40 -
ÜÇÜNCÜ CİLD - 31.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Süâl:
Zümer sûresinin kırkikinci âyetinin meâli, (Allahü teâlâ, insan ölürken
rûhunu bedeninden ayırır. Ölmediği zemân, uykuda da, rûhunu ayırır)dir. Bu
âyet-i kerîmeden anlaşılıyor ki, insan ölürken rûhu ayrıldığı gibi, uyurken de
ayrılmakdadır. Böyle olunca, rü’yâdaki azâbı, dünyâ azâblarından saymak, kabr
azâbını ise, âhıret azâblarındandır demek nasıl doğru olur?
Cevâb:
Uykuda iken, rûhun bedenden ayrılması, bir
kimsenin, geziye, eğlenmek için, kendi vatanından, gülerek, sevinerek
ayrılmasına benzer ki, gezdikden sonra, sevinç içinde yine vatanına döner. Rûhun
gezinti yeri, âlem-i misâldir. Bu âlemde görecek meraklı ve tatlı şeyler vardır.
Ölürken rûhun ayrılması böyle değildir. Bu ayrılık, vatanı yıkılan, evleri,
binâları yok olan kimsenin vatanından ayrılması gibidir. Bunun içindir ki,
uykudaki ayrılmasında, sıkıntı ve acı yokdur. Tersine, sevinç ve râhatlık
vardır. Ölürken ayrılmasında ise, çok acılar ve güçlükler hâsıl olur. Uyuyan
insanın vatanı dünyâdır. Ona, dünyâdaki işler gibi iş yaparlar. Ölen kimsenin
ise, vatanı yıkılır. Âhırete göç eder. Ona âhıret işleri yaparlar. Bunun içindir
ki, [Deylemînin “rahmetullahi aleyh” bildirdiği hadîs-i şerîfde], (İnsan
ölünce, kıyâmeti kopmuş olur) buyuruldu.
Sakın, hayâlde
hâsıl olan keşflere ve âlem-i misâlde görünen şeylere aldanarak, (Ehl-i
sünnet ve cemâ’at) fırkası âlimlerinin bildirdikleri i’tikâddan
ayrılmayınız! Allahü teâlâ, o büyük âlimlerin çalışmalarına bol bol mükâfât
versin! Rü’yâlara, hayâllere aldanmayınız! Çünki, bu kurtuluş fırkasına
uymadıkca, âhıretde azâblardan kurtulmak düşünülemez. Kıyâmetde kurtulmak
istiyenler, kendi görüşlerini bırakarak, bu büyüklere uymağa canla başla
çalışmalıdır. [Ehl-i sünnet fırkası âlimlerinin bildirdikleri doğru i’tikâdı
anlatan, her lisânda binlerce kitâb yazılmışdır. Arabî (Emâlî kasîdesi)
ve bunun arabî şerhi olan (Nuhbe) kitâbı ve fârisî (Türpüştî risâlesi)
meşhûrdur. Türkçe (Birgivî vasıyyetnâmesi) ve Hüseyn Hilmi Işıkın
(Ehl-i sünnet kasîdesi) çok fâidelidir. Bu kasîde (Fâideli bilgiler)
ve (Cevâb veremedi) kitâblarında mevcûddur.] Habercinin vazîfesi,
bildiğini söylemekdir. Yazınızdaki gevşekliği görünce, hayâllerinize kapılarak,
bu büyüklere uymak se’âdetinden ayrılmak felâketine düşeceğinizden ve kendi
keşflerinizin akıntısına kapılacağınızdan çok korkdum. Nefslerimizin
kötülüklerinden ve işlerimizin bozukluğundan Allahü teâlâya sığınırız. Şeytân,
büyük düşmanımızdır. Doğru yoldan kaydırıp sapdırmaması için, çok uyanık
olmalısınız! Ayrılık bir sene olmadan, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” sünnetine [ya’nî Ehl-i sünnet fırkası âlimlerinin gösterdikleri yola]
uymak için yapdığınız titizlikler ve kurtuluşun, ancak o büyüklerin yoluna
sarılmakda olduğunu gösteren çalışmalarınız ne olmuş? Bunlar ne çabuk unutulmuş.
Hayâllerinizin arkasında sürükleniyorsunuz. Sizinle buluşmamızın çok gecikeceği
anlaşılıyor. Yaşayışına öyle düzen vermelisin ki, kendini kurtarmak ümmîdi yok
olmasın! Yâ Rabbî! Bizlere merhamet et! İşlerimizin iyi olmasını nasîb eyle!
Doğru yolda bulunanlara bizden selâm olsun.
Hudâ Rabbim, nebîm hakkâ Muhammeddir
Resûlullah,
hem islâm dînidir dînim, kitâbımdır
kelâmullah.
Akâidde, ehl-i sünnet oldu mezhebim,
hamdolsun,
amelde, Ebû Hanîfe mezhebi, mezhebim vallah.
Dahî zürriyyetiyim Âdem aleyhisselâmın hem,
Halîlin milletiyim, dahî kıblem Kâ’be,
Beytullah.
Hep eshâb-ı güzîn, tâbi’în ve müctehidlerin,
nekim var ehl-i sünnet velcemâat, cümle
ehlullah.
|