlerse, îmânı gitmez ve kâfir olmaz. Günâha, ya’nî 
harâma halâl diyen kâfir olur. Harâm işliyen fâsık olur. Ben elbette mü’minim 
demelidir. Îmânlı olduğunu söylemelidir. Mü’minim derken, inşâallah dememelidir. 
Bundan, şübhe ma’nâsı çıkabilir. Evet, son nefes için inşâallah denirse de, 
dememek dahâ iyidir. 
Dört halîfenin 
birbirinden yükseklikleri, hilâfetleri sırası iledir. Çünki, doğru yolda olan 
âlimlerin hepsi diyor ki, (Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” 
sonra, insanların en üstünü, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretleridir. 
Ondan sonra, Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü anh” hazretleridir). Efdâl olmak, ya’nî 
üstünlük, bu fakîre göre fazîleti, meziyyeti, iyi sıfatları çok olmak değildir. 
Önce îmâna gelmek, din için herkesden çok mal vermek ve cânını tehlükelere 
atmakdır. Ya’nî dinde, sonra gelenlere, üstâd olmakdır. Sonra gelenler, herşeyi, 
öncekilerden öğrenir. Bu üç şartın hepsi, Sıddîk “radıyallahü anh” hazretlerinde 
toplanmışdır. Herkesden önce îmâna gelmiş, malını ve cânını din için fedâ 
etmişdir. Bu ni’met, bu ümmetde, ondan başkasına nasîb olmamışdır. Resûlullah 
“sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtına yakın, buyurdu ki, (Bana malını, 
cânını, Ebû Bekr kadar çok fedâ eden, başkası yokdur. Eğer, dost edinseydim, 
elbette Ebû Bekri dost edinirdim). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, 
(Allahü teâlâ, beni size Peygamber gönderdi. İnanmadınız. Ebû Bekr inandı. Bana 
malı ile, cânı ile yardım etdi. Onu hiç incitmeyin ve Ona hurmet ve ta’zîm 
edin!). Bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki: (Benden sonra Peygamber 
gelmiyecekdir. Eğer gelseydi, elbette Ömer Peygamber olurdu). Emîr [Alî] 
“radıyallahü anh” buyurdu ki, (Ebû Bekr ile Ömerden, her biri, bu ümmetin en 
yükseğidir. Beni onlardan üstün tutan, iftirâcıdır. İftirâ edenler dövüldüğü 
gibi, onu döverim). 
Eshâb-ı kirâm 
“aleyhimürrıdvân” arasında olan muhârebeleri, iyi sebeblerden dolayı bilmelidir. 
Bu ayrılıkları, nefsin arzûları, mevkı’, rütbe, sandalye kapmak, başa geçmek 
sevgisinden değildi. Çünki, bütün bunlar nefs-i emmârenin kötülükleridir. 
Onların nefsleri ise, insanların en iyisinin “aleyhi ve aleyhimüssalevât” 
sohbetinde, karşısında tertemiz olmuşdu. Şu kadar var ki, Emîrin “radıyallahü 
anh” hilâfeti zemânında olan muhârebelerde, o haklı idi. Ondan ayrılanlar, hatâ 
etdi. Fekat, ictihâd hatâsı olduğundan, birşey denemez. Nerde kaldı ki, fâsık 
denilsin! Onların hepsi âdil idi. Her birinin verdiği haber, makbûl idi. Emîre 
uyanların ve ondan ayrılanların verdikleri haberler, doğrulukda ve güvenilmekde 
farksız idi. Aralarındaki muhârebeler, i’timâdın gitmesine sebeb olmamışdır. O 
hâlde, hepsini sevmek lâzımdır. Çünki, onları sevmek, Peygamber efendimizin 
“sallallahü aleyhi ve sellem” sevgisinden dolayıdır. Bir hadîs-i şerîfde, 
(Onları seven, beni sevdiği için sever) buyurmuşdur. Onları sevmemekden, 
herhangi birine düşmanlık etmekden çok sakınmalıdır. Çünki, onlara düşmanlık, 
Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” düşmanlık olur. Hadîs-i şerîfde, 
(Onlara düşmanlık eden, bana düşman olduğu için eder) buyurmuşdur. O 
büyükleri ta’zîm etmek, hurmet etmek, insanların en iyisini ta’zîm etmek, hurmet 
etmekdir. Onlara hurmetsizlik, tahkîr etmek, Onu tahkîr olur. İnsanların en 
iyisinin “aleyhissalâtü vesselâm” sohbetini, sözlerini ta’zîm etmek, kıymet 
vermek için Eshâb-ı kirâmın hepsine ta’zîm etmek, kıymet vermek lâzımdır. 
Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr-i Şiblî “kuddise sirruh” buyuruyor ki, (Eshâb-ı 
kirâma “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ta’zîm etmiyen, kıymet vermiyen bir 
kimse, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” îmân etmemiş olur). 
                                                |