| 
 
    
41 -  
    DÖRDÜNCÜ CİLD - 29.MEKTÛB
      
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Süâl: 
Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker ve kâfirler ile cihâd, Peygamberlerin yoludur. 
Evliyânın yolu, vicdânlara dokunmamak, kimseye karışmamak değil midir? 
Cevâb:
Bunlar nass ile farzdır. Farzlar herkes içindir. 
Ba’zı kimselere mahsûs değildir. Farzları yapmakda, Peygamberler, Evliyâ, 
âlimler ve câhiller müsâvîdir. Tekrâr söyliyelim ki, Cehennemden kurtulmak ve 
se’âdet-i ebediyyeye kavuşmak, Peygamberlere tâbi’ olmağa bağlıdır. Evliyânın 
vilâyetden, muhabbetden, ma’rifetden ve kurb-i ilâhîden ellerine her ne geçerse, 
bunları Peygamberlere tâbi’ ve tufeyl olmak sâyesinde kazanırlar. Bu yolun 
gayrısı dalâlet yoludur, şeytânların yoludur. Abdüllah ibni Mes’ûd “radıyallahü 
anhümâ”, buyuruyor ki, birgün Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” bize bir 
doğru çizgi çizdi ve (Bu, insanı Allahü teâlânın rızâsına kavuşduran doğru 
yoldur) buyurdu. Sonra, bu hattın iki tarafına, balık kılçığı gibi, eğik 
çizgiler çizip, (Bunlar da, şeytânların sapdırdığı yollardır) buyurdu. O 
hâlde, bir kimse, Peygamberlere tâbi’ olmadan, doğru yolda yürümek isterse, 
muhakkak iğri yola sapar. Eğer eline bir şeyler geçerse, istidrâcdır. Ya’nî, 
sonu zarar ve ziyândır. Ubeydüllah-i Ahrâr “kuddise sirruh” buyurdu ki, (Kalbe 
gelen bütün keşfleri, hâlleri bize verseler, fekat kalbimizi Ehl-i sünnet 
i’tikâdı ile süslemeseler, kendimi mahv olmuş ve hâlimi harâb bilirim. Bütün 
harâblıkları, felâketleri üzerime yığsalar, lâkin kalbimi Ehl-i sünnet 
vel-cemâ’at i’tikâdı ile şereflendirseler, hiç üzülmem). Evliyâya hâsıl olan 
hâller, keşfler, eğer Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmakla 
berâber ise, nûr üstüne nûr olur ve islâmiyyetin incelikleri, esrârı hâsıl 
olmağa başlar. Sahâbe-i kirâmın hepsi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve 
Selef-i sâlihîn ve Meşâyıh-ı müstakîm-ül ahvâl, böyle idi. Tesavvufda, nübüvvet 
yolu ve vilâyet yolu diye ayrılan iki yol, hakîkatde islâmiyyetin gösterdiği tek 
bir yoldur. Zîrâ her ikisi de, insanı Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” 
tâbi’ olmak şartı ile erdiriyor. Bunun gibi, Allahü teâlânın rızâsına, 
ma’rifetine götüren yollar, mahlûkların nefesleri kadardır, sözü de doğrudur. 
Çünki, her hayâli, aslına kavuşduran bir yol vardır ve her mahlûkun (Ayn-ı 
sâbite)si, ya’nî (Mebde-i te’ayyün)ü, ya’nî yaratılmasına ve vücûdda 
kalmasına vâsıta olan ism-i ilâhî başkadır. Bu yolların hepsinden vâsıl olmak, 
ahkâm-ı islâmiyyeyi yapmağa bağlıdır. İslâmiyyetden ayrılan, yolda kalır veyâ 
yoldan çıkar. O hâlde, bütün yolların başlangıcı islâmiyyetdir. Ya’nî 
islâmiyyet, bir ağacın gövdesine benzer. Bütün tarîkatler, ya’nî yollar, bu 
ağacın dalları, damarları, filizleri, yaprakları ve çiçekleri gibidir. 
[Emr-i ma’rûf 
iki sûret ile yapılır: Birincisi, söz, yazı ve her nev’ yayın vâsıtası iledir. 
Bunu yaparken, bilgi az ise ve şahsa, âdetlere, kanûnlara dikkat ve ri’âyet 
edilmezse, fitneye sebeb olabilir. İkinci yol, hâl ile, islâmın güzel ahlâkına 
uyarak, nümûne olmakdır. Herkese tatlı dil, güler yüz göstermek, kimseyi 
incitmemek, kimsenin malına, ırzına göz dikmemek, kanûnlara uymak, vergilerini, 
borçlarını ödemek, en te’sîrli, en fâideli nasîhat yapmak olur. Bunun içindir 
ki, (lisân-ı hâl, lisân-ı kalden entakdır) demişlerdir. Görülüyor ki, islâmın 
güzel ahlâkına uygun yaşamak, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmanın en güzel 
yoludur. Mühim bir farzı yapmakdır. İbâdet etmekdir. Tesavvuf, insanı, Rabbine 
yapdığı ibâdetlerde lâzım olan ihlâsa ve insanlara karşı lâzım olan güzel ahlâka 
kavuşduran yoldur. İnsana bu yolu Mürşid-i kâmil öğretir. Her ilmin 
mütehassısları vardır. İnsan, bir ilmi, bunun mütehassısından öğrenir. Tesavvuf 
ilminin mütehassısı, İnsân-ı  kâmildir. Başka ilmlerin mütehassıslarına kâmil 
denmez.] 
                                                |