46 -
ÜÇÜNCÜ CİLD - 17.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
MELEKLER:
Allahü teâlânın kıymetli kullarıdır. [İçlerinden
bir kısmı, diğer meleklere ve insanların] Peygamberlerine “aleyhimüssalevâtü
vetteslîmât” haber getirmek vazîfesi ile şereflenmişlerdir. Emr olunduklarını
yaparlar. İsyân etmezler. Yimeleri, içmeleri yokdur. Evlenmezler. Erkek, dişi
değildirler. Çocukları olmaz. Kitâbları ve sahîfeleri, onlar getirmişdir. Emîn
oldukları için, getirdikleri de doğrudur. Müslimân olmak için, meleklere, böyle
inanmak lâzımdır. Doğru yolda bulunan âlimlerin çoğuna göre, insanların yükseği,
meleklerin yükseğinden dahâ üstündür. Çünki insanlar, şeytân ve nefsleri ile
savaşıyor. İhtiyâcları olduğu hâlde yükseliyor. Melekler ise, zâten yüksek
yaratılmışlardır. Melekler, tesbîh, takdîs ediyorsa da, buna cihâdı da katmak,
insanların yükseklerine mahsûsdur. Nisâ sûresi, doksandördüncü âyetinde meâlen,
(Mallarını, canlarını fedâ ederek din düşmanları ile, Allah rızâsı için cihâd
eden müslimânlar, oturup, ibâdet edenlerden dahâ üstündür. Hepsine de, Cenneti
söz veriyorum) buyuruldu.
Muhbir-i
sâdıkın [ya’nî hep doğru haber verici] “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”
kabr ve kıyâmet hâllerinden, Haşrdan [kabrden kalkınca arasât meydânında
toplanmak] ve Neşrden [hesâbdan sonra Cennete, Cehenneme dağılmak], Cennetden,
Cehennemden haber verdiği şeylerin hepsi doğrudur. Âhırete inanmak, Allahü
teâlâya inanmak gibi, îmânın şartıdır. Âhıreti inkâr eden, Allahü teâlâyı inkâr
etmiş gibi, kâfirdir.
Kabr azâbı ve
kabrin sıkması vardır. Buna inanmayan kâfir olmaz. Bid’at sâhibi olur. Çünki,
meşhûr olan hadîslere inanmamış olur. [Bunlar, bu hadîslerin, doğru hadîs
olmasında şübhe etdikleri için, kabr azâbına inanmıyor. Hadîs olduklarını kabûl
etselerdi, inanırlardı. Bundan dolayı, kâfir olmıyor, yalnız Ehl-i sünnetden
ayrılmış oluyorlar. Hâlbuki, hadîs olsa da, olmasa da, kabr azâbına inanmam. Akl
ve tecribe, bunu kabûl etmiyor, diyen kâfir olur. Şimdi böyle inanmıyanlar,
kâfir oluyor.] Kabr, dünyâ ile âhıret arasında geçid olduğundan, kabr azâbı,
dünyâ azâbları gibi geçicidir ve âhıret azâbları cinsindendir. Ya’nî, bir
bakımdan dünyâ azâblarına, bir bakımdan da, âhıret azâblarına benzemekdedir.
Kabr azâbı en çok, dünyâda üstüne idrâr sıçratanlara ve müslimânlar arasında söz
taşıyanlara olacakdır. (Münker) ve (Nekîr) ismindeki iki melek
kabrde süâl soracakdır. Bu süâle cevâb vermek, bir derddir. [Münker ve Nekîr,
nasıl olduğu bilinmiyen demekdir. Cum’a nemâzı sonundaki yazıyı okuyunuz!]
Kıyâmet günü
vardır. O gün, elbette gelecekdir. O gün, gökler parçalanacak, yıldızlar
dağılacak, yeryüzü ve dağlar, parça parça olacakdır ve yok olacaklardır.
Kur’ân-ı kerîm, bunları haber veriyor ve müslimânların bütün fırkaları, buna
inanıyor. Buna inanmıyan kâfir olur. Bir takım hayâlî şeylerle, inkârını güzel
gösterse de, ilmi ve fenni araya katıp, câhilleri aldatsa da, yine kâfirdir.
Kıyâmetde, bütün mahlûklar, yok olup, tekrâr yaratılacak, herkes mezârdan
kalkacakdır. Allahü teâlâ çürümüş toz olmuş kemikleri yine diriltecekdir. O gün,
terâzî kurulacak, herkesin hesâb defterleri uçarak, iyilere sağ taraflarından,
fenâlara sol taraflarından gelecekdir. Cehennem üzerindeki sırât köprüsünden
geçilecek, iyiler geçip Cennete gidecek, Cehennemlikler, Cehenneme düşecekdir.
Bu bildirdiklerimiz, olmıyacak şeyler değildir. Muhbir-i sâdık “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” haber verdiğinden, hemen kabûl etmek, inanmak lâzımdır. Hayâle
kapılarak şübheye düşmemelidir. Allahü teâlâ, Haşr sûresi yedinci âyetinde
meâlen, (Resûlümün “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiklerini
alınız!) ya’nî, her söylediğine inanınız! buyuruyor. Kıyâmet günü Allahü
teâlânın izni ile, iyiler, kötülere şefâ’at edecek, araya gireceklerdir.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Şefâ’atim, ümmetimden, günâhı
büyük olanlaradır) buyuruyor. Kâfirler, hesâbdan sonra, Cehenneme girecek,
Cehennemde ve azâbda ebedî kalacaklardır. Mü’minler, Cennetde ve Cennet
ni’metlerinde sonsuz kalacaklardır. Günâhı, sevâbından çok olan mü’minlerin,
Cehenneme girip, günâhlarına karşılık, bir müddet azâb görmeleri câiz ise de,
bunlar, Cehennemde sonsuz kalmıyacaklardır. Kalbinde zerre kadar îmân bulunan
bir kimse, Cehennemde sonsuz kalmıyacak, rahmet-i ilâhiyyeye kavuşarak Cennete
girecekdir.
[Kâdî zâde
Ahmed efendinin yazdığı (Âmentü şerhi) kitâbı, ikiyüzdokuzuncu sahîfede
diyor ki, (Cehennemde bir yer vardır ki, Zemherîr derler. Ya’nî, soğuk
Cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir ân dayanılmaz. Kâfirlere, bir soğuk,
bir sıcak, sonra soğuk, sonra sıcak Cehenneme atılarak, azâb yapılacakdır).
Cehennemde soğuk Zemherîr azâbları bulunduğu, (Kimyâ-i se’âdet) kitâbı,
dördüncü rükn, altıncı aslında ve İmâm-ı Muhammed Gazâlînin
(Dürret-ül-fâhire) kitâbının tercemesi olan (Kıyâmet ve Âhıret hâlleri)
kitâbının sonunda, (Nefs muhâsebesi) bahsinde de yazılıdır. Hadîs-i
şerîflerde açıkça bildirilmekdedir.
Din câhilleri,
islâmiyyete, yalan ve iftirâ ile saldırırken (Peygamberler, hep sıcak
memleketlerde geldiği için, Cehennem azâbının ateş olduğunu söylemişler, hep
ateşle korkutmuşlar. Kutblarda, şimâl soğuk memleketlerde gelselerdi, buz ile
azâb yapılacağını söylerlerdi) diyor. Bunlar, hem çok câhil, hem de ahmak
kâfirlerdir. Zâten Kur’ân-ı kerîmden haberleri olsaydı ve islâm büyüklerinin
sözlerini duysalardı ve biraz aklları olsaydı, hemen müslimân olurlardı. Hiç
olmazsa, böyle ulu orta, yalanları yazmakdan, belki sıkılırlardı. Dînimiz, hem
Cehennemde, soğuk azâblar olduğunu bildiriyor, hem de Peygamberlerin
“aleyhimüsselâm” yalnız sıcak memleketlere değil, yeryüzünde, sıcak ve soğuk,
her memlekete gönderildiğini haber veriyor. Kur’ân-ı kerîm, Peygamberimize
sorulan süâllere, soranların bilgilerine ve anlayışlarına göre cevâb
vermekdedir. Âhıretdeki bilinmiyen varlıkları da, dünyâda gördüklerine,
bildiklerine benzeterek anlatmakdadır. Mekkeliler, kutubları, buz memleketlerini
duymadıkları için, Cehennemin soğuk azâblarını onlara bildirmek, fâidesiz
olurdu. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde bu inceliğe uygun haberlerin
bulunması, şimdiki kâfirlerin dahâ çok sapıtmasına sebeb olmakdadır].
Mü’min ve
kâfir, son nefesde belli olur. Birçok kimse, bütün ömrünce kâfir kalıp, sonunda
îmâna kavuşur. Bütün ömrü îmân ile geçip, sonunda tersine dönen de olur.
Kıyâmetde, son nefesdeki hâle bakılır. Yâ Rabbî! Bize doğru yolu gösterdikden,
îmân ile şereflendirdikden sonra, şaşırmakdan, yoldan çıkmakdan koru! Bize
rahmet et, acı! Yol gösteren ancak sensin!
|