| 
 
    
42 -  
    İKİNCİ CİLD - 81.MEKTÛB
      
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektûb 
Muhammed Murâda gönderilmiş olup, nasîhat vermekde ve vera’ ile takvâyı 
övmekdedir: 
Allahü teâlâya 
hamd olsun ve Onun seçip beğendiği kimselere selâm olsun! Kıymetli dostlarımın, 
dünyânın yaldızlı, süslü günâhlarına aldanmış olmasından korkuyorum. Bunların 
güzel ve tatlı görünüşlerine, çocuklar gibi kapılacaklarını düşünerek 
üzülüyorum. İblîs mel’ûnunun [ve insan şeytânlarının] dürtmesi ile, mubâhlardan 
şübhelilere, şübhelilerden harâmlara kaymalarından ve sâhibine karşı mahcûb ve 
utanacak hâle düşeceklerinden çok sıkılıyorum. Tevbe ve istiğfâr devâmlı olmak 
lâzımdır. Harâmları ve şübheli şeyleri, öldürücü zehr bilmelidir. 
Nazm: 
Sana söyliyecek sözüm hep şudur, 
ki, çocuksun ve ev çok süslüdür. 
  
Allahü teâlâ 
lutf ederek, kerem ederek, acıyarak, kullarına çok şeyleri mubâh etmiş, izn 
vermişdir. Rûhu hasta, kalbi bozuk olduğu için, mubâhlarla doymayıp, bitmez 
tükenmez mubâhları bırakarak, ahkâm-ı islâmiyyenin hudûdundan dışarı taşanlar, 
şübheli ve harâmlara uzananlar, ne kadar bedbaht ve zevallıdır. Ahkâm-ı 
islâmiyyenin hudûdunu gözetmek, buradan dışarı taşmamak lâzımdır. Âdet üzere, 
alışkanlık ile nemâz kılan ve oruc tutan çokdur. Fekat, ahkâm-ı islâmiyyenin 
hudûdunu gözeten, harâm ve şübhelilere düşmemeğe dikkat eden pek azdır. Doğru ve 
hâlis ibâdet edenleri, âdet üzere, bozuk ibâdet edenlerden ayıran fark, Allahü 
teâlânın emrlerini gözetmekdir. Çünki, nemâz ve orucun hâlisi de, bozuğu da 
görünüşde berâberdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, 
(Dîninizin direği, temeli vera’dır). Bir hadîs-i şerîfde, (Hiçbir şey 
vera’ gibi olamaz) buyurdu. 
[İbni Âbidîn, 
imâmlığın şartlarında buyuruyor ki, (Şübhelilerden sakınmağa, ya’nî 
şübhelilerden ittikâya (Vera’) denir. Harâmlardan sakınmağa, (Takvâ)
denir. Şübheli olmak korkusu ile mubâhların çoğunu terk etmeğe de (Zühd)
denir). (Hadîka) sonunda diyor ki, (Zemânımızda vera’ ve takvâ sâhibi 
olmak güçleşdi. Şimdi, kalbini ve dilini ve a’zâyı harâmlardan koruyan ve 
insanlara, hayvanlara haksız olarak zulm etmiyen ve ücretsiz olarak bir iş 
yapdırmıyan ve herkesin elindekini onun halâl mülkü bilen kimse, takvâ sâhibi 
olur. Bir kimsenin elindeki malın gasb edilmiş, çalınmış, fâiz [kumar, rüşvet], 
zulm, hıyânet ile alınmış harâm malın kendisi olduğu bilinmedikce, mallarını bu 
yollardan edinmekde olduğu bilinse dahî, elindeki bu malın onun halâl mülkü 
olduğunu kabûl etmek lâzımdır. Bunu verince, mülk-i habîs ise de, almak câiz 
olur. Verilenin harâm mal olduğu bilinirse, bunu ondan hiç bir sûretle almak 
câiz olmaz. Çeşidli kimselerden aldığı harâm malları birbirleri ile veyâ kendi 
halâl malı ile, yâhud kendinde emânet bulunan mallar ile karışdırırsa ve bunları 
birbirlerinden kolayca ayıramazsa, bu karışımlar, kendi mülkü olur. Bu 
karışımlara (mülk-i habîs) denir. Harâm malları ayırabilirse kendilerini, 
sâhiblerine veyâ bunların vârislerine vermesi, ayıramaz ise, tazmîn etmesi lâzım 
olur. Tazmîn etmek, kendi halâl zekât malından onların mislini, misline mâlik 
değilse, gasb etdiği gündeki kıymetini ödemekle olur. Tazmîn etmeden evvel, 
habîs malı kullanmak câiz olmadığı için, tam mülk değildir. Tam mülk olmayan 
malın zekâtı verilmez. Tazmînden sonra, habîs karışımı kullanması mubâh olur [Ve 
zekâtını vermesi lâzım olur. Sâhibini bildiği hâlde, tazmîn etmeden evvel 
kullanamaz ve sadaka ve hediyye veremez ve zekât nisâbına katması lâzım olmaz. 
Sâhiblerini, vârislerini bilmiyorsa, mâl-ı harâmın ve habîs karışımın hepsini 
sadaka vermesi vâcib olur. Sâhibi sonra zuhûr ederse, kendisine tazmîn etmesi de 
lâzım olur.]. Harâm malı, bey’, hediyye, kirâ, âriyyet, borc ödemek ve başka 
sûretlerle bir kimseye verirse, habîs malın kendisi olduğunu bilenin, bunu 
alması câiz olmaz. Sadaka olarak verdiği fakîr, harâm malı kendisine hediyye 
ederse, bunu kendisi de kullanabilir. Sâhibi bilinen habîs malı da, sadaka ve 
hibe olarak almak câiz olmadığı gibi, bey’ ve icâre gibi yollar ile almak da 
câiz değildir. Bu yollar ile halâl hâle dönmez. Eline, sâhibi bilinen harâm mal, 
meselâ para geçen, bunu sâhibine vermeli, sâhibi bilinmiyorsa, fakîre sadaka 
vermelidir. Başka yere vermesi günâh olur. Bu malı almak, fakîrlerden başka 
kimseye câiz olmaz. Yalnız vârisin, harâm mal olduğunu bildiği hâlde, mîrâsı 
alması câiz olur, denildi. Yetmişsekizinci madde başına bakınız! Bey’ ve şirâda 
kolaylık olmak için, imâm-ı Kerhînin kavli ile fetvâ verilmişdir. Şöyle ki, bir 
satışda semen [para] gösterilmeden akd yapılıp da, semen olarak harâm olduğu 
bilinen şey verilirse, bu şey karşılığı alınan mebî’ halâl ve tîb olur. Fekat, 
harâm olduğu bilinen veyâ kendinde vedî’a [emânet] bulunan şey, semen olarak 
gösterilerek söz kesilir ve bu semen verilirse, satın alınan mebî’, harâm olur. 
Harâm semene işâret edip, başka şeyi verirse veyâ başka semene işâret edip, 
harâm semeni verirse, mebî’ harâm ve habîs olmaz.) (İbni Âbidîn) 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, gasbı anlatırken diyor ki, (Gasb, bir kimsenin 
malını zor ile almak veyâ kendindeki emânet malı inkâr etmekdir. Büyük günâhdır. 
Malda değişiklik oldu ise, sâhibi, malı ile kıymetindeki değişikliği veyâ yalnız 
kıymetini ister. Gasb etdiği yerde ödemesi lâzım olur. Tazmînden sonra 
kullanması câiz ise de, satarak etdiği kâr yine halâl olmaz. Kârı sadaka vermesi 
lâzımdır. Muhtelif kimselerden gasb etdiklerini birbirleri ile veyâ kendi mülkü 
ile karışdırır ve ayrılamazlarsa, hepsi kendi habîs mülkü olur. Fekat, tazmîn 
etmedikce, bu karışımı kullanması halâl olmaz. Tazmîn etmekle, gasb günâhından 
kurtulmaz). Şernblâlî (Dürer) hâşiyesinde diyor ki, (Zâlim, gasb etdiği 
malları kendi malı ile karışdırırsa, kendi mülkü olurlar. Kendi halâl malı, 
sâhiblerine ödeyecek mikdârdan nisâb mikdârı fazla kalırsa, tazmîn etmeden evvel 
de, karışımın zekâtını vermesi lâzım olur. Karışım nisâb mikdârı ise, fekat 
tazmîn edecek ve nisâb mikdârı artacak kadar kendinin ayrı halâl malı yoksa, 
zekâtı lâzım olmaz.)] 
Oradaki 
sevdiklerimiz, her ne kadar tatlı yemeklere, süslü elbiseye düşkün ise de, 
hakîkî lezzet ve fâide vera’ sâhiblerinin yidiklerinde ve giydiklerindedir. 
Mısra’: 
Makâm 
sâhiblerine veren onu, 
Vera’ 
sâhiblerine, veriyor bunu. 
  
Onun ile bunun 
arasındaki fark, çok büyükdür. Çünki, Allahü teâlâ, onu beğenmez, bundan ise 
râzıdır. Sonra, kıyâmetde onun hesâbı güç, bunun ise kolaydır. Yâ Rabbî, bizlere 
acı, doğru yoldan ayırma! 
                                                |