40 -
ÜÇÜNCÜ CİLD - 31.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb,
Molla Bedreddîne yazılmışdır. Âlem-i ervâh ve âlem-i misâl ve âlem-i ecsâd
üzerinde bilgi vermekde, kabr azâbını anlatmakdadır:
Allahü teâlâya
hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği kimselere selâm olsun! Diyorsunuz ki, rûh bu
bedene bağlanmadan önce, âlem-i misâlde idi. Bedenden ayrıldıkdan sonra da,
âlem-i misâle gidecekdir. Bunun için, kabr azâbı âlem-i misâlde olacakdır.
Âlem-i misâldeki elemi, acıları, rü’yâda duymak gibi olacakdır. Sonra, bu
bilginin çeşidli kolları vardır. Eğer izn verirseniz, bu konuda size çok şeyler
yazarım.
Cevâb:
Böyle hayâller, aslsız sözler, doğru olmakdan çok
uzakdır. Böyle düşüncelerin, sizi doğru yoldan sapdırmasından korkuyorum. Hiç
vaktim yok ise de, bu konuda birkaç kelime yazmak için kendimi zorlayacağım.
İnsanları doğru yola kavuşduran, yalnız Allahü teâlâdır.
Kıymetli
kardeşim! Mümkinler âlemini, ya’nî mahlûkları, üç kısma ayırmışlardır:
(Âlem-i ervâh), (Âlem-i misâl) ve (Âlem-i ecsâd). Âlem-i misâle
(Âlem-i berzah) da demişlerdir. Çünki bu âlem, (Âlem-i ervâh) ile
(Âlem-i ecsâd) arasındadır. Bu âlem, ayna gibidir. Diğer iki âlemdeki hakîkî
varlıklar ve ma’nâlar, bu âlemde latîf şekllerde görünürler. Çünki, iki âlemdeki
her hakîkate ve her ma’nâya uygun birer şekl, heyet, bu âlemde bulunur. Bu
âlemde, kendiliğinden hiçbir hakîkat, hiçbir madde ve ma’nâ yokdur. Buradaki
şekller, heyetler, öteki âlemlerden aks eden görüntülerdir. Aynada hiçbir şekl
ve sûret yokdur. Aynada bir şekl görünürse, başka yerden gelen bir görünüşdür.
Âlem-i misâl de böyledir. Bu iyi anlaşılınca, deriz ki, rûh bu bedene te’alluk
etmeden önce, kendi âleminde idi. Rûh âlemi, âlem-i misâlden dahâ üstündür. Rûh,
bedene te’alluk edince, bedene âşık olarak, bu madde âlemine iner. Âlem-i misâl
ile bir ilgisi yokdur. Rûh bu bedene te’alluk etmeden, ilgilenmeden önce, âlem-i
misâl ile ilgisi olmadığı gibi, bedene olan ilgisi bitdikden sonra da, bu âlem
ile ilgisi olmaz. Şu kadar var ki, Allahü teâlânın dilediği zemânlarda, rûhun
ba’zı hâlleri, bu âlemin aynasında görünür. Rûhun hâllerinin iyiliği, kötülüğü
buradan anlaşılır. Keşf ve rü’yâlar, böyle hâsıl olmakdadır. İnsanın hisleri,
duyguları gayb olmadan da, âlem-i misâldeki şeklleri gördüğü çok olmuşdur. Rûh,
bedenden ayrıldıkdan sonra, ulvî ise, yükselir. Süflî ise, alçalır. Âlem-i misâl
ile bir ilişiği olmaz. Âlem-i misâl, görünen bir âlemdir. Bir varlık âlemi
değildir. Varlık âlemleri ikidir. Âlem-i ervâh ve Âlem-i ecsâd. Ya’nî rûh âlemi
ile madde âlemi, varlık âlemidir. Bunlarda bulunan şeyler, yalnız görünüş
değildir. Kendileri de vardır. Âlem-i misâlde ise, hiçbir varlık yokdur. Yalnız,
âlem-i ervâhda ve âlem-i ecsâdda bulunan varlıklar için bir ayna gibidir.
Rü’yâda, âlem-i misâldeki elem, acı, sıkıntı görünür. Bu da, görenin hak etdiği
azâbın, âlem-i misâldeki görüntüsünün görülmesidir. Onu gafletden uyandırmak
için, kendini düzeltmesi için, kendisine gösterirler.
Kabr azâbı,
rü’yâda, âlem-i misâldeki görüntüleri görmek değildir. Kabr azâbı, rü’yâ gibi
değildir. Kabr azâbı, azâbın görüntüsü değildir. Azâbın kendisidir. Bundan
başka, rü’yâda görülen acı, azâb, azâbın kendisidir denilse bile, dünyâdaki
acılar, azâblar gibidir. Kabr azâbı ise, âhıret azâblarındandır. Birbirlerine
hiç benzemezler. Çünki, dünyâ azâbları, âhıret azâbları yanında hiç kalır.
Allahü teâlâ, o azâblardan bizi korusun! Eğer, âhıret azâblarından bir kıvılcım
dünyâya gelse, herşeyi yakar, yok eder. Kabr azâbını, rü’yâda görülen azâb gibi
sanmak, kabr azâbını bilmemekden, anlamamış olmakdan ileri gelmekdedir. Azâbın
kendisi ile, görünüşünü karışdırmakdan hâsıl olmakdadır. Böyle yanlış düşünmek,
dünyâ azâbı ile âhıret azâbını aynı sanmakdan da olur. Böyle sanmak, pek
yanlışdır. Yanlış ve bozuk olduğu meydândadır.
|