| 
 
    
34 -  İKİNCİ CİLD - 19.MEKTÛB
      
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektûb, 
Mîr Muhibbullaha yazılmışdır. Sünnet-i seniyyeye yapışmağı ve bid’atlerden 
sakınmağı bildirmekdedir: 
Allahü teâlâya 
hamd olsun! Onun Peygamberlerine salât ve size düâlar ederim. Kıymetli kardeşim 
seyyid Mîr Muhibbullah! Buradaki fakîrlerin hâlleri, gidişleri çok iyidir. Bunun 
için Allahü teâlâya sonsuz hamd etmek lâzımdır. Sizin de selâmetiniz için ve 
hâlinizin değişmemesi için ve doğru yolda ilerlemeniz için Allahü teâlâya düâ 
ederim. Bu günlerde, ne hâlde bulunduğunuzu bildirmediniz. Mesâfenin uzaklığı, 
haberleşmeyi güçleşdiriyor. Nasîhat vermek, dînimizin birinci vazîfesidir ve 
Peygamberlerin en üstününe uymakdır “Ona ve hepsine üstün düâlar ve selâmlar 
olsun!”. Ona uymak için Onun sünnetlerini, ya’nî bütün emr ve yasaklarını yerine 
getirmek ve Onun beğenmediği bid’atlerden sakınmak lâzımdır. O bid’atler, 
gecenin karanlığını yok eden, tan yerinin ağarması gibi parlak görünseler de 
hepsinden kaçmak lâzımdır. Çünki, hiçbir bid’atde nûr yokdur, ışık yokdur. 
Hiçbir hastaya şifâ yokdur. Hiçbir hastaya ilâc olamazlar. Çünki, her bid’at, yâ 
bir sünneti yok eder, yâhud sünnetle ilgisi olmaz. Fekat, sünnetle ilgisi 
olmıyan bid’atler, sünnetden aşırı, artık oldukları için, sünneti yok etmiş 
olmakdadırlar. Çünki, bir emri emr olunandan ziyâde yapmak, bu emri değişdirmek 
olur. Bundan anlaşılıyor ki, nasıl olursa olsun, her bid’at sünneti yok 
etmekdedir. Sünnete ters düşmekdedir. Hiçbir bid’atde iyilik ve güzellik yokdur. 
Keşki bilseydim ki, kâmil olan bu dinde ve Allahü teâlânın râzı olduğu 
islâmiyyetde, ni’metler temâm oldukdan sonra, ortaya çıkan bid’atlerden 
ba’zılarına, nasıl olmuş da güzel demişler? Bunlar niçin bilmemişler ki, birşey 
yükseldikden, temâm oldukdan, beğenildikden sonra, buna yapılacak eklemeler 
güzel olamaz. Hak olan, doğru olan birşeyde yapılacak her değişiklik, dalâlet ve 
sapıklık olur. Kâmil olan, temâm olan bu dinde sonradan meydâna çıkarılan 
birşeye güzel demenin, dînin kemâle ermediğini göstereceğini ve ni’metin temâm 
olmadığını bildireceğini anlamış olsalardı, hiçbir bid’ate güzel diyemezlerdi. 
Yâ Rabbî, unutduğumuz ve yanıldığımız şeyler için bizleri hesâba çekme! Size ve 
yanınızda olanlara selâm ederim. 
[Sünnet 
kelimesinin dînimizde üç ma’nâsı vardır: (Kitâb ve sünnet) birlikde 
söylenince, kitâb, Kur’ân-ı kerîm, sünnet de, hadîs-i şerîfler demekdir. 
(Farz ve sünnet) denilince, farz, Allahü teâlânın emrleri, sünnet ise, 
Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti, ya’nî emrleri demekdir. 
Sünnet kelimesi yalnız olarak söylenince, islâmiyyet, ya’nî bütün ahkâm-ı 
islâmiyye demekdir. Fıkh kitâbları böyle olduğunu bildiriyor. Meselâ (Kudûrî 
muhtasarı)nda (Sünneti en iyi bilen imâm olur) diyor. (Cevhere) 
kitâbında burayı açıklarken (Sünnet demek, burada ahkâm-ı islâmiyye demekdir) 
diyor. Yetmişdördüncü maddenin sonuna bakınız! 
Kalbi 
temizlemek için islâmiyyete uymak lâzım olduğu anlaşıldı. İslâmiyyete uymak da, 
emrleri yapmakla ve yasaklardan ve bid’atlerden sakınmakla olur. 
Bid’at, 
sonradan yapılan şey demekdir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve 
dört halîfesinin “radıyallahü anhüm” zemânlarında bulunmayıp da, onlardan sonra, 
dinde meydâna çıkarılan, ibâdet olarak yapılmağa başlanan şeylerdir. Meselâ, 
nemâzlardan sonra hemen (âyet-el-kürsî) okumak lâzım iken, önce 
(Salâten tüncînâ)yı ve başka düâları okumak bid’atdir. Bunları, 
(âyet-el-kürsî)den ve tesbîhlerden sonra okumalıdır. Nemâzdan, düâdan sonra 
secde edip de kalkmak bid’atdir. Ezânı ho-parlörle okumak bid’atdir. Ho-parlör, 
ses çıkaran bir âletdir. Lugat kitâblarında, meselâ (Müncid)de, ses 
çıkaran âletlere (Mizmâr) denir. Ho-parlör, mizmârın bir nev’idir. 
(Hâd-id-dallîn)de diyor ki, (Ebû Nu’aym İsfehânînin (Hilyetül-Evliyâ)sında 
yazılı hadîs-i şerîfde, şeytâna (Senin müezzinin mizmârdır) buyuruldu). 
Ho-parlör ile okunan ezânın, şeytân ezânı olduğu, bu hadîs-i şerîfden 
anlaşılmakdadır. Dinde yapılan her değişiklik ve reform bid’atdir. Yoksa, çatal, 
kaşık, boyun bağı kullanmak, kahve, çay, tütün içmek bid’at değildir. Çünki, 
bunlar ibâdet değil, âdetdir ve mubâhdırlar. Harâm değildirler. Bunları yapmak, 
dînin emr etdiği şeyi terk etmeğe veyâ nehy [yasak] etdiği şeyi yapmağa sebeb 
olmazlar. (Hadîka-tün-nediyye)de diyor ki, (Bid’at, dinden olmıyan, 
ibâdet olmıyan, âdet olan birşey ise, dînimiz bunu red etmez. Yimekde, içmekde, 
elbisede, seyrü sefer vâsıtalarında ve binâ, mesken, ev işlerinde, ibâdet 
yapmak, ya’nî Allahü teâlâya tekarrüb niyyet etmeyip, yalnız dünyâ işi 
düşünülürse, bunlar bir ibâdeti yapmağa mâni’ olmadıkça veyâ bir harâmı işlemeğe 
sebeb olmadıkça, bid’at olmazlar. Dînimiz bunları men’ etmez). Bid’at üç 
dürlüdür: 
1 — 
İslâmiyyetin küfr alâmeti dediği şeyleri zarûret olmadan kullanmak, en kötü 
bid’atdir. Dâr-ül-harbde kâfirlere hud’a olarak kullanmak câiz olur denildiği 
(Berîka)da, 467. ci sahîfede ve (Mecmâ’ul-enhür)ün 696. cı 
sahîfesinde yazılıdır. 
2 — Ehl-i 
sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bildirdiklerine uymıyan 
inanışlar da kötü bid’atdir. 
3 — İbâdet 
olarak yapılan yenilikler, reformlar, amelde bid’at olup büyük günâhdır. 
Âlimler, ameldeki, ibâdetdeki bid’atleri ikiye ayırmışlar, hasene ve seyyie 
demişlerdir. İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” âlimlerin hasene dedikleri 
bid’atlere bid’at dememiş, sünnet-i hasene demişdir. Bid’at-i seyyie dediklerine 
bid’at demiş, bunları çok kötülemişdir. Vehhâbîler ise, hasene denilen, 
beğenilen bid’atlere de, seyyie demiş, bunları yapanlara kâfir, müşrik 
demişlerdir. Üçüncü kısmda birinci maddeye bakınız!] 
  
İnsan beşer, durmaz şaşar, eyler hatâ, üçer beşer. 
Düz ovada yürür iken, ayağı sürter, düşer. 
                                                |